Etiket arşivi: cocukaile.net

Teşhisler Teşhisler Teşhisler…

Mideniz ağrıyor, doktora gidiyorsunuz. Derdinizi anlatıyorsunuz. Doktor başlıyor saymaya: “Mideniz şöyle rahatsız oluyordur böyle yanıyordur, bir de sinirlenince daha çok ağrıyordur…”

Seviniyorsunuz, doktor derdimi anladı, benden iyi anlattı diye. İyileşme ümidi ile vereceği ilacı bekliyorsunuz.

Doktor geldiğiniz için teşekkür edip, size bir ilaç vermeden gönderiyor sizi. Ya da zaten kullanıp faydasını görmediğiniz ilacı veriyor. Ne hissedersiniz?

Maneviyat Psikolojisi Sempozyumu”nun bu yılkı konusunun “Aile” olduğunu duyunca sevindim.

Hele internetten canlı olarak yayınlanacağı ilan edilince daha da mutlu oldum. Evden takip etme niyeti ile cumartesi sabah gitmedim fakat canlı yayın olmadı. Kalemimi ve not defterimi alıp öğleden sonraki oturuma gittim. Ve ertesi gün de bütün gün takip ettim. Katılımcı hocalar güzel tespitlerde bulundular fakat hep tespit hep tespit hep tespit…

Hatta hocalardan biri “Yine bolca tespitte bulunduk” dedi sonra da “Tespit olmayınca da tedavi olmuyor” dedi. İyi de hasta ölüp gidiyor hocam tedavi ne zaman olacak? Bu tespitler zaten biliniyor.

Hakkları yenmiş olmasın bazı hocalar tedaviye yaklaştılar, ilacın baş harfini söyleyecek gibi oldular fakat söylemediler.

En çok çözüm önerisi sunan kişi Mustafa Atak hoca oldu. Onun önerileri de devletin yapması gerekenler üzerineydi. Devlete sunacakları projeleri anlattı. Mustafa hoca “Aile Bakanlığ’ının aile konusuna spesifik yaklaştığını ve yetersiz kaldığını” söyledi.

Ve aile konusu ile ilgilenmek üzere Cumhurbaşkanlığına bağlı “Aile Koruma Başkanlığı” kurulmasını proje olarak hazırladıkların söyledi.

Durumdan anlaşıldığına göre erkekler Aile Bakanlığı’nda ümitlerini kesmişler, ayrı bir kuruluş istiyorlar. Ben de bu fikre katılıyorum. Aile Bakanlığı’nın adı “Kadın Bakanlığı” olarak değiştirilsin zaten öyle çalışıyorlar, aile için de ayrı bir kurum açılsın.

Aile Bakanlığı’ndan gelen dinleyicilerin içinde bulunan yetkili hanım, Mustafa Atak hocaya itiraz etti ve Aile Bakanlığının aile için de çalışmalar yaptığını anlattı. Tabii yapılanlar yetersiz şeyler.

Maneviyat Psikolojisi Sempozyumunda “aile” konusu işlenirken “din” neredeyse yok diyecek kadar az konu oldu. Hocalar bol bol yabancı yazarlardan düşünürlerden örnek verdiler.

Tabii onlardan da örnek versinler de insan aile üzerine âyet-i kerîmeler ve Allah Rasulünün hikmetli sözlerini bekliyor. Birkaç hoca üzerinde pek durmadan aile konusu dışında âyetler söylediler o kadar.

Aile ile ilgili tek ayeti söyleyen bir akademisyen de tuhaf şeyler söyledi onu daha sonra yazacağım inşallah.

Burhanettin Can hocanın sunumu iyiydi. “Fıtrat Ekseninde Ailenin İnşaası” Güzel tespitlerde bulundu çözüm önerilerine de giriş yaptı. Fıtrata dönmemiz gerektiğini, kadın-erkek farklılıklarına unutmamamız gerektiğini, kendi teorilerimizi inşa etmemiz gerektiğini, Yaratıcının bize çözümler sunduğunu söyledi fakat daha fazla açılım yapmadı.

Sempozyum sonunda söz alıp birkaç cümle de ben söyledim.
Bu yıl aile konusunda katıldığım üçüncü sempozyumdu. Diğerleri ile ilgili notlarım duruyor yazma fırsatım olmadı. Onlarla ilgili de daha sonda yazacağım inşallah.

Özetle: Sempozyum güzeldi, bol bol not aldım yine olsa yine giderim fakat çözümler yok denecek kadar azdı.

Teşhis net: “Aile kurumu can çekişiyor, acilen tedaviye geçilmeli.”

Tedavide ilk adım hastalığa sebep olan ve hastanın dikkat etmesi gereken şeyleri söylemektir. Önce hastalığa sebep olan kötü besinlerden sakınılmalı. “Feminizm, batı kanunları, medya, 6284 sayılı kanun, haksızlık, adaletsizlik..” Bunların zararlarından korunmak için devlet ve halk çalışmalı.

İyileşmek için de çözüm zaten belli: Dünya ve ahirette selamet dini olan İslam dinimiz ailenin selameti için gerekli bütün ilaçları hayat kullanım kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim de bize vermiş.

İlaçların bir kısmı acı olduğu için doktorlar hastanın tepkisinden çekinip ilaçları hastaya vermiyorlar. Oysa o ilaçlar nefsimize biraz acı gelebilir fakat şifa o ilaçlarda. Can çekişmek mi yoksa şifa deposu acı ilaç içip rahatlamak mı tercih bize kalmış.

Fakat ilacı bilip halka söylemeyen hocalar da vebal altındalar. Doktorun ilacı bildiği halde hastasını tedavi etmemesi suçtur. Sen ilacı verirsin hasta kullanmazsa o zaman o onun hatası olur.

Sema Maraşlı

cocukaile.net

Okullar Açıldı.. Başarının Sırrı Anne Babalarda!

Okullar açıldı, öğrenci ve öğrenci velilerini tatlı bir telaş aldı. Hal böyle olunca da anne babalar, çocuklarının okulda başarılı olmalarını isterler. Çünkü anne babalar üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla yaptığını düşünürler.

Onun için de; “Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim…” gibi sözleri hiç dillerinden düşürmezler. Çocukların sadece karınlarını doyurmak, üstlerini giydirmek ve okul ihtiyaçlarını karşılamakla görevinin bittiğini sanırlar. Oysa çocukların fiziksel ihtiyaçlarının yanında duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarının da olduğu aklına dahi getirmek istemezler.

Çocukların okulda başarılı olmaları, aile tutumlarına bağlıdır. Çocukların okul başarılarını artırmak için aileye düşen görevlerin bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Çocuklar, sabah kahvaltısı yapmadan okula gönderilmemeli.

2.Çocuklar, okula zamanında tertipli ve moralli gönderilmeli.

3.Çocuklara evde mutlu ve huzurlu bir ortam sağlanılmalı.

4.Çocuklara evde ders çalışacak uygun bir ortam sağlanılmalı.

5.Çocukların okulla ilgili anlattıkları can kulağıyla dinlenilmeli.

6.Çocuklara sürekli ders çalış demek yerine, çocuğun planlı ders çalışması sağlanılmalı.

7.Çocukların bilgisayar başında fazla kalması ve aşırı televizyon seyretmesi izin verilmemeli.

8.Çocuklar, yemek yerken ve ders çalışırken kesinlikle televizyon kapalı tutulmalı.

9.Çocukların başarısı uygun bir şekilde ödüllendirilmeli.

10.Çocuklar düşük not aldıkları zaman aşırı tepki gösterilmemeli.

11.Çocukların yaş ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmeli.

12.Çocukların yetenekleri üstünde beklentiye girilmemeli.

13.Çocukların olumsuz davranışlarından çok olumlu davranışları görülmeli.

14.Çocukların benlik saygısını olumsuz etkileyecek eleştirilerden kaçınılmalı.

15.Çocuklara yaşından küçükmüş gibi davranılmamalı.

16.Çocuklar adına çocukların işleri yapılmamalı.

17.Çocukları başka çocuklarla veya kardeşleriyle kıyaslanmamalı.

18.Çocukların uygun olmayan arkadaşları çocukla konuşulmalı.

19.Çocuklara güven ve destek konusunda her zaman yanında olduğu hissettirilmeli.

20.Çocukların korkularını hafife alınmamalı ve çocukların korkularına saygı duyulmalı.

21.Çocuklara karşı sevgi, sözle birlikte beden diliyle de gösterilmeli.

22.Çocuklarla nitelikli zaman geçirmeli.

23.Aileyi etkileyen olumsuzlukların çocukları da etkileyeceği unutulmamalı.

24.“Benim zamanımda, ben senin yerinde olsaydım…” gibi uzun uzun nasihatlerden kaçınılmalı.

25.Çocuklara karşı sabırlı ve anlayışlı olunmalı.

26.Çocuklarla iletişim kurarken çocukların ruh halleri ve psikolojik durumları göz önünde bulundurulmalı.

27.Çocuklara kesinlikle beddua etmemeli ve çocuklar için hayır dua edilmeli.

28.Çocukların sadece okul başarısı değil, duygusal, karakter ve kişilik gelişimleriyle de ilgilenilmeli.

29.Çocukların öğretmenleriyle iletişim kurularak öğretmenlerinin önerileri dikkate alınmalı.

30.Çocukların sağlık sorunlarının yanında psikolojik sorunlarıyla da ilgilenilmeli. Bu konuda gerekirse uzmanından yardım alınmalı.

Sonuç olarak çocukların okul başarısını artırmak için yalnız annenin ya da babanın desteği yeterli olmadığı ve her ikisinin birlikte vermesi gerektiği unutulmamalıdır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Ruh Ağrısı

“Bizi doğru yola ilet!” cümlesiyle her dua edişimde, “Allahım, beni ‘duruş’ sahibi yap!” manasını da murad etmişim gibi gelir. ‘Sırat-ı müstakim’ ifadesi, orada istenilen istikamet, bence an’ların değil, duruşun temsilidir. Nasıl tarif etsem? İstikamet salt ‘doğruluk’ değil, ‘dengeli bir doğruluk’ gibi. Denge ise pratiktir. Sınanmadır. Sanki orada dilediğim; imanın gereği olan istikametli duruşu hayatın her anında gösterebilmektir. Rüzgarda yaprak olmamaktır. Kararsız kalmamaktır. Zaten gerek hadislerde, gerek ayetlerde bu kararsızlık/ikiyüzlülük hali münafık ahlakına bağlanır. Bakara sûresinde der mesela: “Kimi insanlar var ki; ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler, ama aslında inanmamışlardır.”

Ayetteki ‘ve ma hûm bi mu’minîn’ ifadesine dikkat çekmek isterim. Burada ‘müminlerden değiller’ diyor aslında. Meallerde ‘iman edenlerden değiller’ diye diye de çeviriyorlar. Fakat ben ‘müminlerden değiller’ olarak anlamakla ve oradan aleyhissalatu vesselamın; “Mümin, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir…” hadisine kapı bulmakla başka şeyler de anlıyorum. Çünkü sünnetin sahibi Kur’an’ın ilk müfessiridir.

Söyleyenin değeri, sözün değerini arttırır. Her kelam, sahibinden iz taşır. Kelam sahibinin sonsuzluğu, dolayısıyla kelamın sonsuzluğu, payıma düşen manaları aramakta beni daha cesaretli ve ümitli kılıyor. Her cesaret bir tür ümittir. Ondan beslenir. Bütün zamanlarla konuşanın, elbette bütün zamanlara söyleyecek sözü var. İnsanlıkla konuşanın bütün insanlara. “Ümidinizi kesmeyin!” diye kendisi emrediyor kelam-ı mübarekinde. Emri hem karşıkonulmaz, hem canımın istediği, hem de muhtaç olduğum olduğu için başım gözüm üstüne.

Mesela düşünüyorum: İnsanların elinden ve dilinden emin olduğu kimse, aynı zamanda ‘duruş sahibi kimse’ değil midir? Böyle bir insanın, kendisiyle girilecek herhangi bir etkileşimde tavırları kestirilebilir. Çerçevesi bellidir çünkü. Çerçevesi ahlakıdır, şânıdır, eyleyişidir. Ahlak da bir duruş sayılmaz mı?

“Allahın ahlakıyla ahlaklanınız…” hadisine de böyle anlarım biraz. Allahın ahlakı esmasıdır. Yaratışında gözettiği nizamıdır. Açı yaratmışsa, doyurur. Vaad etmişse tutar. Hayır yapana karşılığını verir. Ahlakıyla ahlaklanmak, hâşâ, Allaha benzemeye çalışmak değil, Allahın esmasına daha fazla mazhariyet için çalışmaktır. Esmaya uyumlu hareket etmek demektir, esmayı omuzlamak değil. “Ahlak, Allah’a nisbet edilmez”  diyenlere de meramımı böyle anlatırım. Yani duruş kavramı çerçevesinde. Ahlakı duruşa yaklaştırarak.

Yalnız burada şunu da belirtmeliyim: Bu duruş tektipçilik olarak algılanmamalı. Mümin, müminlik vasfıyla bir çerçeveye sahip olmalıdır, bu doğru; ama Allah, Ömer (r.a.) fıtratıyla Ebu Bekir (r.a.) fıtratını bir yaratmamıştır. Ömerîler belki evvelemirde daha celalî, Ebu Bekirler ise daha cemalî olabilirler. Farklı isimlere farklı derecede ayna olabilirler. Fakat yine de o fıtratlarının renkliliği içinde bir ‘duruşa/istikamete’ sahiptirler.

Öyle ki; bir Asr-ı Saadet hatırası dinlediğinde—ismini söylemeseler de—tavrından, o sahabinin hangisi olduğunu tahmin edebilirsin. “Kılıcını alıp münafığın üzerine yürüdü” dendiğinde “Bu kesin şu veya şu efendimdir!” dersin mesela. Cömertlikle ilgili birşey olduğunda “Filanca filancadır belki” dersin. Bunlar hep duruş sahibi olmaktan. Ashabı yıldızlar gibi yapan bu. Tektipçilik değil bu. Allah, tektipçi değildir. Varlıkta ‘farklılığa yüklenmiş zenginlik’ buna delildir.

İlk Lemaat’ta okuduğumda farketmiştim bunu. Yani İslam’ın bizi istikamet/duruş sahibi yaptığını. Halbuki bin kere okumuştum Fatiha’yı daha önce. Anglikan kilisesine cevap sadedinde diyordu ki Bediüzzaman: Der ikincisinde: ‘ (Hz. Muhammed) Fikir ve hayata ne vermiş?’ Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet…

Tesadüflerin tevafuka dönüşmesi. Biliyorum bunu. İmanımın gölgesi üzerime düşmeden önce herşey havada asılı idi sanki. Sonra imanla hepsini birbirine bağladım. (İman bir intisaptır.) Herşey anlamlandı sanki onunla. Hepsinin bir nedeni ve bir sonucu olmaya başladı. Taşlar yerine oturunca huzur da buluyor insan. Kararsızlık, bildiğin huzursuzluk. Kâinatı açıklamaya yeter bilginiz varsa, hayatı da yaşamaya değer buluyorsunuz. Bizzat şahidiyim.

O zaman münafıkane bir kalbin/aklın çektiği azabı da anlıyorsunuz. Hiçbir şeyden emin olamıyor. Diliyle söylediğini kalbi yalanlıyor, kalbinin söylediğini dili. Bazen aralarında iki dakika bulunan iki cümlesi birbirinin zıttı oluyor. Bağlanacağı tek şey kalıyor geriye, menfaat. Menfaatin ise tasarrufu bir acayip. Bir öyle, bir böyle. Peşinde koşanı da o hale getiriyor. Eğilip bükülmekten her yanınız ağrıyor. Yahut Çehov’un bir öyküsünde dediği gibi: “Göğsü, adaleleri ağrımıştı, ama bütün bunlar ruh ağrısı yanında hiçti. Bu ağrı içindeyken yaşamı iğrenç görüyordu.

Bakara sûresindeki mezkur ayetin devamında diyor ki: “Bunlar, Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar, farkında değiller. Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.”

Yıllar önce birisi de bana “Her zaman doğruyu söylersen, ‘Daha önce ne demiştim?’ diye düşünmek zorunda kalmazsın” demişti. Şimdi, anlayabildin mi onlardaki hastalık nedir ve bu hastalık neden sürekli artmaktadır? Menfaatin ekseninde ‘duruş’undan vazgeçmeye başlarsan, yani bir öyle bir böyle olursan, en nihayet öyle birşey olursun ki; halin bataklıkta çırpınana benzer. Her çırpınış daha çok batmanı sağlar sadece. Geçmişinin içinden çıkamazsın. Geçmiş, geçtikçe azap olur. Hastalığın çoğalır. Tevillerin artar. Hüsnüzan azalır sana. Elîm azap da budur.

Buradan “Cesaretin membaı imandır” cümlesine de bir delil çıkıyor. İnsan, ancak inandığı şeyleri yaparsa, bihakkın yapmaya ve yaptıklarının arkasında durmaya cesaret edebilir. Üzerine gidilince sözünden çabucak dönenleri iyi tanı arkadaşım. Anla ki; onlar söylediklerine kendileri de inanmıyorlar.

Bu arada, al sana Bediüzzaman’dan bir istikamette kalma formülü: Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise, hadd-i vasattır. Ve yine al sana onun gençlikte bir faydası: Eğer istikamet, iffet, takva beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki de hüner ahlaksızca sıradışı olmakta değil, istikametlice sıradan kalmakta.

Ahmet Ay

cocukaile.net

Hatice Yürekli Olabilmek

Dünya çalkantı içinde… Aileler sancılı… İnsanlık çağının Haticelerini arıyor. Umudun tükenişiyle birlikte yeni çareler peşinde. Vefayı arıyor yürekler. On beş yaşında bir çocuk bile vefasızlıktan yakınıyor. İnsanlar birbirini kınıyor. Ama o kınadıkları şeyi en ala bir şekilde kendileri yaşıyor. Çağın Hacer’leri nerede?

Babalar neden suskun? Sımsıcak yürekli anneler?  Çağlayanlar neden çağıldamıyor? Neden bu kadar tatsız aileler? Nerede o sevgi tüten yürekler? Vefa… Ah nerelerdesin? İstanbul ‘da bir semtte mi yadedilir oldu adın?

Nerede hayat arkadaşını rahatsız etmemek adına gözükmeden gizlice sıvışan şefkat abideleri?  Hani o Hira nın zirvesine üç gün üç gece beklemişti. Kıyamamıştı ona. Huzuru bozmamak için huzura çıkmamıştı. Rabbiyle arasına girmemişti eşinin. Efendisinin gönül gamını gideren Hatice’ler nerede?

“ Maaş vakitleri eşimi yağlarım parayı aldıktan sonra işim biter,” diyen bir dünyanın kül yutmaz hatunları yetiştirdikleri kızları yuvalara eş olarak veriyorlar. “Ezilme ez, baskın çık, göz açtırma,” teraneleriyle yuvaya giren kız bin entrika binbir dümenle direksiyonu ele geçirir. Erkeğin bütün özlük hakları onun elindedir. Git dersem gideceksin, gel dersem geleceksin. Öyle ulu orta yerde annenle görüşemezsin. Kız kardeşini benim yanımda arayacaksın. Kimseye bensiz tek kuruş harcamayacaksın. Sen bana hizmet edeceksin. Anneme kardeşime hediyeler alacaksın. Bize özel davranacaksın. Ama seninkilere sıra gelince karışmam. Ben yuvama kimseyi karıştırmam. “Ama sen anneni karıştırıyorsun,” diyen kocaya türlü nazlar sitemler ve hakaret etti gerekçesiyle dökülen gözyaşları.

Biz nereye gidiyoruz a dostlar.?Şanlı Osmanlının pembe mendilini hatırlıyorum. Savaşa katılan bir binbaşıya eşi tarafından yazılmış mektuplar vardı hani o minik bohçada. O kadar öz ve o kadar içtendi ki anlatılanlar. Pembe mektuba tutunanlar o sahiplerin asude huzurunu tadardı.

Dostlar! Yuvalarda yangın var.

Her yerden ahlar eninler duyuluyor. Tam bir muhabbet, bütüncül bir samimiyet yok eşler arasında. Ağzını açan diğerini suçluyor. Güven tarümar olmuş ayaklar altında. Pes dedirtecek oranda kıskançlık takipleri var. Her şüphe, aldatılma ve aldatma korkusu.

Babalar ilgisiz. Hiçbir şeyde ilgilenmiyor olmaları şikayet konusu. Yuvaya dört elle sarılamayış olmalarından yakınıyor yürekler. Eş, çocuk ve yuvayla kayıtsız. Her yerden aynı yürek çığlıkları yükseliyor.

Artık anneler için çocuğuna bakmak zor ve zül geliyor. Bakıcı bakınca klas anne bakınca değil. Ev hanımı yaftası yemeye kolay kolay kimsenin gönlü el vermiyor. Geçenlerde bir hanım toplantısında kişiler tek tek kendilerini tanıtıyorlar. Öğretmen, psikolog, işletmeci, manken, mimar. Sıra dört çocuklu nur yüzlü bir anneye geliyor. Ikıla sıkıla “ev hanımıyım,” deyiveriyor. Yüreğim kaynıyor. Bu nasıl şeydir ki; kadınımıza mesleğini söylemek bile zül geliyor. Yüz ifadesinden keşke ah keşke bir titrim olsaydı da söyleseydim. Ama yok ki, der gibi…

Nurdan Damla

cocukaile.net

Hz.Hatice’nin Ebedi Portresi

Hz. Hatice hayatı üzerinden kadına ve insanlığa mühim mesajlar veren bir şahsiyet. Her hali, her yaşayışı, her sözü ince mercekler altında analiz edilmesi gereken bir İslam kadını prototipi. Onun hayat karelerine baktığınızda “Resule dünyadan sevdirilen üç şeyden biri” olduğunun ince nüansını yakalarsınız. Ulaşılması gereken zirveyi çok yakınımızda, içten ve samimimi bir gülümseyişle fark edersiniz.

Bir hayat, dünya ve ahiret sultanlarından birinin portresini içeriyorsa ümmet bilincine sahip herkesin sorumluluğu kapsamında olmalıdır. Resulün (s.a.v.) ilk eşi Hz. Hatice’nin hayat karelerini irdelemek demek, keşfedilmemiş yenilikleri yakalamak demek. Dünya ve ahiret kadınlarının hanım sultanıyla yüz yüze gelmek babında pek çok şey kuşanırsınız. Onu tanıdıkça, yıllar yılı bize hakkında çok şey bilinmiyor ” dayatması altında çokta tanımaya çalışmadığımız o muhteşem şahsiyetten uzak kalmışlığın garip acısı çöker ve  O’nu bulmuş ve keşfetmiş olmanın ise engin muhabbetini… O,  şahsında bir değil binlerce örneklik barındırabilmiş bir ana model. Bu yüzdendir ki batılı onu bizden çok önce keşfetmiş. Onun yaşantısı ve başarıları karşısında şaşkınlar. Ağır Ortadoğu coğrafyasında kadının insan dahi sayılmadığı bir devirde aklı, iffeti, başarısı, becerisi ve şefkatiyle kaim bir iş kadını vardır Arap dünyasında var olmuş. Adı Hatice’ dir… Önsezisi güçlü, iradesi muhkemdir. Vakur ama mütevazı, cömert ama müsrif olmayan, anlayışlı  bu kadın gizemli perdeler arkasında şefkati ve sadakatiyle kendini gösterir. Aksiyoner, girişimci, verici ve sabırlıdır.

Toplumsal rollerinin hiç birini diğerine karıştırmaz.

O kâh eşi olmayan bir sevgilidir Resulün gönül gamını gideren, kâh fedakâr bir yol arkadaşıdır. Kimi zaman munis bir yoldaş, kimi zaman enis bir sırdaş, bazen anaç bir şahsiyet, özverili ve riyasız bir şefkat abidesi olarak karşınızda bulursunuz.

Kimileyin Hire ‘nin, Şamın, Yemenin sessiz melikesi, çölün derin katmanlarının adı saklı sultanı…

Suskundur Hz. Hatice… Hanımefendidir…  Kal dili söylemez ama hal dili size onun muhteşem hayat arkadaşlığını anlatır.  Onu tanırken sizi siz yapacak olan değerleri keşfedersiniz. Eşliğin, arkadaşlığın, sırdaşlığın modelini tanırsınız.

Kutlu bir sevdanın yakarken serinleten çilelisiyle hemhal olursunuz. Muhammed (s.a.v.) yolunun şereflisi olabilmekse aslolan Hatice’yi o şeref zirvelerinin en tepesinde görme lütfuna erersiniz.

Kimi zaman Şib’de öğretmendir o. Kimi zaman yaraları saran hemşire, bir bilendir Hatice.

Genç annelerin rol model tuttuğu ev dizaynı, temizliği, anneliğiyle en öndedir.  Toplumsal aritmetiğin en ince hesaplarını bilen mahir mühendistir.

O çağlara izini sürmüş unutulmaz kahramanı  tanımak duyarlılığında olmak gerek.

“Senden sonra Ey Muhammed!  Seni tanıdıktan sonra  insan nasıl dünyaya ait bir sevgiyi bağrında barındırabilir” in eşsiz kadını size hece hece aşkın ve şefkatin derununu fısıldar.

Toplum ahlakını yapılandırmada onun kadar mahir bir kadın gösteremiyor tarihler. Vahiy sancılarını onun kadar paylaşan, üstlenen sahiplenen yok…

Olaylar karşısında soğukkanlı ama yüreğinden sımsıcak nehirler akıyor Hatice’nin. Dışı serin içi derin bir kadın. Sorumluluğunu sonsuzluğa taşıyor. Olgunluğuna solgunluğunu eklemiş o kutlu yolda. Her şeyini adamış bir kutlu yolcu Hatice. Mümine yaraşır müdekkikliğiyle zirvede. Resulün(s.a.v.) ilk izlerini ilk onun gönlüydü keşfeden. Ketum nazarı tedbirlidir. O daha doğmadan müslim olmuş bir mümindir.

“Hayırlı işlerinizi gizli tutunuz.” gerçeğini uyuvermiş Hatice. Kimselere sır vermemiş, Onu keşfettiğini söylememiş. Kadın ruhuna has coşup taşmaları derin iradesiyle sükûna kavuşturmuş.

Adı göklerde okunmuş Hatice’nin. Ona Rabbinden selam gönderilmiş. Cebrail üzerine kendi selamını katmış. Cennet müjdesiyle iletmiş ona Resul  ama Hatice de en ufak bir şımarıklık yok. Hep hayâlı ve mütevazı… ilmini konuşturuyor:

“ Selam odur diyor.” Marifetullah makamındadır.

Üç iman mertebesini bir arada sunuyor efendisine:

“ Cebarile selam olsun.”

Ufkunun genişliği ise çağların dilinde şiire dönüşüyor:

“Şeytandan başka bu selamı duyan herkese selam olsun.”

Tüm ümmeti selamlıyor. Vahyin annesinin selamı hepimiz ulaşıyor. Onun gönül ufkunun damenine kimseler yetişemiyor.

Tahammülsüz hadiseler karşısında kapıp koyuvermiyor kendini,. Heyhat…

Son asır müslümanın ne çok öğreneceği var ondan…

Boşuna demiyor Son Nebi (s.a.v.)

“Hatice son devrin kadınlarının hanımefendisidir” diye…

Nurdan Damla

cocukaile.net