Etiket arşivi: çocuk yetiştirmek

Ev hanımları da psikolojik savaş mağduru

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik bir savaş taktiğidir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ev hanımlarının psikolojik savaş mağduru olduğunu ifade ederek “Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiğidir. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aylık genel kültür dergisi Moral Dünyası’na ev hanımlığı ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Ev hanımlığını küçültmenin psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Üstün kültürler kendilerinden altta kalan kültürleri kendine benzetmek için birtakım taktikler uygular. Bu tip üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar. Bu, Hollywood kültürünün dünyada etkisini yaygınlaştırmak ve tüketimi artırmak için yapılan bir plandır. “Bir moda çıkaralım tüm dünya alsın” diyen bir tüketim ekonomisinin felsefesi vardır burada. Bunun için sinema etkili bir silah olarak kullanılıyor. Buradaki tek tipleşmede ve yozlaşmada sinemanın büyük bir etkisi var. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Bu şekilde insanların merak ve ilgisini bu yöne çekmeye çalışıyorlar. ABD, dünya nüfusunun yüzde 5’ni oluşturmasına rağmen kaynakların yüzde 25’ini kullanıyor. İnsanlar bunun farkına varamazsa bu üzücü durum devam edecektir.” dedi.

Psikolojik ve kültürel savaş ortamında, ev hanımlığının korunması için öncelikle yapılması gerekenin ev hanımlarının özlerini kaybetmemesi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “İyi çocuk yetiştirmek ve annelik yapmak iyi bir fabrika kurmaktan daha kıymetlidir. Anneliğin değerini düşüren topluluklar kendilerine zarar veriyor. Anneliği bu yüzden en önemli meslek olarak görmek gerekiyor. Hatta devletimizin onlara zorunlu sigorta yapması gerekiyor. Bu onların özgüvenini artıran bir uygulama olacaktır. Böyle yapılırsa evde kadının çocuğuyla ilgilenmesi külfet olarak algılanmayacaktır.” şeklinde konuştu.

Ev hanımlığını değersizleştiren feministler

Ev hanımlığını değersizleştirenlerin feministler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Feminizm, kadın erkek ilişkilerini kadın-erkek çatışmasına dönüştürdü. Feminizm, kadının özgürleşmesini evden çıkıp iş hayatına atılmasına bağladı. Bunun sonucunda da ev hanımlığı meslek olarak değersizleşti. Ev hanımlarının bu konuma gelmesinin ana nedeni modernizmin getirdiği tezlerdir. Kapitalist sistemde “üretim yaptığın kadar” değerlisindir. “Kadın çalışırsa özgürdür, üretime katılmalıdır” tarzındaki düşünceler ev hanımlığını değersiz gördü.” dedi.

Çözüm, anlaşma yapmada

Bir evde kadınla erkeğin beraber çalışma zorunluluğu varsa evdeki işlerin yine kadına kaldığını, bunun da kadını yıprattığını ifade eden Tarhan, şunları söyledi: “Süreç kadının aleyhine işliyor. Erken yıpranmasına sebep oluyor. Fazla yıpranmayan erkek belli bir müddet sonra “dünyaya bir kez geldim, yaşamak istiyorum” diyerek eşinden ayrılmak istiyor ve yuvalar dağılıyor. Bu durumda kadın da mağdur oluyor. Böyle olmaması için evliliğin ilk aşamasında çiftlerin evde işleri paylaşması gerekiyor. Bir gün sen bulaşığı yıkacaksın, bir gün ben yıkayacağım gibi. Bunun açıkça konuşulması gerekiyor. Kadın eğer bu işleri yetiştiremiyorsa, erkek de evliliğinin yürümesi için bunu yapmak zorunda.”

Erkek, kadını anlamak için kendini geliştirmeli

Evlilik süresince erkeğin kendinde eksik olan yönlerini geliştirirse kadını anlayabileceğini söyleyen Prof. Dr. Tarhan, bu durumu şöyle izah etti: “Erkekler olayların sonucuna bakar, sürece bakmaz. Estetik algılaması daha düşüktür. Mesela alışverişe gittiğinde erkek bir şeyin “ucuz ve kaliteli” olmasını isterken, kadın “hoş ve güzel” olsun der. Estetik algısı kadında daha öncedir. Kadın kendini iyi hissetmediği, problemin var olduğu bir anda sonuçtan çok süreçle ilgilenir, yani neyden çok nasıla bakar. Erkek, sorunu bir an önce çözmek isterken, kadın çözümden çok süreçle ilgilenir. Kadın, sıkıntıyı gidermek için sorunu çözmekten çok paylaşmayı ister. Biyolojik olarak bu böyledir. Eğer kadınla erkek birbirini anlamak isterlerse yapması gereken şeyler vardır. Kadının sonuçlara daha önem veren bir anlayışı benimsemesi gerekirken, erkeğin de estetik algısını geliştirmesi gerekir. Bunu yaparlarsa çiftler birbirini tamamlar. Erkeklerin algı karakterli, atak ve cesur bir yapısı vardır. Kadın da genetik olarak çocuklara annelik yapmaya daha uygun olduğu için korkuya ve estetiğe duyarlıdır. Kadın beyni duygusal eğilimlidir. Ona göre programlanmıştır. Kadın ve erkeğin birlikte mutlu olması için erkeğin zihnine duyguyu, kadının ise zihnine mantığı katması gerekiyor. Böyle olmazsa aile arasında çatışma yaşarlar.”

Ev hanımlarına yeni sıfat: Aile mühendisi

Moral Dünyası dergisinin, “Ev hanımlığı” tabirinin içinin gerek toplum gerekse fertler tarafından bir şekilde boşaltıldığı, ev hanımlığına “Aile Mühendisliği” gibi bir yeni bir sıfat verilmesinin toplumda ne gibi bir etki oluşturacağını sorması üzerine Prof. Dr. Tarhan, şu cevabı verdi: “”Aile Mühendisliği” aslında ezber bozacağı için söylenebilir. Ama kabul edilip tutar mı bilemiyorum? “Aile Mühendisliği” konuyu tartışmak için söylenebilir. Ev hanımlığı meslek olarak ailenin bir bakıma iç işlerinde karar vericisidir. Onlara değerini belirtmek ve iyi hissetmelerini sağlamak için bu söylenebilir. “Ev hanımlığı” kariyer basamağı olarak görüldüğü takdirde daha da yararlı olabilir. Bu kavramları yeniden tanımlamak çok güzel bir düşünce tarzı olacaktır.”

Tebliğin Çocuk Eğitiminde Modelliği (1)

Sadece nasihatle çocuk yetiştirilemeyeceği gerçeğinin hemen hemen bütün anne babalar farkındadırlar. Sadece nasihatle çocuk yetiştirilmiş olsaydı Cenabı Hak, insanlara sadece ilahi kitap gönderirdi. İnsanların örnek alabilecekleri peygamberleri göndermesine gerek kalmazdı. Oysa Cenab-ı Hak, ilahi kitaplarla birlikte peygamberlerini de gönderdi ki insanlar hem onları model alsınlar hem de yaşantılarını onların yaşantılarına göre düzenlesinler istedi.

Sadece nasihatle çocuk eğitilemeyeceğini Cenabı Hakk’ın İslam’ı gönderiş şekline bakınca çok daha iyi anlamaktayız. Cenab-ı Hakk’ın İslam’ı ve Hz. Peygamberi gönderiş şekline birlikte bakalım.

Cenabı Hak;  Peygamber Efendimizi (s.a.v), peygamber olmadan önce, ahlaken ve davranış olarak örnek olması için toplum içinde tutarak insanlara model olarak sunmuştur.  Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v) insanların güvenini kazanmış ve O’nun dürüstlüğü konusunda insanlar hemfikir olmuşlardır. Bu sebeple O’na“El-Emin” denmiştir. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v)  akrabalarını İslam’a davet için toplayıp onlarında geribildirimlerini bir kez daha hatırlayalım.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir gün Safa Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabilesine seslendi. Onlar da bu çağrıya icabet ederek Safa Tepesi’ne geldiler. Allah Resulü (s.a.v), yüksek bir kayanın üzerinden onlara şöyle hitap etti:

“–Ey Kureyş cemaati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasp edecek desem, bana inanır mısınız?”

Onlar da hiç düşünmeden:

“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.

Oraya gelmiş bulunan herkesten bilâ-istisnâ bu tasdiki alan Allâh Rasûlü (s.a.v), onlara şu ilâhî hakikati bildirdi:

“–O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allâh’a inanmayanların o çetin azâba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim.

Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve âilesine zarar vereceğin­den korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir.

Ey Kureyş cemaati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de diri­leceksiniz. Kabirden kalkıp Allah’ın huzuruna varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayır ve ibadetlerinizin mükâfatını, kötü işlerinizin de ceza ve şiddetli azabını göreceksiniz! Mükâfat ebedî bir cennet; mücazat da daimî bir cehennemdir.” (Buhârî, Tefsîr, 26; Müslim, Îman, 348-355)

İşte Peygamber Efendimiz (s.a.v) ümmetine anlatacağı İslam’ı önce kendisi yaşayarak dost ve düşmanlarının güvenini kazanmıştır. Ahlak ve davranış olarak insanlara en güzel şekilde örnek olan Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in anlattıkları da insanlar tarafından dinlenmiş, tutulmuş ve hayata geçirilmiştir. Bunun sonucunda İslam, insanlar tarafından daha kolay benimsenmiştir.

M. Emin Karabacak

 

Evlerin Efendisi Çocuklar mı?

Ömer bin Hattab (r.a) şöyle dedi: “Cebrail (a.s), Nebi (s.a.v)’e kıyametin ne zaman kopacağını sorduğunda Nebi (s.a.v) ona şöyle cevap vermişti: ‘Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir!’

Cebrail (a.s): ‘Bana kıyametin alametlerini söyle’ dedi.

Nebi (s.a.v.): ‘Cariyenin efendisini doğurması, çıplak, fakir koyun çobanlarının yüksek bina yapmada birbirleriyle yarışmalarını görmendir!’ buyurdu.” (Müslim, 8)

Hadiste geçen özellikle “Cariyenin efendisini doğurması” ibaresini düşündüğümüz zaman, Peygamber Efendimiz (s.a.v) sanki asırlar öncesi, günümüz annelerinin düşecekleri durumu tarife etmektedir.  Günümüz annelerin durumlarına şöyle bir baktığımız zaman, çocuk yetiştirirken çektikleri sıkıntılar ve karşılığında gördükleri muameleler ortadır.

Anne babalar, çocukları için gecesini gündüzüne katıp bütün enerjilerini harcarlarken aynı güzellikler, çocuklar tarafından anne babalarına gösterilmemektedir.

Cenab-ı Hakk:“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «Öf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra,23)  buyurduğu “Öf” bile denmeyecek anne babalara çocuklar, arkadaşlarına hitap eder gibi hitap ettikleri, cariye gibi davrandıkları bir çağda yaşamaktayız.

Günümüz anne babaların birçoğu yokluk ve sıkıntı içinde büyüdükleri için, aynı sıkıntıları çocuklarının da yaşamalarını istememektedirler. Bu, düşünce olarak güzel fakat uygulamada birçok sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Bunun sonucunda yok yoktan anlamayan ve yokluk bilmeyen bir nesil ortaya çıkmaktadır.

Yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen çocuklar, büyüdükleri zamanda aynı fedakârlığı anne babalarından beklemeye devam edeceklerdir. Anne babaları tarafından okumaları için fedakârlık yapılan çocuklar, adam olmak yerine sorumsuz oldular. Her hizmetleri ayaklarına götürülen bu çocuklar, kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız bir kişi olmaları beklenirken bağımlı birer kişi oldular. İhtiyaçları zamanında karşılanmadığı zamanda anne babalarına cariye ve köle gibi muamele etmektedirler.

Biz görmedik onlar görsün, biz çektik onlar çekmesinler, okusunlar adam olsunlar diye daha doğmadan kullanacağı tüm eşyaları alınır. Daha iyi beslensin diye özel mamalarla beslenir. Daha rahat etsin diye konforlu beşik ve yataklara yatırılır.  Yürümesini düşe kalka öğrenmek yerine örümceklerle öğretilir. Kendi yerse karnını doyuramaz diye kocaman olmasına rağmen anne babası tarafında yedirilir. Dışarda oynarsa bir yerini incitir diye teknolojinin getirdiği oyuncaklar önüne yığılır. Her şeylerin en iyisi çocuklar adına düşünülüp yapılmaya çalışılır. Eğer anne çalışıyorsa bakıcının en iyisi tutulur. Kreşinde en iyisine verilir.

Çocukların okul çağı gelince en iyi okul en iyi öğretmen derdine düşünülür. Okula gidip gelirken yorulmasın diye servise verilir. Sabahları evin prens ve prensesini kaldırmak için ayağına en az dört beş kez gidilir. Gerekirse kahvaltısı ayağına götürülür. Çantası, beslenmesi, harçlığı okula gitmeden hazırlanır. Eğer servisle gidip gelinmiyorsa okul çantası anne babası tarafından taşınır. Okusunlar büyük adam olsunlar diye yapılan bütün fedakârlıklar, çocukları hazırcılığa alıştırdığında sorumluluk duygularını geliştirmeyecektir. Bugün okula giderken üst başını giyemeyen, yatağını, odasının toplayamayan, çantasını taşımaktan aciz olan çocuklardan sorumluluk duygusunu geliştirip büyük adam olması beklenilmemelidir.

Yine kimse rahatsız etmesin ve daha rahat ders çalışsın diye çocuk odaları özel donatılır. Ellerine anne babalarının dahi kullanamadığı son teknolojik özelliklere sahip telefon alınıp verilir. Dahası telefonuna da bilmem kaç dakika, kaç bin SMS ve interneti de her ay düzenli olarak yüklenir.

Ders çalışması için oda verilen bu çocuklar, odalarında ders çalışmak bir yana internet ve sanal alemde gezinmekten depresyona girmektedirler. Bunun sonucunda da çocuklar ne odalarından ne de sanal alemden çıkabilmektedirler. En küçük uyarılarda da psikolojileri bozulmaktadır. Aman psikolojileri bozulmasın odasında rahat ders çalışsın denilen çocuklar, odalarını haremlik selamlığa dönüştürdüklerinde odalarına da izin alınarak girilmektedir. Bu çocuklar, bırakın odalarını toplamayı okuldan geldikleri zaman odası toplanmadığı zaman evin hizmetçisine hesap sorar gibi annelerine hesap sormaktadırlar.   Adam olup sorumluluk sahibi olsun diye her şeylerini zamanında yapılıp tosun gibi yetiştirilen bu çocuklar, en küçük sıkıntılarda ister istemez toslayacak ilk kişilerde ister istemez anne babaları olacaktır.

Günümüz erkek çocukları kocaman oldukları halde anneleri yokken ocağa bir çay koyup kahvaltı usulü de olsa bir şeyler hazırlayamamaktadırlar. Kızların birçoğu bırakın yemek yapmasını doğru dürüst çay yapmasını bilmemektedirler. Okumaları için mutfaktan uzak tutulan bu çocuklara bir iş buyurduğun zamanda kıyameti koparmaktadırlar. Bugün birçok anne baba, çocuğuna bırakın marketten ekmek aldırmayı bir bardak su dahi isteyememektedir.

Baba oğlundan su ister; büyük oğlu yorgunum der, ortanca oğlu dersim var der, en küçük oğlu: “Kalk baba kalk! Bunlardan sana hayır yok kendin iç bir bardakta bana getir.” der.

Evet bugünün anne babalarının bütün dünyaları çocukları. Varsa yoksa onlar. Anne babalar, aman onlar üzülmesinler, sıkıntı çekmesinler, rahat etsinler, okuyup adam olsunlar diye yerli yersiz istekleri ikiletmeden alınır. İsteklerine hayır denmeyen bu çocuklar, zamanla kendilerinin efendi zannedip anne babalarına emirler yağdıracaklardır. İstedikleri olmadığı zamanda efendilikleri fazlasıyla yapacaklardır.

Görev yaptığım okulun birinde bir öğrenciden sürekli şikâyet gelmesi üzerine çocukla bir görüşme yaptım. Çocuğun öğretmeni, ailesi ve çocukla yaptığım görüşmede şu sonuçlara ulaştım. Çocuk çok zeki olmasına rağmen, şımartılarak büyütüldüğü için herkese illallah ettirmiştir.  Çocuğun babasıyla yaptığım görüşmede babanın söylediği şu cümle her şeyi anlatmaya yetiyordu: “Hocam, ben bu çocuk istedi diye gece ikide çarşıdan tavuk alıp getirdim.” (M. Emin Karabacak, Bayramlık İstemeyen Çocuklar, Tebeşir Yay. 4.Baskı, Konya,2016)

Anne babaların çocuklarına hizmet etmeleri ilkokul, ortaokul, lisede olduğu gibi üniversite öğrenim sırasında da devam etmektedir.  Hatta çocuklarını evlendirdiklerinde birazcık da olsa rahatlarına bakacağı zamanda yine çocukları tarafından torunlarına baktırılmaktadır. Böylece annenin hizmetkârlığı çocukların efendilikleri torunlarına bakıcılığıyla da devam etmektedir.

İşte günümüz anne baba çocuk ilişkisi bu şekilde sürüp gitmektedir. Anne babanın gecesini gündüzünü katıp hizmet ettiği çocuklar, bütün bu hizmetlere karşı anne babasını baş tacı yapması beklenirken cariye muamelesi yapmaktadırlar.

Okullarda verdiğim seminer sonrası mümkün mertebe velilerin sorularını da cevaplamaya çalışırım. Malum seminer konularımız çocuk eğitimi olunca sorular da genelde çocukların söz dinlememeleri olur. Hocam; “Ben böyle yaramaz, böyle sorumsuz, böyle gailesiz çocuk görmedim…” sorularıyla sık sık karşılaşmaktayız. Hatta birçok öğrenci velisi üniversite okuyan çocuklarından da bu ve buna benzeyen konulardan şikâyetçilerdir.

Çocuklarından bu şekilde yakınan velilere kimse özel olarak üzerine almamak şartıyla şu geribildirimi veriyorum: “Bu çocuklar uzaydan gelmedi. Avrupa’dan Amerika’dan ya da Afrika’dan da bize eğitilmesi için gönderilmedi. Yuva’dan ya da konu komşumuzdan da emaneten almadığımıza göre o zaman çocuklarda değil de eğitimcilerinde ya da eğitimlerinde bir problem vardır diyorum.

Evet, günümüzde ders çalışmayan, laftan anlamayan, sorumsuz, vurdum duymaz çocuklar çok. Bu çocukların çok olmasına çokta, bu çocuklar yerden mantar biter gibi birden ortaya da çıkmamışlardır. Sonuçta bu çocuklarında bir anne babaları var ve bu çocuklar onların ürünüdürler.

Çocuklar; anne karnından hiçbir şey bilmeden doğduklarına göre duygu, düşünce ve davranışlarının şekillenmesinde anne babasının katkısı çok büyüktür. Cenab-ı Hakk bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl,78)

Sonuç olarak; çocuk eğitiminde Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edip, en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan anne babalar, bu dünya da olduğu kadar öbür dünya içinde sorumluluklarını yerine getirmiş olacaklardır.  Hayırlı evlat yetiştirme adına üzerine düşen görevi fazlasıyla yapan anne babaların çocukları hayırsız çıksa dahi emeklerinin karşılığı olarak Rabbim mükâfatını verecektir. Bu çocuklar annelerine cariyeye davranır gibi davransalar dahi sabrettikleri takdirde onların günahlarının dökülmesine ve ahiretteki derecelerinin artmasını sağlayacaktır Allah’u alem.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Kelebeğin Kozadan Çıkması İçin

Çocukların büyüme aşamasındaki eğitimleri de kelebeklerin kozadan çıkış aşamasına benzemektedir. Bizler çocuklara ne kadar müdahale edersek çocukların kişisel gelişimlerine de o kadar set koymuş oluruz.

Bizler anne baba olarak, iyilik olsun diye kelebeğin kozadan rahatça çıkabilmesi için ona yardım eden bu çocuk gibi onların kendi başına yapabilecekleri işi kendimiz yaparak onlara nasıl zarar verdiğimizi fark edemiyoruz. Bu ve buna benzer konularda olmadık yer ve zamanlarda çocuklara o kadar müdahale ederiz ki bu işten ne biz ne de çocuk hoşnut oluruz. Bizim hayatımız çocuğa müdahale etmekle ve çocuğun peşinden koşmakla geçerken, çocuğun hayatı da ister istemez bizimkinden farklı geçmez.

Almanya’da yapılan bir araştırma sebebiyle 2 yaşlarındaki çocuklarını parkta oynatan Türk ve Alman aileler yaklaşık bir saat boyunca gözlemlenir. Bir saatin sonunda Türk ailesi parkta oynayan çocuğuna 14 defa müdahale ederken Alman ailesi 4 defa müdahale etmiştir.

Çocuklarımızı eğitirken ve yetiştirirken onlara o kadar müdahale ediyoruz ki; çocuklarımız büyüdükleri zaman kendi ayakları üzerinde durmakta zorluk çekmektedirler. Kendisine güvenemeyen, kendi kararlarını veremeyen bu çocuklar, büyüdükleri zaman hayatlarını bağımlı bir kişi olarak sürdürmektedirler. Bu çocuklar, toplumsal hayatın içine karıştıklarında kendi başlarına sorumluluk almaktan korkar hale gelmektedirler.

Bu çocuklar büyüyüp okula başladıkları zaman, ders çalışmayan ve sorumluluk almaktan korkan, kendine güvensiz, pasif bir öğrenci olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu durumu gören aile; hocam, bu çocuğun her şeyi tam olduğu halde neden ders çalışmıyor diye hayıflanmaya başlayacaklardır.

Tüm istekleri anında karşılanan, her şeyi dört dörtlük yapılan, kendimize bağımlı olarak yetiştirdiğimiz bu çocuklar, ders çalışmaya da istekli olmaz. Çünkü tek başlarına ödev yapamazlar, öğretmenin anlattığı dersi kolay anlayamazlar. Birinci sınıfa başlayıp da annesini günlerce sınıfta oturtan onun gitmesine izin vermeyen çok çocuk vardır. Hatta imkânı olsa okula da gitmeyerek, okula da anne babalarını göndermek isterler. Gerçi imkânı olsa çocuğunun adına sınava girecek anne baba da çoktur.

Yemeyip yedirdiğimiz, giymeyip giydirdiğimiz bu çocuklar bırakın ders çalışmayı; biraz daha büyüyünce sorumsuz ve üzerine fazla gidilince de asi bir çocuk olarak karşımıza çıkacaktır. Çünkü küçük yaşlarda arkası toplanan bu çocuklar, büyüdükleri zaman da arkalarını toplayacak birilerini ararlar. Bu tip çocuklar toplum içinde kendi görevlerini tek başlarına yapamayacak kadar aciz duruma düşerler.

Her şeyi anne babası tarafından yapılan bu çocuklar kendilerine güvenemediklerinden sorumluluk almaya istekli olamazlar. Bu çocuklar büyüdükleri zaman hayatta hep birilerinin gölgesinde yaşayarak, yönetmekten çok yönetilmeye müsait bir kişi olurlar.

Peki, bu çocuklar için neler yapılmalı?

1. Çocuklarının sorumluluğunda olup, çocuklarca yapılması gerekenleri onlar adına düşünülmemeli.

2. Çocukların yapması gerekenler onlar adına yapılmamalı.

3. Çocukların arkasını toplama yerine, kendisinin toplaması sağlanmalı.

4. Çocukların hayatlarına fazla müdahale edilmemeli.

5. Çocukların kendi kararlarını kendilerin almaları teşvik edilmeli.

6. Çocuklar sorumluluk alma konusunda cesaretlendirilmeli.

7. Çocukların bağımlı kişilik olmalarına sebep olacak hal ve davranışları pekiştirilmemeli.

8. Çocukların kendilerine güven açısından benlik saygıları yükseltilmeli.

9. Çocuklara yardım adı altında çocuğun sorumluluk alanlarına girilmemeli.

10. Çocukların okulla ilgili görev ve sorumluluklarına rehberlik dışında yardım edilmemeli.

11. Çocuklara yaş ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmeli.

12. Çocukların hata yapabileceklerini kabullenmeli ve bu hatalarını düzeltmeleri için onlara fırsat verilmeli.

13. Çocukların yaşlarına uygun davranışları konusunda onlara rehberlik yapılmalı.

14. Çocuklara bağımsız kişilik sergileme konusunda olumlu geri bildirimler verilmeli.

15. Bağımsız kişilik konusunda çocuğa uygun model olmalı.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Yetişkin Değil Yetişememiş

Bizi yetişkin kılanın problem çözme biçimimiz olduğunu düşünüyorum. Bunu her zamanda dile getiriyorum zaten. Problemi şiddetle, kavga ile, bağırarak, küserek çözmek bizi yetişkin tanımının içine sokmamalı bu durumda. Olgunlaşmamış ve erkence dalından koparılmış meyveler gibi oluruz en fazla.

Asıl problem de burada başlıyor. Bu hamlığımızın farkında olmadan bir yuva kuruyor ve sonrasında anne baba oluyoruz. Dolayısıyla kriz anlarını ham hallerimizle çözmeye çalışıyoruz. Bu iki yetişkin arasında çok sorgulanmıyor da, çocuk ve yetişkin ayağında ham kalışımız bunun uzun dönemli bir etkisinin olduğunu gösteriyor. Bizden önceki nesilden bize aktarılan, bizden de çocuklarımıza geçecek olan bir hamlık çünkü bu.

Çocuklarımızı büyütürken çocuklar hiç hata yapmamalı algısına dayanan bir ebeveynlik anlayışı ile sürekli onlara bir şey öğretme anlayışı birbiriyle çelişkili bir halde devam ediyor ülkemizde. Kime bir şey öğretmeye çalışırsınız; bilmediğini düşündüğünüz ve bilmediği için yanlış yapan birine değil mi? Oysa biz çocukların sanki her şeyi bilerek yaptığını düşünüp hareket ederek, bilmeden yaptığı eylem zamanlarını onlara iletişimi öğretmek için değil, krize dönüştürmek için fırsat olarak görüyoruz.

Diyelim ki çocuk vuruyor birine. Bu şartlarda çocuğa öğretmemiz gereken şey, problemi vurarak çözmemesi gerçeği değil midir? Yani insan büyüdükçe problemi başka türlü de çözer bilgisini vermemiz gerekiyor çocuğa. Peki biz ne yapıyoruz?

Aynıyla karşılık veriyor, bağırıp çağırıp ortalığı ayağa kaldırıp, cezalandırıyoruz çocukları. Peki çocuğa ne öğretmiş oluyoruz dersiniz bu durumda?

“ Küçükken vuramazsın ama büyüdüğünde vurmak serbest” .

E hani çocuklarımıza bir şeyler öğretecektir. Çocuğumuz yetişkin olduğunda problemin farklı bir şekilde çözülebileceğini öğrendi mi bizden? Hayır tabi ki… O zaman bize yetişkin değil, yetişmemiş denebilir bu şartlar değil mi?

Elbette bunda bize de öğretilmemesinin payı da var ama bu zinciri kırınca pek çok insanı etkileyecek bir adımda atmış olacağız. Zira problem çözme yelpazesini geniş tuttuğumuz bir çocuk, büyüdüğünde tüm rollerine sirayet edecek bir duruşla yapacaktır bunu. Bu aynı zamanda insana insanca muamele göstermenin de bir adımı bana kalırsa. Sokağa çıkıp şikayet etmekten daha zor bir yolu tercih etmek olduğu kesin.

Bize çocukluğumuzda yapılan davranış biçimleri, örselemeler, uygulanan şiddetler pek çoğumuzu kötü biri yapmasa da hep bir eksiklik duygusuyla yaşamamıza sebep olmuyor değil. Ömrümüzün çoğunu bunu aramakla geçiriyoruz.

Bir diğer yanılgı da “ Çocuklara bağırıp, ceza verip, vurmayın”demenin çocuğu pamuklar içinde sarmayı öneriyor gibi algılanması. “Dış dünya bu kadar hassas değil, çocuk bunlarla karşılaşınca afallasın mı yani ?” çıkışlarını da fazlaca nefsimizi aklama çabası olarak görüyorum. Biz böyle yaparak olan olayı değiştirmeye , çocuğa bir rüya yaşatmaya çalışmıyoruz ki. Tam tersi var olan duruma başka bir pencereden bakmaya çalışmayı öğretiyoruz.

Kaldı ki çocuklar problem çözme biçimleri çoğaldıkça , gerçek bir yetişkin olduklarında kendinden farklı düşünenlere çok daha anlayışlı davranacaktır. Her şeyi üzerine alınan bir yetişkin olmasından çok daha iyi olduğunu düşünüyorum bunun.

Pam Leo “Çocuklarla El Ele Ebeveynlik “ kitabında “ Çocuklarımıza kendilerini daha kötü hissettirerek daha iyi davranmalarını öğretemeyiz. Çocuklar kendilerini iyi hissettiklerinde, daha iyi davranırlar.” Der.

Biz de çocuğumuzun yaptığı herhangi bir yanlış davranışı, eleştirerek, hor görerek, şiddet uygulayarak kendisini daha kötü hissetmesine sebep olmak yerine, vicdanının sesini duyacak sükûneti vermeliyiz bence.

O yüzden bu işe “ çocuk yetiştirmek” deniyor. Dalından ham halde koparmayalım diye…

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net