Etiket arşivi: covid-19

Ahlaksızlık Pandemisi

Ahlaksızlık Pandemisi

“Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anın tezelzülüyle Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olan ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.”[1] 

Ahlak; hulk, huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları anlamına gelmektedir. Bu değerler birden fazla şeylerin ortak neticesi olarak toplum tarafından kabul edilmektedir.  

Değer yargılarının toplumlar arasında farklılık göstermesinin sebebi kültür olarak da ifade edilen ahlaki değer farklılıkları sebebiyledir. 

Toplumları kendi hedefleri için kendi kültürlerinden kopartarak melez bir toplum haline getirmek isteyen komitelerin olduğu aşikardır.  

Toplumlarda kültürel ve ahlaki değerler takriben elli senede değişime uğramaktadır. Bunu bilen komiteler toplumsal değerleri değiştirmek ve kendi emellerine müsait bir hale getirmek için kullanabileceği her şeyi kullanmaktadır. Toplumsal ahlak ve kültürü baltalayarak bir sonraki toplumsal kültürün temelleri ve şekli atılmaya başlıyor.  

Bu o kadar etkili bir silahtır ki, gelen kültürle önceki kültür tamamen zıtlıklar içerebilir. Şimdi Sosyal medya, önceleri radyo, tv, boyalı basın, sinema ile dünyada bir derece melez bir kültür haline getirilmek veya gayrinizami harp olarak kullanıldı, kullanılıyor ve kullanılacaktır. 

Herkesin bildiği malum sosyal mecralarda ahlaki ve kültürel dezenformasyon yaşanmaktadır. İlköğretim çağı çocukları geleceğin toplumsal dinamikleri olarak gören ve keşfeden sistem, sosyal medya silahıyla çocuklara önceki kültür ve ahlakın aktarılmasına mani oluyor. Neticede kuşak çatışması dediğimiz değer yargıları farklı olan kuşakları görüyoruz. Teknolojik emzik dediğim cihazlarla toplumun tüm kuşakları tehdit ve teşkil ediliyor, şekillendiriliyor. İlk kuşaklara bazı olumsuz değerler kabul etmese de kanıksatılıyor, sonraki kuşakta biraz daha tavizkar olarak ve son kuşakta ilk kuşakla tamamen farklı değerler tezahür ediyor.  

Dünya genelinde yaşanan Covid-19 pandemisi gibi ülkemizde ve İslam coğrafyasında da ahlak pandemisi yaşanmaktadır. Bu pandemi dünya genelinde toplumları tehdit ederek en kolay yayılma mecraları da sosyal medya mecraları olarak tablo görünüyor. Bu sebeple teknolojik emziklerin kullanımında hem kendimizi hem de neslimizin murakabesini yapmamız gerekiyor. 

Birisi ailemize laf etse, kan çıkarken aile efradımızın çeşitli fotoğrafları sosyal mecralara akarken buna sessiz kalmamız da bir garabet tablosudur. Gerçi ileride dijital sorunlara sebep olacaktır ama şimdilik fazla bir sorunu görünmüyor. 

Biz Müslümanlar milli ve manevi kültürümüzü, ahlakımızı yeni nesle aktarabilmek için mevcut sistemleri ve mecraları en randımanlı şekilde kullanmamız gerekmektedir. 

Aksi taktirde milli ve manevi değerlerimizde kuşak çatışması yaşanacaktır. 

“Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez.”[2] 

“Kemalâta medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.”[3] 

“Bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halas olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir: Birincisi; merhamet.. ikincisi, hürmet.. üçüncüsü, emniyet.. dördüncüsü, haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.. beşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir.”[4] 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat (304) 
[2] Tarihçe-i Hayat (507) 
[3] Emirdağ Lahikası-2 (244) 
[4] Kastamonu Lahikası (241)

Kaynak: RisaleHaber

Yeni dönemde iman hizmeti şarttır

Yeni dönemde iman hizmeti şarttır

“Bu memleket için en büyük tehlike nedir?” diye sorulduğunda elbette herkes kendine göre değerlendirmede bulunacaktır. Bizler de bu yazımızda bazı tahlillerde bulunacağız. Yapılan tahlil ve yorumların gerçeğe uygun olması gerekir.

Anadolu’da binyıldır hakim olan dindar, Müslüman Türk milletidir. Bu milletin bütün tarihî başarıları ve dünyadaki yeri de İslâm ile anılmış ve öyle bilinmiştir. Tabi sadece Türk milletini anlamamak gerekmektedir. Türk ismi alem ve ünvan da olmuştur. Türk’ten kasıt yazımızda İslam milleti olacaktır.

Dünya genelinde arzi dinler, semavi dinlere (son Semavi Din ise İslamiyet’tir. Öncesi nesh olmuştur) savaş açmış halde her alanda mübareze etmektedir. Kendi uydurma itikad ve normlarını her alanda yaymak ve kendilerine adam devşirmek için de ellerinden gelen çabayı sarf etmektedirler.

İslam beldesi olan bu toprakların milli ve manevi değerlerinden kopmaması ve İslam sancağının düşmemesi için nice ulema sarf-ı kelam etmiş ve neşriyatta bulunmuşlardır. Bu mücahid ruhlu kalemlerden, seslerden birisi de belki sesini dünya genelinde yankılatan isim de Bediüzzaman Said Nursi olmuştur. Çünkü telifatı olan Risale-i Nur Külliyatı eserleri dünyanın elliden fazla diline muhtelif bölümleri gönüllülük esası temelinde tercüme edilmiş ve o dilde İslamiyetin sesine güç vermiştir.

Covid-19 dünyada yeni bir çağın açılmasına sebep olduğunu düşünüyorum. Çünkü tüm dünyayı etkiledi ve birtakım değişikliklere sebep oldu sosyokültürel olarak.

Covid-19, Hicaz’da, Vatikan’da, Kudüs’te semavi dinlerin mukaddes kabul ettikleri yerlerde kendisini göstererek insanları hem bu mekanlardan hem de ibadet ve amellerinde bireyselliğe sevk etmiştir.

Dünya genelinde sosyoekonomik ve kültürel olan bu değişim 4. Sanayi devrimi olan dijital çağın açıldığını/geçişin olduğunu ilan etmiştir.

Mezkur yerlerde Covid-19 görülmesiyle yeni neslin bu mekanlara olan manevi sadakatini kırmayı hedefleyen bazı mihraklar olduğu ve semavi dinler yerine batıl ve sapkın olan Pagan inançlarını körpe dimağlarda yerleştirmek emelinde olduğu bedihidir. Dijital oyunlar, filmler vb. şeylerde pagan ritüelleri, sapkın itikad ve amelleri yer yer serpiştirildiği ve başta İslamiyet olarak kendilerinden başka tüm dinlere savaş açtığı bilinmelidir.

Özde İslam beldeleri, genelde dünyadaki inançlar önce Deizme, sonra Hedonizme ve Ateizme sürüklenecektir. Son adımda Pagan ritüeli içerisinde veya düşüncesinde bulacaktır. Bu vb. akımların temelinde zevk u sefa yatmaktadır. Z Kuşağı olarak adlandırılan kuşağı dünyaya iştihasını her şeyle kabartarak nefs-i emarenin merkubu haline getirdikten sonra milli manevi hiçbir değerin, sefahetin yanında önemi olmayan bir hale getirdikten sonra istedikleri istikamete sürükleyeceklerdir.

Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı’nın ve şimdi Türkiye’nin dünya genelinde bu önemini gördüğü için “İmanı kurtarmak ve Kur’ana hizmet için, Mekke’de de olsam buraya gelmek lazımdı.”[1] diyerek bu toprakların öneminin altını çizmiştir.

İnsanın imanı ne kadar mükemmel olursa maddi ve manevi hayatı da o kadar mükemmel olur. Bu sebeple Bediüzzaman Hazretleri de her şeyin başı imandır şiarıyla hareket etmiş ve kalplere tahkiki imanın kök salması için say u gayret etmiştir.

“En mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih ettim.”

“Said Nursî, Kur’an ve imana hizmet mesleğini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve manevî menfaat, salahat ve velilik gibi manevî makamları maksad ve gaye etmeden, sırf Cenab-ı Hakk’ın rızası için hizmet yapmıştır.”[2]

“İşte böyle bir zamanda imana hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim. Hizmet-i imaniyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der.”[3]

Bediüzzaman hazretlerinin Rahle-i tedrisinden geçenlerin de dimağlarında şu vardır: “Ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selâmete çıkaran bir sefine-i Rabbaniyenin hademeleri olduklarına inanmışlardır. Hayatta en büyük gayeleri; Kur’an ve imana hizmet ederek, ümmet-i Muhammed’in refah ve saadet içinde yaşamasına vesile olmaktır.”[4]

“Onların tek bir istinad noktaları vardır. O da, sırf rıza-yı İlahî için, ihlasla, Kur’an ve imana hizmetleridir.”[5]

“Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’ana hizmettir.”[6]

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[7] diyen Rasulü’s-sakaleyn (asv) efendimiz yeryüzünde Kelamullahın hakim olması ve insanların Hakka ibadet etmesi ve yaşanabilirliği artan bir dünyanın tesisi için say u gayret etmiştir. Efendimiz (asv)’ın yolunda yürüyen salih insanlar da Liva-ül Hamd sancağını dalgalandırmaktadır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

1)Tarihçe-i Hayat (510)
2)Sözler (758)
3)Sözler (760)
4)Tarihçe-i Hayat (163)
5)Tarihçe-i Hayat (542)
6) İşarat-ül İ’caz (228)
7)Müstedrek-II 670 (Hadis-i şerif meali)

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Yeni dönemde iman hizmeti şarttır

“Bu memleket için en büyük tehlike nedir?” diye sorulduğunda elbette herkes kendine göre değerlendirmede bulunacaktır. Bizler de bu yazımızda bazı tahlillerde bulunacağız. Yapılan tahlil ve yorumların gerçeğe uygun olması gerekir.

Anadolu’da binyıldır hakim olan dindar, Müslüman Türk milletidir. Bu milletin bütün tarihî başarıları ve dünyadaki yeri de İslâm ile anılmış ve öyle bilinmiştir. Tabi sadece Türk milletini anlamamak gerekmektedir. Türk ismi alem ve ünvan da olmuştur. Türk’ten kasıt yazımızda İslam milleti olacaktır.

Dünya genelinde arzi dinler, semavi dinlere (son Semavi Din ise İslamiyet’tir. Öncesi nesh olmuştur) savaş açmış halde her alanda mübareze etmektedir. Kendi uydurma itikad ve normlarını her alanda yaymak ve kendilerine adam devşirmek için de ellerinden gelen çabayı sarf etmektedirler.

İslam beldesi olan bu toprakların milli ve manevi değerlerinden kopmaması ve İslam sancağının düşmemesi için nice ulema sarf-ı kelam etmiş ve neşriyatta bulunmuşlardır. Bu mücahid ruhlu kalemlerden, seslerden birisi de belki sesini dünya genelinde yankılatan isim de Bediüzzaman Said Nursi olmuştur. Çünkü telifatı olan Risale-i Nur Külliyatı eserleri dünyanın elliden fazla diline muhtelif bölümleri gönüllülük esası temelinde tercüme edilmiş ve o dilde İslamiyetin sesine güç vermiştir.

Covid-19 dünyada yeni bir çağın açılmasına sebep olduğunu düşünüyorum. Çünkü tüm dünyayı etkiledi ve birtakım değişikliklere sebep oldu sosyokültürel olarak.

Covid-19, Hicaz’da, Vatikan’da, Kudüs’te semavi dinlerin mukaddes kabul ettikleri yerlerde kendisini göstererek insanları hem bu mekanlardan hem de ibadet ve amellerinde bireyselliğe sevk etmiştir.

Dünya genelinde sosyoekonomik ve kültürel olan bu değişim 4. Sanayi devrimi olan dijital çağın açıldığını/geçişin olduğunu ilan etmiştir.

Mezkur yerlerde Covid-19 görülmesiyle yeni neslin bu mekanlara olan manevi sadakatini kırmayı hedefleyen bazı mihraklar olduğu ve semavi dinler yerine batıl ve sapkın olan Pagan inançlarını körpe dimağlarda yerleştirmek emelinde olduğu bedihidir. Dijital oyunlar, filmler vb. şeylerde pagan ritüelleri, sapkın itikad ve amelleri yer yer serpiştirildiği ve başta İslamiyet olarak kendilerinden başka tüm dinlere savaş açtığı bilinmelidir.

Özde İslam beldeleri, genelde dünyadaki inançlar önce Deizme, sonra Hedonizme ve Ateizme sürüklenecektir. Son adımda Pagan ritüeli içerisinde veya düşüncesinde bulacaktır. Bu vb. akımların temelinde zevk u sefa yatmaktadır. Z Kuşağı olarak adlandırılan kuşağı dünyaya iştihasını her şeyle kabartarak nefs-i emarenin merkubu haline getirdikten sonra milli manevi hiçbir değerin, sefahetin yanında önemi olmayan bir hale getirdikten sonra istedikleri istikamete sürükleyeceklerdir.

Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı’nın ve şimdi Türkiye’nin dünya genelinde bu önemini gördüğü için “İmanı kurtarmak ve Kur’ana hizmet için, Mekke’de de olsam buraya gelmek lazımdı.”[1] diyerek bu toprakların öneminin altını çizmiştir.

İnsanın imanı ne kadar mükemmel olursa maddi ve manevi hayatı da o kadar mükemmel olur. Bu sebeple Bediüzzaman Hazretleri de her şeyin başı imandır şiarıyla hareket etmiş ve kalplere tahkiki imanın kök salması için say u gayret etmiştir.

“En mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih ettim.”

“Said Nursî, Kur’an ve imana hizmet mesleğini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve manevî menfaat, salahat ve velilik gibi manevî makamları maksad ve gaye etmeden, sırf Cenab-ı Hakk’ın rızası için hizmet yapmıştır.”[2]

“İşte böyle bir zamanda imana hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim. Hizmet-i imaniyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der.”[3]

Bediüzzaman hazretlerinin Rahle-i tedrisinden geçenlerin de dimağlarında şu vardır: “Ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selâmete çıkaran bir sefine-i Rabbaniyenin hademeleri olduklarına inanmışlardır. Hayatta en büyük gayeleri; Kur’an ve imana hizmet ederek, ümmet-i Muhammed’in refah ve saadet içinde yaşamasına vesile olmaktır.”[4]

“Onların tek bir istinad noktaları vardır. O da, sırf rıza-yı İlahî için, ihlasla, Kur’an ve imana hizmetleridir.”[5]

“Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’ana hizmettir.”[6]

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[7] diyen Rasulü’s-sakaleyn (asv) efendimiz yeryüzünde Kelamullahın hakim olması ve insanların Hakka ibadet etmesi ve yaşanabilirliği artan bir dünyanın tesisi için say u gayret etmiştir. Efendimiz (asv)’ın yolunda yürüyen salih insanlar da Liva-ül Hamd sancağını dalgalandırmaktadır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

1)Tarihçe-i Hayat (510)
2)Sözler (758)
3)Sözler (760)
4)Tarihçe-i Hayat (163)
5)Tarihçe-i Hayat (542)
6) İşarat-ül İ’caz (228)
7)Müstedrek-II 670 (Hadis-i şerif meali)

Kaynak: RisaleHaber

Evde kal… Hazırlık için tam zamanı

Mehmet Abidin Kartal

Evde kalmaya başladık. Hayat durdu. Koşuşturmalar durdu. İnsanların koşuşturmaları, telaşlar niçin? İnsanların zamanlarının büyük bölümü dünyadaki hayatları için hazırlık yapmakla geçiyor. İlkokuldan itibaren hayatımız sınavlara hazırlıklarla geçmeye başlar. Hayatımızın tamamını kuşatan sınavlar yalnızca öğrencilik yıllarında değil, özel hayatımızda da sürüyor. Kpss, Yds, Tus, Ales ve daha birçok sınavdan, ehliyet sınavına hatta işe giriş mülakat sınavlarına kadar bilumum sınavlar hayatımızın değişmeyen bir parçasıdır.

İnsanın bir güzelliğe ya da uğrunda pek çok şeyi göze aldığı hedefine ulaşabilmesi için kimi zaman yıllarca süren bir çaba, bir hazırlık, kararlılık ve dirayet göstermesi, karşılaştığı zorlukları sabırla karşılaması gerekebilir. Bunların yanı sıra insanın maddi güç ya da toplum içinde itibar, belli bir kariyer elde etmek gibi hedefleri varsa; bunlar için de ciddi bir çaba sarf etmesi ve bazı zorlukları göze alması, karşılaştığı imtihanları başarı ile vermesi için ciddi hazırlıklar yapması gerekir.

Hayatımız sınav hazırlıkları yanında başka hazırlıklarında yaşandığı bir fırsatlar senaryosudur. Her sabah kalkarız işe gitmek için hazırlanırız. Okula gitmek için hazırlanırız. Futbol ve diğer branşlardaki takımlar, devamlı yapacakları maçlara hazırlanırlar. Askerin hayatı komutanın emirlerini yerine getirmenin hazırlıklarıyla geçer. Yazın kış hazırlıkları yaparız. Arkadaşımızın, dostumuzun düğününe giderken hazırlanırız. Hayatımız boyunca yapacağımız değişik işler öncesi, yapacağımız işe, eyleme uygun bir hazırlık yaparız. Sınavlara hazırlık, yolculuğa hazırlık, işe hazırlık, evlenmeye hazırlık vs. Fani dünya hayatı için bin bir türlü çaba harcanıp hazırlıklar yapılır. Evde kalmaya başladık bu hazırlıkların çoğunu şimdilik yapamaz olduk.  Şüphesiz yapılan hazırlıklar hayatın devamı için yapılması gereken şeylerdir. Ancak dünyaları için bunca hazırlıklar yapan bir çok insanın sıra ebedi hayatına gelince hiçbir hazırlıkları bulunmadığı, aksine böyle bir kaygı da taşımadıkları görülmektedir. Doğru olan şüphesiz her iki dünya için de hazırlık yapmaktır. Şimdi evdeyiz ebedi alem için hazırlık yapmanın tam zamanı…

Bişr-i Hafi hazretlerinin hastalığı sırasında talebelerinden birisi onu ziyarete gitti. Bişr-i Hafi’ye; “Bana nasihat et.” dedi. Bişr-i Hafi buyurdu ki: “Bir karınca vardı. Yazın taneleri toplar, kışın yerdi. Bir gün topladığı taneyi yemek üzere ağzına aldı. Tam bu sırada gelen bir kuş onun ağzındaki taneyi kaptı. Karınca topladığı şeyi yiyemedi ve emeline kavuşamadı. Dünyada insanlar da böyledir. Mal ve servet toplarlar. Onları ya başkaları alıp tüketir veya ölüm kuşu gelip o kimseyi alır da dünyadaki emeline kavuşamaz. Hal böyle olunca, dünyaya gönül vermemeli, ahiret için hazırlanmalıdır.” Şimdi hazırlanmanın tam zamanı.

“Hazırlanınız! Başka, daimi bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir. Padişah’ımızın makarr-ı saltanatına gidip merhametine, ihsanlarına mazhar olacaksınız, eğer güzelce bu fermanı dinleyip itaat etseniz. Yoksa, isyan edip dinlemezseniz, müthiş zindanlara atılacaksınız” (Sözler, Onuncu Söz, On Birinci Hakikat.)

Anne karnındaki bir çocuğun azalarını anne karnında kullanamamasının, kullanabileceği bir aleme, işaret etmesi gibi. Nasıl anne karnındaki bebeğin azaları dünyaya işaret ediyor ise, aynı şekilde dünya da ahiret alemine nispetle anne karnı gibi dar ve sınırlı olduğu için, insanın latife ve duyguları da ahiret alemine işaret ediyor. Dünya hayatı insan mahiyetine dar gelen bir elbise hükmündedir. Bu da insanın bu dünyaya ait olmadığının en büyük ispatıdır.

“Vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi.” Allah insanlara istediklerini vermek istemeseydi, onlara isteme kabiliyetini vermezdi. Midenin, açlık diliyle yaptığı duayı kabul etmek istemeseydi, ona ne açlık duygusunu, ne de açlığı seslendirme arzusunu verirdi. Midenin duası rızık olarak verilmektedir. Öyleyse insana ebedi yaşama, varlığının sonsuz olmasını isteme, sevdikleriyle sürekli beraber olma duygusu ve isteklerini veren Allah, elbette onların bu isteklerinin karşılığını da verecektir. Bu dünyada bunlar olmadığına göre demek ki başka ve ebedi bir alemde o isteklerin karşılığı da olacaktır.

Bizi yaratan Allah’ımız, şu âlemi seyretmemizi istemeseydi, ana rahminde bize göz takar mıydı? Bu güzelim sesleri işittirmek dilemeseydi bize kulak verir miydi? Sayısız nimetleri yememizi, içmemizi istemeseydi, ağzımızı, midemizi yaratır mıydı? Bu açıdan ahiretin varlığına en büyük bir delil insan ruhuna konulan bu “ebedî yaşama arzusu”dur.

Hayatımız ebedi yaşamaya doğru hızla akıp gitmektedir. Dünyada ölümden başkası yalan. Ölüm gerçek; kaçış yok. Koronovirüs bu gerçeği  şu anda her an bütün insanlara hissettiriyor. Dünya koronavirüsle boğuşuyor. Dünya ölüm gerçeği ile bu kadar yüz yüze gelmemişti.  Her gün ölümler artarak devam ediyor. Ebedi aleme sevkiyat devam ediyor. Her birimizin bir sevk tarihi vardır. Ölümle ebedi hayat başlamaktadır. Ölüm için her an hazırlıklı olunmalıdır. Bu dünyada en önemli iş ölüme hazırlanmaktır. Bundan daha önemli iş yoktur. Hazırlıksız yakalanırsak telafisi yok. “Bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakikatinin elbette hayattan ziyade bir istediği var.” sözüne, herkes kulak vermeli ve ona göre hazırlık yapılmalıdır. Şimdi evdeyiz hazırlık için tam zamanı.

Bu dünyada helal, haram dairesinde yaşayanlar, Kur’an ve sünnetle hayatlarını şekillendirenler, ebedi aleme giderken hazırlıklı gidenlerdir. Burada, Hz. Ebubekir Efendimizin (r.a.) bir sözünü hatırlayalım. Şöyle diyor, Gönüller Sultanının (a.s.m.) sadık dostu, sadakatin, doğruluğun timsali:

“Kendine kabir değil, kendini kabre hazırla.”

Başka, daimi bir memlekete giderken nasıl hazırlanacağız, nelerden ibret alacağız? İbrahim bin Edhem hazretlerini dinleyelim:

İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne sormuşlar:
“Ettiğimiz dualar neden kabul olunmuyor?”
Hazret buyurmuş ki:
“Hakk’ı bilirsiniz, buyruğunu tutmazsınız! Peygamber’i bilirsiniz, sünnetlerini yerine getirmezsiniz! Kur’ân okursunuz, fakat onunla amel etmezsiniz! Hak Teâlâ’nın nimetlerini yersiniz, şükrünü eda etmezsiniz! Cenneti bilirsiniz, onu kazanmak için gayret etmezsiniz! Cehennemi bilirsiniz, endişe duymazsınız! Ölüm vardır dersiniz, hazırlanmazsınız! Atanız-ananız ve ölülerinizi kendi ellerinizle kabre koyarsınız, lâkin ibret almazsınız. Böyle olunca bu kadar gaflette olan bir kimsenin duası nasıl müstecâb ola!”

Bir memleketten başka bir memlekete gitmek üzere olan bir kimse hazırlık yapar. Çünkü gideceği yerde kendisine bir çok şey lazım olabilir. Hazırlık yapan kimse orada kalacağı müddet içinde rahat eder huzurlu olur. Bir pikniğe giderken bile bir çok hazırlık yapılır.

İnsan ahirete giden bir yolcudur. Bu öyle bir yolcu ki ruhlar aleminden anne karnına, oradan dünyaya teşrif eden bir yolcu. Sonra çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabre giren bir yolcu. Sonra kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden, cennet veya cehenneme varacak olan bir yolcu.

Bu kadar yollarda kendisine elbette bir çok hazırlık yapması gerekir. Varacağı ahirette rahat etmesi de bu yapacağı hazırlıklara bağlıdır. Dünya ahiretin tarlasıdır. Eken biçer.  Dünyada ekini eken, ahirette biçecektir. Burada hazırlığını yapan ahirette karşılığını görecektir.

Hazırlığı nasıl yapalım:… “…Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mucidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya O’nun malı olduğundan, yine O’na rücû eder. ”( Mesnevî-i Nûriye, Habbe,) Vücudumuzu Mucidimize feda etmenin tam zamanı.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr suresi,18)

“Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah’ın hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir. (Hadid Suresi, 20)

Koronavirüs toplu ölümlere yol açarak, dünyayı kapalı hapishaneye dönüştürerek, herkesi zengin, fakir, güçlü, zayıf  hiçbir ayrım yapmadan dize getirebiliyor. Dünyayı şu anda virüs yönetiyor.

Allah’ın en küçük memuru virüs musibetinden alacağımız ders, evde ebedi alem için hazırlık yapmak olmalıdır. Belki bir daha bu fırsatı bulamayız. Şimdi tam zamanı. Derse  imanımızı tazeleyerek, tövbe, istiğfar ile kalp ve ruhumuzu da  virüslerden temizleyerek  başlamamız gerekiyor. Evde kalmanın doğru değerlendirilmesinin tam zamanı.  Evde kal, Evde hayat var, Hayat eve sığar  sözlerini bu günlerde devamlı duymaya başladık.  Evde boş kalmayalım. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir diyelim. Evde kal, duada kal.  Hz. Mevlana’nın, ‘Derdin ne olursa olsun bir abdest al, nefes gibi. Ve bir seccade ser odanın bir köşesine, otur ve ağla. Dilersen hiç konuşma. O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma. Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar. Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır. Allah tozunu alıyor diye, niye kederlenirsin ey can!’ tavsiyelerini yerine getirelim. Tozumuz alınıyor unutmayalım.

Necip Fazıl ne güzel söylemiş, “insanlar ikiye ayrılır, vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar.  Evde kalırken vaktimizi beşe ayıralım, boşa ayıranlarda artık beşe ayırsınlar. Yarın çok geç olabilir…

12 Maddede Korona Musibeti ve Hikmetleri

Bu yazıda korona ile ilgili ortaya çıkan bazı hususlar kısa maddeler halinde irdelenecektir.

1. Korona kimsenin önünden kaçıp korunamadığı umumi bir musibettir.

Bunun insanlık camiasına bir ilahi armağan olduğunu söylemek mümkün değildir.

Öyleyse bunun bir ilahi ikaz, bir gazap ve azap olduğunu kabul etmek durumundayız. Umumi musibet umumun hatalarından kaynaklanır.

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur. Biliniz ki Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.” (Enfal, 8/25)

mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir.

2. Bu musibetin gerekçesi nedir?

Peki hangi fiillerimiz ve davranışlarımızla, dünyayı saran ve sarsan bu musibetin gelmesine davetiye çıkardık?

Bunun kısaca cevabı şudur:

Bir insanlık camiası olarak insanların pek çoğu kendi çapında birer Nemrutçuk olmuştur.

Allah Nemrut’a küçük bir canlı olan sivrisineği musallat etmiş ve haddini bildirmişti. Bugünkü Nemrutçukları da sivrisinekten çok daha küçük korona virüsü denilen bir dabbe/canlı ile hadlerini bildirmiştir.

Allah’ın bunca nimetlerine rağmen nankörlük edip adeta isyanda yarışmaya başladılar.

Çok şımarık bir eda ile Nemrut ve Firavun’un turnikesine giren insanlık camiası hiç hesaba katmadıkları bir tabloyla karşılaştılar ve Korona duvarına tosladılar.

3. Korona bu dünyada zalimlerin mahşerde karşılaşacakları manzaranın bir benzeri olarak sahnelenmiştir.

Allah, oldukça şımaran bugünkü insanlara hadlerini bildirmiştir.

Topuna, tüfeğine, servetine, gücüne güvenen şımarıklara adeta meydan okumuştur.

Hani sizin topunuz, tüfeğiniz vardı! Hani teknik ve teknolojide zirveye çıkmıştınız..!

Hani kendinizi yenilmez bir topluluk olarak görüyordunuz..! Sizi küçücük askerlerimden bir korona birliğiyle darmadağın ettim.

Gücünüz varsa koronadan korunmaya çalışın, fakat beyhude..!

Bu daha dünyadaki prova mahiyetinde bir azap sahnesidir. Bir de mahşer meydanındaki sahneye bakın..!

“Eğer yeryüzünde bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da zulmedenlerin olsa, kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları verirlerdi. Artık, hiç hesap etmedikleri şeyler (çok çetin bir tablo) Allah tarafından karşılarına çıkmıştır.” (Zümer, 39/47)

mealindeki ilahî tasvirin sergilediği sahneler de gelecektir.

Topuna tüfeğine güvenenlere, Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki o güzel veciz sözlerine kulak vermekte fayda vardır:

“Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: ‘Biz, Allah Allah diye diye geri kaldık. Avrupa, top tüfek diye diye ileri gitti.’ ‘Cevabü’l-ahmaki’s-sükût’ kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht gafiller bulunduğundan deriz ki: Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle ‘El-mevtü hak’ hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar.

Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, yeis-i mutlakını ümit-i mutlaka çevirebilir?

Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse bin defa Allah Allah demek lâzım gelir.

Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahu ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder.” (Mektubat, 438 – 439)

4. Fitne fesadın had ve hesaba gelmediği bir dönemi yaşıyoruz.

“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Belki vazgeçerler diye, yaptıklarından bir kısmını Allah onlara böylece tattırıyor.” (Rum, 30/41)

mealindeki ayetin işaretlerinin bir de bu zamana baktığında şüphe yoktur. Rahman ve Rahim olan Allah insanlığın hak ettiği cezayı değil, bir numunesini göstermiştir.

“Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder.” (Şura, 42/30)

mealindeki ayette de Allah’ın verdiği musibetlerin suçların tam karşılığı değil, yalnız bir kısmının karşılığı olduğuna vurgu yapılmıştır.

5. Bu musibetin defi için maddi ve manevi sadakaya ihtiyaç vardır.

Bu belanın def olmasının önemli sebeplerinden biri insanlık camiasının tövbe ve istiğfar ederek yeniden kulluk mertebesine çıkmasıdır.

Bir ceza olduğunda şüphe olmayan böyle bir musibetin defolması için yalnız maddi tedbirler değil, manevi tedbirler de gerekir. Çünkü Allah’a yönelmek, ona kulluk etmek, dinine hizmet etmek belaları defeden en büyük bir sadakadır.

Bu hakikate işaret eden Bediüzzaman Hazretlerinin şu tespitleri çok önemlidir:

“Risale-i Nur asayişin temel taşına hizmet eden bir sadaka-i makbule hükmündedir. Maddî ve manevî tehlikelerden bu memleketi muhafazaya vesile olduğu tahakkuk eden bir hakikat-ı Kur’aniyedir.” (Emirdağ Lahikası-2 , 180).

6. Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmayı hedefleyen bütün dini hizmetler böyledir.

Bundan anlaşılıyor ki, -az önce de ifade edildiği üzere- Allah’ın dinine, Kuran’ın hakikatlerine hizmet eden Risale-i Nur, Erbab-ı tasavvuf ve benzeri cemaatlerin ve fertlerin yaptığı hizmetler bir sadaka hükmüne geçer.

Buna bir misal vermek gerekirse:

Türkiye’nin bu musibetten şimdiye kadar nispeten daha az hasar görmesinin önemli sebeplerinden biri başta sağlık bakanımız olarak yöneticilerin basiretli tedbirleri manevi bir dua ve sadaka hükmünde olduğu gibi, samimi kimseler tarafından yapılan dini hizmetler de birer sadakadır.

Keza dört yıldır Suriye’den gelen mağdur ve mazlum insanlara yaptığımız yardımlar da bir sadaka ve def-i beladır.

Demek ki hafif hasarımız maddi ve manevi sadakalara borçludur.

7. Paniklemek iman şuuruyla bağdaşmaz.

Müslüman olarak şuna iman ediyoruz ki, ne korona ne de başka bir hastalık Allah’ın izni olmadan asla ne bize musallat olabilir ne de bizi öldürebilir. Buna göre, mümin olarak biz sebepler dairesinde tedbirlerimizi alırız fakat panik yapmayız. Çünkü zarar ve yararı elinde tutan sadece Allah’tır. Öldüren ve dirilten yalnız Allah’tır. Demek ki lüzumsuz panik yapmak, aşırı korkmak, her an geleceğinden kaygı duymak ve tedirgin olmak iman şuuruyla bağdaşmaz. Allah’ın izni olmadan bir yaprağın bile yere düşmediğini bilen bir mümin olarak, inanmayan insanların hepsinden daha cesur olmamız gerekir. Nitekim,

“İster yeryüzünde olsun, ister kendi canlarınızda, sizin başınıza gelen ne varsa, daha Biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Bu ise Allah için pek kolaydır.” (Hadid, 57/22)

mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

8. Hem bir mümin olarak niye korkalım ki?

Çünkü inanıyoruz ki, ecel mukadderdir değişmez. Ve musibetlerin, hastalıkların bir kısmı manevi şehitlik mertebesini kazandırır. İsterseniz işin ehline soralım; bakın ne güzel cevap veriyor: “Evet, hastalıkların bir kısmı var ki eğer ölümle neticelense manevî şehit hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir. Ezcümle: Çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar (bu hastalığın manevî şehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadardır) ve karın sancısıyla, gark (boğulma) ve hark (yanma) ve taun (veba) ile vefat eden, şehid-i manevî olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velayet derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünya aşkını ve alâkasını hafifleştirdiğinden vefat ile dünyadan, ehl-i dünya için gayet elîm ve acı olan müfarakatı tahfif eder; bazen de sevdirir.” (Lem’alar, 214)

9. Diyanetin ibadet tedbirleri yerinde bir fetvadır.

Nitekim, Abdullah b. Abbas yağmurlu bir (Cuma) gününde müezzinine şöyle dedi: “Hayye ala’s-salah” sözüne geldiğinde onu okuma onun yerine “Evlerinizde namaz kılın” de. Oradaki insanlar bunu hoş karşılamadılar. Bunun üzerine İbn Abbas demiştir:

“Bunu benden daha hayırlı Zat (Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam) yapmıştır. Şüphesiz Cuma namazı kesin bir vaciptir. Ben ise sizin (bu yağmurda) çamura batmanız ve kaymanız gibi bir sıkıntıya girmenizi istemedim.” (Buhari, Ezan 10; Müslim, Salat 3; Ebu Davud, Salat 207)

İbn Abbas’ın bu davranışı belli bazı sıkıntıların olması halinde cumanın terk edilebileceğine bir ruhsattır.

10. Korona virüsü bir dabbetü’l-arz değildir.

Konuyla ilgili değişik sorulara verdiğimiz cevapta, Korona virüsü dabbetu’l-arz değil, fakat onun bir nevi versiyonu, bir masadakı olabilir. Özellikle bu kelimenin ebced değerinin 1441 olması ve bu yılın hicri tarihine tevafuk etmesi ilgili tespiti destekler mahiyettedir.

11. Gözüme ilişen, kalbime gelen güzel bir tevafuk.

Dün (7 Nisan 2020) Cevşenu’l-kebirde “Sekine”yi okuyordum. Esma-i sitteden sonra ilk cümle olan “se yec’alullâhu ba’de usrin yüsra (Allah her bir zorluktan sonra bir kolaylık verecektir)” mealindeki ayeti okuyunca şöyle bir düşünce aklıma geldi. Bu ayette: “her zorluktan sonra bir kolaylık olacak” diye ifade edilmiştir.

Bu ayetin işari yolla her asra, her zamana bakması söz konusudur. Çünkü kıyamete kadar söz sahibi olan Kuran’ın ifadeleri, kelimeleri statik değil, dinamiktir. Her zaman canlı olarak bir veya birkaç manaya, birkaç olaya bakan yönleri vardır. Bu asırda en zor, en sıkıntılı bir imtihan korona musibeti olduğunda şüphe yoktur.

O halde ayetin buna bakması i’cazının bir gereğidir. Lafız ve mana birlikte mütalaa edildiğinde, en çarpıcı kelimenin “Ba’de” (sonra/zorluktan sonra) kelimesi olduğu görülecektir. Bunun ebced değeri, 76’dır.

İlginçtir, Korona virüsünün asıl adı “Covid 19”dur. 76 sayısı ise 19’un dört katıdır. Kovid kelimesinin İslam yazısıyla harf sayısı, 4’tür. 76 sayısı, 4×19’dur. Bu ayetin harf sayısı da 19’dur. Ve 19 ayetten meydana gelen Sekine duasının ilk ayetidir.

İstihraç edilen bu işarete göre, korona virüsünün ilk çıkış tarihleri, ülkelerin durumunu belirleyebilir. Her ülkenin zorluğu 76 gün sürer ve ardından bir kolaylık gelebilir. Şüphesiz her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır.

Dün değerli bir kardeşimiz bu konuda sorular sorarken, aynı günün sabahında gördüğüm söz konusu yorumu söyledim. İlginçtir ki, bugün sabahleyin televizyonda şu bilgi verildi:

Korona virüsünün ilk çıktığı Çin’in vilayetlerinden biri olan “Wuhan”da tam 76 gün sonra bu gün karantinalar kaldırılmıştır.

Allah’a şükürler olsun, ayetten yaptığımız bu istihraç aynen çıkmıştır.

Türkiye’de bu virüs ilk defa 11 Martta bulunmuştur. Buna göre, 76 gün sonra (Mayıs 25-26’da) ülkemizde de bu işaretin tahakkukunu görebiliriz İnşaallahurrahman!

12. Korona’dan kurtulmanın en önemli yolu Tövbe-İstiğfar etmektir.

Aşağıda meali verilen ayet-i kerime bize bu sorumluluğu yüklemektedir: 

Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle imtihan ediliyorlar da yine tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar. Ne zaman bir sure indirilse, ‘Sizi biri görüyor mu?’ diyerek birbirlerine bakarlar, sonra sıvışıp giderler. Anlamamakta direndikleri için Allah da onların kalplerini haktan çevirmiştir.” (Tevbe, 9/126-127)

“Allah’a dayan saye sarıl hikmete ram ol!
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol!”
 (Mehmet Akif Ersoy)

Prof. Dr. Niyazi Beki