Etiket arşivi: Dizi

Bu Acip Asrın Hastalığı

gozleri bagli takim elbiseli adam..bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor. Kastamonu Lahikası ( 104 – 105 )

Hayat-ı içtimaiye öyle bir hale geldi ki cazibeli, elim, meraklı bir vaziyete insanın alemi hayali, ruhu, kalbi..fitne ateşleri içinde yanıyor. Hayatı sadece batın ve ferce hizmete münhasır zanneden kimselerin yapmış olduğu kimselerin film/dizi/sinema/müzik gibi şeyleri takib eden ehl-i iman kademeli olarak şuursuzlaştırılarak ahlaksızlaştırılmaktadır.

Film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerde kullanılan 25. Kare denilen direk şuur altına giden bir işlem ile ruhumuzu yakıyorlar. Göz saniyede 24 kareyi görmektedir. 25 kareden oluşmaktadır bir görüntü. İnsan film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerle meşgul olurken 24 kareyi izlemekte ; ama 25. Kareye müstehçenlik, aileyi yakan yıkan telkinler koyularak onu izleyene servis etmekte vede buna film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerle bir ehl-i imanın hassaten nur talebesinin meşgul olması acınacak elim bir hadisedir. Nitekim bizim vazifemiz ulviyedir biz bunun farkında olursak anı-ı seyyalemizi de boşa geçirtmeyiz.

Nitekim bizlerin boş zamanları yok sadece kıymetini bilmeden hoyratça israf edilen zamanlarımız var. Mesela: takip edilen film/dizi/sinema/müzik 2 saat vaktimizi bunlara veririz; ama 2 saat aralıksız ders dinlemeye tahammül edemeyiz. Sabredemeyiz bir meseleyi tetkik edemeyiz müteala edemeyiz bizim vaktimizi film/dizi/sinema/müzik gibi şeyler rahatça işgal eder ve biz bunların farkına varamayız saate bakarız ilerlemiş artık yatmak vakti. Belki kitap bile okumadan yatarız. 25. Karenin şuur altına verdiği tesirle maneviyatımız tarumar olmuştur.

Bir ehl-i kalbe sadece bir filmi cd’ye ses kaydını koyup dinleten kardeşlerimiz 3 dk olmadan kapat şunu kapat! Diye tepkiyle karşılaştı ne oldu diye sorulunca görmüyormusun livata var kapat diyor. Ama bunu kalp gözü körelmeyen görüyor anlıyor. Şuursuzluk insanların belini bükmüş. Ve sihir yapılmaktadır film/dizi/sinema/müzik gibi şeylerle; ama insan farkında değildir.

film/dizi/sinema/müzik okumanın yeri alması ise acınacak bir haldir.

– Derseniz “Pekala madem öyle ne yapalım sen söyle?”

– Derim ki sözü Üstadıma verelim o nediyecek bize!

 “Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.” Kastamonu Lahikası ( 105 )

Bu acib asrın bu acib hastalığının Tedavisi (Şema Olarak)

 

 

 

selam ve dua ile

Muhammed Numan Yozgâti

www.NurNet.org

Uzaktan Kumandaya Yakından Kumanda Etmenin 15 Yolu

Bu ülkede çocukların en çok nerede, ne tarafından kötüye kullanıldığı sorusu sorulsa, kimsenin tahmin edemeyeceği bir cevap çıkar ortaya: Televizyon. Evet, televizyon.

Çocuklar, en çok karşısında durdukları, sesini, rengini hayatlarının ilk yıllarından itibaren yanlarında hissettikleri televizyon görüntüleri sayesinde suistimale uğruyorlar. Bu suistimalin de en çarpıcı yanı, çocukların kendi evlerinde, kendi ana-babalarının gözü önünde, hatta bizzat onlar tarafından icra ediliyor olmasıdır.

Çarpıcı bir gerçek: Sekiz yaşın altındaki çocuklar gerçek ile kurguyu birbirinden ayıramıyorlar! Ve her gün televizyon karşısında kendilerince “gerçek şiddet”i, “gerçek cinselliği” seyrediyorlar ve öğreniyorlar. Şüphesiz bu korkunç cümleler televizyonun hepten kötü olduğu, kökünün kazınması gerektiği gibi bir sonuca gitmeyecek.

Sorunumuz ölçüsüzlük! Çözümümüz de ölçü! Buyurun ölçüsüzce tükettiğimiz ve acımasızca tükendiğimiz TV karşısında, hiç olmazsa çocuklarımız adına, neler yapabileceğimize birlikte karar verelim.

İlk tavsiyemiz yasaklamak değil elbette!

Böyle bir tavsiye geçerli olsaydı, sorunu hemen çözmüş olurduk ve diğer tavsiyelere gerek kalmazdı. Öncelikle televizyon konusunda, çocuğu doğrudan karşınıza almayın. “Bir yasak meyve” sendromu oluşturmayın. Televizyonun çocuğun dünyasında çok cezbedici bir eğlence olduğu gerçeğini görün ve kabul edin. Özellikle yasaklamanız bu cazibeyi daha da artıracaktır, unutmayın.

Kendinize bir bakın.. Televizyon sizin dünyanızda nerede?

Tahmin edeceğim gibi, televizyon evinizin en çok kullandığınız, aile bireyleri olarak en sık bir arada olduğunuz odada olmalı. Eğer bu tahminim doğruysa, televizyonun odanın içindeki konumunu da tahmin edebilirim: odanın en merkezi yerinde! Bütün koltukların yüzünün döndüğü yönde! Sizin için bu kadar önemli ve merkezi bir konumda olan televizyonu çocuğunuzun bir kenara atmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Unutmayın ki, çocuğunuz televizyonun içindekileri olduğu kadar, hatta daha da fazlası, sizin televizyona dışarıdan atfettiğiniz önemi de algılar.

Evin en merkezi odasının en hakim konumundaki televizyonun çocuğunuza söylediği şey şudur: Televizyon vazgeçilmezdir! O halde televizyonu hayatınızın kenarına bir yere çekmeye ne dersiniz.

Siz televizyonu merkezi konumundan edebilirseniz, şimdi çocuğunuza televizyonu seyretme konusunda bir ölçü teklif edebilir konuma gelmişsiniz demektir.

Çocuğunuza bir “televizyon bütçesi” önerin; bir günde kaç saat, bir haftada kaç gün televizyon seyredebileceği konusunda ortak bir anlaşma yapın, tabii seyrettiklerinin içeriğini onaylamak kaydıyla. Günde bir ya da iki saat televizyon seyretmesi çocuğunuz için uygun olabilir; ancak siz bunu aklınızda tutarak esnek olmaya çalışın!

Televizyonu kapatmayı öğretin.

Televizyonu neden kapattığınızı ve neden her programı seyretmediğinizi ve seyretmesini istemediğinizi açıklayın. Gerekirse tartışın. Çocukları baştan kendi yanınıza alın. Bu konuda belirleyici ve zorlayıcı olmak yerine, liderlik rolünü üstlenin.

Çocuğunuz yatak odasına televizyon koymayın, koymuşsanız da alın.

Böylesi “özel seyretme alanları” televizyon ya da video oyunu seyretme ihtimalini iki kat artırır. Televizyonu ev için gizli olarak seyredilebilecek bir yerde değil, ancak ortak seyredilebilecek bir yerde tutun ama merkezî konumda tutmadan.

Çocuklara ödül olarak ya da ayrıcalık olarak TV seyretmeyi vaadetmeyin.

Daha ilginç ödüller bulabilirsiniz. En iyi ödül, ona yakınlık göstermenizdir ya da onunla birlikte geçirebileceğiniz bir meşguliyet önermenizdir.

Çocuklarınıza TV seyretme zamanı kazandıracak fırsatlar da tanıyabilirsiniz. Kendilerinin bir seçimde bulunmalarını sağlayarak, ödevini erken -ve doğru!- bitirmesi halinde artan vaktini TV’ye ayırabileceğini söyleyebilirsiniz. Böylece kendisine bir seçim imkanı sağlamış olursunuz; yasaklamayı hissettirmemiş olursunuz.

TV seyretmekten vazgeçtiği zaman ya da TV seyretmek yerine daha yapıcı bir işe yöneldiği zaman, onlara iltifatta bulunun. Çocuğunuzu televizyondan uzaklaştırmanın yolu, her zaman yapılageldiği gibi, televizyon seyrederken otoriter uyarılarda bulunmak değil, televizyon seyretmediği zamanlar iltifatlarda bulunarak ödüllendirmektir.

“Televizyonu kapatıp ödevine başlaman beni çok mutlu etti!” gibi bir cümle, “Ödevini yapmadığın halde niye televizyon seyrediyorsun!” gibi cümlelerden daha etkileyici ve yapıcıdır.

Daha iyi bir rol modeli olun.

Anne-baba olarak televizyon seyretmek yerine, okumak, bir hobi ile uğraşmak veya kendi aranızda sohbet etmek gibi aktiviteler yapın.

Çocuğunuzla birlikte televizyon seyredin.

Bu sayede neyi seyredeceklerine karar verirsiniz. Ayrıca, reklamlar gibi çocuğu tüketime yöneltici yayınların içeriğini de beraberce tartışabilirsiniz. Onların şiddet ya da cinsellik gibi yayınların etkilerine doğrudan maruz kalmasını beklemek yerine, önceden hareket ederek, meselâ bir tabancayla vurulmanın ne demek olduğunu, vurulan insanın ailesinin neler hissedebileceğini, öpüşme gibi sahnelerin neyi ima ettiğini anlatabilirsiniz. Onları ölçülü olarak olan bitenle yüzleştirebilir ve böylece bir tür bağışıklık sağlayabilirsiniz.

Televizyon duvar kâğıdı değildir.

Televizyonun sürekli açık olduğu evler hiç de az değildir. Televizyonun kapatılabileceğini, sürekli olarak açık kalması gerekmediğini böylece öğretebilirsiniz. Ekrandaki bir şeyin sürekliliği sizin ve çocuğunuzun onu sürekli seyretmesini gerektirmez. Bırakın dizilerin arkası gelmeyiversin! Can sıkıcı ve seviyesiz tartışmacıları tek bir parmak hareketi ile susturmanın, evinizden kovmanın keyfini sürün. Bunu çocuğunuza da öğretin! Unutmayın, habire bakıp durduğunuz cam yüzey hiç de masum değildir, çocuklarınıza sürekli bir şeyler telkin eder, öğretir!

Eğitim programlarını tercih dedin.

Televizyonların “prime-time” dedikleri saatler eğlenceye ayrılmıştır. Neden illa prime-time’da televizyon seyredesiniz ki! Kendinize ve çocuğunuza özel seyir saatleri oluşturun, hem daha az reklam seyretmiş olursunuz, hem de kimsenin prime-time’a koyma cesareti göstermediği kaliteli ve yapıcı programları seyredin. Videonuz varsa kaydedin; kendi prime-time’ınızı oluşturun, sonra seyredin.

Çocuklarınızı komşu çocukları ile okul arkadaşları ya da arkadaşlarınızın çocukları ile sık sık bir araya getirin.

Komşuluğun yozlaştığı, dostluğun köreldiği bir zamanda onlara komşuluk, dostluk ve arkadaşlık adına güzel şeyler yapabileceklerini, yaptıklarını beğendiklerini onlara hissettirin. Televizyon dışında gözle görülür, elle dokunulur başka eğlence türlerinin olduğunu da hatırlatın onlara ve kendinize!

Çocuğunuzun TV programcısı siz olun.

Onunla çok sevdiği bir programın benzerini yapmaya çalışın. Sunuculuk yapın ya da çocuğunuzun sunucu olmasına izin verin.
Evdekilerden kendinize seyirci bulun. Bunun belki daha sahici, belki daha başarılı ve kesinlikle reklamsız program olduğunu görebilir ve sevebilirler. Bunu yaparken TV’ye rakip olmaya kalkmayın, alternatif olmayı deneyin.

Televizyonu bir “çocuk bakıcısı” gibi kullanmayın.

Yapabileceğiniz en kötü şey budur! Ayak altından uzak olsun, sesi çıkmasın, ağlamasın diye çocuğunuzu televizyonun karşısına koymayın. Çocuğunuzun televizyon seyretme davranışının da sorumlusu sizsiniz! Bununla birlikte, zaman zaman bazı rutin meşguliyetlerinizi çocuğun televizyon seyretme saatlerine denk getirebilirsiniz.

Senai Demirci

Kamera Arkası…

Bir filmin kamera arkası görüntüleri her seyirci için ilginç ve keyifli olmalı. Kamera-arkası görüntülerini izlerken, kendimizi az da olsa ayrıcalıklı bir konumda hissederiz.

Ayrıcalıklıyızdır; çünkü herkesin kendini kaptırdığı kurgulanmış bir gerçekliğin arkasına geçeriz; herkesin bilmediğini bilir, herkesin görmediğini görürüz. Keyifliyizdir; çünkü tasarlanmış bir hayalin içinden çıkıp onu kuşatır, inşa edilmiş bir rüyadan uyanıp rüyayı yorumlarız. Kamera arkası görüntülerini seyrederken, az önce seyirci olarak nesnesi olduğumuz ve etkilendiğimiz bir ürünü, kendi nesnemiz haline getirir, onu elimize alırız, ona özne oluruz.

Bir filmi seyretmeye razı olmak gönüllü bir aldanıştır, duygularımızı bile-isteye geçici bir gerçekliğin eline vermektir. İyi bir film bize sinemayı unutturur. Etkileyici bir senaryo sinemada bir seyirci olduğumuz gerçeğinden duygusal olarak kopartır bizi. Öyle ki, sinema ışıkları yanınca silkinmek zorunda kalırız. Sinema ışıklarının yanmasını bekliyorsak, koltukta olduğumuzu unutmamışsak, filmin film olduğu başından beri aklımızdaysa, iyi bir filmde değiliz demektir. Film odur ki, film olduğunu unuttursun.

Bir televizyon programımızın kamera arkası görüntülerini çeken kameraman ve yönetmen arkadaşlarımın koşturmaları sırasında acıyla fark edecektim ki, boşuna gayret ediyorlar. Çektikleri bir “kamera arkası” olmayacak. Kamera arkası diye çektikleri görüntüler ellerindeki kameranın önüne düşüyordu yine. Seyrettiğimiz her “kamera-arkası” aslında bir başka “kameranın önü”dür. Bizi kamera arkasına götürüp filmden uyandırmaya çalışanlar bir başka kameranın önünde yeniden uyutuyorlar. Kamera arkası görüntüleri ile kimselerin görmediğini gördüğüne inandırılan biz ayrıcalıklılar, aslında kamera arkası görüntülerini çeken kameraların arkasından habersiziz. Yeni bir kurgunun, yeni bir yapımın önüne sürüyorlar bizi kamera arkası görüntüleriyle. Yeniden uyutuyorlar. Yine kamera önünde oyalıyorlar. Kamera-arkası görüntülerin düştüğü kameraların da arkasına bir dizi kamera koysalar, seyrettiklerimiz yine bir kameranın önünde duruyor olmaktan kurtulamayacak. Bu kamera arkası çekimlerini, “kamera arkasının kamera arkasının kamera arkasının kamera arkası…” şeklinde sonsuza kadar çoğaltsalar da, bir kameranın önünde kalacak gözlerimiz. Üstelik, sonunda kameralar o kadar artacak ki, bunca kameraya yetişecek ne kameraman bulunur, bunca kamera arkası görüntüsünü seyredecek ne seyirci kalır.

Öyle bir kamera çekmeli ki gerçek kamera arkasını, başka bir kamera önü daha olmamalı çektiği görüntüler. Öyle bir yerden bakmalıyız ki gerçekliğe, o bakışın arkasında başka bir bakışa yer kalmamalı. Son ve gerçek kameranın çektiği öyle olmalı ki, o kamera arkası bakışını kuşatabilecek başka bir kameranın varlığı imkansız olmalı.

Bütün nazarları ve manzaraları, vizyonları ve vizörleri önüne alan, ardında başka bir şey bırakmayan tek ve nihaî görüş nedir o halde? Varlığın nihâi seyircisi kim? Hayallerimizin en son kamera arkası bakışı kimin nazarında saklı? Yaşadığımız hayatın nihai görüntüleri hangi perdeye düşüyor? Seyrettiğimiz görüntülerin gözbebeğimize düşmesi, bu görüntüye bizim verdiğimiz tepkiler ilginçtir değil mi? Öyleyse, kimdir gözümüzün gördüğünü gören, gözümüzün nasıl gördüğünü de gören ve dilerse gösterecek olan bakışın sahibi?

Gördüğümüz her rüya bizimdir; bize aittir ve biraz da biz o rüyaya aitizdir. Uyanılmayan bir rüya, rüya olamaz. Kendimizi rüyamızda ne kadar gerçek hissedersek o kadar rüyadır o rüya. Ancak kendimizi o rüyadan uyandırmadan da rüya diye bilinmez o rüya… Yani uyanmakla rüyanın kamera arkasına geçeriz; ona ait olmaktan çıkarız, o bize ait olmaya başlar. Ancak o zaman yorumlayabiliriz rüyayı. Nesnemiz ederiz onu.

O kadar sahici yaşıyoruz ki dünyada… Kendimizi kaptırdığımız bir filmde ağlar gibi, güler gibi, heyecanlanır gibi… O kadar içine almış ki hayat bizi; sinemaya girdiğimizi (doğduğumuzu) ve sinemadan çıkarılacağımızı (öleceğimizi) unutuyoruz. Ya ışıklar birden yanarsa?

Bu dünyaya geldiğimizi de gideceğimizi de unutmuşsak, kendimizi bir rüyaya/filme kaptırdığımız kesin. Kendimizi kaptırdığımız her şeyden bir an silkinerek uyanacağımız da kesindir. Peki nerede kamera arkası çekimleri? Nerede filmi yorumlama fırsatı? Kim yorumlayacak bu rüyayı? Bu gönüllü aldanıştan nasıl dürtüleceğiz?

Nihaî bakış, yani en son kamera arkası nerede mi? O, Yaradan’ın kendi kutlu nazarında saklıdır. O nazarda olduğumuzu bilerek yaşamalı, o nazarda yer edindiğimizi bilerek gözlerimize görüntüler seçmeliyiz. Varlığımızı “Ol!” sözünün içinde anlamlandıran gerçek Yönetmen’in perdesine anlamlar düşüren bir seyirciyiz/seyredileniz aslında.

Kendimizi o kadar kaptırmayalım filme…

Senai Demirci