Etiket arşivi: depremin öğretikleri

Peygamber Efendimizin Eğitimde Kullandığı “40 Taktik”

İslam aleminde olduğu gibi tüm dünyada çığır aşan görüşleri, düşünceleri,hal ve edasıyla insanların kalplerini gönüllerini kazanan o güzel insan, Allah’ın sevgili peygamberi olan efendimiz için eğitim çok önemlidir. Dinimiz bunu zaten ilk emri “Oku” kelimesiyle dile getirmiştir. Burada insanlara ne denli önemli bir mesajın olduğu ortadadır.

Bugünün modern eğitiminin söylediklerini efendimiz çok önceden keşfetmiş ve insanlara aktarmıştır. Bu gün bu yöntemleri uygulayan eğitimciler, öğrenciler ve birçok insanın başarı sağlayacağı aşikârdır. Gerek pedagojide gerek aile eğitiminde ve gerekse insan ilişkilerinde son derece faydasını göreceğimiz bu metotları okuyucularımıza aktarıyoruz.

1. Söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.

2. Dinî yükümlülükleri yavaş yavaş, basamak basamak bir sistemle öğretmiştir.

3. Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya riayet etmiştir.

4. Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.

5. Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır.

6. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde muhatabın kafasına yerleştirmek için aklî ölçüleri kullanmıştır.

7. Muhataplarına soru yöneltmiş, böylece onların zeka ve bilgi seviyelerini ölçmüştür.

8. Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır.

9. Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri kullanmıştır.

10. Anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir.

11. Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde bulunmuştur.

12. Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış, eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir.

13. Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamıştır.

14. Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir.

15. Muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen sorduğundan daha fazlasıyla cevap vermiştir.

16. Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir hususa yönlendirdiği de olmuştur.

17. Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir.

18. Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir. Böylece cevap unutulmayacaktır.

19. Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan etmiştir ki bununla doğru cevap vereceği için kişiyi sena etmek, övmek istemiştir.

20. Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir.

21. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatları değerlendirmiştir.

22. Latife ve şaka yoluyla öğretmeyi tercih etmiştir.

23. Öğrettiği hususu yeminle tekit etmiş perçinlemiştir.

24. Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir.

25. Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederek göstermiştir.

26. Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu uyarmıştır.

27. Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omzundan veya elinden tutmuştur.

28. Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı, bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir.

29. Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesi için, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına geçmiştir.

30. Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır.

31. Va’z etme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır.

32. İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardan şiddetle uzaklaştırma metodunu kullanmıştır.

33. Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme metodunu uygulamıştır.

34. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır.

35. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir.

36. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir.

38. Talim ve tebliğde, kitabeti (yazma metodunu) da kullanmıştır.

39. Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabeleri görevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafında İslam’ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çok önemli bir basamağını teşkil etmektedir.

40. Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur.

Nevzat ÖZER

Depremin Hatırlattıkları

Deprem bir harekettir. Her hareket bir kuvvetten doğar. Kâinatta hiç bir hareket tesadüfen olmamakta ve başıboş değildir. Rüzgârın hareketini, bulutların hareketini ve yağmurun hareketini rastgele ve başıboş zannedebilir misiniz? Yağmur damlaları başıboş olsaydı bu kadar düzenli bir şekilde yere iner miydi? Zaten evrende tesadüf ve başıboş bir olay yoktur. Her hareket ve kuvvetin arkasında bir kast, bir şuur ve bir fail vardır.

Öyleyse deprem hareketinin arkasındaki güç nedir, fail kimdir? Bu sorulara herkes bir cevap verir. Kimisi tesadüfen oluyor, der. Kimisi kendi kendine oluyor, der. Kimisi tabiat (doğa) yapıyor, der. Din de, Allah yapıyor, der.

Dördüncü şıkkın dışındakileri çürütmek için ne zaman, ne de kelime israf etmeye niyetim var. Çünkü onların çürük olduğunu akıl ve vicdan görmekte ve anlamaktadır.

Biz dördüncü şıkkın üzerinde durmak istiyoruz. Ve diyoruz ki deprem failsiz ve hikmetsiz bir hareket değildir. Farz edelim, yerde bir maktül var. Bunu kim öldürdü, dediklerinde her halde biri kalkıp:

Şu tabancadan çıkan kurşun öldürdü, demez ve kurşundan davacı olmaz. Evet o adamı tabancadan çıkan kurşun öldürmüştür, bu doğrudur. Ama o tabancanın tetiğini çeken bir el, bir kuvvet, bir şuur, bir irade vardır. Evet deprem şu kadar insanı öldürdü, şu kadar binayı yıktı. Bu doğru. Öyleyse neden depremi mahkemeye veren çıkmadı? Çünkü deprem de yukarda ki kurşun gibidir. Tabancanın tetiğini nasıl çeken varsa, depremin de tetiğini bir çeken var. Kur’an’ın ifadesine göre o, Allah’tır. (1)

Depremi ister bir uyarı olarak kabul edin, ister etmeyin; ama bu hareketin arkasında Allah’ın ilmi, hikmeti, iradesi, kudreti, ibreti ve dersi vardır. Böyle inanmak tevhidin gereğidir. Bu olayı, tesadüflere, kendi kendine oluşlara, başıboşluğa havale etmek şirktir.

Kitab-ı Kerimimiz olan Kur’an, ağacın başından düşen bir yaprağın dahi Allah’ın izniyle düştüğünü haber vermektedir.(2) Allah’ın izni, iradesi olmadan bir yaprak dahi düşemediğine göre, deprem gibi büyük bir hareketin Allah’ın izni, haberi ve iradesi olmadan gerçekleşmesi nasıl mümkün olacaktır?

Allah (c.c) deprem ve benzeri afetlerle, olumlu ve olumsuz, tatlı-acı bütün icraatıyla kendisini hatırlatıyor. “Ben varım” diyor. Adeta “her şeyinizin sahibi benken beni hesaba katmıyorsunuz. Hayatı eğlenceden ibaret sananlar, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar eğleniyorlar; benim, bu yaptıklarından razı olup olmadığımı sormuyorlar. Hayatı kavgadan ibaret sananlar ve birbirlerini acımasızca öldürenler benim bu işten ve terörden razı olmadığımı hesaba katmıyorlar. Bir hiç uğruna hem dünyalarını ve hem de ahiretlerini cehennemleştiriyorlar.” diyor.

Bu icraatıyla haklı değil mi Allah sevgili okurlarım? Bu olaylar da olmazsa Allah, ahiret, hesap, dine hizmet ciddi anlamda kimin aklına geliyor? Çok az kimsenin. Nerden belli? Allah yokmuş gibi yaşanan hayatlardan, gayr-i meşru eğlencelere dalmalardan, terk edilen namazlardan, verilmeyen zekâtlardan, “neme lazım”, “hep bana” anlayışlarından belli.

Depremler bunların hepsini terk ettiriyor. Samimiyetle Allah dedirtiyor. Dua ettiriyor, namaza başlatıyor, günahlardan uzaklaştırıyor, yardımlaşmaya sevk ediyor. “Neme lazım”, “hep bana” gibi acımasız anlayışları parçalıyor. Ölümü, ahireti ve hesabı düşündürüyor.

Bizi çepeçevre kuşatmış olan gafletimiz o kadar kalın ki, rahmet, nimet ve nasihat onu parçalamaya yetmiyor. Allah, musibet ve deprem balyozunu devreye sokuyor. Maddî ve manevî hayatımızı tehdit eden gafletimizi parçalayıp bizi kurtarıyor. Kurtarırken içimizden günahkâr olanları dua ve ibadete, tevbe ve istiğfara yönlendiriyor, şükürlüleri ve masumları şehitlik rütbesiyle cennete atıyor, şükürsüz ve şirk içinde olanları da cehenneme döküyor.

İçinde yaşadığımız kürenin İki türlü hareketi vardır:

1-Saniyede 30 km hızla gittiği halde hızıyla ve gürültüsüyle kimseyi rahatsız etmeyen normal ve intizamlı hareketi.

2-Sesi ve gürültüsüyle ödleri koparan, yürekleri hoplatan anormal ve intizamsız görünen depremdeki hareketi.

Bu hareketlerin hiç biri başıboş değil. Allah’ın emriyle olan hareketlerdir. İntizamsız ve düzensiz görünen ikinci hareketin en büyük hikmeti birinci hareketteki intizamı, düzeni, nimeti, rahmeti ve hikmeti anlamayanlara anlatmak, görmeyenlere göstermek ve Allah’ın evrendeki muhteşem ve kusursuz düzenine dikkat çekmektir. Yani Yüce Allah intizamsız görünen depremle, kâinattaki mükemmel icraatına dikkat çekmiştir. Hastalığı vermekle sağlığın önemine, geceyi yaratmakla gündüzün önemine, karanlığı yaratmakla ışığın önemine dikkat çekmesi gibi.

Her nedense milyarlarca insanın organlarının tam ve mükemmel yaratılmasındaki intizam ve ihtişam kimsenin dikkat ve takdirini çekmez de bir insanın tek elinde altı parmağının olması hayret ve dikkat uyandırır.

Yerin depremle sarsılması değil, Allah’ın yere ve aleme yerleştirdiği mükemmel düzeni bizi hayrete düşürmeli ve hayran bırakmalı, bu hayret ve hayranlık şükür ve şükrana dönüşmelidir. Çok kere bu olmayınca şiddetli depremlerle sadece hayrete değil, aynı zamanda hendeklere düşüyoruz ve her şeyimizi kaybediyoruz. Allah bu akıbetten, maddî ve manevî depremlerden hepimizi korusun.

Seminerlerimin birinde dinleyicilerden biri sordu:

Pekiyi deprem Allah’ın işi ise Allah neden bu tahribata ve bu zulme izin veriyor?

Depremin zulüm olduğunu kim söyledi ve kim öğretti size? Bilimsel makalelerin birinde bir cümle okumuştum. Cümle aynen şöyleydi: “Depremler olmasaydı, dünyada hiç bir canlı yaşayamazdı.” Depremin zulüm görünen bir yönü varsa o insanlara aittir. Hâşâ! Allah zulümden münezzehtir. O merhametlilerin en merhametlisidir. Her kimde merhamet varsa o merhameti o kimseye veren de O’dur.

Dinleyici yine sordu:

İyi ama depremin yüzünde görünen bir merhametsizlik var. Pekiyi bunun anlamı ne, sebebi kim?

Tekrar ediyorum, Allah’a bakan yönünde merhametsizlik yok. Tam tersi Allah’ın icraat ve inkılaplarında hayat var. Bir buğday, toprağa düşmeden, patlamadan, çatlamadan erimeden, çürümeden, kısaca varlığını kaybetmeden başak olamaz. Varlığını ve canlılığını sürdüremez.

Biz insanlar da böyleyiz. Toprağa girmeden, dünyadaki varlığımızı kaybetmeden ebedî hayata ve ölümsüzlüğe kavuşamayız. Bir buğday toprağa girdikten sonra, yüz buğday oluyorsa, toprağa giren bir insanın ne kadar mükemmel bir hayata kavuşacağını anlamakta zorlanmıyoruz.

Depremin ve benzeri olayların bıraktığı merhametsiz görünen tabloya gelince onun nedeni ve suçlusu biziz. Yani insan oğlunun küfrü ve küfranı, israf ve ifsadıdır. Siyasî, ticarî, sosyal ve ekonomik gibi bir çok depremlerin temelinde de yine bunlar vardır. Küfür, küfran, israf ve ifsat.

Küfür, Allah’ı tanımamak, Allah yokmuş gibi yaşamak, küfran ise O’nun nimetlerine karşı nankörlüktür. İsraf, muhtaçlara vermen gereken fazlayı kendine, günahlara ve boşa harcamak. İfsat, bozmak, bozgunculuk yapmaktır. Onun içindir ki Allah, Kur’an’da kâfirleri, (3) müsrifleri (4) ve müfsitleri (5) sevmediğini çok net bir şekilde ortaya koymuştur.

Allah’ın türlü türlü orduları (6) ve türlü türlü silahları vardır. Onlardan biri de depremdir. Bu gerçeği biz Kur’an’ın şu ayetlerinden anlıyoruz: “De ki: Çıkın yeryüzünde dolaşın. Anarşist ve ahlaksızların akıbetinin ne olduğunu görün.” (7) “Onların her birini biz, günahından ve suçundan dolayı yakaladık. Kiminin üzerine taş yağdıran (kasırga) gönderdik. Kimini dayanılmaz bir ses, bir deprem yakaladı. Kimini yere batırdık. Bazılarını da boğduk. Aslında Allah onlara zulmetmedi, etmeyecekti. Lakin onlar (rahat durmadılar, hadlerini aştılar,) kendilerine zulmettiler.” (8)

KÖTÜLÜĞÜ YARATMAK, KÖTÜLÜK DEĞİLDİR, KÖTÜLÜĞÜ YAPMAK KÖTÜLÜKTÜR

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, mülkün sahibi olan Allah, tarih boyu yaramazlık yapanları cezalandırmıştır. Ama bu cezada suç ceza verende değil, ceza alandadır.

Denilir ki: “Halk-ı şer, şer değildir, kesb-i şer şerdir.” Bunu bir cümle ile izah edelim: Ateşi Allah yaratmıştır. Ateşi yaratmasının da sayısız hikmeti vardır. Bir insan kalkar da parmağını ateşe sokarsa, ateşi yaratan mı suçlu olur, ateşe parmağını sokan mı? Bu misalden yola çıkarak diyoruz ki: Depremi yaratmak, şer değildir; çünkü onun bizim bilemediğimiz belki çok faydaları vardır. Asıl şer depreme davetiye çıkarmaktır.

Depremin ne zaman, nerde, nasıl olacağını bilim henüz tesbit etmiş değildir.(9) Denemeler sahibi Montaigne’in güzel bir tesbiti var. Der ki: “Ölümün bizi nerde yakalayacağı belli değil. En iyisi biz onu her yerde bekleyelim.” Ben de deprem için aynı şeyi söylüyorum: Depremin bizi nerde, nasıl, ne zaman yakalayacağı belli değil. En iyisi biz ona her yerde hazır olalım ve biz ona sü-i istimallerimizle, israflarımızla, ifsatlarımızla, zulümlerimizle, varlığın Yaratıcısına isyan ve tuğyan dolu yaşayışımızla, gayr-i meşru eğlencelerimizle davetiye çıkarmayalım.

DEPREME HAZIRLIKLI OLMALIYIZ

Deprem olması ve yaşanması gereken bir olaydır. Zaman zaman nasıl gökyüzünü bulutlar kaplar, yağmur yağar, şimşek çakar. Bunlar nasıl Allah’ın evrene koyduğu nizamın bir parçası ise, deprem de o nizamın ve düzenlemelerin bir parçasıdır. Yeri harekete geçiren Allah, insana da tedbirli olmasını emretmiş.

Biz nasıl gece gelince gecenin, kış gelince kışın kanunlarına uyuyor, kendimizi ona göre ayarlıyoruz. Depreme göre de kendimizi hazırlamamız gerekiyor. Sağlam zeminde, sağlam malzemeler kullanarak, sağlam binalar inşa edeceğiz. Haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk yapmayacağız. Taciz, tecavüz, kapkaç, gasb, anarşi ve terör olaylarına katılmayacağız. Cinayetlere tenezzül etmeyeceğiz. Haklı ve adil devlete, ana-babamıza, hocalarımıza isyan etmeyeceğiz. Evrenin sahip ve yaratıcısına itaat ve ibadet edeceğiz. Eşimizi ve çocuklarımızı Allah’ın birer emaneti göreceğiz, seveceğiz, okşayacağız, öpeceğiz. Tek kelime ile zalim olmayacağız. Çünkü Allah, küfrün cezasını çok kere ahrete bırakır ama, zulmün ve zalimin cezasını çok kere burada verir. Bir anda nimeti nıkmete, yağmuru sele, rüzgarı hortuma dönüştürür. Her şey dostumuzken düşman olur. Görünmez askerleri (mikropları) devreye sokar, vurulması gerekenleri vurur.

DEPREMLERDE SUÇSUZ VE GÜNAHSIZLARIN DURUMU

Bu operasyonlarda bazen suçsuz ve günahsızlar da musibet ve felaketlerden payını alır. Öyle olmasaydı imtihan sırrı bozulur, Allah herkesi kendine inanmaya zorlamış olurdu. Vurulanlar içinde suçlular da vardır, suçsuzlar da. “Bir bela ve musibetten çekininiz ki, o geldi mi, yalnız zalimleri yakmaz; masumları da yakar.” (10)

Pekiyi suçsuz ve günahsız insanlar suçsuzken depreme yakalanır ve musibete düşerlerse, bunların Allah’ın merhamet ve adaletinden payları nedir?

İki önemli pay var onlara:

1-Yüce Allah, onların telef olan mal ve servetlerini kendileri adına verilmiş bir sadaka olarak kabul ediyor. Böylece fani mal ve servetleri, ebedi bir mal ve servete dönüşüyor.

2-Onlar hükmen şehid oluyorlar. Cennete gidiyorlar. Böylece fani ve ölümlü hayatları baki ve ölümsüz hayatla değiştirilmiş oluyor. İşte deprem içinde saadet ve kahr içinde lütuf buna derler. Tabii ki bu önemli sonuç, İslam’ı yaşayan Müslümanlar, bir de bülûğ çağına ermemiş tüm masumlar için geçerlidir.

Biz depremden değil, depreme hazırlıksız yakalanmaktan, bir de depremin dizginleri elinde olan Allah’dan korkmalıyız. Ne Allah’ın ve ne de kulların hakkına tecavüz etmemeliyiz.

Depremin son derece hiddetli ve şiddetli olması da bir yazarımızın densizce ve ukalaca dediği gibi Yaratıcı’nın hâşâ merhametsizliğinden ve adaletsizliğinden değil, bizim gafletimizin, zulmümüzün ve yanlışlarımızın şiddetindendir. Bunu böyle söylemez ve böyle inanmazsak depremden ders ve ibret almış olmayız.

Tekrar ediyorum, Yüce Yaratıcı, dürüst (11) ve çalışkan olmamızı, (12) sağlam iş yapmamızı, sağlam zemine sağlam binalar kurmamızı ve sağlam malzeme kullanmamızı, (13) sonra da kendisine güvenmemizi istiyor. (14)

Deprem insanı öldürmez. İnsanı, sahtekârlık, tembellik, çürük iş yapmak, çürük malzeme kullanmak, çürük yere bina dikmek ve gayr-i ahlakî bir hayat sürmek öldürür.

Depremin görevi, sadece terbiyeye yönelik değildir. Onun daha pek çok hikmetleri vardır. Allah’ın sonsuz kudret ve azametini hissettirmenin yanında arz kabuğundaki enerjiyi boşaltır, böylece dünyamızın, fezaya fırlayıp bütün bütün yok olmaktan kurtulmasına, madenlerin ve sıcak su kaynaklarının ortaya çıkmasına ve kaplıcaların keşfine sebep olur. Deprem sayesinde yanar dağların kontrolü sağlanır, daha büyük patlamaların önüne geçilmiş olur.

Acılarla ve sancılarla karşılaştığımız zaman, önce olayların dizgini elinde olan Zât’ı değil, kendimizi suçlamalıyız. Hikmetini anlayamadığımız yerlerde susmasını bilmeliyiz. Ne güzel söylemiş İbrahim Hakkı:

Hak şerleri hayreyler/ Zannetmeki gayreyler/ Arif anı seyreyler/ Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler.

Öbür taraftan bir başka dost:

Gelse celalinden cefa / Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa / Kahrında hoş, lutfun da hoş

İşte bu inanç, depremle sarsılmış insanları depresyondan ve her türlü bunalımdan kurtarır, ayakta kalmalarını ve hayata tutunmalarını sağlar.

Allah milletimize ve devletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın. Bizi rahmetinin ve nimetinin farkına varıp, şükür yapan sevgili dostlarından eylesin.

Deprem şehitlerimizi ve tüm şehitlerimizi Allah hepimiz hakkında şefaatçi eylesin. Hepsine Yüce Rabbimizden rahmet, yaralılara acil şifalar ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Mülk, 67 / 2

2-En’am, 6 / 59

3-Bkz.Rûm sûresi, 30 / 45;

4-Enam, 5 / 141; A’raf, 7 / 31

5-Maide, 5 / 64

6-Bkz. Fetih, 48 / 7

7-A’raf, 7 / 86

8-Ankebût, 29 / 40

9-Bilim ve Teknik Dergisi, Eylül 1999, s.7; Karakaş, Vehbi, Depremin Hatırlattıklar Hasretin Söylettikleri, s.28 Mega Basım, İstanbul-1999

10-Enfal, 8 / 25

11-Bkz, Ahzab, 59 / 70

12-Bkz. Necm, 53 / 39

13-Bkz, Neml, 27 / 88

14-Bkz. Al-I İmran, 3 / 159