Etiket arşivi: Diyarbakır

Risale-i Nur Perspektifinden Dünya-Ahiret Dengesi (Tebliğ Çağrısı)

DİCLE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ, HASEV VAKFI VE İSTANBUL İLİM VE KÜLTÜR VAKFI İŞBİRLİĞİ İLE

ULUSAL SEMPOZYUM DUYURUSU

Risale-i Nur Perspektifinden Dünya-Ahiret Dengesi

1-Kapsam ve Amaç

Dinî düşünce ve uygulamanın ferdî ve toplumsal hayattaki yeri, önemi ve merkeziyeti gibi hususlarda değişimler yaşanıyor. Bu anlamda, Batı toplumlarında ve onlarla kültürel, ekonomik ve siyasî ilişkiler içinde olan dünyanın diğer önemli bir kısmında da dinin etki ve öneminin azaldığına inanılmaktadır. Bu değişim süreci dünyevileşme olarak ifade edilmektedir. Küreselleşmenin bir boyutu olarak, dinin etkisini kaybettiği tüketim merkezli Batılı hayat tarzının ve değerlerin dünya genelinde yaygınlık kazandığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte, dinin bireysel ve toplumsal hayatta önem kazandığını gösteren, dinî canlanışa işaret eden emareler de mevcuttur.

Zaman ve şartlara bağlı olarak farklı mahiyette tezahür etse de ferdî ve  toplumsal hayatta  önemli unsurlardan birisi, dinî inanç ve değerlerdir. İnsanoğlu, önemli sayılabilecek birtakım sorulara din sayesinde cevap bulabiliyor. Din, insan hayatına bir anlam katıyor, bir hedef gösteriyor. Hayatın anlamının keşfedilmesine yardımcı oluyor. Hayatı farkında olarak yaşamaya yardımcı oluyor. ‘Ben kimim?’, ‘Nereden geliyorum, nereye gidiyorum?’ gibi temel sorulara cevap vermenin yanı sıra toplumu bir arada tutan ve toplumsal dayanışmayı sağlayan ortak değerlerin tesisine katkı sağlıyor. Yine sorumluluk duygusunun gelişmesinde ve toplumsal hayatı şekillendiren değer, norm ve kuralların üretilmesinde önemli rol oynuyor. Eylemlerimiz için birer kılavuz görevi görüyor. İnananların ebedi kurtuluşu ve mutluluğu için yol gösterici oluyor. Dolayısıyla dinî duygular hem dünya hem de  ahiret hayatı bakımından saadet vesilesidir. Bu açıdan,  dünyevileşme, dindarlar için sınırlı bir dünya hayatı için sonsuz bir ahiret hayatının feda edilmesi anlamına geliyor.

İşte bu ulusal sempozyumun genel amacı; din-toplum ilişkilerini araştırmak, dünyevileşme sürecinin sebep olduğu sorunları teşhis etmek, tartışmak ve çözüm önerileri sunmaktır. Bu anlamda Said Nursi’nin çağdaş Kur’an tefsiri Risale-i Nur Külliyatı, dünyevileşme süreci bağlamında incelenmesi gereken önemli bir kaynaktır. Risale-i Nur Külliyatı dünyevileşme süreci açısından incelenecek, özelde İslâm toplumunun ve genelde bütün insanlığın dünyevî ve uhrevî saadetine hangi ölçüde katkı sağladığı ilim ehli tarafından araştırılıp tartışılacaktır.

2-Sempozyum Alt Başlıkları

a) Teorik ve Felsefî Tartışmalar

İnsanın Mahiyeti, Fıtratı ve Hilafeti

Hayatın Manası Nedir?

İlim-İman-Amel İlişkisi ve Varoluşu Anlamlandırmaya Katkısı

Dünyanın Manası ve Mahiyeti Nedir?

Din-Dünya İlişkisi ve Dengesi

Kemiyet-Keyfiyet İlişkisi

Dünyevileşme Nedir?

b) Dünyevileşmenin Tezahürleri

Modern Dünyanın İçinde Bulunduğu Durum

Para ve Dindarlık

Din ve Kişisel Menfaatler

Hazcılık

Güç ve Şöhret Sarmalı

 c) Dünyevileşme ile İrtibatlı Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Irkçılık, Sosyal Adaletsizlik ve Toplumsal Dengesizlik ve Çözüm Önerileri

Şiddet Kültürünü Besleyen Faktörler ve Çözümleri

Sorunların Çözümünde Nursi’nin Acz, Fakr ve Şefkat Esaslı Hizmet Mesleği

Sorunların Çözümünde Nursi’nin Muavenet, Şefkat ve Yardımlaşma Esaslı Yaklaşımı

Nursi’nin İktisat Anlayışının Problemlerin Çözümüne Katkısı

Tüketim Alışkanlıklarının Yönetimine İlişkin Çözümler

Ahiret İnancının Sorunların Çözümündeki Rolü

Dünyanın Mahiyeti ve İnsanlığın Mutluluğu Yönünde Kullanımı

d) İnsan, İman, Ahlak ve Dünyevileşme

Bütüncül Ahlak Anlayışı ve İnsanlığın Geleceği

İlim ve İmana Dayalı Ahlak Anlayışının Boyutları ve Nitelikleri

Pozitivist İlim Anlayışına Karşı İmanı Güçlendirmenin Önemi

Sorumluluk ve Hesap Verebilirlik Duygusunun Geliştirilmesinde İmanın Rolü

Şefkat ve Merhamet Duygularının Geliştirilmesinde İmanın Katkısı ve Rolü

İnsanın Mükerrem Oluşu

İnsan ve Edep

3- Önemli Notlar / Tarihler

1. Sempozyum 2-4 Mayıs 2014 tarihlerinde Dicle Üniversitesi’nde gerçekleştirilecektir.

2.Tebliğlerin Sempozyum Sekretaryasına ulaştırılmasıyla ilgili takvim şöyledir:

a) Tebliğ özetleri, 250 kelimeyi aşmayacak şekilde en geç 30 Kasım 2013 tarihine kadar Sempozyum Sekretaryasına http://www.iikv.org/dunyaahiret web sitesi üzerinden ulaşmalıdır. Kabul edilen özetlerin yazarlarına en geç 31 Aralık 2013 tarihine kadar bilgi verilecektir.

b) En fazla 15 sayfayı aşmayacak uzunluktaki tebliğler, hakemler tarafından değerlendirilmesi ve müzakerecilerin hazırlanabilmesi için tam metin olarak en geç 28 Şubat 2014 tarihine kadar Sempozyum Sekretaryasına ulaşmalıdır.

c) Sempozyumda sunulmak üzere kabul edilen tebliğ yazarlarına en geç 15 Mart 2014 tarihine kadar bilgi verilecektir.

3. Tebliğler Risale-i Nur Külliyatı ışığında, yukarıdaki başlıklar çerçevesinde hazırlanmalıdır. Bu kapsama uymayan tebliğler kesinlikle dikkate alınmayacaktır.

4. Risale-i Nur Külliyatı ve Nursi üzerine yapılmış muhtelif dillerdeki akademik çalışmalarwww.nursistudies.comwww.nuronline.org ve www.iikv.org sitelerinde bulunmaktadır. İlave bilgi ve kaynak Sempozyum Sekretaryasından temin edilebilir.

5. Sempozyum dili Türkçedir.

SON TEBLİĞ ÖZETİ GÖNDERİM TARİHİ : 30 KASIM 2013

Risale-i nur perspektifinden dunya ahiret dengesi

Ben Diyarbakır’ım! (Şiir)

 Kültür ve tarih şehriyim.

Anadolu’nun Yurt olduğu yaklaşık 50 uygarlıktan 26’sinin izi var bende.

O günden günümüze tarihi, kültürel, estetik ve sanatsal şahsiyetime izin vermeden ulaşabilmeyi başarmış bir kentim.

Ben Diyarbakır’ım,

Peygamberler, Nebiler ve Sahabeler kentiyim.

Bende 6 Peygamber ve 27’si şehit 541 Sahabe yatmaktadır. Mekke ve Medine’den sonra en çok Sahabe bağrımda barınmaktadır.

Ben Diyarbakır’ım,

Dünyanın Çin Seddi’nden sonra en uzun, en geniş ve en sağlam yaklaşık 9000 yılı aşkın bir geçmişe sahip Surlarla tanınıyorum.

Bu surlar insanlık tarihinin en büyük miraslarından biri olup, hiç kuşkusuz görülmeye değer yerlerin başında gelir.

Yapısı, sağlamlığı, taşıdığı yazıtlar, kabartmalar ve şekillerle dikkati çeken 12 değişik dönem yazıtlarını okumak mümkün.

Ayrıca, Bin yıllarca eskiye uzanan, içine çocukların sığabileceği büyüklükte Karpuzlarım var.

Ben Diyarbakır’ım,

M.Ö. 14. Yüzyıldan günümüze kadar Amed,  Amid, Amidi, Amida, Karaamid, Hamid, Karahamid, Diyar-i Bekr, Diyarbekir ve Diyarbakır isimleriyle anılmışım.

Ben Diyarbakır’ım,

Tarih öncesi dönemlerden itibaren her devirde önemini korumuş, Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya’ya doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevini yapmış ve çeşitli uygarlıkların tarihi ve kültürel mirasını günümüze kadar taşımışım.

Ben Diyarbakır’ım,

Şark Bülbülü Celal Güzelses’in nağmelerini dinleyip, Gazi Köşkü’nde, Hevsel Bahçeleri’nde, Ben-u Sen’de ve Fis Kayası’nda dantel dantel işleyen inceden inceye yürekte yanar közüm.

Hele gün batımında kirpikleri ıslanarak yüreğine sızı düşen gurbetçilerin gönlünde yatan özüm.

Ben Diyarbakır’ım,

Havamı, suyumu ve toprağımın kokusunu hisseden, uykuları kaçan ve beni rüyalarında gören gönül dostlarının gerçek dostuyum.

Ben Diyarbakır’ım,

Tarih boyunca 26 medeniyete beşiklik ettim, otuz medeniyeti emzirdim. Besledim, büyüttüm. Tarihin her döneminde önemli oldum. Siyaset merkezi oldum. İdare Merkezi oldum. Ticaret Merkezi oldum, Sanat ve edebiyat merkezi oldum.

Ben Diyarbakır’ım,

İmajım, dün olduğu gibi bugün de barış, kardeşlik, huzur ve hoşgörü üzerine kuruludur. Dünyanın birçok şehrinin kıskanacağı tarih zenginliğine sahip, evrensel kültürün oluşturduğu tüm ortak paydaları bünyemde barındırmaya ve toplumsal kalkınmamla huzur ve refah başta olmak üzere ülkenin en gelişmiş kentlerinden biri olmaya devam ediyorum.

Ahmet TANYERİ

DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Diyarbakır’a Özlem (Şiir)

Ey Peygamberler Şehri, ey güzel memleketim

Varlığına doymadım yokluğuna hasretim

 

Bağrında Peygamberler, Sahabeler yatıyor

Senden uzak kalışım derdime dert katıyor

 

Nerede eski günler eski zamanlar nerde

Yaşadığım yılları bulamadım bir yerde

 

Aradım bulamadım eski Diyarbekir’i

Tamamıyla değişmiş gittiğim günden beri

 

Kırklar Dağı’na çıktım seyrettim bahçeleri

Hevsel’in eseri yok kurumuş Dicle Nehri

 

Nerede o bostanlar o karpuzlarım nerde

Karahübür artık yok düşürdü beni derde

 

On Gözlü Köprüsü’nden Gazi Köşkü’ne vardım

Mardin Kapısı’ndaki surları seyre daldım

 

Hayalettim, düşündüm orda eski günleri

Yaşadığım geçmişi, geçirdiğim dünleri

 

Şehir olmuş harabe eskilerden eser yok

Simalar hep yabancı tanıdığım beşer yok

 

Leylekler bile küsmüş göçen geri gelmiyor

Hazreti Süleyman’da dua kabul olmuyor

 

Hani eski faytonlar ve “yağlı kırbaç” sesi

Kulaklarımda hala Celal’in Güzelses’i

 

Dicle Nehri kirlenmiş suyu temiz akmıyor

Beşkardeşler küskündür Ben-u Sen’e bakmıyor

 

Dört Ayaklıya çıktım yâd ettim o günleri

Unutmak mümkün değil eski Diyarbekir’i

 

Balıkçılar Başından çıktım Dağ Kapısına

Muhteşem surları var hayranım yapısına

 

Çardaklı Hamamı’nda yıkanmak hayal oldu

Küççeleri gezerken gözlerim yaşla doldu

 

Nerede Bağ Evleri nerede eski Bağlar

Acılar tazelenir hasret yüreğim dağlar

 

Meftune’nin tadı yok, içli köfte kalmadı

Urfakapı’da gezdim kimse eve almadı

 

Hasretinden eridi, bitti Ahmet Tanyeri

Özledim, unutamam eski Diyarbekir’i

 

Ahmet TANYERİ (Afyon-l998)

www.NurNet.org

Üniversite Seminerinde “Veraset-i Nübüvvet” İşlendi

Diyarbakır Kültür Merkezi’nde düzenlenen üniversite seminerinde “Veraset-i Nübüvvet” konusu işlendi.

Eğitim Fakültesi öğrencisi Resul Olca’nın sunduğu seminerde Veraset-i Nübüvvet ile ilgili ayrıntılı bilgilere yer verildi. Velayet çeşitleri, veraset-i nübüvvet kavramı, sahabe mesleği olan Risale-i Nurda veraset-i nübüvvet alt başlıkları anlatıldı.

Olca, “Veraset-i Nübüvvet, peygamberliğin veya peygamberlerin varisliği demektir. Peygamberler miras olarak ilim bırakırlar. Bu meslek velayetin en büyük makamı olan velayet-i kübra yoludur. İşin özünde ise vazife vardır. Peygamberlerin yaptığı hizmete vazife itibariyle varis olan şahıs veya şahs-ı maneviler bu meslekte giderler” dedi.

Peygamber Efendimizin (asm) iki yönünün olduğunu, birisinin şahsi kemalat ve kesbi ile kazanmış olduğu kuvve-i velayeti, diğerinin ise vehbi olan nübüvvet yönü olduğunu söyleyen Olca, ”Hiçbir zaman velayet, nübüvvete yetişemez. Çünkü velayette kesb, yani şahsi çaba ile kazanılan makam vardır. Nübüvvette ise Vehbilik vardır. Yani Allah’ın ihsan ve ikramı ile verilen makamlar ve feyizler vardır” şeklinde konuştu.

SAHABELER VE VERASET-İ NÜBÜVVET

Bediüzzaman Hazretleri, Sahabelerin “Sohbet–i Nübüvvetin in’ikasıyla ve incizâbıyla ve iksiriyle” bir kademde ve bir sohbette, zâhirden hakikate geçebildiklerini” ifade ettiğini belirten Olca,”Sahabelerin bir kısmı, Resûl–i Ekrem’i (asm) ancak bir gün görebilmiş. O bir gün içinde de, bir kısmı ancak beş dakika yahut otuz dakika kadar sohbet–i Nübüvvet’te bulunabilmiş. Sonra Çin ve Hindistan gibi uzak diyarlara gidip, diğer medeniyetlere, kavimlere muallim ve rehber olmuşlardır.

Sohbet-i nebevi öyle bir nurani iksirdir ki; kızını sağ olarak defnedecek taş kalpliğinde olan bir bedevi adam, bir saat sohbet-i nebeviyeye müşerref olduktan sonra, karıncaya bile ayağını basamaz derecede bir şefkat ve merhamete ulaşmıştır.

Sohbet–i Nebeviye bir dakikada mazhar olan bir zat, senelerle seyr ü sülûka mukabil hakikatin envarına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve inikâs vardır. İşte bundan dolayıdır ki en büyük velîler Sahabe derecesine çıkamıyorlar. Peygamberimizin (asm) velayet ve nübüvvet şeklinde iki yönü vardır. Sahabeler bizzat Nübüvvet yönü ile muhatap olmuşlar.” dedi.

SAHABE MESLEĞİ OLAN RİSALE-İ NUR MESLEĞİ VE VERASET-İ NÜBÜVVET

“Sahabe mesleğinin bir cilvesi olan Risale-i Nur mesleği de tıpkı sahabe mesleği gibi tarikat berzahına, yani riyazet ve çile gibi uzun ve meşakkatli bir manevi yolculuğa girmeden, direk olarak zamansız ve zahmetsiz hakikatleri ders veriyor. Tarikat ehlinin kırk yılda elde ettiği velayet ve hakikati, Risale-i Nur istidadı olana, bazen kırk gün, bazen kırk dakikada veriyor. Bu da, Allah’ın, bu dehşetli ve sıkıntılı zamanında kullarına bir lütfu, bir inayetidir” diyerek sözlerine devam eden Olca, ”Çünkü bu zaman insanlarının eski zamandaki gibi, tarikat tarzı ile hakikatlere ulaşacak, ne vakti, ne de şartları vardır. Onun için Allah, bir lütuf ve inayet eseri olarak, Vehbi bir tarzda Said Nursi Hazretlerine bu yolu bahşetmiştir. Tıpkı sahabelerin bir anda, bir sohbeti nebeviyeye mazhariyet ile en yüksek makamlara çıkması gibi bunun bir cilvesini de bu zamanda Risale-i Nura bahşetmiştir. Bunun bir hikmeti de zaman ve şartların çok ağırlaşmasıdır.” kaydetti.

Risale Haber

Tevafuklu Kur’ân ve Hamid Aytaç

Hâmid Hoca 1911 yıllarında İstanbul’da bulunan Bediüzzaman’la görüştü ve tanıştı. Bediüzzaman’la Beyazıt Camiindeki bir vaazını müteakip tanışan Hâmid Hocaya Bediüzzaman yakın alâka göstermiş. Daha sonra Çemberlitaş’ta yapılan bir toplantıda yine görüşürler. Bu toplantıda Hâmid Hoca Bediüzzaman’ın hazırlamış olduğu bir hitabeyi okur.

Bu görüşmelerin güzel âhenk ve tevafuku, yıllar sonra başka bir şekilde tezahür etti. Bediüzzaman’ın tesbit edip keşfettiği tevafuklu Kur’ân-ı Kerîmi şâheser bir şekilde yazmak, Hâmid-i Âmidî’ye, Diyarbakır’ın bu usta sanatkârına nasip olmuştur.

Hattat Hâmid Bey tevafuklu Kur’ân-ı Kerîm mevzuunda şunları ifade ediyordu:

1911 yazında İstanbul’da görüştüğüm, iltifatına mazhar olduğum Bediüzzaman Said Nursî’nin tevafuk esasına göre tertip ettiği bu tarz, Kur’ân-ı Kerîmin mucizeliğini, ebedîliğini, Hak Kelâmullah olduğunu, daha da net ve çok iyi bir şekilde gözlere gösteren bir tertip tarzıdır.

İslâm-Türk yazı sanatının son hattatı ve son üstadı sayılabilen Hâmid Aytaç’ın bu eseri, bir sanat şaheseri ve mukaddes kitabımızın ebedîliğinin pek çok delillerinden birisi olarak, kalbimizi, aklımızı ve hânelerimizi tezyîn edip süsleyecektir.

Mekke’de bu tevafuklu Kur’ân-ı Kerîmi gören bir islâm âlimi, “Kur’ân Mekke’de indirildi, ama İstanbul’da yazıldı” sözünü hatırlatarak, “Ben bu sözün sadece Osmanlılar devrine ait olduğunu zannediyordum. Fakat Hattat Hâmid’in bu şâheserini görünce, bu hakikatın kıyamete kadar devam edeceğine bütün kalbimle inandım” demiştir.

Hattat Hâmid Hoca, hattatlar için söylenen, “Nefes almadan veya az nefes alarak yazı yazdıkları için, uzun ömürlü olurlar” sözünün güzel bir misâli olarak doksan bir yaşına kadar yaşamıştır.

Hayatının son senesini, Bediüzzaman’ın talebelerinin müşfik alâkaları ve şefkatleri arasında geçirdi. 19 Mayıs 1982’de vefat etti.

Son Şahitler