Etiket arşivi: dayanışma

Hizmet Zemininde Sıkıntı Varsa

Hizmet Zemininde Sıkıntı Varsa

Sosyolojik olarak insan, toplumsal bir varlıktır. İnsanı toplumdan ayrı düşünmek imkansızdır. Çünkü insan maddi ve manevi hayatını idame ettirmesi elzemdir.

İnsanın olduğu yerde, insanlar sayısınca farklı karakter ve mizaç sahipleri yadsınamaz bir gerçektir. Tek tip dayatma usulü olan şeyler ise daima kırgınlıklara ve zımni adavete ve inşikaka sebebiyet vermiştir.

Merhum Bayram Yüksel ağabey (r.h.), bulunduğu son hizmet zemini olan Isparta’da hizmette herkesi fıtratına göre istihdam ederek manevi Medrese’t-üz Zehra olan Isparta ve havalisinde hizmet-i nuriyenin inkişafına mühim bir  sebep olmuştur. Bayram ağabeyin bu metodu tüm hizmet zeminlerinde tatbik edilmesiyle inkişafa sebep olacaktır.

Bazı hizmet zeminlerinde sanki bir fabrikadan çıkan malzemeler gibi herkesin tek tip olmasını isteyip, farklı olanları hazmedememek gibi sıkıntıları görüyoruz. Bu insan fıtratına ters olan bir şeydir. Çünkü insanlar tek tip karakterde yaratılmamıştır. Tek tip yapmaya kalkışmak insanın fıtratına müdahale etmek demektir ki, helakete sebeptir. Tek tip yapmaya çalışmanın nice misalinden birkaç misal, “hamsi de balıktır, balina da balıktır” deyip ikisini de Karadeniz’e koyacak olursak Karadeniz’de balık kalmayacaktır. Saksıda büyüyen küçük ev ağaçlarına yapılan muamele çınar ağacına yapılamaz. Eğer yapılırsa çınar saksıyı parçalar.

“Medar-ı niza’ bir mes’ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” [1] 

Hizmet zeminlerinde çeşitli sebepler tahtında var olan sıkıntıların konuşulmaması, bastırılması veya içe atılması sebebiyle konuşulmakla hallolacak olan meseleler dal budak sarıp, zamanında küçük meclislerde konuşulmadığından sonraları açıktan açığa çok geniş ortamlarda konuşulur ve gıybet, iftira yağmuruna dönüşebilir.

Bu hal hemen her hizmet zemininde olmaktadır. Çünkü insanın olduğu yerde fikri ve pratikte farklılıklar olacaktır.

Gruplaşmalar da zaten bu sebeple olmuyor mu? Bir şekilde olmuş olan nizalar, kavgalar, hır-gürler kendisi gibi düşünenlerin gruplaşmasıyla devam ettiriliyor. Tabir-i caizse manevi kan davaları oluyor. Sonra da buna bir kılıf giydirilip, metod farkı vs şeyler deniyor. Aslında metod farkı diye bir şey yok mazideki hır-gürün farklı namlarla devam ettirilmesi. Yeni nesle ihtilaf aşılamak nur talebesinin işi değildir. Onu zaten ehl-i dalalet de yapmakta.

Bizler ittifaki ve ittihadi noktaları nazara vererek nur talebelesi olmaya gayret etmeliyiz. Grubumuzun, meşrebimizin adamı olmaya değil.

Sıkıntılı olan noktaları, meseleleri de uygun zaman ve zeminde konuşmalıyız. Zamanında yapılacak küçük bir mükaleme ilerde olacak çok büyük zararlara mani olabilir. Zamanı geçtikten sonra yapılacak müzakerelerin ise münakaşalara dönemesi kaçınılmazdır.

Risale-i Nur hizmetinin selameti için,
-zamanında meselelerin hallolması için konuşmak,
-çok sıkı tutmamak,
-tek tip anlayış ve dayatmalardan uzak durmak,
-fıtrata göre istihdam,
-insanların hürriyetini tahdid etmemek,
-istibdaddan uzak durmak,
-ittihad ve ittifaki noktaları nazara vermek,
-grupçuluk, meşrepçilik aşılamamak,
-hizmetin düsturlarıyla hareket etmek,
-şahsi mülahazaları hizmet düsturlarının üzerine çıkartmamak,
-Risale-i Nur Hizmetinde kitabi ve ayniyetçi olmak,
-Meşveretlere ehemmiyet vermek,
-Meşveret namında komite istibdadı yapmamak,
-Kudsi kelamları alet ederek kavramların işini boşaltmamak,
-Herkesi olduğu makamda göstermek,
-Riyakarane işlerden uzak durmak,
-Ehl-i bida ve dalaletin zırvalarına zaman ayırmamak,
-Günlük okumaları ihmal etmeyip, arttırmaya çalışmak,
-Yeni insanlara ulaşmak için gayret etmek,
-Müzakere ve mütalaalarda bulunmak,
-Diğer meşreplerle sıkı irtibatta olup, tenkis etmemek,
-Üstadımızın derslerinden alınan hakikatları ketmetmemek ve halimizle yaşamak,
-hizmette bizden eski olanlara hürmet etmek gibi kaidelere dikkat edilmesiyle hizmette muvaffakiyet olacaktır.

Çünkü bu “dünya dâr-ül hikmet” [2] olması sebebiyle “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.” [3]

Allah’ın davasında ittihat etmek, rahmet-i ilahiyenin celbine sebep olacaktır.

“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin!. Şûra kuvvet bulsun!. Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet Hüda’ya tâbi olanların üstüne olsun. Âmîn…” [4]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1] Kastamonu Lahikası (234)
[2] Sözler (113)
[3] Tarihçe-i Hayat (58)
[4] Tarihçe-i Hayat (101)

 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.Org

Sosyal Hayatın Çimentosu: Muhabbete Muhabbet

Tarih boyunca insan topluluklarının büyük zaferler elde etmesinde, büyük medeniyetler kurmasında, sonraki nesillere önemli eserler bırakmasında en önemli etkenlerden bir tanesi dayanışma ve bu dayanışma sonrasında oraya koydukları başarı olmuştur. Başarıyı derinleştiren, kökleştiren, şahsilikten, heva ve hevese dayalı olmaktan çıkaran da inanç ve imani esaslar olmuştur. Son ve en mükemmel din olan İslam insanlar arasındaki, özelde iman ehli arasındaki dayanışma ve kardeşliğe çok büyük önem vermiş ve ortaya koyduğu esaslarla bu durumu temellendirmiştir.

İnsanlar arasındaki dayanışma ve işbirliği maddi temellere dayandığı zaman neticesi de maddi olacaktır. Manevi dayanışma ise hem maddeyi hem de manayı biraraya getirmektedir. Manevi değerlerimizin başta gelenlerinden bir tanesi muhabbettir. Kur’an-ı Kerim’in her emrinde muhabbet ve muhabbete davet vardır. Peygamber Efendimizin gönderilişindeki, “en güzel ahlakı tekmil etme”de muhabbet vardır. Hazreti Ebubekir’in (ra) kendi vücudunun büyütülmesini, cehennemin bu şekilde doldurularak müminlerin tümümün cennete gitmesini niyaz etmede muhabbet vardır. İşte bu yüzdendir ki; Risale-i Nurda veciz bir şekilde ifadesini bulunan “muhabbete en layık şey muhabbettir” hükmü ortaya konmuştur.

Muhabbet dostluğun ilacı düşmanlığın da panzehiri olmuştur. Adavet ve düşmanlık ise muhabbetin adeta yok edicileri olmuştur. Muhabbet sosyal hayatta etkili olduğu oranda ittihat ve terakkiyi vücuda getirirken, azalmasına paralel olarak kardeşler arasında kin ve düşmanlık tohumlarının yeşermesine yol açmıştır. Kâinatın özünde var olan muhabbetin nasıl yok edildiğine, normal şartlarda karıncayı dahi incitmekten sakınan insanoğlunun en vahşi canavardan daha vahşi bir hale dönüştüğüne, iki dünya savaşından daha ibret verici bir örnek olamaz. Muhabbetin zerresinin kalmadığı bir ortamda milyonlarca insan yok edildiği gibi, asırlarca vücuda getirilen medeniyetler de yok edildi.

Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur, diyen Bediüzzaman, sadece müminlere değil, tecavüz etmeyen düşmanlarımızın kötü fiillerine dahi düşmanlık edilmemesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Çünkü cehennemle neticelenecek olan İlahi azap kâfidir…

Bilerek veya bilmeyerek insan gururunun, nefsinin etkisiyle iman ehline karşı haksız bir şekilde düşmanlık eder, kendini haklı zanneder. Hâlbuki husumeti değil; muhabbeti gerektiren iman ve İslamiyet yeterlidir. Buna rağmen düşmanlık beslemek bu yüce değerleri hafife almak ve değerden düşürmek anlamına gelir.

İman ehli olan kardeşine kin besleyen, düşmanlık eden insan, bu olumsuz duyguların tedrici olarak kalbini kararttığının farkına varmaz. Uzakta bulunan birilerine beslediği kin ve düşmanlığın bir süre sonra ailesinin içine kadar sirayet edeciğinin farkına vardığında iş işten geçmiş olur. Kin ve düşmanlığın yerleştiği, kökleştiği bir kalpte yeniden muhabbeti ihya etmek hiç de kolay değildir. Onun içindir ki, önceleri basit bir suç işleyen insanın eli titrerken bir süre sonra katil milyoneri olabilmektedir. Çünkü kin ve adavet kalbindeki muhabbetten eser bırakmamıştır. Muhabbetin galebe ettiği kalbi taşıyan insan ise hiç kimseye kin tutamaz sadece acır.

Al-İmran Suresi 3. Ayette; “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin”, buyrulmaktadır. O Yüce Peygamber ki, içlerinde hiç iman ehlinin olmadığı, kendileri davet etmiş olmalarına rağmen taş yağmuruna tuttukları Taiflilerin helakini değil bağışlanmalarını talep etmiştir. Dolayısıyla böyle bir Peygambere (asm) uymanın yolu, adavetten değil muhabbet etmekten geçer.

Risale-i Nur’da dikkat çekilen ve vurgusu yapılan önemli hususlardan bir tanesi de Hazreti Hasan’ın (ra) sadece altı ay süren halifelik müddetidir. Bu süre çok kısa olmasına rağmen çok büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü O büyük insan savaşı değil barışı, bölünmeyi değil ittifakı arzu ettiği ve istediği için halifelikten feragat etmiştir. Sıradan bir makam veya mevki bile terk edilmezken Hazreti Hasan’ın (ra) halifelikten çekilmesi büyük bir ehemmiyet arz etmiştir.

İman ehli olanlar arasında nurani bağ olan muhabbet sahibine de çok büyük faydalar sağlar. Kalbe genişlik ve ferahlık verir. İmanın kuvveti nispetinde bu genişlik artar ve manen inkişaf eder. Diğer taraftan kâinatta meydana gelen hiçbir olumsuzluktan dehşete kapılmaz. En büyük musibetlere karşı gelebilir. Ruhi ürperti duymaz. Bunun da en büyük kaynağı Allah’ı bilmek ve iman etmektir. İman şuuru; insana şu ihtarda bulunur: Senin yaratıcın bu memleketin gerçek sahibidir. Her şey onun emri dairesinde hareket eder. Her şeyin dizgini onun elindedir. Bütün bu zahiri bela ve musibetlerden kurtulmak için Yaratıcıya sığınmak ve Ona bağlanmak yeter. Ona dayandıktan sonra, insanı ağlattıran, hazin durumlara sokan şeyler adeta suret değiştirerek düşman sureti yerine dost suretine bürünürler.

Sosyal hayatta farklı guruplar arasında güçlü bağ oluşturan ve her türlü bölünmelere, ayrılıklara engel teşkil eden hususların başında iman kardeşliği gelir. Bu kardeşlik yerine menfi milliyet fikrini aşılamak sadece çatışmalara zemin oluşturur. Devlet bütünlüğünü ve milletin kaynaşmasını değil, toplumun zararında menfaatini görenlerin işine yarar. Örneğin; Kürtlük, Araplık, Türklük tesis etmek; bunun oluşmasına ve gelişmesine engel teşkil eden dini bağları zayıflatmak, sadece toplumsal barışın mahvına yarar. Kardeşin kardeşe düşmesine, muhabbetin buharlaşıp adavetin yaygınlaşmasına vesile olur. Ülkemizde değişik dönemlerde uygulamaya konulan menfi milliyet ülke menfaatine zarar verdiği gibi hiçbir kesime de yarar sağlamamıştır.

Toplumun kaynaşmasını değil ayrışmasını netice veren, ırkçı olmayanları da ırkçılığa sevk eden ve bu yolla toplumda büyük tahribatlara yol açan menfi milliyetçilik iman esaslarına taban tabana zıttır. Toplumumuzda ittifakı sağlayan nurani bağ değil, ayrılıkları netice veren zulmani bir olgudur. Irkçılık fikri müminler arasında mevcut olan nurani bağları tahrip eden en büyük felaketlerin başında gelir. Dolayısıyla iman bağı ayrılıkları değil dayanışmayı gerektirir. İman birliği kalplerin birliğini ister ve gerektirir. Aynı inanca ve iman değerlerine sahip olma da sosyal hayatta birlik ve beraberliği, kardeşliği gerektirir.

Risale-i Nur iman edenler arasındaki manevi ve sağlam bağları dikkate sunarken; Yaratıcımızın, Rızkımızı verenin, taptığımız Allah’ın birliğine dikkatimizi çeker. Devamında; peygamberimizin, dinimizin, kıblemizin, devletimizin, memleketimizin… Birliğine işaret eder. Dolayısıyla birlik ve beraberliği gerektiren manevi bağların sayılamayacak kadar çok olduğu ikazı yapılırken buna karşı ayrılığı ve farklılığı gerektiren şeylerin ise örümcek ağı gibi zayıf ve ehemmiyet olduğu vurgusu yapılır. Dolayısıyla müminlere, bütün bunlara rağmen kin bağlamak söz konusu manevi değerlere karşı hürmetsizlik ve münasebetsizlik olduğu açık bir şekilde ortaya çıkar. Aynı zamanda böyle bir saygısızlığın zulümle eşdeğer olduğu da ifade edilmektedir.

Bediüzzaman muhabbetin nur ve nurani olduğunu, nurani şeylerin mahiyetinde yansıma ve etkileme olduğunu kaydeder. Bu yüzdendir ki, dostumuzun dostu bize de dost olmaktadır. Muhabbet insanlar arasında iyilik ve yardımlaşmayı had safhaya çıkarırken, insanların şahsi hayatında da maddi-manevi huzuru yeşertir. Yirminci yüzyılda zirve yapan sefahat ve dalaletin Cenabı Hakkın gazabına vesile olduğu, ırkçılığı ve tarafgirliği şırınga eden cereyanların kalpleri katılaştırdığı ve akabinde meydana gelen iki dünya savaşının insanları adeta helak ettiğine şahitlik edilmiştir.

Bediüzzaman, bu olumsuz cereyanların etkisi ile imanı zayıf olan bir kısım velilerin dahi birinci sırada görmeleri gereken iman hakikatlerini ikinci, üçüncü sıraya bıraktıkları tespitini yapmaktadır. Siyasi tarafgirlik yüzünden kendi görüşlerinde olmayanları haksız bir şekilde tenkit ettiklerini, dini hisleri ve düşünceleri söz konusu olumsuz cereyanlara tabi kıldıklarını, dolayısıyla insanlar arasında muhabbet yerine tenkit ve düşmanlığın ön plana çıktığı tespitini yapmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Abdulnasır Yiner

risaleakademi.com