Etiket arşivi: Cennet

İnsanlar İçin Dünyasını Feda Eden Kimdir?

İnsanlar için dünyasını feda edip, gerek olursa Müslümanların Cennet’e gitmeleri için cehennemi kabul ederim diyen bu adam kimdir?

Kuran’dan ve Hazreti Muhammed a.s.m’den aldığı dersle: Kendisi dünya mutluluğu ve yaşantısı namına güzel bir gün bile yaşamadığı halde, insanların ve Müslümanların mutluluğunu bütün kalbiyle istemiştir. Müslümanların mutlu olması, yani sağlam bir şekilde iman edip, imanın gereği olan ibadetlerinin yapmaları için dünyasını onlara feda etmiştir.

Bütün hayatı boyunca özellikle bu vatan topraklarında, genelde ise dünya üzerinde yaşayan bütün insanların ahiretini kurtarmak için bütün hayatını ve dünyasını feda etmiştir. Bu uğurda dünyevi olan her türlü güzellikten vazgeçmiştir.

Dünyaya ait kendisine gelen hiçbir teklifi kabul etmemiş, evlenmemiş, baba olmamış ve bir mülk edinmemiştir. Bütün mal varlığı bir elinde taşıyacak kadar mütevazi olmuştur.

İnsanların imanlarını kurtarmaları ve cennete gitmeleri için dünyasını seve seve feda ettiği gibi “lüzumu olsa ahiretimi de feda etmeyi mutluluk sayarım” demiştir. Yine “lüzumu olsa Müslümanların Cennet’e gitmeleri için Cehennem’i kabul ederim” demiştir.

Bu denli büyük bir fedakârlığı yapmış ve eserleriyle halen yapmaktadır. Peki, bu fedakârlığı yapmayı kimden öğrenmiştir? Bu fedakârlığın başta Kuran-ı Kerim ve Hazreti Muhammed Mustafa a.s.m’dan öğrenmiş ve yapmıştır.
Evet, böyle yüksek ruhlu bir adam bir asır önce yaşadı ve eserleriyle halen içimizde yaşamaktadır. Biliyorum merak ettiniz ve soruyorsunuz. Bu adam kim? Bu adam: Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Yüce rabbim, Kuran’ı, Hazreti Muhammed a.s.m’i ve bu asırda yüksek ruhlu insanları anlamayı ve onlar gibi yaşamayı nasip etsin inşallah. Âmin…

Yüce rabbim bu asrın güzel bir nimeti olan Risale-i Nurları Kur’an ve Hadisi Şerif perspektifinde okumayı ve anlamayı ve hayatını ona göre yaşamayı nasip etsin inşallah. Âmin…

Yarabbi bizi Kuran’dan, Hazreti Muhammed Mustafa a.s.m yolundan ayırma. Amin…

Bahattin Doğan

www.NurNet.org

Dirilişi anlamak

Nur Külliyatından Haşir Risalesinde öldükten sonra dirilmenin kavranabilmesi konusunda şu anahtar cümle geçer:

“Haşre akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki: Haşr-i Âzam, İsm-i Âzam’ın tecellisiyle olduğundan, Cenâb-ı Hakk’ın İsm-i Âzam’ının ve her ismin azamî mertebesindeki tecellisiyle zahir olan ef’al-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i âzam bahar gibi kolay ispat ve kat’î iz’an ve tahkikî iman edilir.”

Haşir denilince, insanların yeniden yaratılmasıyla başlayan yeni ve ebedî bir hayat hatıra geliyor..

Bilindiği gibi, İsm-i Âzam bütün esmâyı içine alıyor ve mahşer meydanında bütün İlâhî isimlerin tecellisini görmek mümkün değil. O halde bu ifadeyi “ba’s (diriliş), haşir, mizan, sırat, cennet ve cehennemin” bütünü olarak anlamamız gerekiyor.

Kışın ölen bitkiler âleminin bahar mevsiminde yeniden yaratılmaları, haşirde bütün insanları birden diriltmesi yanında bir gölge gibi kalır.

Bu tecelliyi mahşerin dehşeti takip eder. Peygamberlerin bile nefislerini kurtarma derdine düştükleri bir “celâl tablosu” sergilenir. Dünyanın bütün korkutucu hadiseleri o dehşet yanında gölge gibi kalır.

Onu müteakiben, beşerin bu kadar karışık hesaplarının bir anda görülmesiyle Allah’ın Serü’l-Hisap olduğu sergilenir. Dünyadaki her türlü sorgu ve muhakeme onun yanında yine gölge kadar zayıf kalırlar.

Bu dünyada bitkilerin yarı canlı, hayvanların ve insanların canlı oluşları, “taşıyla, toprağıyla hayattar olan cennetteki hayat” yanında yine gölge gibi kalırlar.

Bu dünyada, “topraktan belli bir zaman sonra çıkan rızıklar, o rızıkların yine kademeli olarak hazmedilmeleri, acıkma için belli bir sürenin geçmesi” cennetteki rızıklanma yanında yine gölge gibi kalırlar.

Dünyanın nehirleri cennet nehirleri yanında, dünyanın köşkleri cennet köşkleri yanında, dünya bahçeleri cennet bahçeleri yanında gölge gibi zayıf düşerler.

Örnekleri artırabiliriz.

Öte yandan, dünyadaki ıstıraplar cehennem azabı yanında gölge gibi kalırken, dünyadaki ateşler de cehennem ateşine nispetle yine gölge kadar hafiftirler.

Biz bu dünyada “gölgeler âleminde” yaşıyoruz. O “asıllar âleminin” kalbimizde kemaliyle yerleşmesi için, “Tevhid ve vahdette cemal-i İlâhî ve kemal-i Rabbanî tezahür eder,” (Şualar) gerçeğinden hareketle, önce bu dünyada tecelli eden isimleri küllî manada düşünmemiz, daha sonra bunların ahirette azamî derecede tecelli edeceklerine nazar etmemiz gerekiyor. Ancak böylece, “bu âlemde bu kadar harika icraatlar gösteren İlâhî isimlerin, ahiretteki tecellilerinin akıl almaz derecede ileri olacaklarını” anlar ve haşrin ve ahiretin o tecellilerle çok kolayca yaratılacağını rahatlıkla kabul ederiz. Ahiret âlemini ve onun başlangıcı olan haşir hadisesini sadece kendi aklımızın muhakemesine bırakmaz, bu dünyadaki cemal ve celâl tecellilerinden o âlemdeki azamî tecellilere kolayca intikal ederiz.

“Cüzi tecellilerde bu kadar harika eserler sergilenirse, elbette azamî tecelliler haşirde ve ötesinde öyle harikalar göstereceklerdir ki, Allah Resulünün ifadesiyle ‘Ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiştir’” deriz.

Yoksa, insan, buradaki tecellileri bile küllî manada düşünmeden, sadece bazı numunelere bakılıp, ahiretin nasıl yaratılacağını anlamaya kalkışırsa aklı o azamet karşısında bocalar, kalbi de inanmakta zorlanabilir.

Prof. Dr. Alaaddin Başar / Zafer Dergisi

İslam kadını aşağılamadı, siz anneliği aşağıladınız!

Tesadüf mü? Biri çıkıp İslam’ın kadını aşağıladığını iddia ediyor. Söz bir biçimde anneliğe geliyor. O da ne? İslam’ın kadını aşağıladığını iddia eden ‘modern’ bay veya bayanların aklının dibini kazıdığınızda, anneliği fena halde aşağıladığını görüyorsunuz. Ortak noktaları bu.

Anneliği aşağılamanın teknikleri çok. Bunun başında dünyanın en şerefli işini yapan annelere “boş kadın” muamelesi yapmak geliyor. Onlara göre çalışıyor olmak için evden çıkmak lazım. Caddeyi görmek, caddeye görünmek lazım. Bir kadının “çalışıyor” sayılması için kamuya kendisini göstermesi şart. Sabah sekiz akşam dokuz (çünkü kadın ucuz işgücü) mesai yapması şart.

Bunlar için de başka şeyler lazım: Modern görünürlüğün vacibatından olan şeyler. Her gün aynı kıyafetle, aynı saç rengiyle, aynı ayakkabıyla, aynı çantayla gidilmez ki işe! Yenilemek lazım, rengini uydurmak lazım. Saça uygun elbise, elbiseye uygun ayakkabı, ayakkabıya uygun çanta, çantaya uygun cüzdan, ona uygun cep telefonu lazım…
Modası geçenleri değiştirmek lazım. Bunun için de modayı takip etmek lazım. Özetle üretim-tüketim çarkında yağ, değirmeninde un olmak lazım.

Bütün bunlar için çalışmak lazım. Çalışmadan bu masraflar nasıl kazanılacak? Daha iyi görünmek için daha çok kazanmak lazım. O da yetmiyorsa, daha daha çok kazanmak lazım. Daha çok kazanmak için harcamadan olmuyorsa, daha çok harcamak lazım. Görünmeden daha daha çok kazanılamıyorsa, daha çok görünmek lazım. Daha çok görünmek için daha çok dikkat çekmek lazımsa, onu yapmak lazım. Onu yapmak için herkesten çok harcama yapmak lazımsa, onu yapmak lazım. Herkesten çok harcamak için, herkesten çok kazanmak lazım.
Hangisi hangisine lazımdı? Kafam karıştı…

Evden çıkıp mesai yapmayan kadının yaptığı “çalışmak” değildir. O tepeden bakılan, “Ev kadınıymış” yollu dudak bükülen bir “acizdir”. Evinin kadını olmak modernlere göre dudak bükülecek bir iştir. İş kadını daha hoş geliyor. Hatta sokak kadını bile ötekinden hoş geliyor.

Modernin gözünde o koca parası(!) yiyor. Patron parası mı? Amir fırçası mı? Onun bunun erkeklerinin ağız kokusu mu? Her işe gidiş gelişte yaşadığı tıkış tıkış otobüsler ve minibüslerdeki onur kırıcı durum mu? Onlar işin parçası ayol. Koca kârı yeme de, ne yersen ye! Koca fırçası yeme de, ister amir, ister ustabaşı, ister patron fırçası ye! Hatta sokak magandası ve çarşı maçosunun attığı laf bile ehven…

Ev kadını, üüü! Bir kere özgür(!) değil ayol. Yarım saat işten erken ayrıldığı için amirinden duyduğu lafı kargalar yemese de kendisi özgür. İşyerinde uygulanan sıkı denetime rağmen özgür. “Yarın müsait misin”lere verdiği “Mesaide olacağım, işten yorgun dönüyorum”lara rağmen özgür. Ama ev kadını handiyse esir canım…
Ama o anne. Çocukları var. Yani dünyanın en değerli, en asil, en soylu, en görkemli işini yapıyor. Yani insan yetiştiriyor. Çocuk sokakta yetişmez ki? Çocuk evde yetişir.

Olsun, o yine de “çalışmayan” kadındır. Annelik çalışmak sayılmıyor. Modernlere göre annelik işsizlik sayılıyor. Annelik angarya sayılıyor. Komedi de ne biliyor musunuz: Başkalarının doğurduğu çocuklara bakmak için kurulan sektörlerde çalışmak “iş”, orada çalışanlar da “çalışıp üreten kadın” sayılıyor da, kendi doğurduğu çocuğa bakmak “iş” sayılmıyor. Modernler kazara anne olduklarında durum şu oluyor: baba işe, anne işe, çocuk kreşe, ev pansiyon, aile pansiyoner…

Ondan sonra “bebek mi-köpek mi?” ikilemi geliyor: tıpkı Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da olduğu gibi. Köpek bebekten daha sevimli oluyor modern kadın için. Bir, vücudu deforme etmiyor… Öyle ya: tenperest modernliğin gerçeği bunlar, görmek lazım.

Ama küçük bir sorun: Köpeğin ille de küçük olması lazım; kucağa alınıp sevilecek kadar küçük. Ne de olsa kadın o. Bir canlıyı kucağına alıp sevme güdüsü yaratılıştan verilmiş. Çaresi yok, sevecek. Peki, köpek yerine bebek sevse olmaz mı? Bu soruya Avrupa’nın bebek-köpek (yan yana iyi durmadığını biliyorum, ama anlayın) rakamlarını karşılaştırdığımızda, şu zımni cevabı alıyoruz: Yok, zinhar olmaz! (Almanya’da kayıtlı köpek sayısı nüfus ile neredeyse eşit).

İyi de, köpek de en az bebek kadar masraflı.

Olsun! O kadar kusur kadı kızında da bulunur.

Kazara doğursa bile anneliği sevmemiş ve severek annelik yapmamış (Bunun yanında doğum yapamadığı halde harika annelik yapanlar da var). Annelik yapmadığı için duyguları gelişmemiş, ufku gelişmemiş, hayat tecrübesi gelişmemiş, bilgelik dersen sıfır. Ama olsun; onun köpeği ve bir de mesaili işi var. O kendini tüm annelere hava atma makamında görüyor.

İşte buraya yazıyorum: Cenneti annelerin ayakları altına seren İslam, kadını aşağılamadı. Fakat cenneti dünyada arayan tek dünyalı modernler gözümüzün içine baka baka anneliği aşağılıyorlar. Üstelik her birini bir ana doğurduğu halde.

Ne kadar ayıp! Ne kadar küstah! Ne kadar saçma!

Mustafa İslamoğlu

İnsanları en çok cennete eriştiren şey nedir?

Hz.Peygamber, bir gün ashabına:

– İnsanların en çok cehenneme girmesine sebep olan şey nedir? diye sordu.

Ashap:

– Allah ve Resulü bilir ancak, dediler.

Hz Peygamber:

  • İki uzvudur ki, biri ağzı, diğeri ferci (cinsiyet organı), buyurdu.

Sonra tekrar sordu:

– İnsanları en çok cennete eriştiren şey nedir?

Ashap, aynı cevabı verince, şu açıklamayı yaptı:

  • Bu da iki şeydir: Biri, Allah’tan korkmak, yani takva sahibi olmaktır. Diğeri de güzel ahlaka sahip bulunmaktır.

Hadis (İbn-i Mace).

Ümmetimin sonlarına doğru, mescidlerini süsleyip te kalplerini harabeye çeviren topluluklar görülür.

Onlar, elbisesine verdiği önemi, dinine vermeyecek.Dünyalığı yerindeyse, dinlerine ne olduğuna aldırmayacak.
Hadis-i Şerif (Ramuz).

Kadere iman, Allah’ın birliği (tevhid) inancı ile irtibatlıdır.
Hadis (Deylemi).