Etiket arşivi: Demokrat Gebze

Seher vaktinde uykuma engel olan sevgili

Sabah namazına kalkmıştım. Uykuya olan ihtiyacımdan gözlerim neredeyse açılmak istemiyordu. Düşündüm:

Bu tatlı uykuma rağmen beni şu an sabah namazına kaldıran nedir? Cevap verdim:

-Muhabbet. Yani benim Allah’a olan sevgim. Şu saatte kalkacaksın, bana geleceksin, dedi, ben de Sevgili’nin davetine icabet ettim. Bu sefer nefisten bir soru geldi:

-İyi de bu nasıl sevgi ve dostluktur ki, sevgiliniz size acımıyor, uykunuzu bölüyor ve istirahatinizi bozuyor?

Allah sizi affediverse, kalkmanızı istemese idi olmaz mıydı? Cevap verdim:

-O’nun beni o saatte istemesi de O’nun beni sevmesinden, dostluğuna kabul etmiş olmasındandır. Beni o saatte huzuruna ve sohbetine kabul ettiği için de Ona şükran borçluyum. İsterseniz bunu bir misalle anlatayım:

Cenab-ı Hakk Azrail’i, dostu İbrahim (a.s) a göndermiş:

-Git dostum İbrahim’e selam söyle, de ki dostun Allah canını istiyor. İbrahim (a.s) gelen Azrail’e (a.s) :

-Sen de benden ezelî ve ebedî dostum olan Rabbime selam söyle. De ki: O nasıl dost ki, dostunun canını alıyor. Bu sefer Allah Azrail’e:

-Git o dostum İbrahim’e de ki: O nasıl dost ki, dostundan canını esirgiyor, vermiyor. İbrahim (a.s) düşünüyor, doğru diyor, dost dosttan canını bile esirgemez. Nitekim İbrahim (a.s) öyle yapıyor. Allah rızasına canını da, malını da, evladını da gözünü kırpmadan veriyor. Çünkü canın da, malın da, evladın da hakiki sahibi Allah’dı.

Bu misalle şunu demek istedim:

Dostumuz Allah sabah namazına kalkmamızı istiyor. Nefis diyor:

-O nasıl dost ki, benim uykumu bölüyor, affediverse olmaz mı? Allah’dan cevap geliyor:

-O nasıl dost ki dostunun uğruna birkaç dakikalık uykusunu feda edemiyor?

Bunu duyan Allah dostu büyük bir sevda ile yorganı fırlatıyor. Değil yarım saatlik uykum, her şeyim ona feda olsun, çünkü her şeyimi bana veren Odur. Onun yoluna ve Onun uğruna harcadığım dakikalar bana ebedi hayat, ebedi istirahat, ebedî saadet ve ebedî gençlik ve ebedî cennet olarak geri dönecektir. Onun için dedim ki: Sabah namazına kalkmak, ve beş vakit namazı kılmak aşkın, muhabbetin sonucudur; sevdalı ve akıllı adamların işidir.

SABAH NAMAZI İÇİN VERDİĞİM MÜCADELE

Çocukları sabah namazına kaldırmak kolay değil. Türlü türlü yollar deniyorum, türlü türlü düşüncelerle onların başucuna dikiliyorum.

Taktiğime bu gün bir yenisini ekledim ve sabah namazına kaldırmak için oğlumun odasına gittim. Ve: Cennete gitmek üzere kapımıza gelen trenin kalkmasına on dakika var. Çabuk ol benim oğlum. Sabah namazına kalk. Aks-i halde, cennete giden treni kaçırmış olacağız.

Oğlumun biraz ağırdan aldığını görünce, geçen kandil akşamı camiye benimle beraber gelen oğlumun bir sözünü kendisine hatırlattım:

-Baba, Nuh Peygamberin oğlunu gemiye davetini ve o davete icabet etmeyen oğlunun nasıl helak olup gittiğini ne kadar güzel anlattın! demiştin, dedim.

İşte o Nuh’un gemisi, sabah namazı, babansa Nuh Peygamberin çağrısıyla seni gemiye, sabah namazına çağırıyor. Kalk da Nuh Peygamberin oğlu gibi boğulup helak olanlardan olma, sellerde boğulma ve ateşlerde yanma!

Bu samimi ve candan çağrılarım işe yaradı, oğlumu Allah’ın izni ve yardımıyla sabah namazına kaldırmaya muvaffak oldum. Beni buna muvaffak kılan Allah Teala’ya sayısız hamd ve senalar olsun.

Bir Perşembe sabahıydı. Sabah ezanları okunuyordu. Ezanın çağrısına bir de kendi çağrımı ekledim: “Sabah namazına kalkın, şu an Allah sizi rahmetiyle uyandırıyor, rahmetine ve cennetine davet ediyor, kalkın.” dedim.

Çağrılarımı tekrar tekrar yaptım, kimseyi kaldıramayacağımı anlayınca yüksek sesle şöyle bir dua ettim: “Allahım! Sen bizi azabınla değil, rahmetinle uyandır! Musibetle değil, nasihatla yola getir!

Azap kelimesi herhalde vicdanlarını titretmiş ve Rabbim de duamı kabul buyurmuş olacak ki o zamana kadar kalkmamış olanlar insafa geldiler, namaza kalktılar. Ben imam oradakiler de cemaat olduk, hep birlikte namazımızı eda ettik. Kur’an’dan zamm-ı sure olarak dualı yerleri seçtim. Birinci rekâtta: “Allahım! Yerleri, gökleri ve içindekileri Sen boşuna yaratmadın. Bizi cehennemin azabından koru!” ayetini ve takip eden ayetleri; ikinci rekâtta da: “Beni ve çocuklarımı devamlı ve dosdoğru namaz kılanlardan eyle! Ey bizim Rabbimiz! Dualarımızı kabul buyur! “Ey bizim Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” diyen ayetleri okudum. Bu ayetlerle ve en büyük dua olan namazımla da hiç kimsenin, namazın saadet ve rahmetinden mahrum kalmaması için Allah Tealaya yalvardım. Rabbim dualarımı kabul buyurdu. Beni sabah namazında yalnız bırakmadı. Lütufları sayısınca Ona hamdolsun. Maksadım, kendimi, çocuklarımı ve alanıma düşen herkesi dünya ve ahiret ateşinden korumak ve kurtarmaktır. Çünkü Allah Resûlü Efendimiz buyurmuşlar ki: “Sabah namazını kılan kimse Allah´ın himayesindedir Dikkat et, ey Ademoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin

İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur´a çekmek zorunda kalsalardı kur´a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi

Sabah namazının farzından önce kılınan iki rekatlık sünnet: Bu namaz en kuvvetli bir sünnettir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizi atlar kovalasa da sabah namazının iki rekat sünnetini terketmeyin” “Sabah namazının iki rekatı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan herşeyden daha hayırlıdır” Hz. Âişe şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, sabah namazının iki rekatı gibi başka hiç bir nâfile namaza devam etmemiştir

Sabah namazının sünnetinin mükâfatı böyle olursa, farzının mükâfatını ifade etmeye güç yeter mi?

Sabah namazına kalkma ve kaldırma mücadelesini hep yapıyorum ve yapacağım. Ne zamana kadar? Ben ve muhataplarım takatten düşünceye kadar.

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze

İslam’da İnsan Hakları

Allah Teala’nın güzel isimlerinden biri de Hakk’tır. Hak: “Gerçek, doğru ve sabit olan, bir şeyi sabit ve gerekli kılan”, “herkese ve her şeye hakkını ve müstehakkını veren” demektir. Ayrıca “sözünde yalan, vaadinde aykırılık ve fiilinde hikmetsizlik bulunmayan”, “hiçbir fiili çirkin olmayan” şeklinde tarif edenler de olmuştur.

Allah’ın Rezzak ismi bütün rızıkların, Halık ismi bütün yaratıkların hazinesi olduğu gibi, Hak ismi de bütün hakların ve hakikatlerin hazinesidir. Yani her varlık hakkını ve hakikatini o isimden almıştır. Her halde akaid alimleri de buna dayanarak “eşyanın hakikati sabittir” demişlerdir. Bunun manası şudur: Hiçbir münkir kâinat hesabına Allah’ı inkar edemeyeceği gibi, hiçbir mümin de Allah hesabına kâinatı inkâr edemez. Çünkü Allah olmasaydı kâinat olamazdı, kâinat olmasaydı, Allah hakkıyla tanınamaz ve bilinemezdi. İşte bunun içindir ki Yüce Yaratıcı, kudsî bir hadisinde: “Bilinmek ve tanınmak istedim de kâinatı yarattım.” buyurmuştur. Şu anda kâinatta bulunan bir kısım varlıklar diliyle, bir kısım varlıklar da haliyle Allah’ın güzel isimlerini, özellikle de Hak ismini zikretmekte ve verdiği haklardan dolayı Allah’a hamd etmektedirler. Onun için Yunus, bülbülün şakımalarından çıkan şak şak’ları, Allah’ın Hak ismi olarak tercüme etmiş, bülbüle seslenerek: “Seher vakti Hak Hak derken bizi de unutma bülbül” demiştir.

İstiklal şairi Akif ise:

Hâlık’ın nâmütenahî adı var, en başı Hak
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak” mısralarında Allah’ın sayısız isimleri içerisinde Hak isminin en başta geldiğini söylemiş, Hak’dan yana olmanın ve hakkı tutup kaldırmanın önemine dikkat çekmiştir. Bu “Hakkı tutup kaldırmanın” bir gereği olarak da:

Kanayan bir yara gördün mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,
Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım,
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım” demiştir.

İSLAM’DA İNSAN HAKLARI

İslam’da insan hakkı o kadar büyük, vebali o kadar ağırdır ki, bir insanın haksız yere öldürülmesini, bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir cinayet, bir insanın hayatını kurtarmayı da, bütün insanlığın hayatını kurtarmak kadar büyük bir sevap ve rahmet saymıştır. Bırakın öldürmeyi Cenâb-ı Hak, insan onurunu inciten bütün sözleri ve tavırları dahi insan haklarına tecavüz saymıştır. Mesela;

1-Kulunun, hatta fakir kulunun incinen onurunu tamir için Yüce Allah, ABESE suresini indirmiş, “bir daha böyle yapma” diyerek Peygamberinin şahsında ümmetin dikkatini çekmiştir.

2-Başkalarının alaya alınmasını, lakabla çağrılmasını, ayıplanmasını yasaklamış , sû-i zan ve gıybet gibi çirkin, onur kırıcı davranışlardan uzak kalınmasını istemiş ,

3-Kaş-göz hareketleriyle de olsa insanların gururunu inciten ölçüde ve tartıda hilekâr davranan, verirken az veren, alırken çok alan, böylece başkasının hakkına tecavüz edenlere yazıklar olsun buyurarak böyle kimselerden razı olmadığını ortaya koymuş,

4-Zekât, fitre ve sair sadakalar verilirken başa kakmadan, eziyet etmeden verilmesini emretmiş ,

5-Kudsî hadislerinde, hasta kullarını ziyaret edenlerin, bizzat kendisini ziyaret etmiş olacaklarını, susuz kalmışlara su verenlerin bizzat kendisine su vermiş olacaklarını açıklamıştır. Bütün bunlar İslam’da insan haklarına gösterilen fevkalade hassasiyetin bir ifadesidir.

6-İslam’ın insan haklarına verdiği değerin bir tezahürü de ana-babanın haklarına verdiği değerden anlaşılmaktadır. Bu iki varlığın hukukuna hakkıyla riayet edilse bütün insanlığın hukukuna riayet edilmiş olacaktır. Çünkü insanlığın yarısı anne veya anne adayı, yarısı da baba veya baba adayıdır. Mesela Allah, Kur’an-ı Kerim’de ana-baba hakkını, hemen kendi hakkından sonra zikretmiştir. Bırakın sövmeyi, dövmeyi, ana-babaya “öff” demeyi bile yasaklamıştır. Hadis-i şerife göre, anne hukuku o kadar üstün tutulmuştur ki, anne evladını çağırdığında evlat namazda dahi olsa, namazı bozup anasının çağrısına, namazdan sonra da babasının davetine icabet etmesi gerekmektedir. Çocuk babasının önünde yürümeyecek, ondan önce oturmayacak, ismiyle babasına hitap etmeyecek, babasına sövdürmeyecektir. Ana-babaya isyan büyük günahlardan , onlara itaat ve dua da amellerin en faziletlilerinden sayılmıştır.

7-İslam’ın insan haklarına verdiği değerin diğer bir tezahürü de, akrabanın, komşunun, kadının haklarını gözetmiş olmasıdır. Mesela, Cenâb-ı Hak akrabanın hukukuna saygı duyulmasını emretmiş ve O’nun elçisi Hz. Muhammed (s.a.) de onların ziyaret edilip, gönüllerinin hoş tutulmasını tavsiye etmiş , akrabadan ilişkisini kesenlerin Allah’ın lanetine uğrayacaklarını söylemiş: “Sana gelmeyene git, sana haksızlık yapanı affet, sana vermeyene ver” sözüyle de akrabayla ilişkinin sıcak tutulmasını istemiştir. İslamiyet komşu hakkını da fevkalade üstün tutmuştur. Mesela; Hz. Peygamber (s.a.) Cebrail’in (a.s) kendisine geldiğini, komşu hakkından ısrarla söz açtığını o kadar ki komşuyu komşuya mirasçı edeceğini sandığını, komşusuna güven vermeyenin mü’min olamayacağını, dine ve ırka karşı bir tavrı yoksa, komşusuna üç günden fazla dargın ve küskün kalamayacağını söylemiş, komşusuna selam vermesi; davetini kabul edip, hastalandığında ziyaret etmesi, ölünce cenazesine katılması, kendisi için istediğini, komşusu için de istemesi gerektiğini açıklamıştır.

8-Kadın haklarına gelince; günümüz medeniyeti, kadını koruyan surları ve kaleleri yıkmıştır. Bugün kadın, silahsız, zırhsız, sipersiz savaşan bir asker gibi amansız düşmanlar karşısında savaşmaya mecbur edilmiştir. Doğal ve huzurlu dünyasından koparılan kadın, dışı süs, içi pis, dışı cennet, içi cehennem olan bir ortama itilmiştir. Yüce dinimiz İslamiyet, kadının böyle ortamlarda telef olmasına karşı çıkmış, onun bir anne veya anne namzedi olduğunu, ayaklarının altında cennet bulunduğunu, yani saygı duyulması gereken bir hanımefendi olduğunu, mirastan pay alabileceğini, şahitliğinin kabul edilebileceğini, erkeğin yarısı olduğunu, ana-baba için erkek evlatla, kız evlat arasında hiçbir farkın olmadığını, kadın ile erkeğin birbirine benzer iki insan, iki ortak, birbirine denk iki eş olduğunu açıklamıştır.

HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.V) HAK HASSASİYETİ

Hz. Muhammed (s.a.) Efendimiz de son demlerinde ağır hasta iken yatağından kalkmış, ashabın kolları arasında mescide gitmiş ve bütün insanlığa çok önemli bir mesaj vermiştir. Herkesin, özellikle yöneticilerin başucuna asmaları gereken o mesaj şudur: “Arkadaşlar! Bilerek veya bilmeyerek şimdiye kadar kimin hakkını almış isem işte malım, gelsin, alsın. Kimin canını, onurunu ve gururunu incitmiş isem işte canım gelsin, intikamını alsın. Benim yanımda sizin en aziziniz hakkını alan veya ondan vazgeçip helal edendir. Ancak bu şekilde ben Rabbimin huzuruna ayıpsız gidip, kurtulabilirim.

Bu izahlardan anlaşılıyor ki, Allah’ın insanlık âlemine layık gördüğü son din İslam, üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü getirmiştir. Ona göre güçlü haklı değil; haklı güçlüdür. Haklı, zayıf, fakir, namsız ve nişansız , hatta gayr-i müslim bile olsa…

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze

Hoca ve Öğrencileri

Hocanın derdi öğrenciyi bilgi hamalı yapmak olmamalı. Onu fişekleyip tutuşturmak olmalıdır.

Hoca öğrencisine soru sorma cesaretini vermelidir. Ben hep öğrencilerime dedim ve diyorum:

Soru sormaktan korkmayın, sormamaktan, iyi iletişim kuramamaktan korkun. Muslukları açmazsanız, su içemezsiniz. Sorun, açın, için. Derse zamanında gelin. Devamsızlık yapmayın. Bazen öyle şeyler kaçırırsınız ki o şey, sizin devletiniz ve cennetiniz olabilir. Birkaç Dakka ile ne olur, demeyin. “Bir mıh, bir nal, bir nal, bir at, bir at, bir mücahit, bir mücahit bir devlet kurtarır.

Arkalarda oturmayın. Gözden ırak olmayın. Dersin hareketli ve bereketli geçmesine katgıda bulunun. Benim bu dersteki operasyonlarım, size bir anahtar vermek kabilinden olacaktır. Aldığınız anahtarla sarayı açmak, hakikat mücevherlerine ve takılarına ulaşmak size aittir.

Zamanın çok az, yapılacak işlerin çok ve önemli olduğunu unutmayın. Elinizde, yaş ve kuru her şeyi içinde toplayan, bütün ilimlerin anası olan, parmak basmadığı, işaret etmediği hiçbir şey bırakmayan Kur’an adında bir kitabınız var. Yine elinizde İslam gibi bozulmamış hak bir dininiz var. Bu yüzden çok şanslı, çok haklı ve çok güçlüsünüz. Önünüzde kusursuz bir peygamberiniz var. Onu ölçü alan haddini aşmaz, hak yoldan şaşmaz, azaba düşmez.

Kemalin cemali dindir.” Yani dininiz olmazsa güzelliğiniz on para etmez. “Hak din saadetin fihristesidir.” Yani bütün mutlulukların listesi İslamiyet’tir. “Biz bu dünyaya kesb-i kemal ve seyr-i cemal için gelmişiz.” Yani bu dünyaya gelişimizin gayesi Cenab-ı Hak’kın cemalinin cilvelerini seyretmek, onun güzelliklerine hayran olmak ve hayret secdelerine kapanarak, namaz kılarak kemale ermektir. “Teallümle tekemmül” yani öğrenerek olgunlaşmak görevimizdir. İlim zaten kemal kazanmak ve Allah’ın rızasını tahsil etmek için yapılır. Yoksa bir kuruca emekten öteye geçmez. Böyle olursa insanın akılsız çalışan canlılardan farkı kalmaz, hatta onlardan da aşağı düşer.

Unvanın ve şöhretin peşinden değil, ilmin ve salih amelin peşinden koşun. Şöhret riyanın kendisidir ve kalbi öldüren zehirli baldır. Şu duayı, günlük dualarınızın arasına alın: Allahım! Beni kendi gözümde küçük, başkalarının gözünde büyük eyle!” Kendi gözümde küçük olayım ki kimseye hava atmayayım, başkasını hor ve hakir görme günahına girmeyeyim, kimselere tepeden bakmayayım. Başkalarının gözünde büyük olayım ki, insanları Kur’an’ın etrafında toplamaya muvaffak olayım.

Bütün derslerin asıllarını ve fasıllarını hep Kur’an’da ve Sünnette arayın. Zaten yaş ve kuru her şey Kur’an’da mevcut. Yani her şeyi, bütün ilimleri ve bütün güzellikleri bu ikisinde yani Kur’an ve Sünnet’te bulmak mümkün. Bu iki güzel, iki güzelden geliyor: Biri Cemil-i Mutlak, biri de Onun cemaline ve sevgisine mazhar Habib-i Mutlak.(s.a.v)

İlimler, Kur’an ve sünnetten teşaub etmiştir. Orayı esas almaya, oraya dönmeye mecburdur. Herkes, ister din âlimi olsun, ister fen âlimi olsun; sözü döndürüp dolaştırıp oraya getirmelidir.

Bir zamanlar Müslüman’ın elinde iki kaynak vardı: Kur’an ve Sünnet. Herkesin bu iki kaynağı anlayacak çapı ve gücü de vardı. Ve herkesin bu iki kaynağa bağlılığı ve teslimiyeti tamdı. Bunun içindir ki problemler sıfırdı. Kasalar doluydu. Gün geldi, zekât verilecek fakir bulunamadı. Herkese isar hasleti hâkimdi. Herkes, kendisi için değil, başkası için yaşıyordu. İşte bu yüzden o insanların asrına saadet asrı dendi. Kan davası yoktu. Kadına şiddet yoktu. Anarşi ve terör yoktu. İtaat, ibadet, takva, tefekkür, murakabe, haşyet, muhabbet, uhuvvet ve muhasebe doruk noktada idi.

İlimler arttı, dallandı, şubelere ayrıldı ama problemler de beraber arttı. Neden? Çünkü beslenilen o iki kaynağa müracaat azaldı. Teslim ve bağlılık zayıfladı. İlimlerin tasnif edilmesi, şubelere ayrılması yanlış değildi, yanlış olan Kur’an’dan veya Sünnet’ten uzaklaşmak veya tamamen kopmak oldu.

Kur’an ve Sünnet Nuh’un gemisi gibidir. O gemiye binen kurtulur, binmeyen boğulur.

Işık böceği kendi ışıkçığına güvendiği için gecenin karanlıklarında kalmış. Arı ise, bütün çiçeklerin yüzünü güldüren güneşin ışığına kanat açtığı için, güneşin yetiştirdiği her çiçekten nasibini almış, bal gibi harika ve şifa olan bir ürünü Allah’ın izni ile yapmaya muvaffak olmuştur. Kibir insanı nimetten ve cennetten mahrum eder. Tevazu insanı nimete ve cennete kavuşturur.

İlahiyatçı, sohbetlerinde, vaaz ve konferanslarında ayet ve hadislerin orıjinallerini okumaktan korkmamalı, çekinmemeli ve utanmamalıdır. Ama okuduklarını doğru ve güzel okumalı, o gücü kendinde bulmalı, yoksa elde etmeye çalışmalıdır. Okudukları ve söyledikleriyle amel etmeli, ilmiyle amel etmeyenlerle ilgili Allah’ın tehditlerini de hatırdan çıkarmamalıdır.

Allah ilmimizi artırsın, ilmiyle amel eden Salih kullarından eylesin. Söylediklerimizi yapmaya, yaptıklarımızı söylemeye hepimizi muvaffak eylesin.

Allah’a emanet olun, hoşça kalın sevgili ve saygıdeğer öğrencilerim!

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze

Allah Yakını Olmanın Yolu ve Ödülü

Kur’an, Allah’ın sözü, insanlığa gönderdiği son mesajı, son uyarısı, son çağrısıdır. Bu çağrıya kulak verenler, cennete gitmek üzere kalkmaya hazırlanan uçağa ve gemiye binmiş olacaklar. Kulak vermeyen ve uyarıları dikkate almayanlar ise, treni veya uçağı kaçırmış olacaklar, uzun mahşer yolculuğunda aç, susuz, sefil, sahipsiz ve araçsız kalacaklardır.

Namaz kılabilecek kadar Kur’an öğrenmek ve ezberlemek farz-ı ayindir. Kur’an’ın tamamını ezberlemek farz-ı kifayedir. Bir kısım insanlar Kur’an’ın tamamını ezberlerse Müslümanların tamamını sorumluluktan kurtarmış olurlar. Kur’an’ın tamamını hiç kimse ezberlemezse, bütün Müslümanlar günaha girmiş olur. Öyleyse:

1-Ya Kur’an’ın tamamını ezberleyeceksiniz, yani hafız olacaksınız;

2-Ya çocuğunuzu hafız yapacaksınız,

3-Ya da hafızlık yapanları, hafızlık yaptıran kurumları destekleyeceksiniz, yani Kur’an kursları açacaksınız, mevcut kursları geliştireceksiniz, güzelleştireceksiniz, modernleştireceksiniz ve yaşatacaksınız. Onların bekçisi, neferi ve hizmetkârı olacaksınız.

Bu yol insanı, Ehlullah yani Allah’ın ailesinden olmaya götürür. Ehlullah olmaya giden yolun:

Birinci basamağı, Kariu’l- Kur’an olmak. Yani Kur’an’ı usulüne göre yanlışsız okumak.

İkinci basamağı, hafizu’l-Kuran olmak. Yani Kur’an’ı usûlüne göre ezberlemek.

Üçüncü basamağı, hadimü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an’ın hizmetkârı olmak, Kur’an’ın okunduğu, okutulduğu kurumların inşasında, ihyasında rol almak, hizmetkâr gibi çalışmak.

Dördüncü basamağı, hamiyü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an okuyanları, okutanları, Kur’an kurslarını korumak, Kur’an kursları açanlara, onlara hizmet edenlere yardım etmek, onların işlerini, hizmetlerini kolaylaştırmak, geliştirmek.

Beşinci basamağı, ehlü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an’la konuşmak, konuşmasını Kur’an’la yapmak, Kur’an uzmanı olmak, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak, Onunla düşünmek, Onunla yaşamak, Onu yaşama biçimi olarak tercih etmek

Altıncı basamağı, ehlullah yani Allah ailesinden, Allah dost ve yakınlarından olmaktır. İlk beş basamak insanı işte bu noktaya çıkarır. Yani insanı Allah Teala’nın yakınları arasına sokar. Ki onlar Allah´tan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler. Herkes şahlardan, padişahlardan çekinirken padişahlar da onlardan çekinir ve onlara saygı duyarlar. Onların sohbetine devam ederler, ahirete ciddi çalışır, günahların tuzağına düşmekten kurtulurlar.

Mevlana’nın huzuruna bir hafız girince Mevlana hemen ayağa kalkmış, onu en üst köşeye oturtmuş, sonra da: “Kur’an’ı nasıl rahle ve kürsünün üzerine koyup hürmet gösteriyoruz Kur’an’ın lafzını ezberleyen hafızlar ve manasını ezberleyen alimler de öyle hürmet görmeli ve en üst noktaya oturtulmalıdırlar,” demiştir. Ve yine demiştir ki: “Kur’an ayetlerinin yazılı olduğu bir kâğıt, nasıl yerden kaldırılıyor ve ateşe layık görülmüyorsa, Kur’an ayetlerini ezberleyenler ve Kur’an ahlakıyla ahlaklananlar da böyle hürmete layık görülecek ve cehennemde yanmayacaklardır.

Hattâ Peygamberimizden gelen hadislere göre böyle hafızlara yakınlarından on tane cehennemliği cehennemden kurtarma hakkı verilecektir.

Kur’an ayetlerini ezberleyip te onlarla amel etmeyen, yani Kur’an’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen hafızlar için de: “Demek cevizleri iyi sayıyor ve koruyorlar ama kabuğun içindekilerden haberleri yok, yazık.” buyurmuştur.

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze