Etiket arşivi: cuma hutbesi

“Helal – Haram Duyarlılığı” (Cuma Hutbesi – 22.12.2017)

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Müminler!

Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! İçki ve benzeri şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”1

Peygamber Efendimiz (s.a.s) de, okuduğum hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Helâl de bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında birtakım şüpheli hususlar vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur…”2

Kardeşlerim!

Yüce Rabbimiz, insanı en değerli varlık olarak yaratmıştır. Tertemiz fıtratını korumak ve ebedi kurtuluşa ulaşmasını sağlamak için ona bazı sınırlar çizmiştir. Hayatımız boyunca riayet etmemiz gereken bu sınırlara helal ve haram diyoruz.

Helal, yaratılışın gaye ve hikmetine uygun olan güzelliklerdir. Haram ise, mükerrem olarak yaratılan insanın onur ve haysiyetini zedeleyen, ona zarar veren çirkinliklerdir. Helal, Allah’ın rızasına uygun söz, tutum ve davranışlardır. Haram ise Rabbimizin gazabına ve insanların kınamasına neden olacak kötülüklerdir.

Değerli Müminler!

Helali gözetmek, Allah’a imanın yani O’na verdiğimiz kulluk sözüne sadakatin göstergesidir. Harama bulaşmak ise bu sözü göz ardı etmektir. Helalin peşinde koşmak, insana yaraşır, nezih ve şerefli bir hayat yaşama gayretidir. Harama dalmak ise zihni ve gönlü bulandırma; heva ve hevesin, arzu ve isteklerin esiri olma halidir.

İnsan, helale ne kadar yaklaşırsa huzura da o kadar yaklaşır. Harama doğru yürümenin sonu ise pişmanlık ve mutsuzluktur.

Helâl-haram duyarlılığını yitirerek israf edilmiş bir ömrün akıbeti hüsrandır.

Kıymetli Kardeşlerim!

Dinimizde hiç kimsenin kendi arzusuna göre helal ve haram koyma yetkisi yoktur. Kur’an-ı Kerim’in rahmet yüklü mesajlarına iman eden, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in kutlu yolundan yürüyen her mümin, helal-haram duyarlılığına sahip olmak zorundadır. Mümin, imanının gereği olarak Rabbini seven, sınırlarını bilen, kendini tanıyan insandır. O, vicdan ve merhametini yitirerek hiçbir canı incitemez. Duyarsız, hürmetsiz ve iffetsiz davranarak kendisinin ve başkasının haysiyetini çiğneyemez.

Mümin, şu geçici dünyada sayılı nefeslerini falcılık, kumar, şans oyunları, faiz, rüşvet, tefecilik, hırsızlık gibi haksız kazançlarla tüketemez. Allah’ın kendisine emanet verdiği bedenini alkollü içki ve uyuşturucu maddelerle zehirleyemez. Helal olmayan yiyecek ve içeceklerle sağlığına yazık edemez.

Mümin öyle bir insandır ki; yetim malına el uzatamaz. Kul ve kamu hakkına giremez. Eş ve çocuklarına, anne ve babasına, komşu ve akrabasına kötü muamelede bulunamaz. Yalan, yalancı şahitlik, iftira ve kötü sözlerle dilini kirletemez. Emanete asla ihanet edemez, verdiği sözden dönemez. Fitne ve fesat peşinde koşamaz, bozgunculuk yapamaz.

Değerli Kardeşlerim!

Müminler olarak, helal ve haram sınırları karşısındaki tutumumuza bakalım. Her birimiz, şu soruları kendimize soralım: Helal-haram duyarlılığı çerçevesinde bir hayat mı yaşıyoruz? Yoksa bir idrak tutulması içinde miyiz? Günahı umursamayarak, haramdan kaçınmayarak dünya ve ahiret mutluluğumuzu tehlikeye mi atıyoruz? Yoksa gönülden bir tövbe ile bir daha geri dönmemek üzere yanlışlarımızı terk edebiliyor muyuz?

Kıymetli Kardeşlerim!

Unutmayalım ki; mümine yaraşan, helale ve harama karşı uyanık olmaktır. İnsan hata yapabilir. Ama hata edenlerin en ferasetlileri, en kısa zamanda hatadan dönen ve tövbe edenlerdir.

Hutbemizi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitirmek istiyorum:

Allah’ım! Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi benimle günahlarımın arasını da uzaklaştır! Allah’ım! Beyaz elbisenin kirden arınması gibi beni de günahlarımdan arındır!”3

1 Mâide, 5/90.
2 Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.
3 Buhârî, Ezân, 89.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Cuma Hutbesi “Kapanmayan Yaramız KUDÜS!” (08.12.2017)

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Müminler!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”1

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Üç mescit için ibadet maksadıyla yolculuğa çıkılabilir: Mescid-i Haram, Benim şu mescidim ve Mescid-i Aksa.”2
Kardeşlerim!

Kudüs, bizim gözbebeğimizdir. Kudüs, bizim tükenmeyen özlemimizdir. Kudüs, nice peygamberin tevhid mücadelesine sahne olmuş, ismiyle ve çevresiyle mukaddes ve mübarek kılınmış bir şehirdir. Kudüs, Kutsi Şerif’tir. Diğer adıyla Beytü’l-Makdis’tir. Binlerce yıldır birçok medeniyete beşiklik yapan Kudüs ve çevresinde Hz. İbrahim, Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. Süleyman ve Hz. İsa gibi nice peygamberler yaşamıştır. İsrâ ve Mirâc olayı ile Kudüs’ün son kutlu misafiri Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s) olmuştur. İslam’ın ilk kıblesi Mescid-i Aksâ da Kudüs’tedir.

Kudüs ve Mescid-i Aksa, bize Peygamberimizin müjdesi ve emanetidir. Kudüs, her müminin gönülden bağlandığı ve aziz bildiği bir şehirdir. Kudüs, herhangi bir toprak parçası değildir. Kudüs, sadece Filistin ve Mescid-i Aksa civarında yaşayanların değil, tüm dünya Müslümanlarının ve insanlığın ortak meselesidir.

Kıymetli Kardeşlerim!

Kudüs, Hz. Ömer’in fethiyle huzura kavuşmuştur. Müslümanlar, Kudüs’te uzun yıllar adaletli bir yönetim sergilemişlerdir. Herkesin canına, malına, inancına saygı duymuşlardır. Hatta gayr-i müslimler, aralarındaki anlaşmazlıkların çözümünde İslam’ın adaletine sığınmışlardır. Ama Darü’s-selam, yani barış ve huzurun merkezi olan Kudüs uzun zamandır mahzundur, yıllardır kan ağlamaktadır. Kudüs, bugün kapanmayan yaramız, dinmeyen sızımızdır. Kudüs, her türlü saldırıya maruz kalarak barışın şehri olmaktan çıkmıştır. Peygamberler diyarında silahlar susmamaktadır. Masum insanlar acımasızca katledilmektedir.

Kardeşlerim!

Kudüs ve çevresinde yaşayanlar, baskı, şiddet ve yalnızlaştırma gibi insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılmaktadır. İnsanların yaşama, inanç ve düşünce özgürlüğüne insafsızca kastedilmekte, kimlik ve kişilikleri, onur ve haysiyetleri hedef alınmaktadır. Gözbebeğimiz olan Mescid-i Aksa’dan daha dün müminler alıkonmuşken bugün ise Kudüs, işgal edilmeye çalışılmaktadır. İnsanlığı, kadim geleneği ve uluslararası hukuku hiçe sayan pervasız bir anlayış, Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma gayreti içerisindedir.

Bilinmelidir ki; böylesi fütursuzca girişimler, Kudüs ve çevresini huzursuzluk ve çatışma yurdu haline getirecektir. Bu tür kabul edilemez teşebbüsler, sağduyuya ve insanlığın vicdanına vurulan büyük bir darbedir. Huzuru, barışı ve güvenliği yok etmeye yönelik tehlikeli bir adımdır.

Kıymetli Müminler!

İnsanlık şiddet, zulüm, savaş ve göç gibi olumsuzluklar nedeniyle büyük acılar yaşamaktadır. Bütün bunlara ilaveten Kudüs’e yönelik basiret ve ferasetten uzak, insaf ve vicdandan mahrum bu teşebbüsler, sağduyu sahibi her insanı endişeye sevk etmiştir. Bütün bunlar karşısında her birimize düşen vazife, bu tür olumsuzluklara asla rıza göstermemektir. Dünyanın neresinde olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın, yanlışa ve haksızlığa boyun eğmemektir.

Şu bir gerçektir ki; bugün İslam coğrafyasının, kardeşlerimizin ve insanlığın maruz kaldığı tüm felaket, zulüm ve mağduriyetlerden çıkaracağımız dersler vardır. Geliniz, bir an önce ümmet bilinciyle iman kardeşliğimizi pekiştirelim. Birbirimizin saygınlığını ve haklarını koruyalım. İçinde bulunduğumuz zorluklardan, acılardan, mahrumiyetlerden kurtulabilmek için her birimiz olanca gücümüzle çalışalım. İnancımızı, değerlerimizi yaşayalım ve gelecek nesillerimize öğretelim.

Kıymetli Kardeşlerim!

Aziz milletimiz, tarih boyunca Kudüs’le, Mescidi Aksâ ile ve Filistinli mazlum kardeşlerimizle gönül bağını hiçbir zaman koparmamıştır. Bundan sonra da koparmayacaktır. Bizler bu bilinçle bu Cuma vaktinde Rabbimize el açıp şöyle niyaz ediyoruz: Allah’ım! Bizi yeryüzündeki bütün mazlum kardeşlerimizin acısını yüreğinde hisseden ve onlara yardım için maddi-manevi varlığını seferber eden samimi Müslümanlar eyle! Bizi basiretsizlerden, ferasetsizlerden, vicdansızlardan, zalimlerden yana eyleme!

Allah’ım! Kudüs’ü ve İslam beldelerini işgale yeltenenlere, ıslah adı altında ifsat edenlere ve barışı baltalayanlara fırsat verme! Şu mübarek Cuma günü hürmetine dualarımızı kabul eyle Allah’ım!

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

1 İsrâ, 17/1.
2 Müslim, Hac, 511.

Cuma Hutbesi “Güneşin Doğduğu En Hayırlı Gün Cuma”

İslam’ın şeâirinden olan Cuma namazını eda etmek üzere bu kutlu mabette bir araya gelen aziz kardeşlerim! Cumanız mübarek, gününüz hayırlı olsun!

Yine böyle bir Cuma günüydü. Peygamber Efendimiz (s.a.s), günlerce süren meşakkatli hicret yolculuğunda nihayet Medine’ye yaklaşmıştı. Medine’nin yakınında bulunan “Rânûnâ” denen yere ulaştığında öğle vakti girmişti. Rahmet Elçisi, coşkuyla kendisini karşılamaya gelen kalabalığa hutbe irad etti ve ilk Cuma namazını kıldırdı. Bu hutbede Peygamberimiz (s.a.s), ashabı nezdinde hepimize şöyle buyurdu: “Kendiniz gitmeden önce âhirete salih ameller gönderiniz. Allah’a yemin olsun ki, her biriniz dünyaya veda edeceksiniz. Sonra Allah, ‘Resûlüm sana dinimi tebliğ etmedi mi? Sana mal vermedim mi? İmkan bahşetmedim mi? Dünyadayken ahiretin için ne hazırladın?’ diye soracak… Öyleyse herkes gücü nispetinde kendini cehennem ateşinden korusun. Yarım bir hurmayı infakla ya da güzel bir sözle dahi olsa bunu yapsın.”1

Kardeşlerim!

Bugün Cuma. Bugün haftalık bayram günümüz. Bizler, her Cuma büyük bir sevinç yaşarız. Tarifi imkansız bir coşku ve heyecanın tadına varırız. Zira Cuma, haftalık dirilişimize, hayata yeniden tutunmamıza vesile olan müstesna bir gündür. Cuma, hayatın türlü hengâmesinde bunalan ruhlarımızın sükunete kavuştuğu gündür. Türlü zorluklar içinde bitap düşen gönüllerimizin durulup kendini bulduğu kıymetli bir zaman dilimidir.

Kıymetli Kardeşlerim!

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Cuma günü ezan okunduğunda namaz için koşun ve alışverişle meşguliyeti bırakın. Bilesiniz ki bu, sizin için daha hayırlıdır.”2 buyurmuştur. Bu yönüyle Cuma, gündelik meşgalelerden, her türlü dünyevi kaygıdan sıyrılarak Yüce Allah’ın huzuruna duruşumuzun adıdır. Nasıl ki günde beş vakit namazımızda Rabbimize olan teslimiyet ve sadakatimizi gösteriyorsak Cuma namazında da bu kararlılığımızı perçinleriz. Her Cuma kulluk ahdimizi yenileriz.

Hafta boyunca yaptığımız ibadet ve iyiliklerimizi bu buluşmada Rabbimize adeta yeniden arz ederiz.

Aziz Kardeşlerim!

Bizim için bir muhasebe zamanıdır Cuma. Gidişatımızı yeniden gözden geçirme, bilerek ya da bilmeyerek yüklendiğimiz günahlardan arınma anıdır. Cuma, duaların geri çevrilmeyeceği bilinciyle Allah’a yakarışın, O’nun engin rahmeti ve merhametine sığınmanın tam da vaktidir.

Birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve muhabbetimizi gür bir sedayla haykırdığımız gündür Cuma. Bizler, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle Cuma namazında aynı inançla, aynı niyetle, aynı ideallerle camilerimizde toplanırız. Peygamber makamı bu minberlerden yankılanan hutbeleri can kulağıyla dinleriz. Sevincimizle hüznümüzle yeniden kaynaşırız. Hep birlikte Allah’a kul olmanın, kardeş olmanın, paylaşmanın, dayanışmanın hazzını iliklerimize kadar yaşarız.

Aziz Müminler!

Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle güneşin doğduğu en hayırlı gündür Cuma.3 Bu yüzdendir ki Cuma, Yüce Dinimiz İslam’ın sembollerinden biridir. Cuma rahmettir. Cuma berekettir. Cuma huzurdur. Şu kadar var ki; inancımızda her bir saniyemiz, her bir günümüz değerlidir. Çünkü zamanı yaratan da, bizlere emanet olarak lütfeden de Yüce Rabbimizdir. Ve Allah katında zamana ne atfedildiğinden, günlerin nasıl isimlendirildiğinden daha önemlisi vaktin nasıl değerlendirildiğidir. Her bir nefesimizi Rabbimizin rızası doğrultusunda tüketip tüketmediğimizdir. Kısacık ömür sermayemizi ebedi bir kazanca dönüştürüp dönüştüremediğimizdir.

Kıymetli Kardeşlerim!

Son zamanlarda sıkça duyduğumuz “Kara Cuma” ifadesi, müminler olarak hepimizi rahatsız etti. Zira bizim inancımızda bütün günler Allah’ındır. Her günün sabahı, aydınlık bir geleceğe uyanıştır. Bir inancın sembolünü hedef alan ve mensuplarını yok sayan böylesi saygısız ifade ve yaklaşımların bizim geleneğimizde yeri yoktur. Bir dinin kutsalının çılgınca ve sınırsızca bir tüketim anlayışına alet edilmesi asla kabul edilemez bir durumdur.

Kardeşlerim!

Zihinlerde olumsuz bir algı oluşmasına sebep olacak bu tür gayretler karşısında müminler olarak bizlere düşen, dinimize ve değerlerimize sımsıkı sarılmaktır. Bugün insanlığa karşı en önemli görevimiz, Yüce Dinimiz İslam’ı, hidayet rehberimiz Kur’an’ı, Âlemlere Rahmet Peygamberimizi en iyi şekilde temsil etmektir, doğru tanıtmaktır. Unutmayalım ki biz bu uğurda gayret ettiğimiz müddetçe Allah’ın yardımı da bizimle beraber olacaktır.

1 İbn Hişâm, Sîret, III, 30.
2 Cum’a, 62/9.
3 Müslim, Cum’a, 18.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Cuma Hutbesi “Mevlid-i Nebi” (24.11.2017)

Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Resûlü! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Habibi! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Âlemlere Rahmet Nebi!

Kardeşlerim!

Önümüzdeki Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece hep birlikte Mevlid-i Nebi’yi idrak edeceğiz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimizin dünyayı teşriflerini bir kez daha coşkuyla kutlayacağız. Geceniz şimdiden mübarek olsun. Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimize duyduğumuz derin hürmet ve muhabbetimizi hiçbir zaman eksik etmesin. Bizleri onun yolundan, sünnet-i seniyyesinden bir an olsun ayırmasın.

Aziz Müminler!

Ümmeti olma bahtiyarlığına erdiğimiz Resûlullah Efendimiz, insanlığa sorumluluk ve görevlerini yeniden hatırlatan son peygamberdir. O bizlere; hayata ve ölüme, maziye ve istikbale dair mümince bir bakışı öğretmiştir. Teslimiyet ve sadakati, hak ve hakikati, insaf ve vicdanı, adalet ve fazileti, sabır ve hoşgörüyü bizzat yaşayarak göstermiştir.

Kardeşlerim!

Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in ümmeti olarak bizlere düşen ilk vazife, onu doğru tanıyıp doğru anlamaktır. Onu doğru tanıyıp doğru anlamak ise öncelikle yaratılışın gaye ve hikmetini, insanî ve ahlâkî değerleri, onun hayat anlayışını, şefkat ve merhamet yüklü bakışını anlamaktan geçer. Peygamberimizi doğru tanımak, hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamaya vesile olacaktır. Zira Yüce Kitabımız, Peygamberimizle yaşanan bir hayata dönüşmüştür.

Kıymetli Kardeşlerim!

Yüce Rabbimiz, “Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çokça zikreden kimseler için güzel örnekler vardır.”1 buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.s) de kendisinin rahmet ve tövbe peygamberi olduğunu belirtmiştir. 2

Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif bizlere göstermektedir ki; Peygamberimizi doğru anlamakla birlikte bizlere düşen asıl vazife, onun bizlere yaşayarak öğrettiği Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza doğru yansıtmaktır. Peygamber Efendimizin örnekliğini, güzel ahlakını kendimize şiar edinmektir. Onun gibi örnek bir mümin, iyi bir insan olmak için gayret göstermektir. Onun gibi sadakatli bir eş, hayırlı bir evlat, şefkatli bir dede, merhametli bir baba olmaya çalışmaktır. Onun gibi emin bir komşu, candan bir kardeş, vefalı bir akraba olarak tanınmaktır.

Aziz Kardeşlerim!

Bugün insanlık, Peygamberimiz (s.a.s)’in güzel ahlakına, eşsiz örnekliğine her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Zira insanlık, huzursuzluk girdabında, zulüm ve haksızlıkların karanlığında savrulmaktadır. Resûlullah Efendimizin idealleri, varlık ve insan tasavvuru tam olarak kavranamadığı için özellikle İslam coğrafyasında terör, şiddet, savaş ve vahşet kol gezmektedir. Peygamberimizin öldürmeyi değil yaşatmayı esas alan anlayışı bir kenara bırakıldığı için İslam diyarlarında her gün nice insan acımasızca katledilmektedir.

Kardeşlerim!

Bugün Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e karşı yapılabilecek en büyük ihanet, onun mübarek adının bir takım karanlık düşüncelere alet edilmeye çalışılmasıdır. İnsanlığa takdim ettiği yüce değerler kullanılarak güç ve çıkar devşirilmesidir. Mümin gönüllerdeki tertemiz peygamber sevgisi ve muhabbetinin hayasızca istismar edilmesidir. Unutulmamalıdır ki; Peygamberimizin sünneti ve sireti, örnek hayatı, bizlere miras bıraktığı yüce değerler, müminler olarak hepimize emanettir. Rabbimiz, bizleri bu emanetlere sahip çıkan emin kullarından eylesin.

Aziz Müminler!

Bugün yavrularımızı kendilerine emanet ettiğimiz, nesillerimizin yetişmesinde büyük emekleri olan öğretmenlerimizin günüdür. Değerli öğretmenlerimizin gününü kutlarken aynı zamanda yarın da “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu günler vesilesiyle Peygamberimizin ilme, alime ve kadına verdiği değeri asla unutmamalıyız. Üzerimize düşen görev ve sorumluluklarımızı ihmal etmemeliyiz.

Hutbemi istiklal şairimizin Peygamberimize yönelik şu dizeleriyle bitirmek istiyorum:

Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep,
Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi,
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet,
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!

1 Ahzâb, 33/21.
2 Müslim, Fedâil, 126.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Şükreden Bir Kul Olabilmek 27.10.2017 (Cuma Hutbesi)

ŞÜKREDEN BİR KUL OLABİLMEK

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!

Peygamberimiz (s.a.s) zaman zaman geceleri kalkar ve ibadet ederdi. Uzunca bir süre huşu içerisinde kıyamda dururdu. Gözyaşları eşliğinde secdeye kapanırdı. Gönülden Allah’a yakarışta bulunurdu. Onun bu haline gıptayla şahit olan Hz. Aişe validemiz, “Yâ Resûlallah! Rabbin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı hâlde niçin bu kadar ibadet ediyorsun?” diye sordu. Allah Resûlü (s.a.s), değerli eşinin bu sorusuna nice anlam ve ibretlerle dolu şu cevabı verdi: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı Ey Aişe?”1

Aziz Müminler!

Bizler, bu fâni dünyada birer misafir olarak bulunuyoruz. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde Allah’ın nimetlerini görüyoruz. Her lokmada O’nun ikramlarını tadıyoruz. Her nefeste O’nun bize bağışladığı hayatı yaşıyoruz. Biliyoruz ki bütün bunlar bizim içindir.

Bir an için duralım ve birkaç saat içinde sahip olduğumuz nimetleri şöyle bir hatırlayalım. O nimetlerin her biri ile nasıl buluştuğumuzun muhasebesini yapalım. O nimet, toprağın derinliklerinden çıkan bir ağacın meyvesi ise, Allah onu çeşitli aşamalardan geçirerek bizim için hazırlamıştır. Eğer o, bir damla su ise, Allah onu okyanuslardan bulutlara çıkarmış, bulutlardan yeryüzüne bizim için indirmiştir. Eğer o bir ışık ise, Allah onu uzayın derinliklerindeki güneş yoluyla bize göndermiştir.

Kardeşlerim!

Yüce Rabbimizin bu ikramlarını gördükten sonra, bir bakalım, bütün benliğimizi kaplayan o şükran duygusu bizi nerelere götürecek! İşte o zaman Rabbimizin bize bağışladığı bunca nimet arasında şükretmenin ayrı bir yeri olduğunu göreceğiz. Onun içindir ki, Yüce Rabbimiz, “Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.”2 buyuruyor.

Aziz Kardeşlerim!

Şükür, Allah’ın emaneten verdiği nimetlerin kadrini bilmektir. Şükür, arzu ve isteklerin, hırs ve tamahın esiri olmaktan kendimizi koruyabilmektir. Şükür, yaratılış gaye ve hikmeti doğrultusunda yaşamanın bir göstergesidir. Şükür, yapılan iyiliğe kör ve sağır kesilmemektir. Sadece varlığın kıymetini bilmek değil, yokluğa da sabredebilmektir şükür. “Hani Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Nankörlük ederseniz gerçekten azabım çok çetindir.”3 âyetinin bilinciyle şükür, her durumda Allah’ın gazabından rahmetine sığınmaktır.

Kıymetli Kardeşlerim!

Şükretmek sadece dille “Elhamdülillah, Ya Rabbi şükür” demek değildir. Asıl şükür, her nimeti, Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir. Aldığımız her nefesin, hayatımızın, aklımızın, sağlığımızın, bütün imkânlarımızın kendine has bir şükrü vardır.

Mükerrem bir insan olarak yaratılmış olmamızın şükrü imandır. Kalbimizin şükrü, kin, nefret gibi kötü duygulardan uzak durmaktır. Zihnimizin şükrü Allah’ın yüceliğini tefekkür ve tezekkürdür. Dilimizin şükrü, Allah’ı zikirdir.

Bedenimizin şükrü, her daim Allah rızası doğrultusunda yaşamak ve ibadetlerimizi eda etmektir. Malımızın şükrü, sadaka ve zekât vererek ihtiyaç sahiplerine infakta bulunmaktır. İlmimizin şükrü, öğrenci yetiştirerek, ardımızda kalıcı eserler bırakarak insanlığa faydalı olmaktır.

Aziz Müminler!

Her birimiz, bize yapılan küçük bir iyilik karşısında dahi teşekkür etme gereği hissederiz. Peki bunca nimeti bizlere ikram eden Rabbimize karşı şükürden uzak kalmamız düşünülebilir mi? Bu nimetleri görmezden gelmek, kulluk bilinci ve mümin ahlakı ile bağdaşır mı? Elbette ki bağdaşmaz.

Öyleyse kardeşlerim! Zihnimizi, kalbimizi, dilimizi, bedenimizi şükür nimetinden mahrum bırakmayalım. Ömrümüz, şükrümüzle bereketlensin. Şükrümüz, nimetlerimizin artmasına vesile olsun. Hamdimiz, bizleri Rabbimize yakınlaştırsın ve yüceltsin.

Hutbemizi, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in sıkça yaptığı bir dua ile bitirelim: “Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetlerine şükretmek, sana en güzel şekilde kulluk etmek için bana yardım eyle!”4

1 Müslim, Sıfâtü’l-münâfikîn, 81; İbn Hıbban, Sahih, II, 36.
2 Lokmân, 31/12.
3 İbrâhîm, 14/7.
4 Ebû Dâvûd, Vitir 26.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü