Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Şehitlerimiz

Kur’an-ı Kerim’de Allah(cc) şöyle buyuruyor. 
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.”
Yine Allah Resulü (sav) efendimiz’de 
 
“Her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebât eder, şehit düşerse, Cenâb-ı Hak elbette onu cennete koyacaktır. Bugün şehit olanlara Firdevs Cenneti hazırdır. Hücûm ediniz, hamle ediniz!”.
“Sizden biriniz, karınca ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.”
buyurmaktadır.
Sahabe efendilerimizden Haild b Velid ise;
“Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim.”
diyerek ilahi kelimatullah için savaşmanın ve bu uğurda şehit olmanın ne denli önemli olduğunu anlatmıştır.
 
Âhirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehitlik olduğu belirtilmiştir.
 
Türk silahlı kuvvetlerimiz 20 Ocak 2018 saat 17;00 da başlayan zeytin dalı harekâtıyla yurdumuzu, ülkemizi, vatanımızı, müdafaa ve hain terör örgütlerinin sınırımızda yapmış oldukları yığınakları, mevzileri yok etmek için vatanımıza göz dikenlere karşı savaşmaktadır.
Ülkemiz insanı asırlardır vatanına, bayrağına, ezanına, Kur’an-ına sahip çıkmış mezalime ezdirmemiş, namusuna namahrem eli değdirmemiş, bu uğurda bu güne kadar yüz binlerce şehit vermiştir. Sadece pkk ile savaşta 26 yılda 41 bin şehit vermiş olan ülkemiz, bu uğurda kararlılığını göstererek ne kadar düşmanımız varsa hepsine karşı ciddi bir mücadele başlatmıştır.
Sınırda ve sınır ötesinde mücadele eden askerlerimiz kadar milletimiz de yekvücut olarak Mehmetçiğimize tam destek vermektedir. 
Bizlerde Rumeli Anadolu ve Balkanlar İlim ve Eğitim Vakfı olarak, Trakya’nın tüm şehirlerinde ilçelerinde ve diğer yerleşim yerlerinde bulunan temsilciliklerimizde ve Yunanistan, Bulgaristan’da bulunan dershanelerimizde, her hafta okunan hatim dualarıyla Mehmetçiğimize manevi desteğimiz tamdır. Allah Mehmetçiğimize zafer nasip etsin inşallah. 
Çanakkale’de Dumlupınar’da Sakarya’da Sarıkamış’ta daha nice cephelerde şimdide Afrin’de mücadele eden şehit düşen tüm askerlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyoruz, sizlere çok şey borçluyuz.
Geride bıraktıkları ana baba evlat ve tüm yakınlarına sabrı cemil diliyoruz.
 
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri “Mektubat” adlı eserinde bu konuya değinerek asrımızın idrakine uygun olarak bu ayeti bizlere tefsir ediyor. Hayatın çeşitli tabakaları olduğunu belirten Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şehitlerinde kendilerine özgü bir hayat tabakası olduğunu belirtiyor.
”Nass-ı Kur’an’la, şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı alem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir aleme gittiklerini biliyorlar, kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bakidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez.”
Evet Bediüzzaman Hazretleri, bu ayeti tefsir ederken şehitlerin kendilerini daha iyi bir aleme gittiklerini bildiklerini ve ölümün acısını hissetmediklerini ifade ediyor.
Kabir alemindeki şehitlerinde aldıkları lezzetin farklı farklı olduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri;  
Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakiki lezzet ile hakiki saadete mazhar olur. İşte, alem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Diyerek bunu çok güzel bir şekilde ifade etmiş.
Bediüzzaman Hazretleri 1. Dünya Savaşı sırasında Doğu cephesindeyken yaşadığı ilginç durumu şöyle anlatıyor ;
Hatta, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilasından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’i rüya, bazı şerait ve emaratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.
Allah tüm ülkemizin milletimizin silahlı kuvvetlerimizin yar ve yardımcısı olsun. Âmin.
Çetin KILIÇ
Kaynak:
Kur’an-ı Kerim Meali
Hadis Külliyatı
Risale-i Nur Külliyatı

Neden Kur’an-ı Kerim?

Şu Kur’ân insanların kalp gözlerini açacak bir nur, sağlam bilgi edinmek için bir hidayet ve rahmettir.
Eğer şu Kur’ân’ı bir dağ üzerine indirseydik, o dağı Allah korkusundan alçalmış ve paramparça olmuş görürdün.
Kur’an-ı kerim öyle bir kitaptır ki onu indiren melek Cebrail (as) Allah katında meleklerin en üstünüdür.
İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Cebrail (as) bütün meleklerden ve peygamberler dışındaki insanlardan üstündür.
Kur’an-ı kerim İndirilen peygamber Hazreti Muhammed(sav) peygamberlerin en üstünüdür.
“Öğünmek için söylemiyorum, ben peygamberlerin efendisi, sonuncusu ve şefaat edicilerin de ilkiyim.” Hazreti Muhammed (sav)
 
Kur’an-ı Kerim indirilen ümmet Allah katında ümmetlerin en üstünüdür.
“Siz ümmetlerin en hayırlısı, insanların seçilmişisiniz.”
Kur’an-ı Kerim indirilen ay Ramazan ayı onbir ayın sultanıdır.
Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.
Kur’an-ı Kerim indirilen gece kadir gecesi bin aydan kıymetli bir gecedir.
Faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
Kur’an’a sahip olanlar, Allah’ın has kullarıdır.
Bir kimse de Kuran okur hatmederse, ona Allah yanında makbul olan bir dua verilir ki, ister dünyalık, isterse ahiretlik olur.
Kur’an’dan bir harf okuyana bir hasene verilir. Bir hasenede on misli sevap vardır. Her sevap Uhud dağı gibidir.
Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir.
Kullar Allah’a ondan nâzil olan şu Kur’an’la yaklaştıkları gibi hiçbir şeyle yaklaşamazlar.
Ey Allah’ın Resûlü, Allah’a hangi amel daha sevimlidir?” diye sorulduğunda “Kur’ân’ı başından sonuna okuyup, bitirdikçe yeniden başlamaktır”
Kur’an’da, öyle bir tatlılık var ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’an okuyanlar için söz konusu olmaz. Hatta değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış insanlara tekrar tekrar okumak tatlılığını arttırdığı, eski zamandan beri herkesçe bilinen Kur’an’ın bir harikasıdır.
Kur’an okuyan kimse, bunamaz.
Kur’an okunan yere rahmet ve bereket yağar. 
Kur’an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur’an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.
Her gece on âyet okuyan, gafillerden sayılmaz.
Kur’an okuyun! Kıyamette size şefaat eder.
Kim bir âyet öğrenirse, bu âyet Kıyamette onun için nur olur.
Bir âyet öğrenmek, yüz rekât nafile namaz kılmaktan daha iyidir.
Kur’an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.
Kur’andan bir âyet dinleyen, sayısız çok sevaba kavuşur.
Kur’anı öğrenip gece gündüz okuyana imrenmek gerekir.
Kur’an okuyanla dinleyen, sevabda ortaktır.
İnsanların en çok ibadet edeni, en çok Kur’an okuyandır.
Kur’an-ı kerim okuyup, ezberleyen, helali helal, haramı haram bilen, Cennete girer. Ayrıca Müslüman akrabasından, hepsi de Cehennemlik olan on kişiye şefaat edip, onları Cehennemden kurtarır.
Evlerinizde Kur’an okumayı artırın! Kur’an okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.
Kur’an okunan evin bereketi artar. Kur’an okunmayan ev, bereketsiz olur.
Kur’an okuyun! Çünkü Kıyamette şefaat eder.
En üstün ibadet Kur’an okumaktır.
Kur’an ehli, Cennet ehlinin reisleridir.
Kur’an okuyanlar, Cennet ehlinin ârifleridir.
Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız göründüğü gibi görünür.
Kur’an ehli, Ehlullahtır.
Herşeyden evvel okuyup anlayarak amel edeceğimiz İlahî kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. O ezelîdir, ebedîdir. Daima genç ve tazedir. O Allah’ın kelâmı, Allah’ın fermanıdır. Hakikî mürşid ve rehber Kur’ân’dır.
Kur’ân kalplere kuvvet ve gıdadır. Ruhlara şifâdır. Onu tekrar tekrar okumaya ihtiyacımız vardır. Gıdanın tekrarı kuvveti artırdığı gibi Kur’ân-ı Kerîm’i tekrar okumak da manevî gıdamızın kaynağıdır.
Kur’ân hem zikirdir, hem fikirdir. Hem hikmettir, hem ilimdir. Hem hakikattir, hem şeriattır. Hem sadırlara şifa, mü’minlere hüdâ ve rahmettir.
Bir ana-babanın çocuklarına karşı en mühim vazifesi, onlara Kur’ân öğretmektir, Kur’ân terbiyesi vermektir.
Üstad Bediüzzaman hazretleri Kur’an-ı Kerim için şöyle buyurur:
Kur’an-ı Hakîm’in hadîsin bildirmesiyle her bir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on Cennet meyvesi getirir.
Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan yetmiş,
Âyet-ül Kürsî harfleri gibi bazan yediyüz,
Sure-i İhlas’ın harfleri gibi bazan bin beşyüz,
bazan Berat gecesinde ve makbul vakitlere okunan âyetler gibi on bin sevab kazandırır.
Ramazan-ı Şerifte her bir harfin, on değil bin
ve Âyet-ül Kürsî gibi âyetlerin her bir harfi binler
ve Ramazan-ı Şerifin Cum’alarında daha ziyadedir.
Ve Leyle-i Kadir’de otuz bin hasene sayılır. Kadir Gecesi’nin bin aya mukabil olduğunun Kur’an’da bildirilmesinin işaretiyle, bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olduğu anlaşılır.
Evet herbir harfi otuzbin bâki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nurlu bir tûbâ ağacı hükmüne geçiyor ki; milyonlarla bâki meyveleri, kazandırır. İşte gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu harflerin kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir zararda olduğunu anla!”
Muhterem Müslümanlar!
Hasta kalplerin şifası Kur’ân okumaktır. Hasta milletlerin kurtuluş reçetesi Kur’ân’a sarılmaktır.
Dinimizin temeli Kur’ân olduğu gibi İslâm âleminin temeli de Kur’ân’dır. Yeryüzünde hâkimiyet Kur’ân’ın hakkıdır.
“İstikbal yalnız ve yalnız islâmiyet’in olacak, hâkim hakaik-i Kur’âniye ve îmaniye olacak!”
Asrımız Kur’ân asrıdır. Dünya milletleri İslâm’a koşuyor.
Dinsiz, imansız, Kur’ân’sız hiçbir milletin yaşayamayacağı anlaşılmıştır.
Bütün dünyada Kur’ân’a bir dönüş ve yöneliş vardır. Kur’ân’ın nuru dünyayı saracaktır.
Şu âhirzamanda maddî elektrik, ışık, nur her yere ulaştığı gibi, manevî elektrik olan Kur’ân ve îman nuru da ulaştırılmalıdır.
Kur’ân’ın hakikatlari her eve, kalbe ve kafaya hâkim olmalıdır.
Mülk Allah’ındır. Kur’ân Allah kelâmıdır.
Geliniz, Kur’ân’ı okuyalım, hayatımıza tatbik edelim, bütün sıkıntılardan kurtulalım İnşaallah.
Selam dua ile kalın.
Çetin KILIÇ
Kaynaklar:
Kur’an-ı Kerim Meali
Hadisi Şerif Külliyatı
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet

Reçete

İslam coğrafyası paramparça olmuş, kan ve gözyaşı eksik olmamaktadır, çevremizdeki muhalifler bizlerin zaaflarından istifade ederek Allah’ın hoşuna gitmeyen uygulamalarla bizleri ve gelecek neslimizi heder etmekte, geleceğimizi karartmaya devam etmektedirler.
Asrın müceddidi Bediüzzaman bu yarayı, bu hastalığı görmüş, kaleme aldığı Risale-i Nurlarda bunun reçetesini sunmuştur, bizler hala bu düşüncelere uzak ve bi gayrı kalarak ecnebiye yardım ettiğimizin farkında bile değiliz. Bunun sonucunda ülkelerimiz geri kalmakta milletimiz fakrı zaruret içine düşmekte bizlerin ve çoluk çocuğumuzun her iki dünyası da mahf olmaktadır.
Hâsılı kelam, içine düştüğümüz bütün bu olumsuzlukların sebebi, bize sunulmuş olan reçeteyi istimal etmemekten kaynaklanmaktadır.
Meselesinin önemini kavrayabilmek için, Batı hayatında büyük bir ameliyat icra etmiş olan Kalvin’le (Calvin 1509-1564) kısa bir mukayese yapmak istiyoruz. 
Herkesin bildiği üzere, Kalvin Hıristiyan dünyasında ciddi bir reform yapmıştır. Bugün kapitalizm diye ifade ettiğimiz Batı teknolojisi de varlığını Kalvin’e borçludur. Çünkü o, Batı hayatına üç temel fikir vermiş, bu fikirlerin hayata geçmesi ile Batıda ilim, fen ve teknoloji gelişmiştir. Bu üç temel fikir şunlardır:
İlim, çalışmak ve züht (dünyaya ehemmiyet vermemek).
Bediüzzaman’da  “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyerek İslam âlemine, Müslümanlara kurtuluş reçetesini özetlemiştir.
Bediüzzaman, her kötülüğümüzün temelinde cehalet vardır der, kurtuluşun da ilimde olduğunu söyler.
“Ben Vilâyet-i Şarkiyyede aşiretlerin hâl-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevi bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak.”
“Elbette nev’i beşer âhir vakitte ülûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetlerini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.”
Ayrıca kuvvete dayanan hükümetlerin çabuk ihtiyarlayacağını, ilme dayanan hükümetlerin ebedi bir ömre mazhar olacaklarını” belirtir.
Bediüzzaman cehaletin izalesini, medreselerin yaygınlaştırılmasında görmüştür. 
“Bunlar gâvur okuludur, çocuklarınızı buralarda okutmayın” sloganı, dindar çevrelerde müessir olduğu devrelerde bile Bediüzzaman “Bütün fenler, kendi lisan-ı mahsuslarıyla mütemadiyen Allah’tan bahseder, siz muallimleri değil, onları dinleyin” diyerek çocukların okullara gönderilmesini tavsiye eder. 
Zaruret; Yani, Müslümanların maddi ve teknik yönden geri kalmışlığı.
Buna fakirlik, gerilik, ihtiyaç sahipliği de diyebiliriz.
İstikbalde, Müslümanlar atalet ve yeisten kurtularak, tekrar terakki edip fen ve teknikte Batılılara yetişip, hatta onların önüne geçeceklerine dair kuvvetli kanaatler vardır.
“ihtiyaç medeniyetin üstadıdır.” Yeter ki ihtiyacımızı hissedelim.
Bediüzzaman, fakr ve ihtiyacın insanları gayrete sevk ettiğini, böylece fıtratlarında mevcut olan meylü’t-terakkinin kuvveden fiile geçtiğini, teşebbüs ve çalışma sonunda terakkinin geldiğini belirtir.
“Hayat bir faaliyet ve harekettir, şevk ise onun matiyyesi (yani bineği) dir.” der.
Bütün faaliyet ve gayretin temelinde şevk yattığını söyler. Dine hizmet gibi yüce maksatlar taşıyan insanın himmetinin de yücelerek, değerinin artacağına dikkat çeker:
“Kimin himmeti milleti ise o tek başına küçük bir millettir.” der.
 
Batı terakkisinin üssü’l-esası milliyetçilik duygusudur. Bu duygunun bizde de uyandırılması lâzımdır. Ancak, milliyetçilikten kasıt İslâmcılılıktır.
 
“Milliyet bir bedendir, ruhu dindir.”
“Din milliyetin hayatı ve ruhudur” der.
Batının fen ve ilmini alalım, ama bunu yaparken kendi millî âdetlerimizden fedakârlık etmeyelim. Japon modeli buna örnektir.
 Bediüzzaman ”Maddi terakki için çalışmak Müslümanlara dinî bir vecibedir “
“Her bir Mü’min, i’la’yıkelimetullahla mükelleftir, bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir.”
Çalışmak, Cenab-ı Hakkın tekvînî (tabiata hakim) şeriatındandır. Bu şeriatın emirlerine uymanın veya uymamanın mükâfat veya cezası dünyada peşindir. Örneğin zehir içen ölür, elektriğe dokunan ölür, yüksekten atlayanın bir yerleri kırılır, soğukta kalan üşür, sıcakta oturan terler gibi, bunları yapanın kâfir veya Mü’min olması hatta insan ve hayvan olmasının bile hiçbir önemi yoktur.
Yine aynı şekilde “Çalışmanın sevabı servettir, ataletin cezası sefalettir.” Yani çalışan insan zengin olur malı mülkü artar, çalışmayanında sefaleti artar bunlar daha dünyada karşılık bulur.
 
Allah’ın emirlerini yerine getirip getirmemenin cezası veya mükâfatı ise ahrette verilecektir. Bazen hem dünyada hem ahrette verildiği de olmaktadır mesela içki içmek;
 
İçki içen insan dünyada bazı cezalara çarptırıldığı gibi, af edilmemesi halinde ahrette de cezaya müstahak olacaktır.  
Verimli bir çalışmanın olması için fıtrî meyle uygun meslek tavsiye edilmeli. Oysa günümüzde öylemi? Çok kazandıran mesleklere yönelttiğimiz çocuklarımızın o mesleği sevip sevmediğine bakmadığımız gibi kabiliyetini de sorgulamıyoruz.
Gayr-ı müslimin sanatından istifade edilebilir, kâfirin küfrü veya fasıkın fıskı maharete ve sanata zarar getirmez. 
Yerli olarak imal edilen mallar kullanılmalı. Okullarımızda kutladığımız yerli malı haftaları bunları gelecek neslimize de öğretmenin güzel bir yoludur.
Batı mamulâtı hayat boyu boykot edilmeli. Bediüzzaman bunu hayatında tatbik etmiştir. Gandi’de buna örnektir.
Bediüzzaman’a göre Osmanlı Devletindeki azınlıklar zenginleşirken Müslümanların fakirleşmesinin bir sebebi de meslek seçimi ile ilgilidir. 
“Biz gayr-ı tabii ve tembelliğe müsait ve gururu okşayan amirlik maişetine el atıp belamızı bulduk” der.
 
Maişet ve geçimin “tabii” ve “meşru” ve “hayattar” yollarının: “ziraat”, “ticaret” ve “san’at” olduğunu belirtir. “Bence” der, “memuriyete ve imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir, yoksa maişet ve menfaat için girse bir nevi Çingenelik eder.
İhtilaf; Bunun zıddı ittifaktır.
Müslümanlar arasındaki ihtilaf, hem dini gruplar arasındaki ihtilaf, Medrese, mektep ve tekke  arasındaki ihtilaflar mutlaka son bulmalı. Hayat İttihattadır.
 
“İttifakta kuvvet var, ittihatta hayat var, uhuvvette saadet var”.
İslâm âlemi, aralarında tam bir birlik yapabilseler, hiçbir dünyevi güç bunun önünde duramaz.
Nasıl, dört elif ayrı ayrı oldukları takdirde dört kıymetinde olur, yan yana gelmeleri halinde bin yüz on bir kuvvetine ulaşır, keza dört tane dört ayrı ayrı iken on altı ettikleri halde omuz omuza verince dört bin dört yüz kırk dört kuvvetine ulaşır. İttifakta da böyle bir güç meydana gelir. 
Bediüzzaman, Müslümanlar arasındaki ihtilafların, iman zaafı, bencillik, en doğruyu aramak gibi bir kısım eksikliklerden ve yanlış davranışlardan ileri geldiğini belirtir. Ona göre, Müslümanları geri bırakan altı hastalıktan dördüncüsü “ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları” bilmemektir.
“Ehl-i imanı bir birine bağlayan bağları” iki kategoride değerlendirebiliriz. Bunlardan birisi inanç birliği, diğer ise amel ve ibadet birlikteliğidir.
Evet, aynı Allah’a aynı peygambere, aynı kitaba, aynı ahirete, aynı meleklere, aynı kadere aynı dini değerlere inanmak, Müminleri birbirine bağlayan en sağlam ve en kopmaz çelikten bir halat gibidir. Üstad’ın ifadesi ile bu bağlar iki gezegeni bile birbirine raptedebilir.
Yine aynı namazı kılmak, aynı hacca gitmek, aynı zekâtı vermek, aynı orucu tutmak, aynı kıbleye yönelmek gibi onlarca amel ve ibadetler de müminleri birbirine bağlayan fiili ve ameli bağlardır. Her dilden her renkten her iklimden milyonlarca insanın, aynı ihramı giyip aynı Kâbe’de tavaf edip, aynı Arafat’ta vakfeye durması, bu bağların en güzeli ve en somut olanıdır.
 Bu imânî ve dinî bağları harekete geçirmek gerekmektedir. 
“İttifak hüdadadır, heva ve heveste değil” .
Din dışı, beşerî formüllerle birlik sağlanamaz.
Birliğin sağlanmasında, korku ve baskı hiçbir fayda sağlamayıp, bilakis aradaki nifak ve tefrikayı daha da artırır.
Mü’minler arasında birliği gerektiren bağların Uhud Dağı azametinde ve Kâbe hürmetinde, aralarında ihtilafa ve ayrılığa götüren sebeplerin ise çakıl taşı hükmünde olduğunu ve dini değerleri düşünmeden Mü’mine küsüp darılmanın çakıl taşlarını Uhud Dağından büyük, Kâbe’den daha hürmetli tutmak kadar bir divanelik olduğunu bilmeliyiz. 
“Âlem-i İslâmdaki ihtilafı, tadil edecek çare nedir?” sorusuna Bediüzzaman şu cevabı verir “Evvela herkesin ittifakla kabul ettiği yüce maksadlara nazar etmektir. Çünkü Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ânımız bir, zaruriyat-ı diniyyede umumumuz müttefik” der. 
Eşitlik:
Bediüzzaman bilhassa millî birliği sağlayacak hususlardan biri olan eşitliğe ehemmiyet verir.
 
Bunun kanun hâkimiyetini tam olarak sağlamakla gerçekleşeceğini söyler, aksi takdirde, her bir idarecinin müstakil bir müstebit olacağına, araya komiteciliğin girerek istibdadı artıracağına dikkat çeker. 
Maarif:
Bediüzzaman bugün Doğu bölgelerimizi kasıp kavuran anarşiyi bu asrın başlarında sezmiş, bunun maarif yoluyla önlenebileceğini söyleyerek, Doğunun ismen saydığı belli başlı merkezlerinde medreseler açılarak, devlet eliyle talebeler yetiştirilmesini teklif etmiştir.
Ehakkı Aramak:
Bilhassa mezhep ihtilaflarını ve dini gruplar arasındaki ihtilafları bertaraf edecek bir formül, budur.
“Hakta ittifak ehakta ihtilaf olduğundan bazan hak, ehaktan ehaktır.”der.
 
Herkesin kendi mesleğini “hak” bilmeye, daha güzel bilmeye hakkı olduğunu, amma başkalarının mesleğini batıl ve çirkin bilmeye hakkı olmadığını söyler. Kişinin sadece kendi mesleğine hak demesini zihniyet-i inhisar olarak tavsif eder, bunun bencillikten, “hubb-u nefs”ten geldiğini belirtir. 
 
Muhabbete Muhabbet, Adavete Adavet:
İhtilafın giderilmesinde, Mü’minlere karşı muhabbetin yaygınlaştırılmasını, husumetin yok edilmesini tavsiye eder.
“Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok.
 
“Medeniyette geri kalışımızın en büyük sebebinin, istibdaddan sonra, mürşid-i umumi üç büyük şube olan ehl-i medrese, ehl-i mekteb ve ehl-i tekkenin tebayün-ü efkârıve tehalüf-ü meşaribi” olduğunu söyler.
 
Tebayün-üefkâr,(fikir ayrılığı)ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış, ittihad-ı milleti çatallaştırmıştır. 
Medreselerde fen ilimlerinin okutulmasının, mekteplerde de din ilimlerinin okutulmasının şart olduğunu söyler.
Dini Cemaatlerin İttifakı:
 
Her şeyden önce o farklı cemaatlerin varlığını gerekli ve faydalı görür. Cemaatlerin gayede bir olmalarını arar. Elbette bu gaye müspet ve yapıcı olacak. Dine, millete hizmet etmek olacak. Bu varsa, metodda ve meşrebde birlik aranmaz.
(Din sevgisinin sevkiyle) teşekkül eden cemaatlerin, iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.
“Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmek.
“İkinci şart: Muhabbet üzerine hareket etmek, başka cemiyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeye çalışmamak. 
 Bediüzzaman ihtilalci cemiyetlere karşıdır.
 
Bediüzzaman İslam âleminin şu ana kadar tahlil ettiğimiz her üç düşmanı da yenip, gelecekte maddi cihette  de insanlığa önderlik edip, sulh-u umumi getireceğini söylemektedir.
“Akıl ve ilim fen hükmettiği istikbalde elbette, burhan-ı akliye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.” der.
“İstikbal yalnız ve yalnız İslamiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacaktır.” Der.
“Yakinim var ki, istikbal semavatı ve zemini Asya,
Bahem olur teslim yed-i beyza-yı İslâma!”  der.
“İ’lay-ı Kelimetullahın bayrağı olan hilâl-yıldız bayrağı teâli edecek, eski şevketini bulacak inşaallah.” Der.
Derleyen: Çetin KILIÇ
Kaynaklar:
Risale-i Nur Külliyatı
Bediüzzamansaidnursi.org
Prof. Dr. İbrahim CANAN
sorularlaislamiyet
 
 
 
 
 

Bulgar Yana İslamiyeti Seçti

65 yaşındaki Yana Kırklareli’nde dönercilik yapan Emin ağabeyin hediye ettiği Risale-i Nur eserlerini okuduktan sonra Müslüman olmaya karar verdi.
 
Kırklareli’ne turist olarak gelen Yana ,döner yemek için girdiği dükkânda dükkân sahibi Emin ağabeyin hediye ettiği Bulgarcaya çevrilmiş Risale-i Nur külliyatından bazı eserleri aldı. Eserler çok ilgisini çekmişti, her gece yatmadan 15 sayfa kadar okuyordu, zaman zaman dönerci dükkanına gelen Yana’ya Emin ağabey birde namaz hocası hediye etti, Yana namaz kılmayı da öğrenmeye başladı. 
Dönerci dükkânına tekrar geldiğinde dükkan sahibi Emin ağabeye;
– Hıristiyanlıkla İslamiyet’in ortak noktası nedir? Diye sordu,
 Emin ağabey
 -Bizlerde sizlerde bir olan Allah’a inanıyoruz, dedi, son Peygamber Hazreti Muhammed (SAV)’i de anlattı. Emin ağabeyin bir kâğıda yazdığı,
“Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Resulullah” kelimei tevhidiyeyi okuyarak dükkanda bulunan müşterilerin şaşkın bakışları arasında İslamiyet’le şereflendi.
“Eğer biz ahlak-ı İslamiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını ef’alimizle (hal ve hareketlerimizle) izhar etsek (göstersek), sair dinlerin tabileri, elbette cemaatlerle İslamiyete girecekler.”
“Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başıyla küçük bir millettir.”
“Kim bir insanın imanını kurtarırsa, sahralar dolusu kırmızı altından hayırlıdır.”
 
Benim bir davranışımdan ne çıkar demeyiniz. Çünkü bazen bir cümle, bir davranış ve bir hareket, bir insanın ebedi hayatının kurtuluşuna vesile olabilir.
Selam ve Dua ile kalın.
Çetin KILIÇ
Kaynak:
Hadis Külliyatı
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet
Dönerci Emin ağabey

Türkiye’nin Yolu

Bir ülke 80 milyonluk bir nüfustan oluşuyorsa, orada her türlüsü olur; eyyamcısı, omurgasızı, hırsızı, arsızı, talancısı, kamu malı yiyeni ve tabi ki haini.. Bu minvalde, say sayabildiğin kadar.
Tüm bu olanlara bakıp memleketin bunlardan ibaret olduğunu düşünürsek, yanılırız.
Böyleleri her toplumda var.  Bunlar her toplumun çürütücüleri, haysiyet yoksulları, asalaklarıdır. Bunlar kırmakla bitmezler, lakin onlarla mücadele de öyle. 
Bunlar her toplumun kaderidir; ancak toplumun kaderine hükmedecek duruma gelemezlerse eh, vaziyet yine de idare eder. Toplum düşe kalka yoluna devam eder. 
Bizde de bu olmaktadır.
Malum yine seferdeyiz, can pazarı, kahramanlık günleri bir kez daha dayandı kapımıza. 40 yıldır enerjimizi emen, paramızı tüketen, nice canlarımıza kast eden bir belayı def etmek için Mehmetçiğimiz yine gazadadır. Dahası, 40 yıldır canımızdan can alan asıl kahpe düşman da bu kez, iyiden iyiye ortaya çıkmıştır. Aparatları yeterli gelmeyince mecburen ortaya dökülmüştür katil Amerika. Ne edelim; zor işlerin ödülü de o zorluğa uygun şekilde büyük olur…
Tüm bu hengâmede üç olay yaşadık.  İkisi herkesin malumu, üçüncüsü  çok az kişinin dikkatini çekti.
Afrin önünde bir asker, ailene selam eder misin diye soran muhabire hiç umursamadan, aklında görevi, dupduru bir sesle “beklemesinler” deyiverdi. Bu sahne daha o anda milletin kollektif bilinçaltına kazındı; Çanakkale’de Seyit Onbaşı dev haliyle bir kez daha canlandı, bir kez daha belirdi kollektif bilinçaltımızın zümrüt ufuklarında.  Erzurum halkını ardına almış, Aziziye Tabyalarına pervasızca ilerleyen Nene Hatun’un dipdiri ruhu ılık ılık esti üzerimizde. 
Bir başka asker de (Afrin’de ilk şehidimiz, Allah’ım bizi ona layık eyle) sefere çıkarken, vasiyetini yakın arkadaşına ısrarla not ettirdi:
“Vasiyetimdir; şehit olursam Kurt-ar Derneği aracılığı ile Telafer’deki Türkmen balalar için anaokulu – kreş veya kültür merkezi, devletin bana vereceği paradan yaptırılması ve ismimin konması.”
Tabi ki o da, eşsiz bir sayfa olarak kollektif bilinçaltımıza kazındı.
On  yıl kadar önce bir hanımefendi hastanede karşılaştığı 18 yaşlarında, trafik kazası sebebiyle hafızasını yitirmiş, kimliği bilinmeyen bakıma muhtaç bir genci evladı gibi sahiplendi. Daha önce hiç görmediği, hiç tanımadığı birini..
Ve bu genç önceki gün rahmetli olana kadar, tam on yıl yanından bir an bile ayrılmaksızın, ona baktı…
Bu eşsiz olay da böylece, bu toplumun kollektif bilinçaltındaki yerini aldı.
Bu milleti,  Orta Asya’dan buralara taşıyıp asırlarca bu iklime hakim kılmış, yarın da hakim kılmaya devam edecek ruh, işte bu, üç gün içerisinde gözlerimizle canlı canlı izlediğimiz ruhtur.
Tüm bunları da görüp yaşadıktan sonra tüm benliğimizle, inanarak, umutla ve güvenle bir kez daha tekrarlayabiliriz;  yolun açık olsun Türkiye’m!
Üstad Said Nursî, Risale-i Nur eserleri vasıtasıyla Türk gençliğini İslâm ideolojisinin en büyük düşmanları olan siyonistve komünistlerin hilekâr tuzaklarına düşmekten kurtarmıştır.
Bediüzzaman’ın Türk milleti hakkındaki görüşleri;
“Türk düşmanı olan hamiyetfuruşmülhidlere derim ki:
Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.
Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğime binler Türk şahittirler.
 
Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. 
Türk gençliği uyumuyor. Bu kahraman İslâm Türk milleti başka bir devletin boyunduruğu altına giremez. Fedakâr Müslüman gençliği, sahip olduğu tahkikî iman kuvvetiyle, vatanını sattırmaz. Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz”
Derleyen: Çetin KILIÇ
Kaynak:
Risalei Nur Külliyatı
Zeki Çınar