Etiket arşivi: çocuk ve aile

Birbirimizin Yarasını Saracak İlaç

İkinci kattaki evinin balkonunda görürdüm onu. Yemyeşil asma yapraklarının arkasında olurdu hep. Kamile teyze…

Gün boyunca balkonda mı otururdu bilmem ama biz ne zaman evinin önünden geçsek oradan seslenirdi. Çoğu kez oturduğu yerden eğilerek, hal hatır sorar, “ buyrun gelin yavrum ” demeyi ihmal etmezdi. Hatta herkese sürekli söylediği bu “ buyrun gelinler ” aramızda gülme konusu bile olmuştu.

Bir fırsat olsa da ziyaretine gitsek diye geçerdi hep aklımızdan. Çay sefasına özendirecek kadar güzeldi balkonu… Ama nedense hiç uygun bir zaman denk getiremezdik.

Uzun zamanlarımızın içinden kırpabildiğimiz dar bir vakitte ziyarete gittik Kamile teyzeyi. Gördüğündeki memnuniyetine diyecek yoktu. Halimizi hatrımızı sorar sormaz içini dökmeye başladı, diken üstünde oturuşumuza aldırmadan. Hastalıklarından bahsetti, merdiven inip çıkması yasak olduğu için dışarıya çıkamadığından… Uzaktaki çocuklarından, rahmetli eşinden ve eski günlerden…

Bir ara mutfağa geçmişti ki,  kapısı açık olan balkona çıktım, manzarayı merak ederek.

İşte, yaşlı teyzenin her gün dışarıyı seyrettiği asmalı balkondaydım…

Sandalyesi çarptı gözüme. Özenle yerleştirdiği yerden hiç oynatmadan oturdum. Usulca yaslandım.  Etrafıma baktım, baktım…  Sağımda arabaların yoğunca işlediği ana yol, biraz ötesinde yukarı mahalleye çıkan uzun sokak,  solumda bizim ev ve karşımda asmalar…

Kapattım gözlerimi. Kamile teyzenin yaşlı ve hasta haline büründüm bir an…

Hiç çay keyfi yapasım gelmedi. Aşağıdan göründüğü kadar rahat değildi bulunduğum yer. Asmalar sinirimi bozdu. Yeşilliği sevdiğimden mi buradaydılar, görüş alanımı kapatıyorlardı oysa.

Gülüşler gördüm, kahkahalar duydum yoldan geçen…  Kalabalıklar vardı. Gelen giden de ama inemedim yanlarına. Nişanlar, düğünler oldu, davetler yapıldı hemen önümdeki sokakta. Ben buradayım diye bağırmak istedim, ama kimse duymazdı ki. Bir “hayırlı olsun” demek için kafalarını kaldırıp bakmalarını bekledim. Herkes çok meşguldü.  Uzaktaydım, sevinçlerini görebilecek kadar yakın, ama bir o kadar uzak.

Sesler duydum, çocuk sesleri… Muhabbetler… Karşı komşunun çocukları gelmiş, neşeli sesleri vardı, tam yemek vakti… Benimkilerin yanımda olmayışına üzüldüm. Ne anlamı vardı, şu koca evde yalnız başıma bekleyişimin. Biri geçse de buyur etsem, diye geçirdim içimden. Canım çay istedi, bir demliği deviresim geldi. Çok içince uyku tutmuyordu oysa, biraz da çarpıntı yapıyordu ya asıl istediğim çaya katık olacak yarendi, bir tatlı muhabbet… Gelene geçene “buyur gel” dedim. Hepsi de gülümseyerek, “inşallah inşallah…” dedi. Ama gelmedi kimse. Herkes kendi telaşında, dedim, teselli bulmak istedim. Canım yandı…

Açtım gözlerimi, kaç saniye kapalı kaldılar, bilmiyorum. Çok uzaklara gidip gelmiştim, hiç bilmediğim diyarlara.

Utandım kendimden, gençliğimden, sağlığımdan… Aman lafa tutmasın, diye balkonunun altından geçerken hızlanışımdan… Öylesine bir yarım saate sıkıştırdığım ziyaretimden… Belki de vicdanımı rahatlatmak için orada bulunuşumdan… Bir elini öpüp duasını alırım, bencilliğimden… Utandım.

Hayatımın başrolünü oynuyor olmanın havasıyla, kimlerin çekim alanına girdiğimi göremediğimden kızdım kendime.

Herkes kendi filminde başrol oynuyordu evet, ama birbirimizle kesişiyordu yollarımız pek çok kez. Kimi zaman samimi bir güler yüz, bir selam… Bir halden anlayan bakış, bir içten ziyaretti birbirimizin yarasını saracak ilaç.

Kendi dünyamızda rahat bir koltukta, o sandalyedekileri anlamak zor, çok zor.

Yerimizden kalkmakla başlayacak asıl hayat. Ancak o gün yerini bulacak delice istediğimiz ama birbirimizden esirgediğimiz anlayış.

Gonca Anıl / cocukaile.net

İltifat Kamburu

Elhamdülillah demek, nefes almak gibi, rahatlatıcı. Yahut ciğerlerine dolan havayı bir anda özgür bırakmak gibi, saadet vesilesi. Başkalarına da böyle geliyordur tahmin ederim. Çünkü çoklarının, içindeki manayı tefekkür etmeden, sırf rahatladıklarını beyan edebilmek; ciğerlerinde kalan havayı, kalplerindeki sıkıntıyı dışarıya atıp kurtulduklarını gösterebilmek için onu söylediklerine şahit oldum. Bunu ya ‘elhamdülillah’ diyerek, ya ‘oh’ çekerek, yahut da yalnız ‘Allah’ ism-i celilini telaffuz ederek yapıyorlardı.

Ciğerdeki havanın vatan-ı aslîsi olan semaya dönüş coşkusuna en yakın harf gibi geliyordu, h. Hatta bu coşkunun şiddetindendir ki, önünde engel kalmıyor, sadece geliş yolunun kenarlarına sürterek çıkardığı ses birikiyordu kulaklarda: ‘hhhhhh…’ İlginçtir, ‘hayat’ kelimesi de bu harfle söyleniyordu. Allah’ın bu yönünü tarif için kullanılan ismi de ism-i Hayy’dı. Buna ilave olarak: Bediüzzaman’ın hava ayetinin sırlarını anlattığı nüktesinin ismi de Hüve Nüktesi’ydi.

elhamdulilahFakat durun, nerelere gittim ben! Bunu konuşmayacaktım aslında sizinle. Benim hakkında konuşmak istediğim, hüve’nin veya hayat’ın h’si değil; hamd’ın h’si idi. Zaten başta elhamdülillah ile de bu yüzden giriş yaptım. Dikkat gerek: Abes ile hikmet arasında mesafe yalnız bir israfçıktır. Mübalağa ile aşılır. Tâli olana aşırı vurgu, aslolanı abesleştirir.

‘Hamd’ın da tıpkı elhamdülillah derken verilen nefes gibi rahatlatıcı bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Neden mi böyle düşünüyorum? Zira biliyorum ki; övünülecek herşeyin asıl sahibine terki, aynı zamanda, insan için kalbini avuçlayan ağırlıkların da terkidir. Ve insanın canını en çok taşıyamadıkları, (yani ‘mış gibi’ yaptıkları) acıtır.

Sevmemeli insan iltifatları. Taşıyamadıklarını sevmemeli. Zaten iltifata evvelden beri bir miktar güvensizim. Kanaatimce iltifat, birtakım insanlar için sizi ‘borçlandırma’ yöntemidir. Dikkat edin, kim size azıcık iltifat etse, hakkını veremediğinizi açıklıkla beyan etseniz bile, bir süre sonra iltifatının hesabını sormaya başlar. Karşılığını ister.

“Çok iyi birisiniz!” dedi mesela. Veya “Çok cömertsiniz!” Siz de bunu bir gaflet anında kabullendiniz. Bundan sonra o kişi sizden iyilik istediğinde, yapmayacak olursanız, bu hanenize “Elinden gelmedi” olarak değil, “İyi adam değilmiş!” olarak yazılır. İnsanlar, iltifatları konusunda pek amansızdır. Ederken emin, meyvelerini almak noktasında pek acelecidirler. Neyi, kime atfederek övüyorlarsa, aslında sırtına yük atarlar. İltifat kamburu ederler başkalarını. Onlar da bu yükü kaldıramadıklarını açıkça beyan edecek kadar mütevazi değillerse (burada mütevazi yüce gönüllüye değil, gerçekçi olana karşılık geliyor) o vakit bir ömrü yapmacıklık ile yaşarlar.

Ben o yüzden, namaza başlarken, daha doğrusu Fatiha’ya başlarken, âlemlerin Rabbine hamdedilmesini çok hikmetli bulurum. Nihayetinde namaz, kulun, hayatın/kesretin içinde bir nefes almasıdır. Mülkün, melekûtun varlığını hissetmesi, soluklanmasıdır. İmanın ilk inşirahı budur. Elbette böyle bir nefes, bir rahatlama, önce üstündeki kurgu yükleri dünyada bırakmakla mümkün olabilir. Övgüye dair ne varsa hepsinin Allah’a ait oluşu, âlemlerin Rabbi sıfatını da zikretmekle, sadece yükünü değil, başkalarına yüklemekle kendine ve başkalarına yaptığın haksızlıkların da sıkletini bırakmaktır.

Kimi haddinden fazla övdün, bil ki; ona zulmettin. Kimi o övgülerine güvenip fazla sevdin, bil ki; kendine zulmettin. Onun olmayanı ona vermek ve kendinin olmayanı kendine almak, ikisi de hata. Bu hamdların hep iki yüzü var. Bir yanda üzerine yüklenen yükü bırakıyorsun, diğer yanda başkalarına haksızca yüklediğin yükleri omuzlarından alıyorsun. Tek âlem sen değilsin ki. Her insan başka bir âlem. Hatta insanlar sayısınca âlemler var da âlemlerin sayısı insanla sınırlı değil.

Akıllı olan adam görevi olduğu için değil yalnız, canı istediği için hamdetmeli. Çünkü zaten canı onu istiyor. Kâlubela bunu doğrular: Yani canın istediği de, mantıklı olan da, fıtrî olan da, mecbur olunan da Odur. Allah kime, neyi sevdirse; muhtaç olduğu için sevdiriyor. Şimdi anladın mı ‘elhamdülillah’ dediğinde neden rahatlıyorsun? Neden hava, hürriyetine uçan güvercin gibi coşkuyla ciğerden ellerini terk ediyor? Herşey ne kadar ahenkli aslında. Huzursa bu ahengin keşfi.

Ahmet Ay / Çocuk & Aile

Evlatlarınıza Sahip Çıkın!

Düşüncelerim ve beynim karmakarışık.. Çilesini çektiğimiz gözümüzün nuru yavrularımızın, kuzularımızın peşinde bu kurtlar.. Günlerdir medyada yankı bulan olaylara sadece seyirci kalsak da yüreğimizi inanılmaz bir acı, dert bürümüş durumda. Kim bu insanlar, kaç kişiler, nereden geldiler, yavrularımızdan ne istiyorlar.

Anneler ve babalar gözlerimizi açmanın zamanı geldi, geçti biz hala farkında bile değiliz. Ülkemin gençliğine böyle makus bir yol çizdiler. Uyuduk, uyuşturulduk, adeta anestezi edildik ve bundan nedense kimse rahatsız değil. Şu hayatta bırakılacak en iyi eser, çocuklarımız sevgili aileler.

Bir çiçeği sulamadığınızda, bakmadığınızda değer vermediğinizde, yeşerdiğini göremiyorsak, çocuklarımızdan ne verim bekleyebiliriz ki. Evlat sadece okusun, iyi yerlerde, iyi makamlarda otursun, çok para kazansın diye büyütülmez. Eğer bu zihniyetteyseniz bilesiniz ki en büyük ihaneti siz yapıyorsunuz. Şekille itibar görülmez. İtibar, insani değerlerine sahip çıktığında ortaya çıkan bir değerdir.

Bakın ne diyor oğluna İmam-ı Gazali;

İnsan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle adamdır, kıyafetiyle değil. İnsan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et, kan ve kemiktir

Aile, insani değerlerin başladığı geliştiği en önemli kurumdur. Merhamet, vicdan, sevgi, paylaşma, ahlak.. Elle tutulamayan, gözle görülemeyen, değeri maddesel hiçbir şeyle ölçülemeyen servet değerinde olgular bunlar. Ailede bu duyguları tatmayanlar, tadıpda ne olduğunu anlamayanlar maalesef hayatta başarılı olamayanlardır.

Bu gün ülkemizde suç unsurundan mahkum insanların hepsinin hayat hikayelerine baktığımızda malesef aile yapılarının çökmüş, bir enkaz altında yaşayıp hayatınıda depremlere mahkum etmişlerdir. Halbuki biraz zaman ayırılabilseydi bu insanlara, kulaklarına doğru kişilik cümleleri fısıldanabilseydi, bu insanlar asla olmamaları gereken yerde olmazlardı.

Sihirli bir kaç cümle, sihirli bir kaç dakika. Ama anlam dolu gözgöze, samimiyetle ve sevgiyle. Ellerinden tutun, dokunun yavrularınıza, dizinize yatırın, saçlarını okşayın, sımsıkı sarılın. Kıymetli olduğunu, onu çok sevdiğinizi, ne anlam ifade ettiğini hoş cümlelerle sıralayın. Seni, kimsenin benden koparmasına izin verme güzel yavrum. Duygulandırın, hayatın en güzel armağanı olduğunu söyleyin. Ellerimden gönlümden sevgini mahrum etme yavrum deyin. Ve söyleyin söylenmesi gereken, olmasını istediğiniz insani değerlerin önemini. Paylaşmayı anlatın, paylaşınca çoğalacağını bir bir..

Merhameti anlatın, uzattıkları elin yarın çaresizliğe düştüklerinde kendilerine uzanacak bir kapı olduğunu. Anlatın ki büyüsün ektiğiniz tohumlar, yeşersin filizler, boy versin gökyüzüne. Anlatın bıkmamacasına, her gün hatırlatın nezaket dolu ricalarla. Uyurken başucuna gelip rabbinize dualar edin, gecenin bi vakti onu seyredin, seyrederken dudaklarınızdan gönüllerine nakşolacak ayetler, süreler dökülsün. Kulluğun acziyetini, rabbin iradesini bilin ve sığının yüce yaradana. Acziyetinizi, rabbinize söyleyin, şefkatini isteyin secde ederek..

Tek şansımız var sevgili aileler.. önce kendi evladımız. Ve yok başka şansımız iyilikten yana..

Sıtkı Aslanhan

www.cocukaile.net

Çocuklarınıza Niçin At Eti Yediriyorsunuz?

Biraz tuhaf gelmiş olabilir başlık.

Bir de konu; Avrupa’da patlak veren At Eti Skandalı ile eş zamanlı olunca.

Aman Hocam. Biz çocuklarımıza at eti filan yedirmiyoruz ki diyorsunuzdur şimdi eminim.

Ama emin misiniz?

Bu sorumdan sonra da, Hocam bir bildiğin varsa, açıkla, hangi firmalar, hangi markalar? Hangi ürünler? diye zincirleme bir soru sarmalına girdiniz sanırım.

Avrupa’nın en büyük gıda zincir marketleri, Nestle gibi en büyük firmaları, Catering şirketleri, dondurulmuş gıda satan firmaları, peşpeşe piyasadan ürünlerini çekiyorlar.

Hiç düşündünüz mü Dostlarım?

Acaba neden Avrupalı Gıda Şirketleri, içeriğinde at eti bulunma ihtimaline karşı, hem de milyonlarca avroluk zararı göze alarak, ürünlerini piyasadan geri çekiyorlar.

Marketlere sattıkları ürünleri, piyasadan geri topluyorlar?

Niçin?

Çok basit; çünkü Avrupalı tüketiciler, çocuklarına at eti yedirmeme konusunda çok duyarlı.

Hassas.

Sorumlu.

Üstelik at eti onlara göre haram filan da değil.

Sadece sağlık ve imaj hassasiyeti dolayısı ile yapıyorlar, bunu.

Çünkü; At etinin karışmış olduğu ürünlerde, insan sağlığına zararlı bazı ilaç atıklarının bulunmasından endişe ediyorlar.

Bu da çocuklarının hormonal dengelerinin bozulması anlamına geliyor.

Bir de at etinin, sığır eti olarak yedirilmesi dolayısıyla keriz yerine konmanın getirdiği imaj kaybı var.

Bu kadar.

Peki makalemin başlığındaki sorumu yeniden tekrarlamak istiyorum;

Siz neden Çocuklarınıza At Eti Yediriyorsunuz?

Yemiyoruz da, yedirmiyoruz da diye düşünen Dostlarım.

Biraz düşünün.

Durum hiç de düşündüğünüz gibi değil.

Üstelik şu anda çocuklarınıza yedirdiğiniz et;

Avrupalıların piyasadan çektikleri etten en az milyon kat daha tehlikeli bir et.

Hem insan sağlığına zararlı.

Hem beyin fonksiyonlarını mahvediyor.

Hem dini açıdan zararlı. Hatta kati olarak haram.

Aile içi iletişimi bozuyor.

Düşünme melekemizi yok ediyor.

Duygusal kalitemizi düşürüyor.

Muhabbeti azaltıyor.

Bu eti yiyenlerde meydana çıkan belirtiler, birkaç gün içinde insanların yüzünün kızarmasına ve topluluk önüne çıkmayacak kadar mahcup olmalarına yol açıyor.

İnsanları birbirine küstürüyor.

Genlerimizi bozuyor.

Saldırganlaştırıyor.

Daha kırıcı yapıyor.

Karakteri bozuyor.

Bu eti yiyenler bir anlamda Yamyamlaşıyor.

Allah Allah dediğinizi duyar gibiyim.

Hocam, valla da billaha da biz böyle kokmuş bir at eti filan yedirmiyoruz çocuklarımıza dediğinizi duyar gibiyim.

Ama Münir Hocanız hiç yalan söyler mi?

Desteksiz atar mı?

Soruyu son bir kez daha soruyorum Dostlarım;

Siz neden Çocuklarınıza (Onların sağlığını, genetiğini, duygu ve düşünce sistemini temamen felç eden) At Eti Yediriyorsunuz?

Pardon. Özür. Tamam.

At eti yedirmiyorsunuz.

Yani at eti konusunda bu kadar hassassınız.

Tebrikler.

Peki son sorumu bir dahaki buluşmamıza kadar iyice düşünün Can Dostlarım;

Avrupalı’lar, dinan yasak olmamasına rağmen, At Eki Skandalında, içine at eti karşımasından şüphe ettikleri milarlarca avroluk ürünleri piyasadan toplayıp imha ederken…

Siz hala niçin; içine (at eti filan değil) direkt ölü kardeş eti karışmış gıybetlerinizle çocuklarınızı beslemeye (!) devam ediyorsunuz?

Niçin?

O hassas dimağları, o terü taze bedenleri, o sınava ve başarıya odaklanmış beyinleri ve masum duyguları niçin ölü kardeş yedirerek; DUMURA UĞRATIYORSUNUZ?

AVRUPALILAR, İÇİNE AT ETİ KARIŞMA İHTİMALİ OLAN ETLERİ PİYASADAN ÇEKERKEN;

SİZ; İÇİNDE ÖLÜ KARDEŞ ETİ BULUNAN KOKUŞMUŞ ÜRÜNLERİNİZİ (GIYBETLE DOLU SOHBETLERİNİZİ VE BİRBİRİNİZİ ARKASINDAN ÇEKİŞTİRDİĞİNİZ KONUŞMALARINIZI) NE ZAMAN PİYASADAN ÇEKECEKSİNİZ?

Münir Arıkan / Çocuk ve Aile