Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Bulgar Yana İslamiyeti Seçti

65 yaşındaki Yana Kırklareli’nde dönercilik yapan Emin ağabeyin hediye ettiği Risale-i Nur eserlerini okuduktan sonra Müslüman olmaya karar verdi.
 
Kırklareli’ne turist olarak gelen Yana ,döner yemek için girdiği dükkânda dükkân sahibi Emin ağabeyin hediye ettiği Bulgarcaya çevrilmiş Risale-i Nur külliyatından bazı eserleri aldı. Eserler çok ilgisini çekmişti, her gece yatmadan 15 sayfa kadar okuyordu, zaman zaman dönerci dükkanına gelen Yana’ya Emin ağabey birde namaz hocası hediye etti, Yana namaz kılmayı da öğrenmeye başladı. 
Dönerci dükkânına tekrar geldiğinde dükkan sahibi Emin ağabeye;
– Hıristiyanlıkla İslamiyet’in ortak noktası nedir? Diye sordu,
 Emin ağabey
 -Bizlerde sizlerde bir olan Allah’a inanıyoruz, dedi, son Peygamber Hazreti Muhammed (SAV)’i de anlattı. Emin ağabeyin bir kâğıda yazdığı,
“Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Resulullah” kelimei tevhidiyeyi okuyarak dükkanda bulunan müşterilerin şaşkın bakışları arasında İslamiyet’le şereflendi.
“Eğer biz ahlak-ı İslamiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını ef’alimizle (hal ve hareketlerimizle) izhar etsek (göstersek), sair dinlerin tabileri, elbette cemaatlerle İslamiyete girecekler.”
“Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başıyla küçük bir millettir.”
“Kim bir insanın imanını kurtarırsa, sahralar dolusu kırmızı altından hayırlıdır.”
 
Benim bir davranışımdan ne çıkar demeyiniz. Çünkü bazen bir cümle, bir davranış ve bir hareket, bir insanın ebedi hayatının kurtuluşuna vesile olabilir.
Selam ve Dua ile kalın.
Çetin KILIÇ
Kaynak:
Hadis Külliyatı
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet
Dönerci Emin ağabey

Türkiye’nin Yolu

Bir ülke 80 milyonluk bir nüfustan oluşuyorsa, orada her türlüsü olur; eyyamcısı, omurgasızı, hırsızı, arsızı, talancısı, kamu malı yiyeni ve tabi ki haini.. Bu minvalde, say sayabildiğin kadar.
Tüm bu olanlara bakıp memleketin bunlardan ibaret olduğunu düşünürsek, yanılırız.
Böyleleri her toplumda var.  Bunlar her toplumun çürütücüleri, haysiyet yoksulları, asalaklarıdır. Bunlar kırmakla bitmezler, lakin onlarla mücadele de öyle. 
Bunlar her toplumun kaderidir; ancak toplumun kaderine hükmedecek duruma gelemezlerse eh, vaziyet yine de idare eder. Toplum düşe kalka yoluna devam eder. 
Bizde de bu olmaktadır.
Malum yine seferdeyiz, can pazarı, kahramanlık günleri bir kez daha dayandı kapımıza. 40 yıldır enerjimizi emen, paramızı tüketen, nice canlarımıza kast eden bir belayı def etmek için Mehmetçiğimiz yine gazadadır. Dahası, 40 yıldır canımızdan can alan asıl kahpe düşman da bu kez, iyiden iyiye ortaya çıkmıştır. Aparatları yeterli gelmeyince mecburen ortaya dökülmüştür katil Amerika. Ne edelim; zor işlerin ödülü de o zorluğa uygun şekilde büyük olur…
Tüm bu hengâmede üç olay yaşadık.  İkisi herkesin malumu, üçüncüsü  çok az kişinin dikkatini çekti.
Afrin önünde bir asker, ailene selam eder misin diye soran muhabire hiç umursamadan, aklında görevi, dupduru bir sesle “beklemesinler” deyiverdi. Bu sahne daha o anda milletin kollektif bilinçaltına kazındı; Çanakkale’de Seyit Onbaşı dev haliyle bir kez daha canlandı, bir kez daha belirdi kollektif bilinçaltımızın zümrüt ufuklarında.  Erzurum halkını ardına almış, Aziziye Tabyalarına pervasızca ilerleyen Nene Hatun’un dipdiri ruhu ılık ılık esti üzerimizde. 
Bir başka asker de (Afrin’de ilk şehidimiz, Allah’ım bizi ona layık eyle) sefere çıkarken, vasiyetini yakın arkadaşına ısrarla not ettirdi:
“Vasiyetimdir; şehit olursam Kurt-ar Derneği aracılığı ile Telafer’deki Türkmen balalar için anaokulu – kreş veya kültür merkezi, devletin bana vereceği paradan yaptırılması ve ismimin konması.”
Tabi ki o da, eşsiz bir sayfa olarak kollektif bilinçaltımıza kazındı.
On  yıl kadar önce bir hanımefendi hastanede karşılaştığı 18 yaşlarında, trafik kazası sebebiyle hafızasını yitirmiş, kimliği bilinmeyen bakıma muhtaç bir genci evladı gibi sahiplendi. Daha önce hiç görmediği, hiç tanımadığı birini..
Ve bu genç önceki gün rahmetli olana kadar, tam on yıl yanından bir an bile ayrılmaksızın, ona baktı…
Bu eşsiz olay da böylece, bu toplumun kollektif bilinçaltındaki yerini aldı.
Bu milleti,  Orta Asya’dan buralara taşıyıp asırlarca bu iklime hakim kılmış, yarın da hakim kılmaya devam edecek ruh, işte bu, üç gün içerisinde gözlerimizle canlı canlı izlediğimiz ruhtur.
Tüm bunları da görüp yaşadıktan sonra tüm benliğimizle, inanarak, umutla ve güvenle bir kez daha tekrarlayabiliriz;  yolun açık olsun Türkiye’m!
Üstad Said Nursî, Risale-i Nur eserleri vasıtasıyla Türk gençliğini İslâm ideolojisinin en büyük düşmanları olan siyonistve komünistlerin hilekâr tuzaklarına düşmekten kurtarmıştır.
Bediüzzaman’ın Türk milleti hakkındaki görüşleri;
“Türk düşmanı olan hamiyetfuruşmülhidlere derim ki:
Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.
Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğime binler Türk şahittirler.
 
Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. 
Türk gençliği uyumuyor. Bu kahraman İslâm Türk milleti başka bir devletin boyunduruğu altına giremez. Fedakâr Müslüman gençliği, sahip olduğu tahkikî iman kuvvetiyle, vatanını sattırmaz. Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz”
Derleyen: Çetin KILIÇ
Kaynak:
Risalei Nur Külliyatı
Zeki Çınar

Azrail söylediğinden de güzelmiş

İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını sorduğumda: 

“-Fatma” dedi, hiç de çekinmeyen bir tavırla… Ve ekledi: 
“-Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak istemiyorum.” 
Böyle tehdit edercesine konuşması, onu yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle:
“-Korkmayın küçük hanım, siz isteyin hafız da yaparız, hoca da!..” 
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. 
Annesi:
“-Hoca hanım, çocuk işte, kusuruna bakmayın. İlle de hâfız olacağım der, başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamber Efendimiz, “Hâfız olanlara cennette taç giydirilecek!” buyurmuşlar herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya, biz bu kadar duyduk anladık!..” 
Kendisini teselli etmek ihtiyacı hissettim:
“-Tabii teyze, ne demek!.. Keşke herkes sizin gibi duyduklarını hemen kabul etse de teslim olsa… Siz hiç merak etmeyin, kızınız önce Allah’a sonra bize emanet!..” 
Fatma’nın Erzurumlu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm. 
“-Küçük nasıl kalacak, bu kadar uzaklarda…” 
Zaman ilerledikçe Fatma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni. Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip çeşitli sorular soruyordu. 
Birgün:
“-Hocam hâfız olmak için Kur’ân’ı bitirmek mi lazım?” diye sordu. 
Ben de: 
“-Tabii ki hepsini ezberleyeceksin ki, “hâfız” adını alacaksın.”
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki… Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti. 
Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman geçtikçe Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu. Bir gün dersini iki kez aksatınca sormak zorunda kaldım:
“-Ne oldu, yoksa anneni mi özledin?” 
Sert bir şekilde bana döndü. Solgun yüzüne bir ciddiyet gelmişti:
“-Hayır”, dedi. 
“-Öyleyse neden moralin bozuk? Sık sık da hasta oluyorsun!” dedim. 
Yalvarır gibi oldu. Gözleri dolmuştu:
“-Yanlış anlamayın, inanın ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Buraları terk edersem, Allah bana âhirette hesabını sormaz mı?”
Dilim dudağım bağlandı. Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim, kendimi. O küçük kalbte bu ne îmandı, Yâ Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum. 
Birgün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra, arkadaşım olan doktor hanım:

“-Hoca hanım, derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder.” dedi. Şaşkınlıkla:
“-Neden?” diye sordum. Bana: 
“-Belki üzüleceksiniz ama, bu talebe “kanser!..”. 
Âdeta başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. 
Hastaneden ayrılırken Fatma’ya hiç bir şey diyemedim. O ise hâlimi anlamış gibi, bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma eğilerek:
“-Hocam” dedi. “Azrail insanların canını alırken nasıldır?” 
Ağlamamak için zor tutum kendimi: 
“-Mü’min kullara karşı çok güzel bir sûrettedir.” dedim. 
Mırıldandı: 
“-Belki hafız olamam, ama Elhamdülillah Mü’minim!” diye. 
Hâfız olmak için Kur’an’ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım. Demek ki hastalığını biliyordu.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü artık dayanılmaz acılar içinde kıvranıyordu. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek, mahcûbiyetle: 
“-Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız!..” 
“-Ne demek!.. Nasıl kızarım sana..” dedim. “Hem sonra, sakın üzülme hâfızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hâfızlar zümresinden yazmıştır inşâallâh!” dedim. 
Öyle sevindi ki! Sarıldı boynuma: 
“-Gerçekten ben şimdi hâfız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?” Hüngür hüngür ağlıyordu.
Ya Rabbi, bu ne aşktı! 
Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı şu Fatma, ne güzel bir kul olurdu. 

Böylece Fatma’yı gözyaşları ile Erzurum’a uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hâfızlık tâcını merak ettiğini, bunun rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.
Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma’nın annesiydi karşımdaki ses… Ağlamaklı bir sesle:
“-Hoca hanım Fatma’yı uğurladık deyince, ben de dayanamadım ağlamaya başladım. 
Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan: 
“-Size ölmeden önce şunu söylememi istedi”, dedi. Hıçkırarak: 
“-Anneciğim, hocama söyle!.. Azrâil söylediğinden de güzelmiş.”
“Ey Rabbim; senin kelamın için yanıp tutuşan, yoluna yapışıp kelâmına sımsıkı sarılan kulunu, sen son nefesinde yalnız bırakır mısın hiç?”

Müslüman, Allah’ın dostudur. Dostlara ölüm acısı olmaz. Acı olmayınca korkmak lüzumsuz olur.

Ölüm Müslüman’a hediyedir. Ölüm, ölmemek üzere doğuştur. Ölüm olmasaydı bu hayat hiç çekilir miydi? Ölüm, Müslüman’ın teselli kaynağıdır, hasretidir. Hatta bir evliya zat buyurur ki,” Ben Azrail Aleyhisselam’ı Cebrail Aleyhisselam’dan daha çok seviyorum. “ Derler ki efendim hikmeti ne? “Çünkü o beni Rabbime kavuşturuyor” cevabını verir.
“Melekler iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselere de: Selâm size, yaptıklarınıza karşılık Cennet’e girin’ derler.” 
Bediüzzaman der ki:

“Bir gün bir duada, ‘Yâ Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin (insanların) şerlerinden muhafaza eyle!’ mealindeki duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr (teselli veren) ve sevimli bir halet hissettim, ‘Elhamdülillâh’ dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım.” 

“Çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim.”
Yani hiç kimseye emanet edemeyeceğimiz, teslim etmeye yanaşmadığımız ve devamlı üzerinde titrediğimiz ruhumuzu bir melek olan Hz. Azrail (as) gibi Allah’ın çok emin ve güvenilir bir elçisinden başkasına teslim edemeyiz.

Derleyen Çetin KILIÇ
en-Nahl, 16/32 Kuran-ı Kerim meali
Risalei Nur Külliyatı
Birizbiz
sorularlaislamiyet 
dinimizislam

Evlilik Sürecinde Yapılan Hatalar

Evlilik iki bireyin biz olabilme sanatıdır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de son 10 yılda 6 milyon 90 bin 212 çift de evlendi,1 milyon 151 bin 591 çift boşandı.
Gençler kendi aralarında ana babalarının haberi olmadan evleniyorlar.
Aileler; Gençler konuşurken, gezerken günaha girmesin düşüncesiyle nişanla beraber dini nikâh kıydırıyor.
Gençlerin arkadaşlarını şahit göstererek kıydıkları gizli nikâhlar, ileriki günlerde her iki tarafıda çok zor duruma sokmaktadır. 
Nikâh İlân edilmeli, denklik olmalı, mehir olmalı, en önemlisi anne babanın rızası olmalı.
Anne baba seni büyütsün yetiştirsin, tahsil için okula göndersin, sen onlara sorma tenezzülünde bile bulunma evlen, sonrada mutlu olacağını zannet.
Görücü usulü evlenmeyi çağ dışı buluyorlar, oysa birinde sizleri tanıştıranlar arkadaş çevreniz, birinde ise annen baban veya yakın akraban, hangisi güvenli? Hangisinin tavsiyesinin daha doğru olma ihtimali yüksek?
Hayatı paylaşmaya karar veren çiftlerin hem evlilik öncesinde hem de ileride sıkıntı yaşamamaları için alışverişte daha tutumlu davranmaları gerekmektedir.
Düğün alışverişleri, ağır bir yük getirmemeli, nişanlılık süresi haddinden fazla uzun olmamalı.
Düğün alışverişi adı altında abartılarak alınan birçok şey neredeyse bir kere bile kullanılmıyor.
Unutulmamalıdır ki, alınan evlilik kararı, gelenek ve göreneklere uygun olduğu kadar keseye de uygun olmalıdır.
“Tabi ki isteyeceksin, istemek en doğal hakkın” 
“Bana bu kadar mı değer veriyorsun?” gibi sözler süreci zorlu hale getirmektedir.

Ailenizi veya çevrenizdeki insanları mutlu etmek için evlenilmediği gibi, başkaları için de düğün yapılmamalıdır. Kendiniz için düğün yapın.

Evlenip mobilyacıları gezeceğinize dünyayı gezin.

3-5 parça tencere tava takımına neredeyse bir ev kirası kadar para verildiğine şahit oluyoruz.
1 milyar civarında insanın açlıkla karşı karşıya olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yılda 10 milyon insan açlıktan ölüyor, durum böyle iken hayatın boyunca görmediğin akrabaları binler lira harcayarak eğlendirmeye çalışmak hangi mantıkla izah edilebilir?
Eskiden çeyiz serilir evlenecek gençlerin yakınları buradaki eksikleri görür ve imkânları nispetinde tamamlamaya çalışırlardı.
Şimdi ise” görün beni” mantığıyla hazırlanmış lüzumsuz, gereğinden çok fazla, hiç kullanılmayacak bir sürü şey.
Kına gecesi yapmak, stüdyoda yapmacık, şekilden şekle girilen fotoğraflar
çektirmek, bir gece giyilecek gelinlik-damatlığa tonla para bayılmak.
Hangi birini sayayım be kardeşim ayağını yorganına göre uzat.
İsraf haramdır.
Allah mesut ve bahtiyar etsin.

Çetin KILIÇ

İsraf

Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz!
Çünkü Allah israf edenleri sevmez.(a’raf süresi)
Cimri olma, israf da etme!(İsra 29)
İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.(İsra 26, 27)
İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.(hadisi şerif)
“Suyu israf etmeyin geleceği tüketmeyin”
“Bir damla sen kurtar dünya çöl olmasın”
“Damlaya damlaya yok olur”
“Göl olsun çöl olmasın”

İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, dine ve dünyanın mübah olan işlerine faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir.
İsraf, yüce dinimiz tarafından haram kabul edilmiş bir fiiliyattır.

Hazreti peygamber efendimiz(sav) akan dereden abdest alırken dahi israf edilmemesini istemiş.
“Bir Çinli tabağında bir tek pirinç tanesi bıraksa, bir milyar adet pirinç zayi ,olacak binlerce dönüm arazi emek boşa gidecek”.

Ülkemizde durum bundan farklımı? Hayır.
(İsraf konusunun sadece ülke sınırlarıyla geçerli olmadığını hatırlatmak isterim.)

Adam evinin önüne havuz yapmış serinlesin eğlensin diye, oysa Afrika ülkelerinin çoğunda insanlar sabah erken saatte yollara düşüp saatlerce sıra bekledikten sonra iki bidon suyla evine akşam karanlığında anca gelebiliyor.

Lavaboya döktüğünüz bir litre kızarmış yağ 800 bin litre suyu kirletiyor. 
Bir şişede topla, yağları toplayan yerler var belediye, muhtarlık, okul lokanta oraya götür, duyarlı ol, medeniyet böyle bir şey.
Prof. Dr. Yusuf Demir, Türkiye’de tarımda kullanılan yaklaşık 33 milyar metreküp suyun yaklaşık 19 milyar metreküpünün israf edildiğini ve ülkenin su fakiri olma sınırına doğru ilerlediğini söyledi.

Tarım topraklarında üretilen gıdanın yüzde 28’i israf ediliyor. Afrika ülkelerin birinde idrarını yapamıyor diye doktora getirilen bebeğin , susuz kaldığından dolayı rahatsızlandığını anlayan doktorun gözyaşları hiç aklımdan çıkmıyor. 

Profesör Orhan Kural anlatıyor; Bir gün Afrika’da açlıktan ölmek üzere olan köpeğe elimizdeki sandviçlerden attım köpek yarısını yiyememişti ki bir çocuk koşarak geldi, köpeğin ağzından sandviçi kaptı kendi yemeğe başladı.

Bulgaristan göçmeni bir amcanın evinin bahçesinde yağmur sularını topladığını görmüştüm. Bu suyla ileriki günlerde bahçeyi suluyorum, temizlikte kullanıyorum demişti.Tebrik ettim böyle yapmakla Allah’ın çok hoşuna giden bir şey yapıyorsunuz dedim daha çok sevindi.

Bir otobüs yolculuğunda karşılaştığı olayı köşesine taşıyan bir gazeteci şöyle yazmıştı. “Önümdeki koltukta oturan bayan bebeğine yoğurt besledi, önce bebeğinin üzeri batmasın diye önüne bir peçete serdi, küçücük plastik kapta olan yoğurdu yanında bulunan plastik kaşıkla bebeğine yedirdi,  ağzını ve ellerini ıslak mendille sildikten sonra, bütün bunları bir poşete koydu. Yoğurt 20 gram çöp 220 gram.”

Ayakta yemek yenilen yerlerde böylesi israfa her zaman şahit olmak mümkün. Teyzem elmayı soyuyor, portakalı sıkıyor, narı sıkıyor. Yapma güzel teyzem, asıl faydalı yerini atıyorsun, ilaçlanmış diye çekincen varsa biraz sirkeli suda beklet. Hem çekirdeklerini de atma.

Bir gazete haberinde okumuştum, adam topladığı tohumları çamura bulamış boş arazilere atmış, yüzlerce binlerce meyve ağacı yetişirmiş.
Lüzümsuz yanan ışığı boşa akan suyu kapayarak faturaları pekâlâ düşürebiliriz. “İşten değil dişten artar” atalarımız böyle demiş.

Ekmek israfında rekorlar kitabına gireceğiz nerde ise ,çöpe atılan ekmek sayısı 4 milyon 600 bin adet, bu günlük 3 milyon 500 bin tl demek, bu para ile 171 bin okul yapılabiliyor.

Risalei Nurlarda Bediüzzaman Hazretleri israfı şöyle anlatmaktadır.
“Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. 
Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.”

Çetin KILIÇ

Kaynak:
Risalei Nur Külliyatı
Prof Yusuf Demir
Prof Orhan Kural
İstatiki bilgiler