Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Zaman, Cemaat Zamanıdır

Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Ortak akıl tek akıldan, iki el bir elden, daima üstün ve galiptir. İki tane “1” alt alta “2” ederken yanyana “11” ediyor. İslam adına insanlık adına hizmet eden her fert ve bütün cemaatler, sivil toplum örgütleri, ferdiyetçilik mikrobundan kurtulmak ve meydana getirilecek şirketi mâneviye havuzunda benliğini eritmek zorundadır, şayet eritemiyorsa, o zaman toplum ve cemaat bilinci yok olur.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu zamanda cemaat olmanın ve cemaat hâlinde hareket etmenin önemini şöyle tarif ediyor. “Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek.”

Kâfirler, din düşmanları, hatta insanlık düşmanları, kitlesel ve cemaat şeklinde plan ve program dahilinde hücum ediyorlar. Birleşik devletler, Birleşik Milletler, Avrupa Topluluğu gibi organize birer hücumla karşımıza çıkıyorlar, bizlerinde bunlara organize ve kitlesel bir şekilde karşılık vermemiz gerekiyor.

Öyle ise İslam toplumları birlik ve beraberlik içine girip, kâfirlere karşı tek vücut tek cemaat olmaları gerekir. Yoksa Allah bize galibiyeti tattırmaz. Küfür bu zamanda ehl-i imana cemaat ve cemiyet şeklinde hücum ediyor, adeta bir tek Müminin karşısına büyük bir küfür ordusu dikiliyor. Hâl böyle olunca bir Müminin böyle dehşetli bir cemaat ve cemiyetlere karşı tek başına karşı koyması hem maddi hem de ruhi olarak mümkün değildir.

Bu sebeple Kur’an ve iman hizmetkarlarının şahs-ı manevi hâline gelip küfrün şahs-ı manevisine mukabele etmesi zaruri bir ihtiyaç ve realite haline gelmiştir. İttihad-ı İslâmı ilk önce küçük dairede mahalli meclislerde tesis etmeliyiz. İslâmiyet dairesi içinde kim hangi meşrebde olursa olsun bu tesisin meydana gelmesine kuvvet vermelidir. Böyle hareket etmekle Allah’ın rahmeti celp olur, fiili dua olur, büyük dairede de ittihad-ı İslâmın meydana gelmesine vesile olur inşallah.

Selam ve dua ile kalın.
Çetin KILIÇ
Kaynak ; RNK, sorularla İslamiyet.

Akıl

Akıl bir alettir, anlamaya yarar. Her şeyde olduğu gibi aklın kullanımında da ifrat tefrit söz konusu olabilir. Herşeye itiraz etmek gereksiz merak etmek, her şeyi öğrenmek istemek, aklın kullanımında ifrat etmek olur. Doktorun verdiği reçeteyi eline alıp, “siz şimdi bana neye göre teşhis koydunuz da bu ilaçları veriyorsunuz? ” demek doğru değildir, veyahut trene uçağa binip makinistin yahut pilotun yanına gidip “sen bunu nasıl kullanıyorsun bizi sağ salim götürebilecekmisin? ” diye sormak ta senin işin değil. Bazı ilimler eğitim gerekir öğrenebilmek yıllar alır.

Merak ilmin hocasıdır elbette sorup öğrenecez hakikatten arzuluyorsak eğitimini alacağız.
Fakat bir insan ancak bir yada birkaç konuda ihtisas sahibi olabilir, diğerleri için teslim olmak icap eder. Yiyeceklerimizin sağlıklı olup olmadığını her seferinde biz kontrol edemeyiz, eden kuruma itimat etmek zorundayız. Altın yahut para sahtemi değilmi yine o konuyu bilene itimat ederiz.

Hayatın akışında zaman zaman mucizelerle karşılaşıyoruz, aslında mucize olmayan hiçbir şey yoktur. Doğum bir mucize değilmi? nefes almak, konuşmak, hatta yürümek bir mucize değilmi? Tavuğun yumurtlaması biraz düşünen için mucize değil de nedir ki? Yumurta şeklinde bir cisim için bile kaç tavuk büyüklüğünde torna makinası lazım. Yumurtayı alıyorsun ister omlet yap ister menemen, istersen koy tavuğun altına bir tavuğun daha olsun. Bunu açıklamak atomlar, protonlar, elektronlar, evrim devrimle olmaz, ilime bilime asla kat a karşı olmak demek değil bu.

Benim kitabım “oku” diye başlar, bilenle bilmeyeni bir tutmaz, alimin mürekkebini şehidin kanından üstün tutar. Bunu açıklamak ancak ve ancak ilmi kudreti sonsuz Rabbim yapar dersen aklın ikna olur. “A” harfini yazmak bile ilim, irade, kudret gerekir, tavukta yumurtayı yapacak ilim mi var? İrade mi var? Kudret mi var? Sebepler, doğa, tabiat deyip işin içinden çıkamazsın, kendini kandırırsın.

Adam Peygamberimiz(sav)’in miracını sorguluyor. Başını kaldır bir bak dünyadan milyonlarca kat güneşi yıldızları sapan taşı gibi döndüren kudret en sevdiği kulunu Resulünu bir anda niye mîraca çıkaramasın, zamanın sahibi O değilmi? Mekanın sahibi O değilmi? Karınca ile ışık bir yerden bir yere nasıl ki farklı zamanda varıyor, karınca bir cm yol alırken aynı zaman diliminde ışık dünyayı 75 kez dolaşıyor, böyle sonsuz kudrete sahip birine nasıl yaptın denilir mi?

Allah’ı tanı, Yaradanını bil, senden ne istiyor öğren, emrine itaat et rahat et, vaad ettiklerine kavuş.
Selam ve dua ile kalın.

Çetin KILIÇ

Yahudiler birçok peygamberi öldürdüler

Kur’an’da işaret edildiği gibi İsrail Oğulları tarihin ilk çağlarında bütün alemlere üstün kılınmış büyük bir millettir. Kendilerinden birçok peygamber gelmiştir.

Hz. İsa’nın (a.s.) peygamber oluşundan yaklaşık kırk sene sonra Roma kayserlerinden Neron’un halefi Ospasyanos zamanında Beytu’l-Makdis ikinci defa tahrip edilince, Yahudi devleti zevale ermiş ve İsrail Oğullarının her tarafa sürgün edilmeleri başlamıştır.

Yahudiler, her milletten daha ziyade dünyaya haris, kalpleri kasavetli, kibir ve inatları pek kuvvetli, kendilerinden başka milletlere hile ve fenalık yapmayı büyük bir meziyet bilen, kendi ırklarını diğer ırklardan üstün gören, diğer insanların ise kendilerinin kölesi olduğuna inanırlar. Tarih boyunca nice zulüm yapmış, fesat ve fitnenin başını çekmiş olan Yahudi milletinin Müslümanlara karşı ne derece düşman olduklarını Cenab-ı Hak bir ayette şöyle ifade buyurmaktadır: “İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun. Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Biz Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v) nübüvvetini ilan etmesinden sonra, bir kısım Yahudi ile müşriklerin İslâm dinine karşı ne derece düşman oldukları ve ne gibi sinsi planlar yaptıkları tarihçe sabit bir hakikattir. Yahûdiler, bir çok peygamberi şehit ettikleri gibi, Hz. Peygamber’i de (s.a.v.) öldürmek için birçok defa sûikast teşebbüsünde bulunmuşlardır.

Peygamber Efendimiz(sav) Medine’ye hicret edince, oradaki Yahudi kabilelerinin bazıları Medine Musalahası olarak bilinen bir anlaşma yapmıştı. Ancak, Yahudiler yaptıkları anlaşmalara sadık kalmamış ve Müslümanlara şiddetli bir düşmanlık göstermişlerdir. Yahudiler, özellikle Hendek savaşında müşriklerle işbirliği yapmış ve bundan dolayı Medine civarındaki Kaynuka, Ben-i Nadir ve Kurayza kabileleri sürgün edilmişlerdir.

Hıristiyanların, Yahudilere nispetle Müslümanlara daha yakın oldukları bir hakikattir. Zira onların içerisinde ibadetle meşgul olan nice râhipler ve din adamları vardır. Onların bir çoğu da Resûl-i Ekrem Efendimizin beklenen peygamber olduğunu itiraf etmişlerdir.

Yahudiler Birçok Peygamberi Öldürdüler

Yahudiler, Tevrat’tan mülhem olarak Âhir zaman Peygamberi’nin geleceğini bekliyor ve onun, kendi milletlerinden olacağını zannediyorlardı. Ancak ahir zaman Peygamberi Kureyş’ten gelince, bu hâl onların kin ve hasedini galeyana getirdi. Onlar müşriklere: “Bizim neslimizden bir peygamber gelecek, eğer o gelirse görün biz size neler yapacağız.” diyorlardı. Bekledikleri peygamberi kendi soylarından gelmediği için Hz. Peygamber’in Hatem-ül Enbiya’ olduğunu bildikleri halde, inat, haset ve hırslarından dolayı onun peygamberliğini kabul etmediler. Böylece Yahudilerin İslâm dinine olan düşmanlıkları Peygamberimizin (s.a.v) doğumu ile başlamıştı. Onlar Ezeli, Ebedi, doğmadan ve doğurmadan münezzeh olan Vacibü’l-Vücud Hazretlerine evlat isnat edip, Hz. Üzeyir’e ‘Allah’ın oğlu’ diyerek dalalete sapmışlardır. Yahudiler, kendi soylarından gelmeyen Hz. Sâlih (a.s), Hz. Hûd (a.s), Hz. Şuayb (a.s) ve Hz. İsmâil (a.s) gibi peygamberlere iman etmedikleri gibi, başta Zekeriya (a.s) Yahya (a.s) İşaya (a.s) ve Cercis (a.s) olmak üzere birçoğunu da katletmişlerdir. Bu husus bir ayette şöyle ifade edilmektedir: “Verdikleri sözden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri ve “kalplerimiz kılıflıdır” demelerinden dolayı (başlarına türlü belalar verdik). Doğrusu Allah, inkârları sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir. Pek azı hariç onlar inanmazlar.

Yine İsrail oğulları Hz. İsa’yı öldürmek istemiş, Hz. Meryem’e çok çirkin iftiralar yapmışlardır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir:“(Kalblerinin mühürlenmesinin diğer bir sebebi de İsa’yı) inkâr etmeleri ve Meryem’e büyük bir iftirada bulunmalarıdır. “Bir de “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat öldürdükleri kimse, onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesinlikle öldürmediler.

Yahûdiler, Hz. Dâvud’un (a.s.) soyundan gelen İsrâiloğulları peygamberi Amos’u öldürdüler. Yahûdi kralı Minşa puta tapmakta idi ve İşaya Peygamber’in (a.s) başını testere ile kestirerek şehit ettirdi.

Bunun içindir ki, başta zikrettiğimiz ayet ile Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber’in (s.a.v) şahsında bütün müminlere hitaben Yahudilerin, Müslümanlara karşı husumetlerinin pek ziyade olduğunu ifade buyurmuş ve onları müşriklerden önce zikretmiştir.

Tarih boyunca nifak ve ihtilâf çıkarmada ve ehl-i hakkı bölüp parçalamada maharet kesbetmiş dessas bir millet olan Yahudiler, İlâhî iradeye her devirde karşı çıkmış, kendi peygamberlerini katletmekten çekin­memişlerdir. Bunlar her çeşit ihtilâli tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden, beşerin huzur, ahlâk ve itikadını bozmayı baş gaye edinen muzır bir millettir. Münafıklık, riyakârlık, hile, entrika ve desiselerde hiçbir kavim bunlara ulaşamamıştır.

Her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıranlar Yahudilerdir

Yahudiler hakkında nazil olan şu âyetlere de dikkatinizi çekmek istiyorum:

Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.”

Onlardan çoğunu, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede yarış ederken görürsün. Bu yaptıkları şeyler ne kötüdür!

“Yahudiler, “Allah’ın eli çok sıkıdır” dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Ant olsun, Rabbinden sana indirilen ayetler, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.”

“Onlar (Yahûdiler), nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerine zillet (damgası) vurulmuş, Allah’ın gazabına/hışmına uğramışlar, miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Bunun sebebi, onların, Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve haksız yere peygamberleri öldürmüş olmaları, ayrıca isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarıdır.”

Biz İsrail oğulları’na Tevrat’ta şu hükmü verdik: “Muhakkak siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.”

Bediüzzaman Hazretleri yukarıda zikredilen ilk iki âyetin tefsirinde şöyle buyurur:

Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem’-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.”

Bediüzzzaman Hazretleri başka bir eserinde ise şöyle buyurur:

Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünya perestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar.

Yine Bediüzzaman Hazretleri başka bir eserinde Yahudi milletinin dünyaya ne kadar meftun ve derece hırslı olduklarını şöyle ifade ediyor: “Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırs ile dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi Milleti pek çok zahmet ile kazandığı, kendine faidesi az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet-i ribaî ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ü sefalet, katl ü ihanet gösteriyor ki: Hırs maden-i zillet ve hasarettir.”

İsrail Oğulları çok nankör bir kavimdir. Cenab-ı Hak, Firavun ve askerlerini denizde boğup onları sahil-i selamete çıkardı, fakat onlar. Allah’a bağlanıp, O’na ibadet edip, şükran ve minnetlerini ifade etmeleri gerekirken, büyük bir nankörlük ettiler ve bir buzağıya taptılar. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Ve sizin için denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun’un adamlarını -gözlerinizin önünde- boğduğumuzu hatırlayın. Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuştunuz. Bundan sonra, (artık) şükredesiniz diye sizi bağışladık. Ve hidayete eresiniz diye Musa’ya kitabı ve Furkan’ı verdik.- Hani Musa, kavmine: “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca Yaratan(gerçek İlah )ınıza tövbe edip nefislerinizi öldürün: Bu, Yaratıcınız Katında sizin için daha hayırlıdır” demişti.”

“Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.”

Yahudiler, Huzur ve Rahatla Yaşadıkları Osmanlı Devletine de İhanet Ettiler

1492`de İspanyolların elinden kaçan yüz bin kişilik Yahudi topluluğu Osmanlılara sığınmışlardır.

Osmanlıya sığınan Yahudiler başta Selânik, İzmir, İstanbul olmak üzere, Edirne, Bursa, Kudüs, Safed, Şam, Kahire, Ankara, Tokat ve Amasya gibi şehirlere yerleştirildiler

Osmanlı topraklarında 1844`de 170 bin, 1905`de 256 bin; 1914`de 187 bin Yahudi yaşamakta idi.

Türkiye, İstanbul’a gelen 712 İspanyol Yahudi’si mültecinin iaşesi için Kızılay’a Maliye bütçesinden 30 bin lira aktarmış, bir kısmının Giresun’a yerleştirilmesi ve bir çok Yahudi’ye Türkiye’de ikamet etme izni verilmesi, daha sonra da gerek karayoluyla, gerekse denizyoluyla Filistin’e gitmelerine imkân tanıması, bir kısım Yahudi’nin doğrudan Filistin uyruğuna geçmesine izin vermesi gibi hizmetler yapılan diğer yardımların yanında devede kulaktır

Osmanlının çok sıkıntılı döneminde, Yahudiler Filistin topraklarından bir miktar alabilmek için yüklü miktarda İngiliz altını teklif ettikleri halde, Abdülhamit; “Biz o toprakları kan dökerek aldık, ancak kanla geri veririz” diyerek onların bu teklifini reddetmişti.

II. Abdülhamit, Yahudilerin Filistin topraklarında mal edinmesini ve oraya yerleşmelerini yasaklamış, Osmanlı topraklarındaki Yahudilere para yardımı yapmıştır.

Ancak, 29 Ağustos 1897’de Yahudilerin ileri gelenlerinden Dr. Herzl’in başkanlığında İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan Yahudiler, Filistin topraklarını parayla satın almayı ve orada bir devlet kurmayı planlamışlardır. Böylece Filistin toprakları üzerinde kurulacak bir İsrail devletinin temeli atılmış oluyordu.

Osmanlının, Yahudilere bu kadar hürriyet tanımaları, müsâmaha göstermeleri ve huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamalarına rağmen, onlar Filistin`de devlet kurmak isteyen bir grup Yahudi’nin emellerine engel olan Sultan Hamid`i tahttan indirmek için İttihatçılara yardım ettiler. 1915`de Ermeniler topraklarımızdan sürülünce ekonomi tamamen Yahudi’lerin eline geçmişti. Hatta Ermenilerin sürülmesinde hükümeti harekete geçirenler de Yahudilerdi. Nitekim çok zengin biri olan hilekâr ve riyakâr bir Yahudi olan Emanuel Karasu hem Sultan Hamid`e hal’ kararını tebliğ eden heyetin reisi; hem de tehcir kararını veren Talât Paşa`nın bankeri idi. Anadolu’da yaşayan Yahudilerin ekserisi de 1948`de kurulan İsrail`e göç emişlerdir.

Sultan Abdülhamit tahtan indirilince Emanuel Karasu Abdülhamit’e şöyle demişti: “Siz yüklü miktarda altın teklifimizi reddedip toprak vermediniz, ama biz oraları çok cüz’i bir para ile satın aldık.”

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar: “Sizler ( Müslümanlar) Yahûdiler’le umumî bir harp etmedikçe kıyamet kopmaz. Hatta arkasında bir Yahudi bulunan taş: “Ey Müslüman! Şu arkamdaki Yahudi’dir onu öldür!” der.

İslam âlemi, uhuvvet-i İslâmiyenin gereğini yerine getirmediklerinden mahkum ve mazlum durumundadırlar

Üstad Bediüzzaman Hazretleri Sünuhat adlı eserinde Osmanlının yıkılmasından sonraki feci ahvali şöyle ifade eder:

İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu, “ba’de harabî’l-Basra” anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor.İşte âlem-i İslam, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslam, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyâda uzun seyahatlar ettirildi.”

Evet, âlem-i İslam’ın düşmanı çoktur. Artık uyanmamız ve bu oyunları görmemiz lazım. Maalesef bugün dünyada iki milyara yakın Müslüman varken, uhuvvet-i İslamiyenin ehemmiyetini yeterince anlamadıklarından dolayı mahkum ve mazlum durumundadırlar.

Yaşanan son elim hadise, Yahudilerin ne kadar, nankör, acımasız ve zalim olduğunu bir kere daha insanlığa göstermiştir

Yahudiler yıllardan beri bütün dünyanın gözü önünde Filistin halkına zulmediyorlar. Kadın, çoluk çocuk ve yaşlı demeden katledip, durmadan başlarına bomba yağdırıyorlar. Buna karşılık Filistinliler ancak taş ve sopalarla onlara karşılık verme durumunda kalıyorlar.

Yahudiler yıllardır durmadan silahlanırken, Araplar neyi beklediler? Allah’ın kendilerine vermiş olduğu bu zenginliği nerelerde harcadılar? Neden düşünmediler ki, Yahudiler bu silahlar ile Arap ülkelerini ve Müslümanları vurmak için hazırlanıyor ve vuruyorlar. Bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyurmaktadır: “Karşıtlarınızı caydırmak için olanca gücünüzle kuvvet hazırlayın!” Bu ayet bütün ehl-i imana hitap etmektedir. Düşmana karşı zamanın icabına göre kuvvet hazırlamak gerekir. Evet, onların şerrini def etmek ve saldırılarını önlemek için yeteri kadar kuvvet toplamak bütün Müslümanlar üzerine vaciptir. Zamanın icabına göre silah icat etmek İslam’ın mühim bir emridir. Bu hal sadece belli bir zamana mahsus olmayıp, kıyamete kadar geçerlidir. Aksi halde namus ve izzetimizi, vatan ve milletimizi koruyup muhafaza edemeyiz ve perişan oluruz.

Bir davada haklı olmak yeterli değildir, kuvvetli de olmak gerektir

Bediüzzaman Hazretleri: “Madem el hakku ya’lu haktır. Neden kafir Müslime, kuvvet hakka galiptir.” sorusuna verdiği müstesna cevabın bir bölümünde şöyle buyurur: “Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var.” Buna göre, düşmana galip gelmemiz için, kuvveti elimizde bulundurmamız lazımdır. Biz zayıf düşersek ve kuvvet düşmanın elinde olursa, düşmanın bu kuvvet ile bize galip gelmesi kaçınılmazdır.

Artık uyanmanın vakti geldi ve geçiyor. Arap âleminin ve petrol ağalarının, zevk ve sefayı bir tarafa bırakıp, İslam alemiyle birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri gerekir. Aksi halde, bu yangın bütün İslâm alemini tehdit edecek boyutlara ulaşabilir ve ulaşmıştır da.

Ey Âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ana sarıl; İslâmiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Şimdi bütün Müslümanlara düşen en büyük görev, Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözüne kulak açıp, ittihad-ı İslam fikrini milletimizin ruh dünyasında yeniden canlandırmalarıdır.

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

Kaynak; mehmedkirkinci.com

Helaket ve Felaket Asrı

Bu asrın emsalsiz zulümlerine karşı Muhammed Ümmeti ne yapmalı? Peygamber efendimiz (sav) âhir zamananın hadiselerinden bahs edince sahabe efendilerimiz “Ya Rasûlullah bu zamana erişirsek ne yaparız” diye telaş etmişlerdir. Üstad Bediüzzaman, bu asrın emsalsiz ve fırtınalı maddî ve manevî şerlerine dikkat çekiyor.

“Şu asrın zulümatlı sahilinde”
Risale-i Nur gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikir karanlıklarından kurtarıp, tenvir ve irşad edecektir. Üstad, şimalde koca bir devletin gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla saracağını söylüyor. Asrın vekili, Said-i Nursî, bu asrın muhtaç olduğu hakikatları , Nur Risalelerinde olduğunu söylüyor. “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahud silmek için yazılmıştır.” diyede ilave ediyor.

Bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın istinad kal’aları sarsılmış ancak tahkikî itikat ile muhafaza olunabilir. “Şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat “Böyle bir durum karşısında Risale-i Nur eserlerinden istifade etmezsek ne yapabiliriz ki? Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi, asrın içtimaî ve ruhî ve dinî hastalıklarını teşhis etmiş ve müzminleşmiş içtimaî illetleri tedavi edecek şekilde Kur’an-ı Hakîm’in hakikatlarını İlahî bir emirle, bu zamanda yaşayan bütün insanlara arzetmiştir. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin! En karanlık bir asrın kara kara içinde, zulmet zulmet içinde insanları Kur’andan çıkan Risale-i Nura muhtaçtır.

Ey ümmeti Muhammed!
Mevlâ-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar.” Bu asrın dehşetine karşı, taklidî olan itikadın istinad kal’aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan; her mü’min, tek başıyla dalaletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin, o yüzden Risâle-i Nur gibi bir Limana sığınma ihtiyacımız var.

Zira asrımızda kâinat fenleri ve maddî ilimler revaçta olup, yeni yetişen nesiller bu ilim ve fenleri okudukları; hem tabiiyyun ve maddiyyunun din ve maneviyat aleyhindeki neşriyatı; hem küfr-ü mutlak cereyanı ki, hiçbir din ve maneviyatı tanımayan ve Allah’a iman hakikatına karşı muaraza ederek dinsizliği neşreden, İslâmî fikri zedeleyen ve bütün beşeriyeti tehdid eden, yeni nesillere ve gençliğe imansızlık fikr-i küfrîsini aşılamak isteyen kitab, broşür, gazete gibi neşir vasıtalarının İslâm ve iman düşmanlarınca ön plâna alındığı böyle acib ve dehşetli bir zamanda elbette Risale-i Nur’a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve zaruret var.

Risale-i Nur asrın hususan bu zamanda ve bilhâssa dalaletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfüruşluğun heyecanlı asrında, kuru kafalı, müflis, felsefeci şeytanlarını gemlemiştir. Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latîfelerini, kalb ve aklını, nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir. Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşama şeraitini ağırlaştırıp çoğaltması ve hâcat-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve mübtela etmekle hâcat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulümatından en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur’un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğuna kırkbin şahid vardır.

Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Asrın maymun taklidçiliğine varan şahsiyetsizliği önünde, ancak Risale-i Nur hakikatleri ile muhafaza oluruz. Bu acib madde ve dinsizlik asrında, nazarlar kısalmış; kalbler, fenalıklar ve kötülüklerle dolmuş; O asrın çarşısında alış-veriş dinsizlik elinde olacak, dinsizlik hükmedecek, din gayet ucuza düşecek ve İslâm’ın şeairi gizlenecek. Böyle bir zamanda Ey Risale-i Nur talebeleri! Sizler bu asrın birer hidayet serdarlarısınız.

Allah ümmeti Muhammedi âhir zaman fitnelerinden muhafaza etsin inşallah. Amin

Çetin KILIÇ

Kaynak; Risale-i Nur Külliyatı

Kızıl İcaz

Kızıl İcaz, Arapça mantık kitabı olan Süllem üzerine yapılmış bir şerhtir.
Süllem, XIII. yüzyılın büyük mantıkçısı Esîrüddin el-Ebheriye ait isagüci adlı kitabın manzum şeklidir. İsagüci Müslüman filozofların mantık üzerine yaptığı bağımsız eserlerin adıdır.
Üstad Bediüzzaman eski Said döneminde 46 yaşında iken 144 beyit olan bu kitabın 66 beytinin şerhini yapmıştır. Üstadın daha önceden yazdığı mantıkla alakalı talikatı da vardır. Üstad ayrıca Gelenbevi’nin burhanına bir şerh yazmış hatta ders vermiştir.
Üstad Bediüzzaman Kızıl İcaz için, çok icazlı çok veciz, müdakkik alimleri hayrette bırakacak bir eser yazdım, ismini “Kızıl İcaz” koydum diyor, özellikle Risale-i Nur talebelerinin alimler kısmının nazarına gösterilmesi gerekir diye de not düşüyor.
Okuyucuyu mantık noktasında hayret ve tahsinle dikkate sevk eden Kızıl İcaz namındaki mantık risalesi çok derindir, Üstadın kitaba Kızıl demesinin sebebi budur. Üstad böyle bir eseri sathi zihinleri dikkate alıştırmak ve zahire hüküm vermeye alışmış beyinleri tahkik ehli yapmak için kaleme aldığını söylüyor.

Yaygın bir şöh­rete sahip bulunan ve Osmanlı medrese­lerinde ders kitabı olarak okutulan es-Süllem’e ilk şerhi yine Ahdarî yazmıştır.
Osmanlı âlimlerinden Rifat Efendi tara­fından Vesîletü’l-îkân adıyla yapılmış bir Türkçe tercüme ve şerhi de bulu­nan eser, gerek müstakil olarak gerekse şerhleriyle birlikte birçok defa basılmış­tır.
Süllem ‘in Fransızca tercümesi de neşredilmiştir.

Üstad, Sülleme klasik mantığın ötesinde modern mantık katmıştır.
İstifade edilmesi tavsiye olunur.

Çetin KILIÇ