Etiket arşivi: çocuklar

Çocuğunuzu Her Şeye Rağmen Sevebilmek

Biliyorsunuz, sevgimizi koşullara bağlamadan sevmemiz gerekiyor evlatlarımızı. Şöyle olursan seni severim böyle olmazsan sevmem gibi mesajlar vermenin zararlarını birçok çocuk eğitim kitabında bulabilirsiniz.

İnternette okuduğum bir yazı; uyuşturucu, alkol, rasgele cinsellik gibi birçok kötü alışkanlığı olan, ailesiyle ciddi sorunlar yaşayan artık neredeyse sokaklarda yaşayan çok sorunlu bir genç kızdan bahsediyordu. Kız günün birinde hastaneye düşüyor ve gözlerini açtığında annesini saçlarını okşarken buluyor ve soruyor:

Sizi ne kadar çok üzdüm, yapmadığımı bırakmadım, çok acılar çektiniz. Sen hala beni seviyor musun anne?
Annesi:
– Evet diyor şefkatle.
Kız:
– Neden diye soruyor.
Annesi:
– Bilmiyorum diyor, bilmiyorum ama seviyorum kızım seni diyor.

Genç kızın beyninde o an şimşekler çakıyor ve her şeye rağmen sevildiğini anlıyor. Tedavi görmeye başlıyor ve elinden geleni yapıyor iyileşmek için. Ve düzelip normale dönüyor. Belki acı bir örnek ama koşulsuz sevmenin önemini anlatan ilginç bir olay.

Üç tip sevgi türü vardır;

1-Eğer türü Sevgi

Burada muhatabınızdan bir beklentiniz vardır. Muhatabınız sizin o beklentinizi karşılamazsa onu sevmeyeceksiniz demektir. Bundan dolayı “pazarlıklı bir sevgi türüdür eğer tipi sevgi.” Örneğin; eğer sınıfını geçersen seni severim veya eğer akıllı durursan seni severim gibi. Bu tip sevgi eğer bana ayak uyduramazsan beni unut tipi sevgi olduğundan makbul değildir. Günümüzde ailelerin bilmeden en çok çocuklarına hissettirdikleri sevgi tiplerinden biridir bu. Çocuklar sınıfını geçemezse veya akıllı olmazlarsa anne-babalarının kendilerini daha az sevecekleri kanaatindedirler. Sorumlu aileler eğer sorunlu çocuk yetiştirmek istemiyorlarsa bu tip sevgiden vazgeçmelidirler.

2-Çünkü tipi Sevgi

Bu tip sevgide koşul vardır. Eğer tipi sevgi ne olmasını- ne yapmasını istediğimiz cümleleri içerirken, çünkü tipi sevgide ne olduğuna dair cümleler içerir. Kısacası koşul içer. Örneğin;

– Seni seviyorum çünkü çok güzelsin.
– Seni seviyorum çünkü çok zenginsin gibi.

Burada kişi gerçek sevilme nedeninin kendisi değil de kendisi dışında her hangi bir sebep olduğu kanaatine varır.

3-Rağmen tipi sevgi

En makbul sevgi rağmen tipi sevgidir. Hiçbir önerme, koşul, gerekçe istemeden sevmenin adıdır rağmen tipi sevme. İnsanın bir şeyi olduğu için değil, olması gerektiği için değil veya olacağı beklentisi olduğu için değil, tüm bunlara rağmen sevmenin adıdır “rağmen tipi” sevme. Örneğin; çok tembelsin ama buna rağmen seni seviyorum. Çok pasaklısın, kirlisin, dağınıksın buna rağmen seni çok seviyorum. Güzel değilsin, hatta çirkin bile sayılırsın ben tüm bunlara rağmen seni seviyorum.

Çocuklarımızı rağmen tipine göre sevmeli ve bunu onlara hissettirmeliyiz.

Bir insan ilk 5 yaşında yaşadıklarını sonraki 30-40 yıl boyunca telafi etmeye çalışır.

Anne babanın en önemli görevlerinden biri de çocuklarında yüksek öz güveni oluşturmalarıdır. Yapılan araştırmalarda her 7 kişiden 6’sının öz güveninin düşük olduğu tespit edilmiştir. Sevginizi koşulsuz yapın. Her durumda sevginizi gösterin. Çocuğunuza ne yaparsa yapsın, onu her zaman, günün 24 saati, yüzde yüzden daha az sevmemize yol açamayacağını net bir şekilde anlatın.

Bir gün yolda yürürken bir annenin çocuğuna söylediklerini duydum: “Öyle yaparsan, başka çocukların annesi olurum.” Sevginin geri alınması ya da alınması tehdidi çocuğun kişiliğinde büyük yaralar meydana getirir.

Erkek bebekler, bir yaşına kadar kız bebeklerle aynı oranda fiziksel temas görürler. Yani anne ve babaları tarafından sevilir, öpülür, koklanır vs. Ama bir yaşından sonra bu oran kızlara göre daha azalır. Erkek çocukların problem ve zorluk yaratmalarının önemli sebeplerinden bir tanesi budur. Unutmayalım; çocuklarımızı hiçbir zaman gereğinden daha fazla sevemeyiz.

Aslında birçok ebeveyn çocuklarını rağmen tipi sever. Ama çocuklarını daha iyi eğitebileceklerini düşünerek onlarla olan sevgilerinin arasına koşullar koyar. Çocuğu yaramazlık yapan bir annenin bak çok yaramazlık yaparsan seni sevmem ve başkasının annesi olurum ha! Demesi o annenin çocuğuna olan muhabbetini azaltmaz ama çocuğun anneye olan güven ve sevgisinde derin izler bırakır.

Şimdiki aklımız olsaydı; çocuklarımıza olan sevgimizi her hangi bir koşula bağlamazdık. Onları yaptıkları hoşumuza gitmeyen olumsuz davranışlarına rağmen, sınavlardan aldıkları her türlü düşük puanlara rağmen sevdiğimizi söyler ve sevgimizi gösterirdik.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.

Eyvah Çocuklar Evde!

Havalar soğuyunca artık parkta doyasıya oynayamadan eve girmek zorunda kalan çocukları oyalamak başlı başına bir iş olur. Enerjilerini kimi zaman kardeşlerine sataşarak kimi zaman eşyalara zarar vererek ve mutlaka bol bol gürültü yaparak dışarı atmaya çalışırlar. Siz de “Eyvah kış geldi, şimdi çocuklarla ne yapacağız?” diye kara kara düşünen anne babalardansanız hem enerji bombası çocuklarınız hem de kendiniz için önerilerimize bir göz gezdirin.

Kış Bahçesi Yapın

Kapalı bir balkonunuz varsa burayı kış bahçesine çevirerek çocuklara yeni bir uğraş sunabilirsiniz. Buradaki bitkilerin bakımını çocuklarla beraber yaparak onların bilgi ve becerilerini geliştirmelerine olanak tanımış olursunuz. Toprakla uğraşmanın insan psikolojisi üzerindeki olumlu etkileri de düşünülecek olursa enerjisini kanalize edecek yer bulamayan çocuklar için kış bahçesi harika bir alternatif olacaktır.

Hikaye Zamanı Olmazsa Olmaz

Günün belirlediğiniz herhangi bir zamanında çocuklara hikaye okuyarak/anlatarak onların sakinleşmesine yardımcı olun. Hikayeler sadece evin gürültüsünü azaltmak için değil çocuklara dini ve manevi değerleri kazandırmada da önemli bir araçtır. Özellikle küçük yaştaki çocuklarınızın dikkatinin dağılmasını engellemek için anlatım/okuma işini on dakikadan fazla tutmayın. Hikaye bittikten sonra çocuklara anlatılanlarla ilgili beyin fırtınası yaptırarak bu etkinliği daha verimli hale getirebilirsiniz. Hikaye zamanında arada bir “Masalcı Nine/Dede” gibi farklı kılıklara girerek çocuklarınıza sürpriz yapmanızı özellikle öneririm.

Anne Baba Saati Belirleyin

Çocuklarla gün boyu yaptığınız işlerin sizi yorduğu ve dinlenmek için kendinize ait bir saatin olması gerektiği hakkında konuşun. Herkes için makul görülebilecek bu dinlenme zamanına “Anne-Baba Saati” adını verebilirsiniz. Anne-Baba Saati boyunca evde nasıl bir ortama ihtiyaç duyduğunuzu anlatın ve bu yeni düzene alışana kadar çocukların ufak hatalarını tolere edin.

Uyku Düzeni Kurun

Her akşam aynı saatte yatma alışkanlığı olmayan çocuklar hem yetersiz uyku sebebiyle günlük hayatlarında yeterince verimli olamaz hem de fiziksel gelişimleri akranlarına göre daha geri olabilir. Çocukları yaşlarına göre önerilen saatte yatmaları gerektiği konusunda ikna edin. Gerekirse bu konuda bir uzmandan destek alın. Bu sayede uzun kış gecelerini erken uyku ile biraz kısaltmış olursunuz.

Çocukları Televizyona Emanet Etmeyin

Ev işleri, günün yorgunluğu ve çocukların bitmek bilmeyen enerjileri derken anne babalar biraz kafa dinleyebilmek için televizyondan medet umarlar. Çocuklar uslu uslu(!) televizyon karşısında otururken kalan işler tamamlanır, sıcak bir fincan çay içilir, gazeteler okunur… Çoğunlukla kontrolsüzce ekran başında bırakılan çocukların ruh dünyalarına ve bilinçaltlarına sayılamayacak kadar menfi unsurun tesir ettiğini unutmayın.

Ev Etkinliklerini Keşfedin

Biraz vakit ve emek harcayarak çocukların evde bireysel ve grup olarak yapabilecekleri etkinlikler bulabilirsiniz. Çocuğun tüm özelliklerini mümkün olabilecek en ileri seviyede geliştirmeyi hedefleyen Montessori eğitim felsefesini beğenen ebeveynlerin çocuklarıyla evde yaptıkları etkinlikleri paylaştığı pek çok e-posta grubu ve web sitesi mevcut. Son yıllarda bu alanda yayınlanan kitap ve dergilerdeki artış da anne babalar için sevindirici bir başka haber.

Dokun-Kokla-Sor-Bul!

Orta boy bir kutunun içerisine ağaç yaprağı, taş, kalem, gözlük, yün, rende, toprak gibi çeşitli nesneler koyun. Oyuna başlamadan önce çocuklarınız kutunun içindekileri görmemiş olmalılar. Çocuklarınızın gözlerini bir örtüyle bağlayın ve kutunun içinden birer nesne almalarını isteyin. Sırayla her biri nesneye dokunup, koklayarak ne olduğuyla ilgili tahminde bulunurlar. Oyun boyunca tüm nesnelerle ilgili 3 adet soru sorma hakları olduğunu söyleyin. Bu haklarını isterlerse tek bir nesne için kullanabilir, isterlerse oyunun ilerleyen zamanlarına saklayabilirler. En çok sayıda nesneyi doğru tahmin eden birinci olur ve bir sonra oynanacak oyunu seçme hakkı kazanır.

Kule Sandviç

Derin bir plastik kaba ya da tepsiye çeşitli sandviç malzemeleri yerleştirin. Zeytin ezmesi, marul, salatalık, turşu, peynir, ekmek, tereyağı gibi. Ekmekleri önceden küçük küçük hazırlayabilirsiniz. Çocuklar kendi istedikleri bir zaman bu malzemeleri dolaptan çıkarırlar. Yere bir örtü serip hayal güçlerini kullanarak kendi sandviçlerini hazırlarlar. Kimi zaman da üç-dört kat ekmek kullanarak “Kule Sandviç” yapabilirler. Bu oyunun tek kuralı israf etmemek ve işi biten malzemeleri aynı şekilde buzdolabına geri koymaktır.

Arkadaş Günü

Çocuğu olan birkaç arkadaşınızla anlaşarak her hafta başka bir evde olmak koşuluyla arkadaş günü organize edin. Her çocuğu o güne kendi keşfettiği / yaptığı bir oyuncağı getirmesi konusunda teşvik edin. Bunun için çocukları evdeki kullanılmış malzemeleri geri dönüştürmeleri konusunda yönlendirin ve ihtiyaç duydukları diğer araç gereçleri temin edin. Yaptığınız pasta ve kurabiyelerle arkadaş gününü renklendirmeyi unutmayın.

Hatice Çalış / Semerkand Aile Dergisi

İmtihan Ramazanı

HAYATIMIN BOĞAZIMDAN en zor geçen akşam yemeğini yediğim tarih, Ramazan ayına üç kalayı gösteriyor. Birkaç gündür etrafımda vızıldayan kurşunlar gibi dolaşıyor Afrika haberleri. Etrafından dolaşıyorum çünkü durursam vurulurum, vurulursam kalkamam.. İHH’nın yardım ekibiyle Somali’deki kamplara giden bir gönüllünün mesajı dolaşıyor elden ele, “Şu anda son nefesini vermek üzere olan bir çocuğa serum takmaya çalışıyoruz. Çocuğun gözleri kayıyor, hayatımda kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Açlıktan ölüyor, hiç anlamıyoruz.”

İşte vuruldum. Tam kalbimden isabet aldım. Ve hayata döndürdü beni bu vurgun. Demek yaşıyormuşum. Bu kurşun yarasını ta yüreğimde hissettiğime göre, yaşıyormuşum. Bir makine gibi yaşamaktan alıkoydu beni bu yara. Feda olsun.

Kara bahtlı kara kıta.. Neden öyle olsun? Beyaz adamlar kirli ellerini çekseler, o gece gözlü çocuklar biraz da aydınlık görseler. Bir ışık tutsak. Biraz beyaz pencere açsak, ne olur? Biraz anlamaya çalışsak. Biraz dikkat etsek. Biraz normal olsak. Evet normal.. Şu israfımızda boğulurken biz, açlıktan ölmek diye bir durum var bu dünyada. Kayıtlara böyle düşüyor, ama ne vicdanımıza, ne yüreğimize düşmüyor bu kayıt. İmanımızın sokağına uğramıyor.

Kendimi helale harama en çok dikkat eden bir ailede yaşıyor görüyorum. Paranın helalliğinin yanı sıra helal parayla yapılan israfın haramlığının sürekli gündemde olduğu bir aile. Durum böyle olduğu halde kendimce düşünüyorum, bir ay boyunca bu evde hiçbir alışveriş yapılmasa. Dışarıdan tek bir madde bile girmese evimize, mutfağımızdaki yiyecekler bize haftalarca yeter. Çok çok aldığımız, stok yaptığımız için de değil. Herkes bir düşünse, ortalama bir ailenin mutfağında hali hazırda bulunan yiyecekler, onlarca aileye yeter. “Evde bir şey kalmadı, acil alışveriş yapmamız lazım” cümlesini kurduğumuzda biz, o evde günlerce karın doyuracak kuru gıda mutlaka vardır mesela. Yani biz açlığın kendisini hiç yaşamadığımız gibi, herhangi bir vakitte aç kalacak olmanın korkusunu da yaşamayız, yaşayamayız. O insanları nasıl anlarız?

Senede sadece 30 gün, belli vakitlerde aç kalacağımız için marketleri eve boşaltan biz. Ramazana özel yemek zevkleri icat eden biz. Ramazan pidesi, pastırma, güllaç, iftariyelikler, ana yemekler, tatlılar, sayfa sayfa Ramazan menüleri.. Nasıl daha az aç kalırım diye kafa patlatan biz. Ve bize yardım eden ‘uzmanlar’. Hangi yiyecekleri tüketirseniz daha tok tutar diye yayınlar yapıyorlar. Sahurda davet verme modası bu sene de çok tutar. Onlarca çeşitle süslenen sofralar artık sahurda da hizmet veriyor. İftarları zaten sayamıyorum. Daha günün ilk ışıklarında akşama ne pişeceği, iftara ne kadar kaldığı, kimin çağırılıp, kime gidileceği ile geçen bu hengamede, açlık ve dolayısıyla açların hali listede kendine yer bile bulamıyor elbette.

Ve biz bu oruçtan bizi cennetin en tepesine ulaştırmasını umuyoruz bir yandan. Çünkü Ramazan ayı rahmet ayı. Bir Kuran harfinden kaç sevap alırım, bir sadaka versem yüz misli, şu duayı bir okusam sevapları katlarım.. Rahmet ayı ya bu ay, Rahmetten bile anladığımız tek şey neden nefsimiz acaba? Bu rahmetin bizim yayabildiğimiz kadar bizi saracağını hiç düşünmeden, sadece ama sadece bizi kuşatsın istediğimiz şeyin manasını da hiç düşünmeden geçen giden Ramazanlar..

 Oysa Allah Rasulünün mesajı ne kadar açık; “Ubâde bin Samit anlatıyor: Ramazan ayının başladığı bir günde Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu: “İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah’ın rahmetinden nasibini alamayandır.

 Sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da.. Şahsi cennetini genişletme derdinde olanlara bir uyarı değil mi, iyiliğin ibadetten önce ve onunla bir zikredilmesi. Allahın rahmetinden nasibini nasıl alır insan, merhamet etmeyene merhamet edilmez hadis-i şerifine danışmak gerekmez mi? Bir kitap dolusu hikmet barındıran hadis-i şerifteki bir diğer nokta, kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Onun en sevdiği kulluk insanın aciziyetini anlamasıdır. Zaten orucun manası da, nefsin farazi rububiyetinin kırılıp acizliğini ilan etmesidir. Ene ene, ente ente isyanını dillendiren nefsin, ben senin aciz bir kulunum noktasına gelmesidir. Acizliğini fark eden bir mü’min ise diğer mü’minlere şefkat eden, yardım edendir. Bizim gibi midesinin derdinden ileri bir adım atamayan gafillerdir işte, Ramazan’ı ziyafet ve eğlence ayı haline getirenler.

 “Kaçan bir gol kadar üzülmedik değil mi? Ölürken çocuklar o güzel Afrika’da” diyor İbrahim Tenekeci. Kim yalanlayabilir onu. Midesine açlıktan taş bağlayan bir peygamberin sünnetini uyguluyor ümmetimizin bu fertleri. Bir küçük kare, yeni çekilmiş ve yeni düşmüş ajanslara, son 60 yılın en kurak günlerini yaşayan Somali’de açlıktan karnına kalınca bir ip bağlayan bir adamı gösteriyor. Eğer konuya biraz ilgi gösterirseniz, kanınızı donduracak onlarca kare daha bulabilirsiniz. Efendimizin boykot zamanı yaşadığı açlığa hala gözyaşı döken biz, bu Müslümanlar, bu insanlar için nasıl bu kadar kör olabiliriz?

Açlığı yaşadığımız, yaşayabileceğimiz tek fırsat, Allahın merhametiyle bize farz kıldığı oruçtur. Eğer o bize bunu zorunlu kılmasa, bizim asla buna meyletmeyeceğimiz kesin. Şu halimizle bile ‘açların halinden anlamayan toklar’ durumundayken, oruç elimizden tutmasa firavun gibi semirirdi nefislerimiz. Ama keşke oruçtan payımıza düşen tek şey açlık olmasa. Ki bence açlık bile düşmüyor payımıza. Beynimiz açlıkla değil, iftarla meşgul çünkü. Geçeceğini bildiğimiz için zamanla meşgul. Dakikaları sayıyor, açlığı duyumsamıyoruz bile. Onun ne acı bir çaresizlik olduğunu anlamıyoruz. Oysa şimdi, şu anda sayıları milyonlarla ifade edilen bir halk, açlıktan kıvranıyor ve zaman onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Çocuklar kemiklerinden ayrılmayan derilerini sineklerden arındıracak takatleri olmadan ölüm uykularına yatıyor. Ramazan ayına bir adımlık zaman var. Bir şey yapmalı değil miyiz? Uykularımız kaçmamalı mı, yediklerimiz boğazımıza durmamalı mı, ne yüzle bakarım hesap günü yetimler yetimi efendime, nasıl medet umarım, komşum açken tok yattım ben, sen bizden değilsin derse, diye yüreğimiz burkulmamalı mı? Ümmet bir vücudun azaları gibidir ve o ümmetine çok şefkatlidir. Ve ancak merhamet edene merhamet edilir..

Afrika açlıkla imtihan oluyor. Peki ya biz? İmtihanımızın farkında bile değiliz. Ramazan ayı, rahmet ayı, ümmetin ayı kapıda, onu nasıl karşılamak istersiniz? Gece gözlü çocukların gözlerinden yıldızlar kayarken lütfen en azından israf etmemeyi başarabilelim. Lütfen basiret sahibi olalım biraz, davetlerimizi israf panayırlarına çevirip, zaten tokları ağırladığımız soframızda ümmetin vebalini yüklenmeyelim. Her Ramazan yapmamız gerektiği halde başaramadıklarımız için biraz daha gayret edelim. Çünkü bu dünyada açlıktan ölmek diye bir şey var. Çünkü ümmetimizin fertleri can çekişiyor yokluktan. En azından varlıktan kısarak bir adım atalım olmaz mı? İsraftan kısarak. Yani normal olarak. Yani olması gereken gibi olan bir mü’min olarak. Vasat bir Müslüman olarak. Bir adım atamaz mıyız, bir niyet edemez miyiz, bir damla gözyaşı dökemez miyiz, biraz zaman ayıramaz mıyız, bir tabak yemek ayırsak onlara, bir damla su, sadece israftan kaçındıklarımızla sadaka biriktiremez miyiz, çevremizdekileri uyaramaz mıyız, biraz olsun duyarlı olamaz mıyız?

Bizi Rahmet ayına eriştir diye ettiğimiz duaların kabul olmasını istiyorsak olmalıyız. Çünkü Ramazan’a erişmek, takvimlerde 1 Ramazan yazdığını görmek değildir, Ramazan’ın manasına, hakikatine erişmek demektir. Eğer böyle bir insanlık dramına karşı, hem de böyle bir ayda, Müslümanların çoğunun para derdini unuttuğu bir zamanda, hala orada açlıktan ölecekse çocuklar, bu Ramazan ayının bizden soracağını çok hesap olacak. Bir kefenden mahrum eriyerek ölenlerin veballeri israflı sofraların üzerine olacak. İdrak etmeyen, ilgilenmeyen, yorum üreten ama merhamet etmeyenin hissesi ektiği kadar olacak.

Şimdi geçmişte ıskaladığımız Ramazan hikmetlerine tövbe etme zamanı. Şimdi bu Ramazan ayını hakkıyla yaşayabilmek için sağlam bir niyet etme zamanı. Şimdi niyeti eylemle destekleme zamanı. İsraf değil, infak zamanı. Şimdi Afrika’ya acil yardım zamanı. Bir yıldız daha kaymadan, harekete geçme zamanı.

 Nuriye Çakmak

 Karakalem.net

 *et-Tergib ve’t-Terhib, 2:99

Çocuklar çiçeklerinizdir; soldurmayın, öldürmeyin!

Çocuklarınız, Allah’ın, size sunduğu çiçeklerdir. Seven, sevdiğine çiçek uzatır; seni seviyorum, diye. Allah da çocuklarınızı bir çiçek buketi olarak sizlere sunmuş, “sizleri seviyorum” diye. Öyleyse onları, onların Yaratıcıları hesabına sevin; öpün, koklayın.

Zengin dostlarıma bir gün dedim: Bahçenizdeki çimenlerinizi ve çiçeklerinizi kurutmasınlar diye bahçivanlara sıkı sıkı tenbihde bulunur, talimatlar yağdırırsınız. Bakmayıp kuruttuklarında da cezalandırır, işine son verirsiniz; değil mi?

Ey insanlar ve ey Müslümanlar! Siz de, aile bahçelerine Allah’ın tayin ettiği bahçivanlarsınız. Allah, aile bahçenizin gülünü ve çiçeklerini (eşinizi ve çocuklarınızı) kurutmayasınız diye sıkı sıkı tenbihte bulunuyor ve şöyle buyuruyor: “Kendinizi ve aile efradınızı ateşten, (cehennemden) koruyun.”(1) Onları imansız ve İslamiyetsiz bırakarak kendinize, ailenize, devletinize ve milletinize düşman etmeyin; dünyada anarşist ve terörist yapmayın, ahirettede cehenneme atmayın. Allah onları size tertemiz emanet etti. Günahlarla kirletmeyin. Capcanlı verdi, kurutmayın, soldurmayın, öldürmeyin. Dünyada başınıza bela, ahirette de kendinize davacı etmeyin.

Bunun faturası, altından kalkamayacağımız kadar çok ağır olacak. Yanlış eğitimler sonucu, yanlış inanan, yanlış yaşayan nesiller cehennemde gözlerini açınca, acı acı çığlık atacaklar, cehenneme düşmelerine sebep olanlara beddua edecekler. Onların bu çığlık ve bedduasını, isterseniz gelin Kur’an’ın Sahibi’nden dinleyelim. Buyuruyor ki Yüce Allah: “Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Rasûl’e itaat etseydik” diyecekler. Ve şöyle davacı olacaklar: Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat!”(2)

Allah’tan çicek almak, çocuk sahibi olmak güzel bir şey ama, işte böyle korkunç akibeti ve faturası da var bu işin. Onun için çocuğu olmayanlar “neden benim çocuğum yok, neden bana çiçek verilmedi” diye ağlamasınlar. Verilen nimetlere kanaat etsinlar. Allah’ın takdirine razı olsunlar. “Her şey kader ile takdir edilmiştir, kısmetine razı ol ki rahat edesin!” kuralını kulaklarına küpe etsinler.

Nimeti çok olanın şükrü ve sorumluluğu da çok olacaktır, olmalıdır. Çocuğu olanlar ve olmayanlar, Cenab-ı Hakk’ın şu açıklamasına teslim olsunlar: “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuğu, dilediğine de erkek çocuğu verir. Yahut hem kız hem erkek çocuk verir. Dilediğini de kısır yapar. O herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.” (3)

SAHİBÜZZAMAN ANNE-BABALARI, ETKİLİ VE YETKİLİLERİ UYARIYOR!

Bazı anne-babalar, şiddetle çocuk isterler. Ama çocuklarına İslam terbiyesini kazandırmak için aynı şiddette titizlik göstermezler. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmez, dünya hapsinden kurtarmaya çalışır; Cehennem hapsine düşmemesi için dikkat etmez. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi bulması gerekirken dâvâcı eder: “Niçin benim imanımı kuvvetlendirmedin de bu azapla baş başa kalmama sebep oldun?” diye şikâyetçi bulur. Dünyada da, İslam terbiyesini tam almadığı için, ana-babasının harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Eğer anne-baba, hakikî şefkatlerini sû-i istimal etmeseler, (gençtir, gençliğini yaşasın, demeseler, günaha bulaştıkları ve namaz kılmadıkları için üzülseler, kılmaları için ellerinden gelen gayreti sarfetseler ve onları namaz kılan bir evlat yapsalar), biçare çocuğunu ebedî hapis olan Cehennemden ve ebedî idam olan inkâr ve sapıklık içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsalar, o çocuğun yaptığı Salih amellerin ve kazandığı sevapların bir misli, anne-babasının amel defterine geçer, onların vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirir, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ana-babasına mübarek bir evlât olur. (4)

Üstad Bediüzzaman bu izahıyla, çocuğun paşa mektebine ve diğer mekteplere gitmesine karşı olduğunu söylemiyor. Onun demek istediği şu: Çocuklarınızı nereye gönderirseniz gönderin, gönderdiğiniz her yerde hafızlık mektebinin ruhunu verin. Onları dinden, imandan ve Kur’an’dan yoksun bırakmayın. Dünya istikbalini kazandırmayı düşündüğünüz gibi, ahiret istikbalini kazanmalarını da ihmal etmeyin.

NE GÜZEL BUYURMUŞ EFENDİLER EFENDİSİ

Ne güzel buyurmuş Efendiler Efendisi (s.a.v): “Hiçbir (anne)-baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (5)

Kişinin öldükten sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı:

1-Kendisine duâ eden sâlih bir evlât,

2-Sevabı kendisine ulaşan sadaka-i câriye, (Allah’ın rızasını kazandıran hayır kurumları)

3-Kendisinden sonra halkın amel ettiği bir ilimdir.” (6)

Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına kavuşturur, koruyup kollarsa kıyâmet günü o kimseyle yan yana olacağız.” (7)

Her kim kız çocuklarını yetiştirme yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar, onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olur.” (8)

Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz… Erkek, âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.” (9)

Aman dikkat!!! Gençliğimizi, servetimizi, sihhatimizi, şöhretimizi, şehvetimizi ve evladımızı başımızın belası yapmayalım. Bu nimetleri Allah’ın razı olduğu yerlerde kullanalım, helal daire ile yetinelim. İslamiyet gibi bir cennetin ve nimetin içinde olduğumuzun farkına varalım. O nimetin ve cennetin sahibine hamd edelim. Hamd edelim ki Ebedî Saadetin ve Cennetin Sahibi, nimetini artırsın, sohbetine ve cennetine bizi layık eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Tahrim, 66 / 6

2-Ahzab, 33 / 66-68

3-Şûrâ, 42 / 49-50

4-Bkz. Nursî, Said, Lem’alar, (24. Lem’a, 1. Nükte), 209

5-Tirmizî, Birr, 33

6-Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36

7-Müslim, Birr 149; Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13

8-Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147; Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13

9-Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20

Cuma Sohbetleri (Ölüm nedir?)

Bu hafta sitemizin Cuma sohbetleri bölümünde Uğur Akkafa ağabeyin anlatımıyla Risale-i Nur’un 1.Mektub’undaki Mülk Suresi 2. Ayetinin tefsiri olan “Mevt dahi hayat gibi mahlûktur(yaratılmıştır); hem bir nimettir diye anlatılmaktadır. Halbuki, dış görüntü itibariyle ölüm, parçalanma-ayrılmadır, yokluktur, çürümektir, hayatın sönmesidir, hâdimü’l-lezzâttır. “Nasıl mahlûk(yaratılmış) ve nimet olabilir?” meselesini anlatıyor.

Şu zamanda insanların psikolojilerini bozacak diye kendi aralarında bile konuşmaktan çekindiği ölümü, bu derste çocukların da o hoş tatlı, katılımlarıyla müjdeli bir şekilde anlatımını görüyoruz.  Ve Risale-i Nur’un, ölüm gibi insanı ürküten bir meseleye bu derece müjdeli bir bakış açısını göstermesi, bize “güzel düşünen güzel görür, güzel gören hayatından lezzet alır” düsturunu yineliyor.

Mevt(ölüm), vazife-i hayattan(hayat vazifesinden) bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır(mekan değiştirmedir), bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir.

Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin(bitkilerin hayatı) mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at(sanat eseri) olduğunu gösteriyor.

Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor.

Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır(hayatının başlangıcıdır); belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

(1. mektup ,2.sual)

Uğur Akkafa‘nın diğer sohbetlerine Nur Mektebi sitesinden ulaşabilirsiniz.