Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Anne İle İlgili Hadisler, Ayetler ve Kıssalar

0İslam’da anneliğin önemi ve insan hayatındaki rolü hakkında yüce kitabımız ne diyor? Resulullah (s.a.v) ve Sahabe efendilerimiz ne buyurmuş?

Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de: “Rabbin ondan başkasına ibadet etmemenizi ve anne babaya iyilik etmenizi emretmiştir. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara öf bile deme; onları azarlama onlara güzel söz söyle; onlara rahmet ve şefkat dolu tevazu kanadını ger. Onlara alçak gönüllü ve şefkatli davran ve onlar hakkında dua edip şöyle de: Ey Rabbim, bunlar küçükken beni nasıl yetiştirip büyüttülerse, sen de onlara merhamet et, acı.”buyurmuştur

Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır: “Biz insana anne ve babasını tavsiye ettik anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek karnında taşımıştır. Onun (memeden) ayrılmasıda iki yıl içinde olmuştur onun için biz insana bana ve ana baba şükret dönüş banadır diye öğüt verdik.”

Allah-u Teala anne babaya iyilik etmeyi, onlara şükretmeyi kendi ibadeti ve şükrüyle yan yana zikretmiştir. Bu da Anne babanın Allah indindeki makamını ve onlara iyilik ve itaat etmenin önemini göstermektedir. Buradanda anlaşılacağı üzere anne babaya itaat etmek farzdır.

Bir gün bir kişi Resulullah’a (s.a.v) gelerek “anne babanın evlatları boynundaki hakkı nedir?“diye sordu, Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Onlar senin cennet ve cehennemindir.

Yani onlara yapacağın iyilikler ve onlara karşı vazifelerini yerine getirmenle cenneti kazanabilirsin. Ama onlara karşı vazifelerini yerine getirmezsen cehennemi hak etmiş olursun.

İmam Sadık (a .s) da “İyilik etmek onlarla iyi geçinmek ve ihtiyaçlarını ağız açıp istemeden yerine getirmektir“der.

Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim ömrünün uzamasını ve rızkının bollaşmasını istiyorsa, anne babasına iyilik etsin ve akrabalarına sılayı rahimde bulunsun.

Hatta müşrik olsa dahi.Anne babaya iyilik etmek vaciptir,fakat Allah’a isyan olan şeylerde onlara itaat edilmez.

Bir gün birisi Resulullah’a sorar: “Ben kime iyilik yapayım.” Resulullah “Annene” der. Sonra tekrar kime diye sorduğunda tekrar “Annene” der. Adam tekrar sorar; Resulullah tekrar “Annene” der. Adam tekrar sorunca Resulullah bu sefer “Babana” diye cevap verir.

Rivayet edildiğine göre birisi Resul-i Ekrem’e gelerek “Ya Resulullah, ben çok kötü işler yapmışım, acaba benim tövbem kabul olur mu? demiş. Resul-i Ekrem “Acaba annen veya baban yaşıyor mu? diye sormuş; o da “Babam yaşıyor” demiş. Resul-i Ekrem “Git ve ona iyilik et” buyurmuş. Adam çıkıp gittikten sonra, Resul-i Ekrem yanındakilere dönerek şöyle buyurmuş: “Keşke annesi olsaydı da ona iyilik etseydi; tövbesi daha çabuk kabul olurdu.

Bir gün Hz. Musa Allah-u Teala ile münacat ederken Hak Teala’dan cennetteki arkadaşını kendisine tanıtmasını istiyor. Hak Teala şöyle hitap eder: “Senin cennetteki arkadaşın filan nahiyedeki gençtir.” Hz Musa genci bulmak için oraya geldiğinde onun kasaplık yapan biri olduğunu görür. Hz. Musa onu takip etmeye başlar ki hangi amelle böyle büyük bir makamı elde ettiğini öğrenmiş olsun. Akşama kadar bekler; fakat onun için önemli olan ve böyle bir makama onu layık kılacak bir ameli göremez. Akşam olunca genç, iş yerini kapatıp eve gitmek istediğinde Hz Musa kendini tanıtmadan adamdan, o gece kendisini misafir etmesini ister. Hz Musa bu vesileyle gece boyunca da gencin iyi amellerini takip etmeyi amaçlamaktadır.

Genç, Hz. Musa’nın isteğini kabul edip onu evine götürür. Hz. Musa eve girdiğinde gencin her şeyden önce yemek yaptığını. Daha sonra evde bulunan ve eli ayağı felç olan ihtiyar bir kadının yanına gelerek büyük bir sabır ve şefkatle yemeği ona yedirdiğini, sonra elbisesini değiştirdiğini, ihtiyaç gidermesine yardımcı olduğunu; sonra da özel yerine yatırdığını görür. Hz. Musa (a.s) o gece sabaha kadar gencin normal dini vazifeleri dışında fevkalade bir amel, ibadet, münacat falanını görmez. Sabah olduğunda ise yine genç evden çıkmadan o kadının yemeğini yedirir ve diğer ihtiyaçlarını gidermede şefkatle ona yardımcı olur. Vedalaşırken Hz. Musa gence sorar: “Bu kadın kimdir ve sen ona yemek yedirirken, gözlerini gök yüzüne dikerek ne söylüyordu?” Genç şu cevabı verir: “Bu benim annem” der. Ben ona yemek verdiğim zaman hakkımda şöyle dua ediyor: “Allah’ım bu hizmetlerin karşılığında oğlumu cennette Hz. Musa’nın yanına arkadaş eyle.” Hz. Musa da gence annesinin duasının kabul olduğunu müjdeleyip Hak Teala’yla yaptığı münacatı kendisine anlatır.

İşte anne babanın hakkını riayet etmek böyle feyizlere insanı ulaştırır. Elbette bütün bunlardan önce, insanın mu’min ve takvalı olması gerekiyor.

Yine Resul-i Ekrem’den (s.a.v) şöyle nakledilmiştir: “Cennet annelerin ayağı atındadır.

Bu hadisin bir manası şudur ki cenneti kazanmak, annelerin gönlünü kazanmak, onlara iyilik etmekle mümkün olur. Bir başka manası da:”Anneler isterse dünyayı cennete çevirebilirler, yetiştirdikleri mu’min ve salih evlatlarla.” Çocukların saadet ve mutluluğunun temel taşını koyan annelerdir. Kötülük ve bedbahtlıklarının ilk temel taşını koyan da yine annelerdir. Zira niyetleri, yedikleri lokmalar, amelleri, davranışları, imanı ve takvası rahimdeki çocuğu üzerinde de etkilidir. Doğduktan sonra da çocuk, anne ve babanın, özellikle annenin bütün hareketlerini izleyip taklit eder. Annenin verdiği terbiyeyle çocuğun ilerideki şahsiyeti yavaş yavaş oluşmaya başlar. Bu yüzden Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Saliha bir eşle evlenmesi bir erkeğin saadetindendir.” Zira ailenin ve çocukların saadeti büyük ölçüde anneye bağlıdır.

Başka bir hadiste İmam Cafer-i Sadık (a .s) şöyle buyurmuştur: “İffetli ve hayalı bir annesi olana ne mutlu!

İşte bütün bunlar annenin insan hayatındaki vazgeçilmez rolünü ve önemini gösteriyor. Evet anne anneliğin yanı sıra bir öğretmendir. Bu yüzden de onu imanlı yetiştirip cennetlik yaparsa, onun bütün hayırlı amellerinde ortak olur.

Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Eğer birisi kız çocuğunu iyi bir şekilde yetiştirip terbiye ederse, ona iyi bir talim ve terbiye verip güzel ve faydalı şeyler öğretir ve onu Allah’ın verdiği nimetlerden yararlandırırsa, o çocuk onunla cehennem arasında bir perde olur (cehenneme gitmesini önler).”

İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala kıyamet günü bazı anne ve babalara mükafat verecek. ‘Ey Rabbimiz, bu mükafatları nereden hakkettik? Bizim amellerimiz buna layık değildi’ diye sorduklarında şu cevabı alacaklar: ‘Bu mükafatlar çocuğunuza Kur’an öğretmeniz ve onu İslam diniyle tanıştırdığınız içindir.”

Yüce Rabbimiz’den annelerimiz hakkında görevlerimizi en iyi şekilde yerine getirmeyi ve bacılarımıza Hz. Fatıma’yı örnek alan anneler olmayı nasip buyurmasını diliyoruz. Amin!

İkincisi, Allah’ın yarattıklarına karşı olan görev ve sorumluluklarımızdır. Yaratıklar içinde insana en çok yakın olan ve insan üzerinde en çok hakkı bulunan anne ve babadır. Çünkü Allah Teâlâ onları insanın var olması için sebep kılmıştır. Bunun içindir ki Allah Teâlâ kendisine ibadetten sonra ikinci derecede anne ve babaya iyilik yapılmasını emretmiş, şöyle buyurmuştur.

Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi sizin yanınızda yaşlanırsa kendilerine “öf” bile deme; onları azarlama ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve. ”Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et” diyerek dua et

Âyet-i Kerime’de, anne ve babaya iyilik yapılması, onlara karşı kırıcı davranılmaması emredilmiş ve nasıl dua edileceği bildirilmiştir.

Allah Teâlâ anne ve babaya iyilik yapılmasını sadece bize emretmemiş, bizden öncekilere de aynı şekilde emretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğullarına yüklenen ve uyacaklarına dair söz alınan sekiz konudaki görevler sıralanırken:

Vaktiyle biz İsrailoğullarından: “Yalnız Allah’a kulluk edeceksiniz, anneye-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz.” diye söz almış ve “İnsanlara güzel söz söyleyin,namazı kılın, zekâtı verin” diye de emretmiştik” buyurulmuş, Allah’a kulluk görevinin hemen ardından annebabaya karşı saygılı olma ve iyi davranma yer almıştır.

Anne ve babaya iyilik etmek, hizmet etmek ve gönüllerini almak -Allah’a ibadetten sonra – başka hiçbir davranışla elde edilemeyecek bir sevaptır.

Abdullah b. Mesûd (r.a.) anlatıyor: Peygamberimize.

Allah’ın en sevdiği amel hangisidir? diye sordum. Peygamberimiz:

– Vaktinde kılınan namaz, buyurdu.

– Sonra hangisi? dedim. Peygamberimiz:

– Anneye-babaya iyilik etmek, buyurdu. Ben:

– Sonra hangisi? dedim. Peygamberimiz:

– Allah yolunda savaştır buyurdu,

Abdullah b. Amr b. EI-Âs (r.a.) da şöyle demiştir:

Peygamberimize bir adam geldi ve:

– Ey Allah’ın Resûlü, mükafatını Allah’tan dilemek üzere hicret ve savaş için emrinize girmek istiyorum, dedi. Peygamberimiz:

– Annen-babandan sağ olan var mı? diye sordu. Adam:

– Evet, hatta ikisi de sağdır, dedi. Peygamberimiz:

– Sen Allah’tan ecir mi istiyorsun? diye sordu. Adam:

– Evet, (hicret ve savaşla Allah’tan ecir istiyorum) dedi.

Peygamberimiz:

– Öyle ise annene ve babana dön de onların gönüllerini al (umduğun mükafat onlara hizmet etmektedir) buyurdu.

Değerli müminler, dinimiz anne ve baba hakkına o kadar önem vermiştir ki, kişinin anne ve babası müşrik dahi olsalar yine onlara iyi davranılmasını ve hizmette kusur edilmemesini tavsiye etmiştir.

Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ (r.a.) anlatıyor: Annem müşrike olduğu halde (benden bir şey istemek için) geldi. Ben de Peygamberimize:

– Annem geldi, görüşmek istiyor, onunla görüşeyim mi? diye sordum. Peygamberimiz:

– Evet, annen ile görüş, buyurdu.

Ancak anne ve babanın, Allah’ın emirlerine aykırı olan isteklerine uyulmaz. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme, onlarla dünyada iyi geçin.”

Sa’d İbn Ebî Vakkas (r.a.) “Bu ayet özellikle benim hakkımda nazil olmuştur.” diyerek sebebini şöyle açıklamıştır: “Ben anneme iyilik ve itaat eden bir evlâttım. Ben müslüman olunca annem bana:

– Oğlum Sa’d, bu yaptığın nedir? Ya sen bu dinini bırakırsın, yahut ta ben açlık grevine başlar ölürüm. Sen de benim yüzümden: “Ey anasının katili” diye ayıplanırsın, dedi. Ben de.

– Anneciğim, böyle yapma, iyi bil ki, ben bu dini bırakmam, dedim ve iki gün iki gece bekledim. Annem bu süre içinde ne yedi ne içti. Bunun üzerine ben:

– Anne, vallahi iyi bil ki, senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dinimi yine bırakmam, artık sen ister grevden vaz geç, ister greve devam et, dedim. Annem benim bu kesin kararımı görünce grevden vazgeçti ve yedi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

Evet, anne ve baba kafir de olsalar onlara iyilik ve ihsanda bulunmak dinî bir görevdir. Ancak, Allah’ın emirlerine aykırı olan isteklerinin yerine getirilmemesi, Kur’an ve Sünnetin emridir.

Ayet-i Kerîme ve hadis-i şeriflerde anne ve babaya iyilik yapılması emrediliyor, Bizim burada kısaca çocukların anne ve babalarına karşı görevlerine işaret etmemiz yerinde olur:

– Anne ve babaya karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmak. Çünkü asık surat ve sert sözler onları incitir. Onları incitici söz ve davranışlardan sakınmak.

– Çağırdıklarında bekletmeden hemen koşmak.

– Allah’a itaatsizlik olmadıkça isteklerini yerine getirmek.

– Yanlarında yüksek sesle konuşmamak.

– Yolda yürürken bir zarûret olmadıkça önlerine geçmemek.

– Geçim sıkıntısı içerisinde iseler yardım etmek ve ihtiyaçlarını gidermek.

– Hastalık veya yaşlılık sebebiyle hizmete ihtiyaç duyuyorlarsa seve seve hizmet etmek.

Öldükten sonra da onlar için yapılması gereken bazı hizmetlerimiz daha vardır.

– Onları rahmetle anmak, bağışlanmaları için dua etmek.

– Ruhları için hayır yapmak, yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım etmek.

– Vasiyet yapmışlarsa yerine getirmek.

– Dostlarına iyilik etmek ve onları kırıcı davranışlardan sakınmak.

Ebû Saîd Malik b. Rebi’a es-Saidî (r.a.) şöyle demiştir.

Beni Seleme kabilesinden gelen bir adam Peygamberimize:

– Ey Allah’ın Resûlü, anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Peygamberimiz. Evet, onlar için Allah’tan af dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, onlar vasıtası ile olan yakın kimseleri (amca,hala, dayı, teyze gibi) ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır” buyurdu.

Ayet-i Kerime’de özellikle annenin bu fedakârlığının hatırlatılması, onun evlât üzerindeki hakkının, babadan daha çok olduğuna delâlet eder.

Aile topluluğu içinde annenin hakkı ilk plânda bulunduğuna dair bir çok hadisi şerif vardır.

Evet, annenin hakkı daha fazladır. Çünkü anne babadan daha çok zahmet çeker. Karnında taşıdığı çocuğu büyüdükçe zahmeti artar. Çocuk doğunca onu emzirir, sağlıklı olarak büyümesine özen gösterir. Bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz çoğu zaman gece uykusunu terkeder ve çocuğun hizmetini seve seve yapar. Hele özürlü çocukların annelerinin fedakârlığını kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Bunun için anne hakkı ödenemez.

Peygamberimiz buyuruyor:

Bir çocuk anne babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulur da satın alarak azat ederse belki ödemiş olabilir.”

Değerli kardeşlerim, anne-babaya saygılı davranmak, Allah’ın kesin emridir. Bu emre uymamak ise büyük günahtır. Nitekim Peygamberimiz:

Büyük günahlar; Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek, adam öldürmek ve yalan yere yemin etmektir.”

Üç şey vardır ki, bunlar ile yapılan amelin faydası olmaz. Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya asi olmak ve savaştan kaçmaktır.

Ebu Bekr (r.a.) den rivayete göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Allah Teâlâ bütün günahlarda dilediklerinin cezasını ahiret gününe erteler. Yalnız anne ve babaya karşı gelmenin cezası hariç. Allah Teâlâ anne ve babasına isyan edenin cezasını ölmeden önce de dünyada verir.”

Abdullah b. Amr. b. El-Âs (r.a.), “Peygamberimiz şöyle buyurdu” demiştir:

Bir kimsenin anne ve babasına sövmesi,büyük günahlardandır,” buyurdu. Ashab-ı Kiram:

– Ey Allah’ın Resûlü, bir adam anne ve babasına söver mi? dediler. Peygamberimiz:

– “Evet, bir kimse başkasının babasına söver, o da kalkar onun babasına söver. Başkasının annesine söverse, o da onun annesine söver” buyurdu.

Bu hadisi şerif, anne ve babalarına başkalarının hakaret etmesine sebep olacak söz ve davranışlardan sakınılmasını öğütlüyor. Esasen mümin, söz ve davranışlarında ölçülü olur. Kimseye hakaret etmez. Başkalarının kendisine hakaret etmesine meydan vermez.

Değerli müminler, görülüyor ki, dinimiz, Allah’a ibadetten sonra anne ve babamıza iyilik etmemizi, hayır dualarını almaya vesile olacak davranışlarda bulunmamızı emrediyor. Onlara yapacağımız hizmet Allah’ın rızasını kazanmamıza vesile olacaktır.

Konumuzu bir hadisi şerif ile tamamlamak istiyorum. Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

Anne ve babasına itaat eden, ikram ve ihsanda bulunana ne mutlu, Allah onun ömrünü artırsın.” Amîn

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Anne ve Babayla ilgili AYET ve HADİSLER için lütfen Tıklayınız.

Kaynak: mumsema

“Anne ve Baba”yla İlgili Ayet ve Hadisler

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Anneye, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın! Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf! bile deme! Onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et (diyerek dua et!)

 Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Biz insana, anne babasına en güzel bir biçimde davranmasını emrettik…

 Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Biz insana, anne babasına (en güzel bir biçimde davranmasını) emrettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. O halde Bana ve annene babana şükret! Dönüş Banadır.

 Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

Amellerin hangisi Allah Azze ve Celle’ye daha sevgilidir? diye sordum.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Vaktinde kılınan namazdır.

Sonra hangisidir? dedim.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Ana babaya iyilik etmektir.”

Sonra hangisidir? dedim.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Allah’ın yolunda cihad etmektir.

 Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Hiçbir çocuk babasının hakkını ödeyemez! Ancak onu köle olarak bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa babalık hakkını ödemiş olur.

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin! Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını ziyareti yapsın! Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır konuşsun veya sussun!”

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

Kuşkusuz ki Allah, yaratma işini bitirdiğinde akrabalık bağı Allah’ın huzurunda durarak:

−Burası akrabalık münasebetlerini kesmekten Sana sığınanların makamıdır, dedi.

Allah-u Teâlâ’da:

Evet öyledir. Sen, seni koruyup gözeteni, Benim gözetmeme seninle ilgisini kesenden Benim de ilgimi kesmeme razı olur musun? diye sordu.

Akrabalık bağı:

Ey Rabbim! Bilakis razı olurum, dedi.

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

Sana bu hak verilmiştir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:

“İsterseniz şu ayetleri okuyunuz.”

Demek ki sizler iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz öyle mi? İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir!

 Başka bir hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

“…Allah şöyle buyurdu:

−(Ey akrabalık bağı!) Kim sana bağlı kalırsa, Ben de ona bağlı kalırım. Kim seninle ilgiyi keserse, Ben de onunla ilgiyi keserim!”

 Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Bir adam, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldi ve:

−İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Annen’dir.”

Adam:

−Sonra kimdir? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Annen’dir.

Adam:

−Sonra kimdir? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Annen’dir.”

Adam:

−Sonra kimdir? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Baban’dır.”

 Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Bir adam:

−Ya Rasulallah! Kendisine güzel sohbet etmeme en hakkı olan kimdir? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Annendir, sonra annendir, sonra annendir, sonra babandır. Sonra da derece derece olan kimselerdir.” (Yani yakın akrabalarındır.

 Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün!

Sahabeler:

−Ya Rasulallah! Kimin? dediler.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de cennete giremeyen kimsenin.

 Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Bir adam şöyle dedi:

−Ya Rasulallah! Kuşkusuz ki, benim akrabalarım var. Ben onları ziyaret ediyorum, onlar benimle alakayı kesiyorlar! Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar! Ben onlara anlayışlı yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve cahilce davranıyorlar!

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Eğer hakikaten sen söylediğin gibi isen, sen onlara ancak kızgın kül yedirmektesin. Sen bu hal üzere devam ettiğin müddetçe senin yanında da muhakkak Allah tarafından onların ezalarını def eden bir yardımcı bulunmakta devam edecektir.

Ebu Talha (Radiyallahu Anh), “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz! Her ne infak ederseniz şüphesiz ki Allah onu bilir.” Ayeti inince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına gelerek:

−Ya Rasulallah! Allah sana:

“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz! Her ne infak ederseniz şüphesiz ki Allah onu bilir.” Ayetini gönderdi. Benim en sevdiğim malım ise Beyruha adlı bahçedir. O, Allah için sadakadır. Allah’tan onun sevabını ve ahiret azığı olmasını isterim. Burayı Allah’ın sana gösterdiği şekilde kullan, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Ne hoş, bu büyük bir şeydir! İşte bu kazançlı bir maldır. İşte bu kazançlı bir maldır. Kuşkusuz ki ben seni dediğini işittim. Ben bu bahçeyi akrabalarına vermeni uygun görüyorum.”

−Ebu Talha öyle yapayım Ya Rasulallah! dedi ve bahçeyi akrabaları ve amca çocukları arasında taksim etti.

Abdullah bin Amr bin As’ (Radiyallahu Anh) şöyle demiştir:

“Bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:

−Ben Allah’tan ecir isteyerek hicret ve cihad etmek üzere sana biat ediyorum, dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Annen ve babandan sağ olanı var mıdır?”

Adam:

−Her ikisi de sağdır, dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Böyle iken sen Allah’tan ecir mi istiyorsun?

Adam:

−Evet deyince Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Öyle ise Annenin ve babanın yanına dön ve onlara güzel sohbet et!”

 Abdullah bin Amr bin As’ (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bir adam gelip cihad için izin istedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Annen ve baban sağ mıdır?”

Adam:

−Evet, dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Öyleyse o ikisi için cihad et!”

 Abdullah bin Amr (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Akrabalık bağını gözeten, (yapılan iyiliğe karşılık vererek) mükâfatlandıran kimse değildir! Ama asıl akrabalık bağını gözeten kişi, akrabalık bağı kopartıldığı halde kendisi onu gözeten kimsedir.

Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

Akrabalık bağı arşa tutunarak şöyle demiştir; Beni gözeteni Allah gözetsin. Benimle ilgisini keseni, Allah da onunla ilgisini kessin!”

 Mü’minlerin annesi Meymune Binti’l-Haris (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den izin almadan bir cariyeyi azad edip hürriyetine kavuşturdu. Nöbet günü gelip de Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanına gelince:

−Ya Rasulallah! Haberin var mı? Cariyemi azad ettim dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Gerçekten bunu yaptın mı?”

Meymune Binti’l-Haris (Radiyallahu Anha):

−Evet, dedi.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Eğer kuşkusuz ki, sen cariyeyi kendi dayılarına hediye etseydin ecrin daha büyük olurdu.”

 Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın kızı Esma (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zamanında annem müşrik olarak yanıma geldi. Bende Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

−Annem geldi, benim kendisine iyi davranmamı umuyor. Anneme iyilik edebilir miyim? diye fetva sordum.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Evet, annene iyilik et.

Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh)’ın karısı Zeyneb (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

Ben mescidde idim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i gördüm şöyle buyuruyordu:

“Ey Kadınlar topluluğu! Kendi ziynet eşyalarınızdan bile olsa sadaka veriniz!”

Bunun üzerine ben kocam Abdullah’ın yanına dönüp:

−Sen malı az bir adamsın. Kuşkusuz ki, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise bize sadaka vermemizi emretti. Sen, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e git ve Ondan şunu sor:

Kocama, himaye ve terbiyesinde bulunduğum kişilere infak etmem sadaka yerine geçer mi? Yoksa sizden başkalarına vereyim? dedim.

Kocam Abdullah şöyle dedi:

−Kendin git ve sor!

Bunun üzerine kendim gidip Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kapısına varınca ensardan bir kadının da orada beklediğini gördüm onun maksadı da benimkinin aynı imiş. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in heybetinden içeriye girmeye çekinirdik. Derken Bilal geldi. Bizde Bilal’e:

−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e git de Ona iki kadın kapıda duruyor, sizden kendi kocalarına ve himayeleri altındaki yetimlere infak ettikleri sadaka yerine geçer mi diye soruyorlar de. Fakat bizim kim olduğumuzu da Ona haber verme! dedik.

Bilal Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına girdi ve meseleyi sordu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Onlar kimlerdir?”

Bilal de:

−Ensardan bir kadın ile Zeyneb’dir, dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Zeyneb’lerin hangisidir?”

Bilal de:

Abdullah’ın karısı cevabını verdi.

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“O iki kadına, iki ecir vardır. Birisi akraba ecri diğeri de sadaka ecri.

 Herakl, Ebu Süfyan’a haber gönderip çağırtmış:

−O bize namaz kılmayı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı ve akrabaya iyilik etmeyi emrediyor.

“Sen yakın akrabalarını uyar!”  ayet indiği zaman, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Kureyş’i çağırdı. Bunun üzerine onlar da toplandılar. Genel ve hususi ifadelerle şöyle buyurdu:

“Ey Ka’b ibni Luey oğulları! Nefislerinizi ateşten kurtarınız!”

−“Ey Mürre ibni Ka’b oğulları! Nefislerinizi ateşten kurtarınız!”

−“Ey Abdi Şems oğulları! Nefislerinizi ateşten kurtarınız!”

−“Ey Abdi Menaf oğulları! Nefislerinizi ateşten kurtarınız!”

−“Ey Haşim oğulları! Nefislerinizi ateşten kurtarınız!”

“Ey Abdulmuttalib’in oğulları! Nefislerinizi ateşten kurtarınız!”

−“Ey Fatıma! Kendini nefsini ateşten kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azabından kurtarmaya benim gücüm yetmez! Ama aramızdaki akrabalık bağından dolayı sizinle ilgimi kesmeyecek ve akrabalık haklarını yerine getireceğim.

 Amr bin As’ şöyle demiştir:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den gizli değil açık olarak şöyle buyururken işittim:

“Ebu fulanın ailesi benim dostlarım değildir! Benim dostlarım, Allah ve salih mü’minlerdir. Fakat babamın akrabalarının akrabalık bağı bulunduğu için kendileriyle ilgimi kesmeyip akrabalık haklarını yerine getireceğim.”

 Ebu Eyyub el-Ensari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

 Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Benim nikâhım altında bir kadın vardı ve ben onu seviyordum. Babam ise onu kerih görüyor ve istemiyordu. Babam bana onu boşamamı emretti. Ben bundan imtina ettim. Müteakiben ben bu durumu Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e zikrettim.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Ey Abdullah bin Ömer! Karını boşa!”

Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Ben de karımı boşadım.”

Ebu’d-Derda (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Adamın biri gelerek:

−Benim bir karım var. Annem ise onu boşamamı emrediyor ne yapmalıyım? diye bana sordu.

Ebu’d-Derda (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i işittim şöyle buyuruyordu:

−“Baba cennetin orta kapısıdır. Artık sen istersen o kapıyı bırak istersen muhafaza et.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf! bile deme! Onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et (diyerek dua et!)

 Ebu Bekre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç kere şöyle buyurdu:

“Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?”

Biz de:

−Evet, ya Rasulallah! dedik.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dayanmakta iken oturdu ve şöyle buyurdu:

“Allah’a şirk koşmak, ana babaya asi olmak! Dikkat bir de yalan yere şahitlik yapmaktır!”

 Abdullah bin Amr bin As (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Bir kimsenin kendi annesine ve babasına sövmesi büyük günahlardandır!”

Sahabeler:

−Ya Rasulallah! İnsan hiç kendi annesine ve babasına söver mi? dediler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Evet, o kimse başka birinin babasına söver, o da onun babasına söver! O kişi başka birinin annesine söver, o da onun annesine söver!

 Abdullah bin Amr (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kuşkusuz ki, büyük günahların en büyüğü, kişinin kendi annesine ve babasına lanet etmesidir!”

Sahabeler:

−Ya Rasulallah! Bir insan kendi annesine ve babasına nasıl lanet eder? dediler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“O kimse başka birinin babasına söver, o da onun babasına söver! O kişi başka birinin annesine söver, o da onun annesine söver!

  – Baba ve anasının rızasını kazanan kendisi için dünya ve ahiret iyiliğini bir araya getirmiştir.

 –İki günah var ki, kişi bunların cezasını dünyada görmeden ölmez, zulüm ve ana babaya eziyet etmek.

  – Ana babaya ihsan etmek; nafile namaz kılmak, Haccetmek, sadaka vermek ve harbe gitmekten efdaldir.

  -Kıyamet günü en şiddetli azap üç sınıf kimseyedir:

1. Ana babasına eziyet edenler,

2. Zina edenler,

3. Allah’a şirk koşanlar

   – Üç dua red olunmaz:

1. Ana babanın evlada duası

2. Oruçlunun duası

3. Misafirin duası

  -Üç şeye bakmak ibadettir:

1. Ana babanın yüzüne bakmak,

2. Kur’an’a bakmak,

3. Deryaya bakmak.

   – Bir kimse ana babasının yüzlerine merhamet ve sevgi ile baksa, her bakışında ona bir hac ve umre sevabı ihsan olunur.

  – Günde yüz defa baksa da böyle mi ya “Rasul?” sualine:

  – Yüz bin kere baksa bu ecre nail olur. buyurdular.

 Ana babaya iyilik, salih amellerin önde geleni ve en üstünüdür.

Allah (cc) buyuruyor:

 Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.                

 Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.                

Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayasızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu ne kötü bir yoldur.    

 Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.                

 (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin.İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”      

Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.

Derleyen: Çetin Kılıç

www.NurNet.Org

Kaynak:

  • Hadis Külliyatı
  • Kuran-ı Kerim Meali

Fatiha Suresi Anlamı ve İnce Sırları

Peygamberimiz (S.A.V) bir hadiste bu önemli gerçeği şöyle anlatıyor:

“Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben namaz suresi olan Fatiha’yı kendimle kulum arasında yarı yarıya paylaştırdım. Yarısı Benim, yarısı da kuluma aittir. Bu vesile ile kulum bütün istediklerine kavuşacaktır.

Kul, ‘Elhamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn’ (Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Bana hamdetti’ buyurur.

Kul, ‘Er-Rahmâni’r-Rahîm‘ (O Rahman’dır, Rahîm’dir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Beni methetti’ buyurur.

Kul, ‘Mâliki yevmiddîn’ (Din Gününün Sahibidir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Beni tazim etti,işlerini Bana havale etti’buyurur.

Kul, ‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn’ (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz) dediği zaman, Allah, ‘İşte bu kulumla kendi aramdadır ve kulumun dilediği de onundur‘ buyurur.

Kul, ‘İhdine’s-sırâta’l-müstekîme sırâtallezîne en’amte aleyhim ğayri’l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn‘ (Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin kullarının yoluna ilet. Gazabına uğramış yahut sapmış olanların yoluna değil) dediği zaman, Allah, ‘İşte bu kulumundur ve kulumun istediği de onun hakkıdır’ buyurur.”

***

Kur’ân’ın en faziletli suresi Fatiha olduğu gibi, en faziletli âyeti de yine Fatiha’nın bir âyetidir.

Fatiha, sevabı bakımından İhlas Suresi gibi Kur’ân’ın üçte birine denk geliyor:

İbn Abbas’ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) bu hususu şöyle dile getirmiştir:

“Fatiha sevap bakımından Kur’ân’ın üçte birine denktir.

Bir işe başlarken Bismillah denmesi gerektiği gibi, Fatiha okunması da tavsiye ediliyor.

Ebû Hüreyre’nin rivâyetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

Hayırlı bir iş Elhamdülillah ile başlamazsa sonu kısıktır, bereketsizdir.”

***

Fatiha’yı okuduktan sonra “Veleddâllîn” deyince hemen arkasından “Amin” demek sünnettir. “Amin”in önemini ve Allah katındaki yerini Peygamberimiz’den (a.s.m.) öğreniyoruz.

“Amin, mü’min kullarının diliyle Rabbülâlemin’in mührüdür.

Fatiha muhtevası ve manası, zenginliği ve içinde barındırdığı derinlik itibarıyla da bambaşka bir güzelliğe sahiptir.

İmam Buhârî’nin rivayetine göre, Hasan Basrî bu konuda şöyle diyor:

“Allah bütün semavî kitapların ilmini Kur’ân’da; Kur’ân’da mevcut olan ilimleri de Fatiha Suresi’nde toplamıştır. Fatiha’nın tefsirini öğrenen bütün semavî kitapların tefsirini öğrenmiş gibi olur.”

***

Fatiha maddi ve manevi her derde deva, her hastalığa şifa ve her sıkıntıya ilaçtır.

Abdülmelik bin Umeyr’in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m.) bu hakikati şu sözleriyle dile getirmiştir.

“Fatiha Suresi her derde devadır.”

“Fatiha bütün dertlere karşı şifadır.”

“Fatiha Suresi, zehirden kurtulmak için bir şifadır.”

Fatiha nazara, göz değmesine karşı da bir şifa kaynağıdır.

İmran bin Husayn’ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

“Fatiha’yı ve Ayete’l-Kürsi’yi bir kul okursa, o gün ona insan ve cin nazarı değmez.”

Fatiha, dine, doğruluğa, Allah’a yönelmeye, başarılı olmaya, yardım görmeye, düşmana üstün gelmeye, ibadette ve itaatte bulunmaya, merhametli ve şefkatli kalmaya, yeterli bulunmaya, sevimli olmaya, kötülükten korunmaya, güven içinde kalmaya, mülk edinmeye, irade ve ilim sahibi olmaya, malda artış elde etmeye, mevki sahibi olmaya, güzel bir hayat sürmeye, ev halkını korumaya, zarar ve fesattan uzak olmaya, ilmin inceliklerini anlamaya, marifet sahibi olmaya yardım eder.

Fatiha’yı çok okuyan, canında ve malında bereket bulur. Allah, onu açlık ve fakirlik gibi üzücü ve ezici şeylerden korur. Allah’tan meşru olarak ne isterse, mutlaka kendisine verilir.

Bütün bunlar, Fatiha’ya devamla elde edilir. Aynı zamanda bunlar, ehil bir zattan müsaade almakla gerçekleşir.

Farz namazlardan sonra 20 defa Fatiha’yı okumaya devam eden kimse, her gün l00 kere bu sureyi okumuş olur. Allah onun rızkını genişletir, durumunu iyileştirir. İç âlemini ışıklandırır, işlerini kolaylaştırır. Gam ve kederini giderir. İzzet ve şeref kazandırır.

Fatiha ile birlikte bereket iner, ihtiyaçları karşılanır. Fatiha’da, erbabı için nurlar ve sırlar vardır.

Her farz namazdan sonra Besmele ile birlikte 7 kere Fatiha Suresini okumaya devam eden kimseye Allah, hayırların kapısını açar. Din ve dünya işlerinde yeterli sebep yaratır.

Fatiha’yı 7 defa okuyup bir pamuk parçasının üzerine üfleyen ve sonra onu bir yara üzerine kapatan kimseye Allah, Fatiha bereketiyle şifa verir.

İmam El-Hakim’e göre bu Surede bin zâhir, bin de bâtın olmak üzere iki bin hassa vardır. Sabah namazının sünnetiyle farzı arasında 41 kere Fatiha okumaya devam eden kimse, ne gibi bir makam ve mevki dilerse onu elde eder.Fakir ise zengin olur, borçlu ise borcu ödenir. Hasta ise şifa bulur. Zayıf ise güç ve kuvvet kazanır. Garip ise izzet ve şeref elde eder. Halk arasında kıyaslanamayacak kadar itibar kazanır. Hem ulvi (yüce), hem süfli (aşağı) âlemde sevimli olur. Sözü dinlenir, işi beğenilir. Düşmanı yanında kuvvetli ve heybetli görünür. Dostu yanında son derece sevilir. O buna devam ettikçe, Allah tarafından devamlı bir emniyet içinde bulunur. Bulunduğu makam ve mevkiden azledilen kimse,sabah sünneti ile farzı arasında, bir noksanlık yapmadan 40 gün, günde 41 defa Fatiha’yı okuyacak olursa, Cenab-ı Hak onun makam ve görevini veya daha iyisini verir.

Eğer kısır kalmış ise, Allah ona salih bir evlat da verir. Belirtilen tertip üzere ağrı ve sızı hissedilen yaraya, özellikle göz ağrısına, halis bir niyet ile okunursa, Allah şifa verir.

Fatiha’nın böyle şifa olması, tıbbi bütün çarelere başvurduktan sonra, tıbbın aciz kalması halinde başlar.

Bu öyle bir sırdır ki, bunu ancak Allah’ın yardım ettiği kimseler bilebilir. Bu sırrı gizlemek gerekir. Ancak lâyık olana, gönülden inanıp kabul edene açıklanabilir.

Her farz namazının ardından l00 kere Fatiha’yı okuyan kimse buna devam ederse, hızla maksadına ulaşır.

Kim de sabah namazından sonra Fatiha’yı, harfleri sayısınca (125 defa) okursa, gayri meşru istekler dışında arzuladığı şeyi elde eder.

Fatiha’yı 125 bin defa hatmetmekte büyük faydalar vardır.

Fatiha’yı Resuller, Bedir savaşına katılan mücahitler ya da Tâlut’un askerleri sayısınca (üçü de 313’tür) okuyan kimse, arzu ettiği meşru dilekleri elde eder ve ihtiyacı olan korunmayı sağlar.

Gece gündüz bu Sureyi okumaya devam edene Allah hem zâhiri, hem de bâtında ledünni ilim ilham eder.

Resulullah Efendimiz buyuruyor ki: “Kim döşeğine uzandığında Fatiha’yı okur ve beraberinde üç İhlas ile bir Muavvizeteyn (Felak ve Nas Sureleri) okursa, ölümden başka her şeyden güven içerisinde olur.”

Diğer bir hadis-i şerifte ise buyuruluyor ki : “Fatiha, mü’minlerin maksadına açılan kapıdır. Kim onu abdestli olarak yedi gün, günde 70 kez okur da tertemiz bir suya üfler ve onu içerse, Allah kendi fazlü kereminden ona ilim ve hikmet verir, kalbini fâsit (bozuk) düşüncelerden temizler. Onun zekâsını arttırır, hafızasını güçlendirir, artık bir daha unutmaz olur.”

Fatihanın 7 kapısı

Fatiha bir kapıdan girişini resmin oluşturuyor, devrediyor, hissettiriyor, yaş(at)ıyor… Dört Mli bir giriş söz konusu:

Önce müsaade kapısından geçiliyor, “besmele”. içeri girer girmez minnettarlık ifade ediliyor:

elhamdulillah”. Bir kaç adım sonra, merhametin kucağında bulur kendini insan:

“errahmanirrahim!” en sonunda, mesuliyetle yaşadığımız farkedilir; “din gününün mâliki.”

1. Bismillah: Kapının beri tarafındasın, evvelâ izin istemen gerek.. kapının ardında kim var? Kapının önündeki kim? İçeriye davet eden kim? İçeriye girecek kim? “besmele” bir müsaade isteme tavrıdır…

 Allahın adıyla, Rahman Rahîm O…. Kapıya dayanan, kapıyı çalan, önce kimliğini benimsetiyor kendine, kendini tanımlıyor, haddini biliyor.. “Ben bana ait değilim.” “Ben ben değilim!” tevazuyu giyiniyor. Kendi adından vazgeçiyor. Başkası adına çalıyor kapıyı. Bir başkasının ismiyle, Allahın ismiyle eşikte duruyor. kapıyı çalan, aciz ve fakir, kendi kendine yetmiyor; kendisi kendine ait değil… Kapı ise Allahın..kapının önünde ve ardında Onun hükmü geçiyor, Onun mülkü uzanıyor..

Rahman ve Rahîm O: varlık kapısından içeri çağırdığına muhtaç değil; hatta kulun kendisine muhtaç olmasına bile muhtaç değil! kul kendine muhtaç olmasaydı, kapıya dayanmasaydı, kendisinde bir eksiklik, bir mutsuzluk, bir hoşnutsuzluk hali olmayacaktı. Kimse de hesap soramayacaktı… Hiç kimseye muhtaç olmayan Rahmanın her şeye muhtaç olana açtığı kapıdır rahmet..

2. Elhamdülillah: Herşeye muhtaç olanın hiç kimseye muhtaç olmayana söyleyeceği ancak teşekkürdür.. sonsuz bir minnettarlıktır duyacağı.. mahçuptur muhatap olmadıkları karşısında. Hiç ummadığı, hiç beklemediği, hiç hak etmediği iltifatlar görmektedir. Hamd O Allaha dır ki o Rabbidir âlemlerin.. alemler sırf onu karşılamak için, sırf kendisini memnun etmek için terbiye edilmekte, çekip çevrilmektedir..

hiç yoktan var edilenin, kendisini hiç yokken var edene söyleyeceği tek şey, söylediği halde asla bitiremeyeceği, asla sonuna gelip doyamayacağı tek şey teşekkürdür….

Varedilen varlığının hiç bir cüzünü, hiçbir parçasını yanı sıra getirmiş değildir; yoktan varedilen yoktan var edene hiçbir sermaye katmış değilir, yok olanın, hiç ortada olmayanın yoktan var edene katkısı olmamıştır; yok olan ve yok olduğunun farkında olmayan, var edilme arzusunu bile dillendiremeyen kendisini yoktan var edene bir işaret olsun göndermiş değildir ki, Ona borcuna bir sınır koyalım….

3. Errahmanirrahîm: Her şeye muhtaç olarak varlığa dahil olanın ilk gördüğü üzerindeki sebepsiz merhamettir..

hem kendisine acınmıştır; hiç yokken, yokluğunu bile farkedemediği unutulmuşluklardan çekip alınmıştır, hem de acıdıklarına acınmıştır; mutluluğunu bir anda yok edebilecek, huzurunu hemen dağıtabilecek kırılganlıkları olan nice sevdikleri de hesapsız ve sebepsiz mutlu edilmektedir. Hem merhamet görmektedir, hem merhamet göstermek istediklerine merhamet gösterilmektedir. Varlığın göğsünde çarpıp duran görünmez bir kalp gibidir rahmet…

Rahmandır Allah; herkese her zaman şefkat etmektedir.

Rahîmdir Allah, herkesin içinde her bir şeye özel olarak da şefkat etmektedir. Herkese birden şefkat etmesi, herkese ayrı ayrı şefkat etmesine engel değildir.

Herkes Onun rahmetine, bütün çiçeklerin hep birlikte güneşten beslenmesi gibi, hep birlikte muhatap olmaktadır; çünkü Rahmandır.

Ama herkes, her bir çiçeğin güneşten kendine özel renkler devşirmesi gibi, kendini biricik eyleyen biçimler bürünmesi gibi, biricik ve bitanecik olarak rahmete muhatap olmaktadır; çünkü Rahîmdir.

4.Mâlik-i yevmiddîn Din günün sahibi o.. buradaki varlığın, başka ve ebedî bir varlığa yolculanman adınadır. “din günü” içindesin.. hesaba çekilebilir bir haldesin. Başına buyruk var değilsin. sorumluluk sahibisin…

Bu varlık bir koza; sonsuzun kelebeklerine gebe.. adımın bir sırat üzerinde, ölçüleri sonsuza ayarlı, sonsuzca yansımaya ayarlı.. buradaki bir ayineye düşüyor her dem; yansıması sonsuzda; yüzün başka bir âlemin nazarına düşüyor…

Burası burdan ibaret değil, sen buradasın ama burada kalmayacaksın.

Buradasın, ama buraya razı olamazsın..

5. Yalnız sana kulluk ederiz: Minnettarlığın en güzel ifadesi…

6. Yalnız senden yardım dileriz: Merhametinin her şeye yettiğinin ifadesi.. başka kimsenin acımasına muhtaç değiliz.. sen yetersin bize, her birimize, hepimize..

7. Sırat-ı müstakîme hidayet eyle bizi: Hesabımızı ancak böyle veririz.. üzerlerine gazab indirilmiş olanların kalarak değil. Sapmışların yoluna düşerek hiç değil..

Derleyen : Çetin Kılıç

www.NurNet.org

kaynak:

  • forumtr
  • muhammedgen
  • senai demirci

Hz. Ömer (R.A.) kimdir?

Hz. Ömer (r.a),581 yılında Mekke’de doğmuştur.Babası, Hattab b. Nüfeyl annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme’dir. Küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği cahiliyye döneminde , Mekke şehir devletinin elçilik görevi onun elindeydi.Ayrıca kabileler arasında çıkan anlasmazlıkların çözümünde etkin rol alırdı.

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip, uzun boylu, buğday tenli, geniş alınlı olup, islâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda O, dedelerinin dinini inkâr eden Muhammed (s.a.s)’i öldürmeye karar vermişti.

Ömer, Resulullah (s.a.s)’i öldürmek için onun bulundugu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşilaşti.Nuaym, Ömer’in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur’an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur’an sayfalarını sakladılar. içeri giren Ömer (r.a), eniştesini ve kızkardeşini dövmeye baslamış Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söylemesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur’an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti.

Resulullah (s.a.s)’in nerede oldugunu sordu. Resulullah (s.a.s)’in Daru’l-Erkam’da oldugunu ögrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti kapıyı açtırdı içeriye girdi Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)’in iki yakasını tutarak; “Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allahım ona hidayet ver!” dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı Ömer (r.a)’in müslüman olusu, Resulullah (s.a.s)’in yapmis oldugu; “Allahım! Islâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hisam (Ebû Cehil) ile yücelt” şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçeklesmişti

Mekkeli müşriklerin, gösterdigi zorbaca tepkiden dolayi müslümanlar, Beytullah’a gidip namaz kılamiyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardi. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah’in yanına gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karsı savasını sürdürerek onların, müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah’ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması müslümanlara büyük bir moral olmuştu.

Abdullah Ibn Mes’ud; “Ömer’in müslüman oluşu bir fetihti” demiştir.

İmân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmustur.

Resulullah (s.a.s)’in önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazi ayetler onun daha önce isaret ettigine uygun olarak nazil oluyordu.

Peygamberimiz(sav)’e “Ey Allahın Resulü yanınıza kötü niyetli insanlarda geliyorlar hanımlarınız örtülerini örtseler” deyince tesettür ayeti inmiştir.

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine katılmış, bunların bazısında komutan olarak görev yapmıştır.

Hudeybiye’de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkmış Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ’nin gösterdiği dogrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Hz. Ebû Bekir’in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmustur. Hz. Ömer Hz Ebu Bekirden sonra 2. Raşid halife olarak is basina gelmiştir.

Arap yarımadasi O’nun döneminde islâmin hakimiyetine boyun eğmiştir.Kadisiye savaşıyla iran ordusunu hezimete ugratmış, iran’ın bölgelerini Islam’ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmiştir. Ermenistan bölgesini ve Suriye’yi, Kudüs’ü, Mısır’ı fethetmeyi başarmıştı fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma giriyorlardı

Devleti teşkilatlandırdı,askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği “divan” teşkilatını kurdu. valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. Onun Medine’deki kadısı Ebû Derda (r.a)’dir (Eyüp semtinde Nur dershanesinin yanında meftun bulunmaktadır)

Üzerinde titizlikle durduğu en önemli konu adâlet meselesiydi O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasinda bir fark yoktur. din ayırımı gözetmemiş, hıristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur’an-i Kerim’i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. Kur’an, Hadis ve Fıkıh ögretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış oldugu rivayet edilmektedir. ilk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında başlanmıştır O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü.40 bin kişinin yaşayabileceği gibi şehirler tesis etti,

Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O “istişare etmeden uygulamaya konulan isler başarısızlığa mahkûmdur” demekteydi. Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz çalışırdı. O bu hassasiyetini: “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar diye korkarm” sözü ile ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; “şunu ve şunu yasakladım. insanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah’a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım.”

Akrabasından hiçkimseye devlet hizmetinde görev vermemiştir.

Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar Resulullah (s.a.s)’in hadislerinden baska hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir Hz. Ömer’e, hak ile batılı birbirinden ayırd edici anlamına gelen el-Faruk lakabını bizzat Peygamberimiz vermiştir .Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır beş yüz otuz dokuz hadis rivayet etmiştir.

Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, evinin yevmiye masrafı on dirhemi geçmezdi. diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğrasmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu. Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahip şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir,iyi ata biner ve güreş tutardı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmemiştir.

Hz. Ömer (r.a)’in ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş olduklari görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağlari aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur.

Hz. Ömer (r.a) Hayber’de dağıtılan ganimetlerden kendi payına düşen araziyi vakfetmiştir islâmda ilk vakıf olayı budur.Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi.. Yetiştirdiği çocuklarının hepsi, tarihte iz bırakacak kadar önemli roller oynamıştır.

Kızı H. Hafsa (r.anha). Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) pak zevcelerinden biri idi.

Hazreti Ömer (ra) Bir şeye çok güler bir şeye çok ağlarım diyerek cahiliye dönemini gözler önüne seren anısını şöyle anlatır “Biz kızlarımızı diri diri toprağa gömerdik bende annesinin giydirdiği yeni elbiselerle kızımı gömmek için kazdığım kuyunun yanına götürdüm, ben kızımı kuyunun içine koyarken kızım benim elbiselerimin üzerindeki toprağı temizliyordu bu olayı hatırladıkça çok ağlıyorum tapmak için yaptığımız helvaları acıkınca yerdik. Bunu hatırlayıncada çok gülüyorum.”

1 Kasım 644’te, kendisinden alınan verginin azaltılmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen İran’lı hırıstiyan bir köle olan Ebû Lü’lüe tarafından Medine’de sabah namazında hançerle saldırıya uğradı. Hazreti Ömer (ra) “ölümüm, müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah’a hamd olsun” diye dua etmiştir. Olaydan sonra Saldırgan intihar etti.

Hazreti Ömer Oğluna yanına çağırdı

Ey Abdullah, Müminlerin annesi Aişe’ye git! De ki: ‘Ömer sana selâm ediyor’. Sakın ‘Mü’minlerin Emîri’ diye birşey söyleme. Çünkü ben artık mü’minlerin emîri değilim: ‘Ömer b. Hattab iki arkadaşının yanına defnedilmek için izin istiyor?’

Bunun üzerine Abdullah gitti. Sonra Aişe’nin huzuruna girdi. Aişe’nin oturup ağladığını gördü. Abdullah dedi ki: Ömer b. Hattab sana selâm ediyor. İki arkadaşıyla beraber (hücre-i saadetinde) defnedilmek istiyor’.

Bunun üzerine Hz. Aişe ‘Ben o yeri kendi kendim için ayırmıştım. Fakat bugün Ömer’i nefsime tercih edeceğim’ dedi.

Ömer bin Hattab 3 gün sonra öldü. Hazreti Aişe’nin izniyle hücre-i saadete gömüldü.

Vefatı esnasında Hz. Ömer oğluna şunları söylemişti: “Ey oğlum! Vefat edeceğim esnada dizlerini sırtıma dayamak suretiyle yönümü kıbleye doğru çevir. Sağ elini alnımın, sol elini de çenemin üzerine koy. Ruhum çıkınca da gözlerimi kapat. Kefenimde aşırıya kaçma. Mezarımı da çok geniş kazmayın. Sakın cenazem götürülürken hiç bir kadın onu takip etmesin. Tabutumu yüklendiğinizde beni mezarıma hızlı bir şekilde götürünüz.” Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: Babam Ömer (r.a.) hastalığının ölümle sonuçlanacağını anladığında “Eğer bütün dünya benim olmuş olsaydı bu çıkışın dehşet ve korkusundan şu anda hepsini fidye olarak verebilirdim” buyurdu.

Allah kendisine rahmet, bizleride O’nun şefatine nail eylesin Amin..

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1. Kütübü sitte

2. Sevgi kutupları,

3. Enfal.de

4. A.Abdussamed (frmtr)

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Sıkıntı ve Stres İçin Hangi Dualar Okunmalı?



Sıkıntı; Günümüz tabiri ile “Stres“… 

Sıkıntıdan kurtulmak için sebeplere yapışmak gerekir. “Çalışmadan dua eden, silahsız savaşa giden gibidir“hadis-i şerifi de sebeplere yapışmayı emretmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen, “Her zorluğun bir kolaylığı vardır” buyruluyor. Sıkıntıdan kurtulmanın da çaresi vardır. Hiç boş vakit geçirmemeli, kendine faydalı bir meşgale bulmalıdır. Sabır kurtuluşun anahtarıdır sözüne uymalı, çalışıp sabrederek bir çıkış yolu aramalıdır.

Psikolog doktorlar, sıkıntının başlıca çaresinin meşgale olduğunu söylüyorlar. Kendinize severek yapacağınız işler bulursanız, rahatlarsınız. Ayrıca manevi yönden, bazı dualar okumanız da faydalıdır. 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

Her gün sabah akşam yedi kere, “Hasbiyallahü la ilahe illahü aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabb-ül arşil azim” okuyan, dünya ve ahiret sıkıntısından kurtulur.

La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır. “

Bir sıkıntıya düşünce, “Bismillâhirahmanirrahim velâ havle velâ kuvvete illa billâhil aliyyil azim” diyeni Allahü teâlâ, sıkıntı ve belalardan muhafaza eder.

“Rızka kavuşan çok Elhamdülillah desin. Rızkı azalan çok istiğfar etsin. Üzülüp sıkılan, la havle vela kuvvete illa billah desin”.

“Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.”

Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekil” deyiniz”

Yasin okuyanın sıkıntısı gider.”

“La ilahe illallah kable külli şey’in, La ilahe illallah ba’de külli şey’in, La ilahe illallah yebka Rabbünâ ve yefni küllü şey’in diyen sıkıntıdan kurtulur.”

“Cuma namazından sonra, İhlâs, Felak ve Nas’ı yedişer defa okuyan, bir hafta, kaza, bela ve sıkıntılardan kurtulur.”

“La ilahe illa ente, sübhaneke inni küntü minezzalimin” diyen, uğradığı beladan kurtulur.”

“Sıkıntı için şu duayı okuyun: La ilahe illallahülazim-ül-halim la ilahe illallahü Rabbül-Arş-ilazim la ilahe illallahü Rabbüs-semavati ve Rabbül-Erdi Rabbül Arşil-kerim”.

“Sıkıntıya düşen 7 defa Allah, Allahü Rabbi, lâ üşrikü bihi şey’a desin”

“Sıkıntı için, “Allah, Allah Rabbünâ lâ şerikeleh” deyin”

“Sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, 14 secde âyetini [ezberden, ayakta] okuyup, her birinden sonra, hemen secde etmelidir.”

“Bismillâhirrahmânirrahim ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azim okumak, sinir hastalığına ve bütün sıkıntılara iyi gelir. “

İmam-ı Cafer hazretlerinin sıkıntıya düşünce, okuyup, sıkıntıdan kurtulduğu dua şöyledir: 

Yâ uddeti ınde şiddeti, ve yâ gavsi ınde kürbeti! Ührüsni bi-aynikelleti lâ tenâmü vekfini birüknike ellezi lâ yürâmü 

Anlamı şöyledir: 

Güçlükte desteğim, sıkıntıda imdâdıma yetişen, her an görüp gözeten Rabbim, beni muhafaza et, sonsuz kudretinle, bana yardım eyle!

Hasan-ı Basri hazretlerine, kıtlıktan, fakirlikten, çocuğunun olmadığından şikayette bulunuldu. Hepsine de istiğfar etmesini söyledi. Sebebi sorulunca, şu mealdeki âyet-i kerimeleri okudu:

Çok affedici olan Rabbinize istiğfar edin ki, gökten bol yağmur indirsin; size, mal ve oğullar ile yardım etsin, sizin için bahçeler, ırmaklar versin.

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:

İstiğfara devam edeni, Allahü teâlâ, her sıkıntıdan, üzüntüden, dertten, geçim darlığından kurtarır, ferahlığa çıkarır ve ummadığı yerden rızıklandırır.

Sadaka vermek ve 70 kere Estağfirullah min külli mâ kerihallah demek, sıkıntıları giderir. Bu istiğfarın anlamı, “Ya Rabbi, razı olmadığın şeylerden ne yapmışsam hepsini affet, yapmadıklarımı da yapmaktan koru” demektir. 

Sıkıntı için şunlara da riayet edilmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

Sıkıntıları sadaka ile önleyin.

Tarak kullanmak, sıkıntıyı giderir.

Güzel koku ve temiz elbise sıkıntıyı azaltır.

Abdestten artan suyu içmek sıkıntıyı giderir.

Akik yüzük sıkıntıyı giderir.

Başkasının sıkıntısını giderenin sıkıntısı gider.

Sıkıntıda duam kabul olsun diyen, genişlikte çok dua etsin.

En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.

Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:

Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin.

Ey iman edenler, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah elbette sabredenlerle beraberdir.

[Doğru kılınan] Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten, günahtan] alıkoyar.

Her sıkıntının ilacı beş vakit namazı doğru kılmaktır. Namaz doğru kılınırsa bütün sıkıntıları yok eder.

Depresyon, çağımızın en sık rastlanan hastalıklarındandır. Bu hastalığa neden olan sıkıntı ya da günümüzde sıkça kullanılan deyimiyle stres, pek çok hastalığı beraberinde getirmekte, kalp hastalıkları benzeri pek çok hastalığa neden olabilmektedir. Bunun sebebi incelendiğinde, hücreler arasındaki hassas dengelerin sıkıntıdan direkt olarak etkilendiği görülmektedir. 

Örneğin bağışıklık sistemimiz bizi, kanser dahil pek çok hastalığa karşı korumaktadır. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi ancak stresten uzak bir yaşam tarzı ile mümkündür. Sıkıntı ve kuruntular olmadığında, lenfositlerimiz enfeksiyonlara, romatizmal hastalıklara ve hatta kansere karşı daha etkili bir mücadele vermekte ve başarı kazanmaktadırlar. 

Bunun için de dua ve tevekkül şarttır. Kuşkusuz Allah’a devamlı dua eden, başına gelen her olayın Allah’ın verdiği özel birer imtihan olduğunun farkında olan ve tevekkül eden bir mümin, sıkıntıdan daha çabuk kurtulacaktır. Yüce Rabbimiz’in sıkıntıları gideren ve duaya cevap veren sıfatları Kur’an’da şöyle bildirilmektedir:

O nesneler mi üstün yoksa, çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın duasını kabul edip sıkıntısını gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı? Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur? Elbette olmaz! Ne de az düşünüyorsunuz! 

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), sıkıntının hastalıklara yol açtığını şu hadisi şeriflerinde buyurmuşlardır:

“Her kimin huyu kötü olsa, kendi nefsini sıkıntıda tutar ve her kimin kederi çok olsa, kendisini hasta eder.” 

“Çok türlü kaygılanmalar, çok türlü hastalıklar getirir.” 

“Hak Teâlâ’nın yarattığı mahlûkta kaygıdan daha kötü ve daha şiddetli birşey yoktur.” 

“Hak Teâlâ şifâsını yaratmadığı hiçbir türlü dert yaratmamıştır. Her kim o şifâyı bilirse İlâç edip kurtulur, her kim bilemezse o dertle kalır. Fakat ölümün dermanı yoktur.” 

Sıkıntılı -günümüz ifadesiyle stresli- yaşam, iman etmeyenlerin, imanın kazandırdığı güzel ahlaktan uzak yaşamalarının sonucudur  Bugün doktorlar, stresin etkilerinden korunmak için huzurlu ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu ve rahat bir psikoloji ise, ancak Kur’an ahlakının yaşanmasıyla mümkündür.  Rabbimiz’in iman eden kulları için vaadi ise şöyle bildirilmektedir:

“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” 

De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır…”

Aslında “kişinin hedeflerini gerçekleştiremediği, sahip olduğu güzellikleri koruyamadığı veya bu tür kayıp ihtimâllerini fark ettiğinde düştüğü ümitsizlik hâli” olarak tarif edilen depresyon, sadece bu çağın değil, tarih boyunca tüm insanlığın derdi, hatta “kaderidir” bile denilebilir. 

Zira insan yaratılış itibariyle acizdir, fakirdir, fanidir, ölümlüdür ve hayvanın zıddına bunların farkındadır da. Her şeyi isteyen, ama hiçbir şeye gerçek anlamda sahip olamayan, her şeyden korkan, etkilenen, incinen ama hiçbirine gücü yetmeyen, en güzel zamanlarında bile fâni, geçici olduğunu, her şeyin bir gün biteceğini bilen bir insanın depresyona girmesi değil, girmemesi ilginçtir bence. 

Bu da çoğunlukla gaflet sayesinde mümkün olur. Korktuğu şeyleri düşünmemeye çalışır, zahiren sahip olabildikleri ile kendini teselli eder, ölümü ve ayrılığı hatırına getirmemeye çalışır. Ama bazı “tevil edilemez” olaylar gaflet perdesini yırttığında o güne dek ertelenmiş korkular, ümitsizlikler bir sel gibi benliği sarar ve depresyon gelir. 

Depresyon neredeyse insan olmanın doğal bir sonucu gibi görünmektedir. Nitekim yapılan araştırmalar depresif bulguların uyku bozukluğu, yaygın sebepsiz fiziksel şikayetler, sık ağlama, gelecekten ümitsiz olma, kendine güven eksikliği, hâlsizlik, hayatından zevk alamama vb. insanların %60’ında değişik düzeylerde bulunduğunu göstermektedir. Bir psikiyatrist olarak, yeni tanıştığım insanların pek çoğunun şaka yollu da olsa “aslında benim de size görünmem lâzım” demeleri, bu gerçeğin belli-belirsiz itirafı gibi gelir bana. 

Peki bu denli yaygın ve umumî bir belâ olan depresyonla başa çıkmak mümkün değil midir acaba? Yok mudur bu acizlik, fakirlik, fânilik dertlerinin ilâcı? Vardır tabii, arayan bulur da, ararsa eğer. Zaten insanların en ziyade yanıldıkları, ilk anda çok rahatsız edici olan bu acizlik, fakirlik ve fâniliği çözümsüz zannedip düşünmemeye çalışmaları, yok farz etmeleridir aslında.

Zira bir dert açığa çıksa hâlli mümkündür, ama gözünü kapayıp kendini hayallerle avutan birisinin gerçek bir çözüm bulması tabii ki imkânsızdır. “Erkekçesine ölümün yüzüne gül, dinle bak ne ister?” ikazını dinleyen, “Evet, ben acizim, fakirim, fâniyim, bunlar beni çok incitiyor. Peki ama bu dertlerin çaresi nerede olabilir?” diyebilen insan ancak çözüme yakınlaşabilir. Bu da muhakkak ki az-çok çile çekmek demektir. Ama “zahmetsiz rahmet” yoktur ki. 

Başka türlü soralım: Depresyona girmiş ve “her şey boş, istediklerim olmuyor, ters giden olaylar beni yıkıyor, zaten sonunda öleceğiz, bu hayat çok anlamsız” diyen bir “hasta” mı, yoksa “boş ver bunları, kafana hiçbir şey takmayacaksın, ayağını sıcak tut başını serin, takma bir şey kafana, düşünme derin” diyen tesellici mi daha tutarlıdır acaba? Deve kuşu mantığı kullanan bu kişilerin “kafaları duvara çarptığında” aynı depresyon kuyusuna yuvarlanmaları kaçınılmaz değil midir? 

Aslında hepimiz “duvarları aynadan” küçücük bir odada değil miyiz? Tüm duvarlar ayna olduğundan iç içe geçmiş görüntüler bize geniş bir yerdeymişiz hissi verir ama, ufacık bir musibetin ikazı ile kafamızı çok uzak sandığımız o duvara çarptığımızda, aslında daracık bir zindanda olduğumuzu fark etmez miyiz? Hayaller uçup, uykular kaçmaz mı? En tatlı haller bile bize acı vermez mi? Kurduğumuz yalancı dünya cennetinin cilâsı her ölümle, her kayıpla, her hüzünle çatlamaz mı?

Eskide bir gazetenin magazin ekinde okuduğum bir haberi hiç unutmam. Bir grup sanatçı “felekten bir gün çalalım” diye toplanıp pikniğe gitmişler. Akşama kadar süren eğlenceyi uzun uzun anlatan yazı şu cümle ile bitiyordu: “Gün bittiğinde herkes çok üzgündü, çünkü çok güzel bir gün geride kalmıştı.” Ne garip değil mi? En güzel şeyler bile sadece yaşanırken lezzet verip, bitiminde yerine elem bırakıyor. Zira “zeval-i lezzet (lezzetin kaybı) elemdir”. 

Yine hatırlarım, gençliğimde sevdiğim takımın maçlarını radyodan heyecan ve zevkle dinlerken en nefret ettiğim şey, spikerin ikide bir “maçın son 15 dk.sı”, “son 10 dk.ya girdik” vb. demesiydi. O denli zevk aldığım şeyin az sonra sona ereceğini duymak acı veriyordu bana. Güzellikler daha yaşanırken bile, biteceklerini bilmek, o an alınan zevki bozuyordu. Zira “zeval-i lezzetin tasavvuru (lezzetin kaybını düşünmek) dahi elemdir.” 

Belki “tamam kabul, uzatma, biliyorsan bir çare öner” diyen olabilir, ama problemleri yarım yamalak dile getirip işin ciddiyetini tam kavramadan çabuk çözümler aramanın tehlikeli bir aldatmaca olduğunu unutmamalıyız. O yüzden biraz daha devam edelim bence. Ve bir genci düşünelim. Dünyalar kadar sevdiği biri var ve onunla mutlu bir gelecek hayal ediyor. Oysa fark ediyor ki “sonsuza dek beraber olacağız sevgilim” lafı tam bir yalan. Ne sonsuzu, gelecek yıla çıkacakları bile şüpheli. O denli sevdiği kişiden er veya geç bir gün ebediyen kopacak. O zamana kadar da muhtemelen hayallerine, ideallerine tam uymayan problemli, yarım yamalak bir beraberlikle yetinecek. Ve bunları görmezden gelip tüm kalbini ona bağlayıp kendini teselli etmeye çalışıyor. Nereye kadar? 

Bir de anne hayal edelim. Uğruna canını bile verebileceği evladı her an bir hastalıkla, bir musibetle karşılaşabilir. Tüm gün yanında bekçilik yapsa bile bir minicik mikrop o ciğerparesini yatağa düşürebilir, sakat bırakabilir veya ebediyen elinden alabilir. Ne yapabilir bu anne? Şefkat ateşini neyle söndürebilir? Kaybetme korkusunu nasıl unutabilir? Hangi aldatmaca ile kendini teselli edebilir? Konuşsun, cevap versin prof.lar, filozoflar! 

Ama yok! Onların diyeceği; “bunlar hayatın acı gerçekleridir, kabulleneceksin. Başka şeylerle meşgul ol, hobiler edin. Başarabildiklerine, sahip olabildiklerine bak, mutlu olmaya çalış, kendini gerçekleştir vs. vs.”

Biz de Bediüzzaman’ın ağzıyla soruyoruz: İdama mahkûm birisi, zindanın süslenmesinden zevk alabilir mi? Ebedi bir aşk isteyen bir kalbi fâni sevgiler tatmin eder mi? Dünya kadar bir cennetle ancak tatmin olan bir ruh, suyu-elektriği bile kesilebilen uyduruk villalarla kandırılabilir mi? 

Ama iman gözlüğü ile bakan bir insan için, âyetteki ifade ile “lâ havfün aleyhim ve la hüm yahzenun” geçerlidir. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.

Çünkü gerçek iman sahibi, sevdiğini Allah için sever. Sevgilisi Allah’ın rahmet ve cemalinin bir yansımasıdır. Ve ebedi hayatta hiç ayrılmadan sonsuz ve huzurlu bir beraberlik yaşayacakları ümidini taşır.

Sevdikleri elinden alındığında “ayrılık geçicidir” diye teselli bulur. Şefkat ettiklerini “hayrul-hafizin” ve “erhamür-rahimin” olan Allah’ın rahmet ve korumasına emanet eder.

Kur’an’ın dersi ile musibetleri, felaketleri, hastalıkları İlâhî birer ikaz, birer keffaret-üz zünub (günah temizleyicisi) bilir.

Dünya malını, makamını kazandığında da, kaybettiğinde de “veren de O, vermeyen de” der, esas bakî mal ve mertebe olan uhrevî makamları ve ebedî sevapları hedefler.

“Madem bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır, imtihanda rahat olmaz.” deyip geçici sıkıntıları, zahmetleri hoş karşılar.

“Bu dünya bir karalama defteridir.” der, düzeltemediği pislik ve karışıklıklarla zihnini bulaştırmaz, kendi amel defterini temiz tutmakla meşgûl olur.

“Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” der, pencerelerden seyreder, içlerine girmez.

Günah, gaflet ve isyana düşmüşse bile “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez.” der, daima açık olan tövbe kapısından girip yeni bir beyaz sayfa açar. Bu dünyada da hakiki huzur ve saadeti bulur. 

Sadece çağımızın değil çağların hastalığı olan depresyondan kurtulmanın yolu çağlar ötesi mesaja kulak vermektir.

Derleyen: Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

kaynaklar:

  • diyanet
  • Sorularla İslamiyet