Etiket arşivi: Dr.Selçuk Eskiçubuk

Ay Konuşuyor Duyuyor musunuz?

Güneş, Dünya ve yıldızlar gibi Ay da bizleri kendisini tanımaya davet ediyor. Evet kaldırıp başınızı bir bakın! Acaba onu gerçek yönleriyle tanıyor muyuz?

Lagrange noktaları

Ay, birbirinden farklı gök cisimleri arasında semaya asılı bir gece lambası ve Dünya’nın uydusu olarak asırlardan beri dolaşmaktadır. Işığı yoktur, ışığını diğer gezegenler gibi Güneş’ten alır, karanlıktır, koyu renklidir ve dünya kadar yoğun bir yapısı yoktur. Bugüne kadar üzerinde herhangi bir hayat izi de bulunamamıştır.

Dünya ile arasındaki uzaklık 384 bin km’dir. Ay ışığının bize ulaşması ancak 1,3 saniye sürer. Bugünkü hesaplamalara göre Ay’ın 4,47 milyar yaşında olduğu düşünülüyorAy’ın kütlesi ve yarıçapı Dünya’ya göre daha küçüktür. Bu yüzden de bir cismin Ay’daki ağırlığı Dünya’daki ağırlığının yaklaşık 1/6’sı kadardır.

Dünya’nın güçlü bir kütle çekimi vardır, Ay’ın da vardır. Ancak, Ay’ın düşük kütlesi nedeniyle bu kürenin çapı sadece 60 bin km kadardır.  Eğer Ay’a yakın isek, onun kütle çekimi baskın olur ve bizi çeker. Ama Dünya’ya daha yakın isek, bu kez de Dünya’nın kütle çekimi bizi çeker. İki gök cisminin kütle çekimlerinin birbirini dengelediği, dolayısıyla kütle çekimi hiç yokmuş gibi hissedebileceğiniz noktaya Lagrange noktası denir. Bunlar 5 adettir.

Ay’ın arka yüzü ve Dünya. Bir gök cisminin kendi etrafında dönüş hızı ile uydusu olduğu gezegen veya yıldızın çevresindeki dönüş hızının eşit olması durumuna “kütle çekim kilitlenmesi” denir. Böyle olunca, gök cismi çevresinde döndüğü “daha büyük kütleli” cisme sürekli aynı yüzü bakacak şekilde dolanır. Yaklaşık %40’lık kısmı ise sürekli karanlıkta kalır.

Ay, kendi ekseni etrafında, dünyanın etrafında ve dünyanın bir uydusu olarak birlikte Güneş’in etrafında döner, yani 3 tarz dönüşü vardır. Kendi ekseni etrafında yavaş, Dünya’nın etrafında hızlı döner. Ay’ın kendi ekseni ve Dünya etrafında dönüş süresi eşittir (29, 5 gün). Yani bir günü bir yılına eşittir. Bu sebeple de Dünya’dan Ay’ın hep aynı yüzü görülür. Biz Dünya’dan baktığımızda Ay’ın arka tarafını göremediğimiz gibi, Ay’ın arka tarafından da Dünya görülmez.

Ay, Güneşin etrafında Dünya ile birlikte 365 günde döner. Gündüzleri yüzey sıcaklığı ortalama 107°C, geceleri de ortalama -153°C’tır.

Ay ve Dünya arasında “kütle çekim kilitlenmesi” olduğu için, Dünya’dan bakıldığında sadece Ay’ın bir yüzü görünür. Kütle çekim kilitlenmesi, bir gök cisminin sahip olduğu gelgit kuvvetinden dolayı diğer bir gök cismine sadece tek yüzünü göstermesi anlamına geliyor. Ay 1,54° yörünge eğikliği ile kendi etrafında döndüğü için yüzeyinde her bölge zamanla Güneş’e bakar ve Güneş ışığı alır. O yüzden bu bölgeyi tanımlarken Ay’ın karanlık yüzü demek yerine, Ay’ın arka yüzü veya Ay’ın uzak tarafı denilmesi daha doğrudur.

Ay’ın görünmeyen arka yüzündeki çatlak

Günümüzde ayın arka yüzünde yapılan araştırmalar 1,5 km genişliğinde yukardan aşağıya doğru bir çatlağın izine rastlamışlardır. Buna Radley Rille adını vermişlerdir. Ancak Batılı bilim adımları bunun detaylarını açıklamaktan henüz çekinmektedirler. Bir gün gelir gerçek anlaşılır.

Güneş ve Ay tutulmaları, bu muazzam gök sistemini işleten Allah’ın büyüklüğünü ilan eden semavi olaylardan ikisidir. İslam’da Ay tutulması, aynı zamanda Yaratıcıya karşı özel bir ibadet olan ‘Husuf namazı’nın kılındığı zamandır. Yıl içinde ancak bazı ülkelerden nadiren görülebilen bu özel ânı gören bir Müslüman, Rabbini bu vesileyle anmak için namaz kılar. Gündüzün, bir anda gece gibi kararması, âlemler Rabbinin nimetlerini ve kudretini hatırlatır. Bu olay sebebiyle de bir Müslüman Yüce Rabbini hatırlayıp ibadet eder. Yoksa o ibadet, Ay tutulmasını sona erdirmek için değildir.

Ayın değişimi

Güneş’e, Ay’a ve parlak yıldızlara birçok görevler yüklenmiştir. Gökyüzünü aydınlatırlar, süslerler ve bütün eşya onlarla hayat bulur.

Ay’ın boyutu ve Dünya’ya olan uzaklığı, Dünya ile olan yerçekimi açısından da mükemmeldir. Önemli okyanus gel-git hareketleriyle sular ne durgunlaşır ne de kıtaların üzerine tırmanır. Gel-gitlerin oluşturulmasında görev, Ay’ın evrelerine, mevsimlere ve Güneş’e verilmiştir.

Ay, insanlara günü, ayı ve yılları gösteren bir takvim olarak da hizmet etmektedir. Tarihte pek çok medeniyetler Ay takvimini kullanmışlardır. Sümerler, Babilliler, Romalılar, Yunanlılar, Yahudiler ve Müslümanlar gibi. Bizim kullandığımız Hicri Takvim de bir Ay takvimidir.

Ay tutulması (Tam ve parçalı)

Evet Ay konuşuyor!

Benim sanatkârım Güneş’i ve Ay’ı istediği gibi hareket ettiren, menzilden menzile gezdiren “Musahhiru’ş-Şemsi ve’l-Kamer”dir.

O göklerin ve yerin rabbi; “Rabbü’s-Semâvâti ve’l-ard”dır.

O ne emrederse ben onu yaparım, ol der ve ben olurum “kün fe yekün” emrinin sahibidir benim sahibim.

Bir gece Peygamberliğe delil için Hz. Muhammed’e inanmayanlara karşı mucize gösteren sahibimin emriyle Peygamber parmağını kaldırdı ve ben ikiye bölünüp tekrar yine bir araya geldim. Araştırın belki izine rastlarsınız.

“Ay yarıldı.” (Kamer Sûresi, 1)

“Vaktinizi ve hesabınızı bilesiniz diye…” (Yunus Sûresi, 5)

“Ay’a gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir.” (Yâsin Sûresi, 39)

 

Dr. Selçuk Eskiçubuk – Zafer Dergisi

Zıt Yaratılışlar: Tabiat Kanunlarını Koyan ve İstediği Gibi Değiştiren Allah (cc)

Günlük hayatımızda, siyah-beyaz, madde-ruh, canlı-cansız, hayat-ölüm, iyilik-kötülük, uzun-kısa, kalın-ince, dar-geniş, yuvarlak-köşeli, sert-yumuşak, mat-parlak, kuru-ıslak, hafif-ağır.. gibi birbirinin zıddı olan kelimeleri çokça kullanırız.

Zıtlıklar olmazsa, hayatı nasıl anlayıp algılayabilirdik? Karanlık olmasa kim anlayacaktı ki ışığın o muazzam berraklığını. Beyazın karşısında siyah olmasaydı kıymeti bilinmezdi ki beyazın. Çünkü siyahlar fark ettirir beyazın güzelliğini. Evrende birçok rengin temelini oluşturur siyah ve beyaz. Birlikte kullanıldığında nitelik ve durum olarak zıtlığı barındırır içinde. İyiliğin karşısında kötülük olmasaydı bilinir miydi hiç onun da kıymeti?

Mikro dünyaya baktığımızda atomların çekirdeğindeki pozitif protonlar ile çevresindeki negatif elektronların zıtlık içindeki müthiş uyum ve dengesini görürüz. O bu müthiş haliyle bir, tek ve güçlü bir sanatkârı tanımamıza ne güzel rehberlik eder…

Makro dünyaya, evrene bakınca da karşıtlıklar içinde bir denge olduğunu görürüz. Başka bir deyişle evrende gerek cansız varlıklarda gerek canlı varlıklarda zıtlar üzerinde kurgulanmış dengeli ve ahenkli bir görünüm vardır. Mesela komşu gezegenimiz olan Venüs (Zühre) tüm gezegenlerin aksine doğudan batıya doğru döner. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğar. Ekseni etrafındaki bir turu 243 günde tamamlarken Güneş çevresindeki tam turunu 224 günde tamamlar. Yani Venüs’te bir gün bir yıldan daha uzundur.

Hayvanlar ya ot yerler ya da et, bazen ikisini de yiyerek beslenirler. Bitkiler ise topraktan beslenirler. Fakat günümüzde etle beslenen etobur yapıda 600 kadar bitki çeşidi bilinmektedir. Mesela Venüs bitkisi (sinekkapan), etobur bir bitkidir, sinek ve böcek yiyerek beslenir.

Dünyada bilinen 6.000 kurbağa türünün tamamı üremek için “dış dölleme” sistemi kullanır. Erkek dişiyi yakalar ve dişi yumurtalarını bırakırken erkek de eş zamanlı olarak onları döller. Yeni bir kurbağa türü olan Sulawesi kurbağası, Endonezya’nın Sulawesi adasında yaşıyor. Bütün kurbağaların zıddına, yumurtalarını içeride dölleyerek “doğum yapan” 10-12 türden birisidir.

Bütün kurbağaların üremelerini dış dölleme yoluyla yaptırırken Sulawesi kurbağalarının üremelerini zıt bir şekilde doğum yolu ile yaptıran kim?..

İnsanlarda cinsiyetin oluşumunda görevlendirilen genler X ve Y genleridir. Erkeklerde XY, bayanlarda XX+ genleri vardır. İnsanın vücut hücreleri 46 kromozoma sahipken, solucanda 2, kurbağada 26, kedide 38, köpekte 78, filde 56, serçe ve inekte 60 kromozom vardır.

Kümes hayvanlarında ve kuşlarda ise cinsiyet Z ve W kromozomu ile belirlenir. Horozlarda 2 Z kromozomu (ZZ), tavuklarda ise Z ve W kromozom bulunur (ZW). Bazı sürüngenler, balıklar, kurbağalar, kelebek ve hatta çilekte de cinsiyet ZZ/ZW sistemi ile belirlenirler.

Kraliçe bal arısı tüm yaşamı boyunca erkekten aldığı spermleri sperm kesesinde biriktirir. Yumurtlama sırasında bu kesenin ağzını açarak döllediği yumurtalardan dişi (işçi) bireyler gelişirken, kesenin kapalı tutulması sonucu döllenmeyen yumurtalardan da erkek bireyler gelişirler. Erkek arılarda, vücut hücrelerinin kromozom sayısı (16), dişilerin hücrelerindekinin (32) yarısı kadardır.

Timsahlarda cinsiyet kromozomu yoktur. Amerikan timsahı (Alligator missisipiensis), yumurtalarını 30°C’deki çevre sıcaklığında kuluçkaya yatırdığında bütün yavrular dişi, 33°C’de yatırdığında ise hepsi erkek olur. İki sıcaklık arasında ise (31-32°C) iki cinsiyet nisbeti dengelenir. İlk 40 gün içinde sıcaklığın değişimine bağlı olarak embriyo erkeklik veya dişilik karakteri kazanır.

Tropikal timsahların çoğunda ise enteresan bir durum görülür: Bunlarda yüksek sıcaklıklarda (34°C) dişi, orta sıcaklıkta (32°C) erkek ve düşük sıcaklıkta (30°C) ise tekrar dişi meydana gelir.

Aynı şekilde Banggai Cardinal Balığı cinsiyetsiz doğar. Belli bir zaman sonra erkek ve dişi olurlar. Eş tutup gruptan ayrılırlar ve birlikte yan yana yüzmeye başlarlar. Dişi ilk önce yumurtaları çıkarır ve erkeğe transfer eder. Yumurtaları denizatları gibi erkek taşır. 25-27 gün sonra da, erkek balık, yumurtaları uzun dikenli denizkestanesine bırakır.

Salyangoz ve solucan gibi bazı hayvanlar da çift cinsiyet taşırlar. Kendi kendini dölleyebilenler olduğu gibi, bazı hermafrodit (çift cinsiyetli) canlılar da kendi kendini dölleyerek çoğalamaz. Bu durumda iki farklı birey karşılıklı birbirini döller.

Deniz tavşanı da böyle bir hayvandır ama onların bir farkı vardır ki, döllenmeden sonra erkeklik organları düşer bir gün sonra yeniden yaratılır.

Bazı balıklar erkek iken grubun dişisi ölürse o da dişileşir. Mesela Palyaço balıklarında en iri balık dişidir, sonra da erkek gelir. Grubun diğer balıkları, üremeyen küçük balıklardan meydana gelir. Dişi balık ölürse, erkek balık dişileşir grubun küçük balıklarından biri de büyüyerek erkekleşir.

Bazı balıklarda da grubun baskın erkeği ölünce en büyük dişi balık erkekleşir. Mesela Lapin grubundan bir balık (P. Pulchrum) cinsinde dişi, baskın erkek ölünce grubun en büyük dişisi erkeğe dönüşür yumurta üretirken sperm üretmeye başlar. Ancak dişinin 4 yaşından küçük olmaması gerekir.

Çift yönlü cinsiyet değiştiren balıklar da vardır. Eğer balık baskın karakterde ise dişiye, emir altına girecek karakterde ise erkeğe dönüşüyor. Mesela Gobidae familyasından (L. dalli) cins balık böyledir.

Tropik bölgede yaşayan bir kelebek türünün larvaları (Hypolimnas bolina), eğer Wolbachia bakterisi tarafından enfekte edilirse, larvalardan dişi kelebekler çıkar, edilmezse erkek olurlar.

Tabiatta olup bitenler bize ne anlatıyor? Zıtların diliyle bize ne söylenmek isteniyor?

Hiçbir kanun niçin ebedi değil?  Evrendeki kanunları koyan kim, kanunların tam zıddını yaratan kim? Gücün sonsuzluluğunun da bir göstergesidir evrendeki bu zıt yaratışlar?

Görüldüğü gibi Allah (cc) dilerse önce bir varlığı dişi yaratır sonra onu erkeğe çevirir; dilerse önce erkek yaratır sonra onu dişileştirir; isterse önce cinsiyetsiz yaratır sonra verir; cinsiyetleri kromozomlarla da belirler kromozomsuz da… Kuralları yalnızca O koyar, O kaldırır. Kanunların, kuralların hâkimi Odur. Kanunlarının mahkûmu değil hakimidir O. Onları, istediği gibi değiştirip iptal eden sonsuz kudret ve irade sahibidir O.

Mülk de Onundur, istediği gibi tasarruf eder, istediği gibi değiştirir. Bu Onun gücünü gösterir. Tesadüfen oluşması, kendi kendine olması imkansızdır. Evrendeki ekosistem hiç bozulmaz. Çünkü Onun tasarruf eli yarattıklarının üstündedir; ilhamlarla onlara hangi yolda gideceklerini bildirir; akılsız canlılara akıllıca işler yaptırır.

O, istediğini istediği zaman ve şekilde yaratan, Ehad, Vahid, Samed, Alîm, Hakîm, Hâkim ve Kadîr olduğunu akıllı muhataplarına böyle gösterir…

Dr. Selçuk Eskiçubuk – Zafer Dergisi

Koronavirüsü Dabbetül Arz Mıdır?

“Dâbbe” kelimesi “canlı, hareket eden varlık” anlamında kullanılır. “Dâbbe” kelimesi Kur’an’da 14 defa, bu kelimenin çoğulu olan “devâbb” ise 4 defa kullanılır. Neml suresi 82. ayette geçen “dâbbetül arz” ise, din alimlerince genelde kıyamet işaretlerinden biri olarak kabul edilir.

Kur’an son indirilen kitap olması nedeniyle her asra, insanların anlayış tabakalarına hitap eden özelliklere sahiptir. Bazı hadislerin ifade ettiği manalar da öyledir; bilimsel gelişmelerin ortaya koyduğu tespitler, onların içinde nice hakikatlerin sakladıklarını göstermiştir.

Bazı ayetlerden örnek verecek olursak:

“Allah hareket eden her canlıyı bir sudan yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yol alır. Allah dilediğini yaratıyor, Allah her şeye kādirdir.” (Nur Suresi, 45)

“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde, öldüğünü ancak asâsını kemiren ağaç kurdu sayesinde anlamışlardı. Süleyman’ın cesedi yere yıkılınca ortaya çıktı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı o aşağılayıcı eziyete katlanıp durmazlardı.” (Sebe Suresi, 14)

“Söylenen (kıyamet) başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir yaratık çıkarırız da insanların âyetlerimize kesin bir şekilde iman etmedikleri konusunda onlarla konuşur.” (Neml Suresi, 82)

Hz. Ali (kv), üstte Neml suresi 82. ayette geçen “dabbe” hakkında şöyle diyor: “O, kuyruğu olan bir dabbe değil, sakalı olan bir dabbedir.”

Mikroskobun keşfiyle gözle görülmeyen bir dünyaya kapılar açılmıştır. Mikrobiyoloji bilimi mikropları bulup sınıflandırma yaptığında bir gruba “Flagellalı (kamçılı) bakteriler” ismi verilmiştir. E.Coli, Salmonella grubu bakteriler ve Pseudomonas türleri böyle mikroplardır.

İşte o ayetin asrımıza bakan bir anlamı da bu mikroplardan bir grubun mutasyona uğramış cinsi olabilir.

Geçmiş asırlarda bu bilgiler olmadığı için bu ayetin bu asra bakan tefsiri bu şekilde yapılamazdı. Demek ki, Kur’an’ın ayetleri ve onların açıklamaları olan bazı hadisler her zaman gençliklerini koruyorlar. O Dabbetül arz’ın konuşması ise—doğrusunu Allah bilir—imtihan sırrı gereği mecazi bir ifadedir; yani hal diliyle bir konuşmadır. Mesela bizler de bazen dilimizle değil vücud diliyle konuşuruz ya da hâkimler kararıyla konuşurlar… Aynı bunlar gibi.

Bazıları “Dabbetül arz” kelimesinin ebcet hesabıyla toplam sayısal değeri üzerinden yapılan hesaplamalarla (Hicri 1441-Miladi 2020) şu an ortaya çıkan korona virüsünün dabbetül arz olduğunu iddia etmektedir. Geçmişte de AİDS mikrobu için aynı iddialar ortaya atılmıştı. Ama bunlar gerçekçi değildir.

Bediüzzaman ise “Gaybı ancak Allah bilir” diyerek kıyamete yakın ortaya çıkacak “Dabbetül arz” hakkında insanın kemiklerini yiyip bitiren, vücutta dişten tırnağa kadar bütün organlara yerleşen ve ağaç kurdu gibi bir canlının olabileceğini söyler:

“Amma ‘dabbetül arz’: Kur’an’da gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka meseleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: “Gaybı ancak Allah bilir.” Nasıl ki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de, Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Yecüc ve Mecüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünkü gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye (canlı türü) olacak. Belki “illâ dâbbetu-l-ardi te’kulu minseeteh(u)” (Sebe, 14) âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbetül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Müminler iman bereketiyle ve sefahet ve sûiistimalâttan tecennübleriyle (sakınmalarıyla) kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş. (5. Şua, 2. Makam, 20. Mesele)

Şimdi bir konu daha kaldı. “Dabbetül arz”ın kemikleri bir ağaç kurdu gibi yemesi meselesi. Buna da örnek bir hastalık var, Multipl Myeleom. Kemik iliğindeki Plazmosit adı verilen bağışıklık hücrelerinin kanseri. Kemikleri bir ağaç kurdu gibi yiyor. Kafatası ve leğen kemiği ile uyluk kemiklerini adeta ağaç kurdu gibi kemirmiş olduğu fotoğraflarda da bunu görebiliyoruz.

Kur’an ayetlerinin bazılarının zaman geçmesi ile farklı manaları da anlaşılır, bu da onun mucizevi yönüdür. Asırlar sonra bilinecek şeyleri çok önceden söyler ama ifadelerin gerçek anlamı, zamanı gelince anlaşılır.

Öyleyse dabbetül arz nasıl bir varlık olmalı?

Hz. Ali’nin “Neml, 82.” ayetinin tefsirinden ve Bediüzzaman’ın “Sebe, 14.” ayetlerinin tefsirinden anladığımız üzere, yeryüzünde kıyamete yakın bir zaman diliminde ortaya çıkmalı; “Flagellalı bir mikrop” olmalı; insanların dişinden tırnağına kadar bütün vücuduna ya bizzat yayılmalı ya da toksinleri (zehir) ile yayılmalı. Ve “Multpl myelom” hastalarında görülen tabloya benzer şekilde, bir ağaç kurdu gibi başta kemikler olmak üzere her organı kemirmeli. En doğrusunu Allah bilir.

Sefahatten uzak duranlar, suiistimal etmeyenler yani kendilerine verilen vücut nimetlerini kötüye kullanmayanlar; içki, kumar, zina, gece hayatı vb haramlardan uzak duranlar ve hijyene dikkat edenler bu hastalıktan korunmalıdırlar.

Öyleyse diyebiliriz ki: Solunum yoluyla bulaşan ve bütün dünyayı korkutan Korona virüs hastalığı ayet ve hadislerde adı geçen “Dabbetül arz” değildir. Çünkü o virüs kamçılı (Hz. Ali’nin tabiriyle, ‘sakallı’) değildir ve solunum yoluyla inanan-inanmayan herkese bulaşabilmektedir. Halbuki “Dabbetül arz” muhtemelen sindirim sistemi ve diğer yollarla bulaşacak, her organı ağaç kurdu gibi kemirecektir. Sefahatten ve suiistimalden uzak duran ve inanan insanlar bu hastalıktan kendilerini kurtarmış olacaklar. Bunlar bizim şu an söyleyebileceklerimiz ama elbette, gaybı Allah’tan başka kimse bilemez…

Dr. Selçuk Eskiçubuk – Zafer Dergisi

Kaldır Başını Da Bir Bak!

Ne göreceksin? Güneş, ay ve yıldızlar,  sonrasını göremeyeceksin. Bir de yansıtıcı teleskopla bak! ne göreceksin? Bir sürü gözle göremediğin yeni yıldızlar, uydular. Ya sonra, bir de radyo teleskopla bak! ya da uydulardaki uzay teleskopuyla bak! Ne göreceksin? Daha önce göremediğin yeni bir sürü yıldızlar, galaksiler. Ya sonrasında ne var? İşte buraya  kadar.

Evrende milyarca yıldız bir araya getirilerek Galaksi adı verilen yıldız kümeleri oluşturulmuştur. Galaksilerin yaklaşık % 80 kadarı disk biçimlidir. Dünyanın da içinde bulunduğu yıldızlar kümesine Samanyolu Galaksisi(gökada) denir. Bunlar büyük galaksilerdir. Bir de sayısız Cüce Galaksiler vardır.

Güneş sistemi, güneşin çekim kuvvetinin etkisiyle; gezegenler, gezegenlerin uyduları, kuyruklu yıldızlar ve meteorların yine güneş etrafında birikmesiyle oluşan gök cisimleri topluluğudur.

Güneş etrafında dönen gök cisimlerine Gezegen(seyyare) denir. Bugün için bilinen 8 gezegen(Merkür, Venüs, Mars, Dünya, Jupiter, Satürn, Uranüs ve Neptün) vardır. Bir de Güneşin etrafında Cüce gezegenler vardır. Pluton, Makemake, Haumea ve Eris gibi. Mesela Ceres  gezegeninin 1 günü 9.5 saat, güneş etrafındaki 1 turu ise 4.6 yıldır.

Gezegenleri güneşin etrafında dönen bir dönme dolaba benzetebiliriz, ama çok özel bir  dolab, hangisine binsen farklı şeyler yaşatan. Bir hayal edin bakın nasıl zevk alacaksınız, derin derin düşüneceksiniz.

Gezegenlerin etrafında dönen gökcisimlerine Uydu(peyk) denir. Dünya’nın 1, Mars ve Neptün’ün 2, Uranüs’ün 6, Satürn’ün 10 ve Jüpiter’in ise 12 uydusu vardır. Merkür ve Venüs’ün ise uydusu yoktur.

Güneş sisteminin dışında olan bulunan yıldızların etrafındaki gezegenlere ise Ötegezegen denir.

Her bir gezegenin kendi ekseni etrafında dönme hızı ile Güneşin etrafındaki dönme süratleri farklı farklıdır. Güneş çevresinde dolanma süreleri, Güneş’e olan uzaklıklarına bağlıdır. Dünya yılı cinsinden bu değerler şöyledir: Merkür: 88 gün, Venüs: 224 gün, Dünya: 365 gün 5 saat 45 dakika 46 sn, Mars: 687 gün, Jüpiter: 12 yıl, Satürn:29.4 yıl, Uranüs: 84 yıl, Neptün: 164 yıl dır.

Gezegenlerin kendi etrafında dolanma sürelerine ise belli bir kural konulmamıştır. Dünya günü açısından o zamanlar ise şöyledir: Merkür: 58 gün, Venüs: 243 gün, Dünya: 1 gün, Jüpiter: 10 saat Mars:1 gün 37 dakika, Satürn: 10 saat, Uranüs: 11 saat, Neptün: 17.24 saat

Gezegenler hem kendi ekseni etrafında hem de güneşin etrafında batıdan doğuya doğru dönerler.  Güneş ve ay’dan sonraki en parlak gezegen Venüs (Çobanyıldızı, Çolpan, Zühre)dür.  Ancak Venüs tüm gezegenlerin aksine doğudan batıya doğru döner. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğar. Ekseni etrafındaki bir turu 243 günde tamamlarken Güneş çevresindeki tam turunu 224 günde tamamlar. Yani Venüs’te bir gün bir yıldan daha uzundur.

Bu gezegenin büyüklüğü Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen veya dünyanın ikizi olarak da bilinmektedir. Ama ekvatordaki sıcaklığı 500°C‘nin üzerine çıkabilmektedir. En çok uydu gönderilen gezegendir. Bu sıcaklıkta orada yaşamak mümkün değilse de hayalen orada bir gün yaşayabiliriz. Güneşin batıdan doğup doğudan battığını görmek, daha 1 gün dolmadan 1 yaş yaşlanmak hangi gezegende mümkün ki? Allah size hayal gibi bir duygu vermiş, ona binerek yakıt harcamadan, trafik kazası ihtimali olmayan bir yolda, gidin gidebildiğiniz yere kadar…

Her insan gibi her yıldız, her gezegen ve her uydu da özeldir. Ama Venüs bir başkadır. O, ezber bozan, gaflet perdesini yırtan ve akılları bir daha düşünmeye sevk eden bir gezegendir. Yırtın bütün perdeleri, miraçda gibi yükselin, O’nu bulun.

Devletler, anayasalarla kanunlarla idare edilir, kanunları koyan da değiştiren de kaldıran da Parlamentolarıdır. Evrende ise kanunları koyan onları yaratandır. O, kendi iradesiyle istediği kanunları koyar istediğinde kendi iradesiyle o kanunların dışına çıkar ama kainatı da bir düzen içinde idare eder. O, bu davranışıyla sebeplerin arkasındaki “sebeplerin yaratıcısı” na dikkatleri çeker. İnsanlar kanunları göre göre bazen duyarsızlaşır, vurdumduymaz olabilir. Kanunların istisnalarını, kural dışıları da yaratarak bu gaflet perdesini kaldırmak ister. Günü geldiğinde de O, bütün kanunları kaldırır, evreni bozar ve yeniden inşa eder. O’nun işlerine hiçbir tesadüf karışamaz. Kimdir O?

Kadir, Alim, Hakim ve Sani bir zatın harika işleridir bunlar. O hem kanunları yapar, hem de istediğinde kaldırır, tam zıddını yapar. İşlerinde özgürdür, hiçbir kanunla bağlı değildir çünkü onların sahibi O’dur. İsterse sebepleri yaratır isterse sebepleri kaldırır ortadan.

Onu bulduysan yaşam da güzeldir ölüm de, O’nu bulamadıysan uzun da yaşasan boş, kısa da yaşasan boş.

Dr. Selçuk Eskiçubuk

Bediüzzaman’ın Penceresinden “Bal Mühendisi Arılar”

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü üründen ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut.’ Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alınacak ibret vardır.”

Nahl,68-69

Bal arıları, toplu halde yaşayan canlılardır ve kovanda yaşamın devamlılığını sağlamak için hep birlikte çalışırlar. İnsanlara bal ve arı poleni gibi faydalı gıdaları sunarlar. Sofralarmıza gelene kadar balın serüvenine dikkatlice bakmak gerekir.

Bir kolonide 1 kraliçe arı, birkaç yüz erkek arı ve 10 – 80 bin arasında işçi arı yaşar. Bunlardan en fazla 5 kg bal alınabilir. Kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.  Kraliçe arı, diğer dişilere göre daha büyüktür. Kesesinde 5 milyon sperm taşıyabilir, Erkek arıların tek fonksiyonu kraliçeyi döllemektir, döllenme havada uçuş esnasında olur, dölleme yapan erkek arı ölür, yalnızca birkaç hafta yaşarlar. İşçi arılar, 5-6 hafta, Kraliçe arı ise 4-5 yıl yaşar.

Her kovanda kraliçenin salgıladığı bir kimyasal madde vardır ve kovandaki bütün arılar bu maddeyi kraliçeden alırlar yani kraliçe ile aynı kokuya sahip olurlar. Bu madde sayesinde aynı kolonideki bütün bireyler birbirlerini kolaylıkla tanırlar. Kraliçe ve işçi arıların iğnesi olduğu halde bal yapmayan erkek arılar iğnesizdir.  

İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir ve büyüdükleri hücreden çıktıkları andan itibaren gelişimleri ile orantılı olarak kovan içindeki görevleri de değişir. İşçi arılar yaşamları boyunca kovan içindeki her türlü işle ilgilenmiş olurlar. İlk üç günleri kovan temizleyicisi olarak geçer. 

Kraliçe arı birden fazla erkek arıdan aldığı spermleri vücudundaki sperm kesesinde depolar.3-4 gün sonra yumurtlamaya başlar. Kraliçe günde 1500- 3000 arasında yumurta bırakır. Döllenmiş yumurtalardan kısır işçi arılar, döllenmemiş yumurtalardan ise erkek arılar oluşturulur.

İşçi arılar, kraliçe arı ve erkek arıların görevleri ayrı ayrı tanımlanmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet idaresindeki seçmen, başkan/başbakan ve yasama, yargı ve yürütme arasındaki ilişkilere benzetilebilir. Mesela Kraliçe arıyı başkana, erkek arıları, başkanı seçen delegelere, işçi arıları ise çok farklı görevleri nedeniyle yürütme, yargı ve yasama gücüne üzerine almış memurlara benzetebiliriz.

Arılar; petek, bal ve arı sütünü gibi nasıl yaparlar? Kovan içinde ve dışındaki görev taksimini nasıl dağıtırlar? Arılar kovanı terk ettikten sonra yollarını nasıl bulurlar? Yabancı arıları nasıl fark edip kovandan kovarlar? Haberci arılar buldukları çiçeklerin yerini kovandaki arılara nasıl anlatırlar?

Polen toplayan arılar ile çiçek özü toplayan arılar farklıdır. Polen toplayan arılarla bal yapan arılar başkadır. Çiçeklerin yerini bulan haberci arılar başkadır. Yabancı arıların kovana girmesini engelleyen güvenlik görevlisi arılar da farklıdır. Bu büyük bir organizasyondur. Bu görevleri nasıl yaparlar?

Arılar nasıl petek yapıyor?

İnsanlar şehir planlamacılarının, mimar ve mühendislerin bilgilerinin birleşmesiyle güzel şehirler inşa ederler ama bir arı kovanındaki yapılanma, yaşam, düzen, işleyişe ve üretilen maddelerdeki harikalığa asla yetişemezler. Çünkü yüzlerce işçi arı ilhamla kenarlardan ortaya doğru petekleri örmeya başlarlar ve ortada birleşirler, hiçbir eksiklik veya fazlalık olmaz. Bu küçücük arıların balmumundan yaptıkları petekler 6 gen şekildedir ve bu şekil en az balmumuyla en çok bal depolayabilecekleri bir şekildir. Arıların petekleriyle sergiledikleri bu mimari yapı o kadar mükemmel olmasına karşın yine başka bir ilahi sanat olan nar tanelerinin dizilişi ve çiçeğindeki mimari yapıyla kıyaslanacak olursa, ondan geridir.

*Cüz’î bir ihtiyarın tavassutu ile eser-i akıl bir insan şehri, intizamca semere-i vahiy bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i san’atı bir petek hüceyrat şehri, bir nar ve gülnardan intizamca geridir.(H.ŞAMİYE)

Peteklerin ham maddesi balmumudur, balmumu sıvı halde salgılanır, hava ile temas edince pulcuklar halinde sertleşir ve arının vücudundaki balmumu ceplerinde bekletilir sonra arka bacaklarındaki iğneler sayesinde pulcuklar çıkarılır. Arı pulcukların ağzına alır, çiğner ve onları yumuşatır. Balmumu 35° sıcaklıkta üretilir, işçi arılar birbirine kenetlenerek bu sıcaklığı sağlar. İnsanlar bulundukları ortamın ısısını kesinlikle bilemezler ama arılar bu sabit ısıyı sağlama görevini yerine getirirler. Tek bir peteğin yapımı için 80 bin pulcuk kullanılır.

Arılar önce bir mimar gibi altıgen olan peteğin planını yapar sonra bir inşaat mühendis, bir ustabaşı gibi peteği inşa eder.   Bir kimya mühendisi bir kimyager ve gıda mühendisi gibi balmumu ve bal üretir.  

Bediüzzaman bu harika olayların bütününü kısaca veciz bir ifade ile şöyle isimlendirir:

*bal mühendisi olan arılar (MUHAKEMAT)

Bediüzzaman’a göre arıların hayatlarının programları beyinlerinde yazılıdır, ilahi vahye mazhar olarak bilmeden çalışırlar ve onların her biri kendilerine verilen görevleri eksiksiz yaparlar.

*İşte, ilhâma mazhar olan arı, örümcek ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi hayvânâtı bu sineğe kıyas et. Hattâ nebâtâtı da aynen hayvânâta kıyas edebilirsin. Evet, Cevâd-ı Mutlak (celle celâluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midâdıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş, onunla evâmir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelâle, nasıl Kitab-ı Mübînin düsturlarından, arı vazifesine ait miktarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder” Rabbin balarısına vahy etti.” (Nahl, 68.) âyetinin sırrını izhar eder. (LEMALAR, 17.Lema)

Arıların sağırdırlar ama yön bulma duyguları çok gelişmiştir, bu özellikleri nedeniyle uzaklara uçsalar bile yuvalarını kolayca bulurlar. Hayvanların yaptıkları bütün olağanüstü işlere bazıları içgüdü diyerek basitleştirmeye çalışsa da bunlar aslında ilahi bir sevktir, bir nevi ilhamdır, vahiydir. İnsanlara gelen ilhamın mahiyeti bilinmediği gibi arıya ve diğer hayvanlara gelen vahiy ve ilham gibi ilahi sevklerin varlığı da bilinmekle beraber nasıl oldukları, mahiyetleri bugün için bir sırdır. Arılar yaptıkları işten zevk aldıkları için bu işleri yaparlar ama yaptıkları işin mahiyetini, niçin yaptıklarını asla bilemezler.

*Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu, yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamıyla döner, yuvasına girer.(MEKTUBAT, 28.Mektub)

*insanda ve hayvanda “sâika” ve “şâika” namıyla, aynı sâmia ve bâsıra gibi iki hiss-i âhari ilmen bulmuştum. Ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere, hata ederek, ahmakçasına, “sevk-i tabiî” diyorlar.  Hâşâ, sevk-i tabiî  değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak, insan ve hayvanı kader-i İlâhî sevk ediyor. (MEKTUBAT, 28.Mektub)

*Hem sineğin bir sınıfı olan arılar, nimetlerin en tatlısı, en lâtifi olan balı sana yedirdikleri gibi,  Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda, vahy-i Rabbânîye  mazhariyetle serfirâz olduğundan, onları sevmek lâzım gelirken…(LEMALAR, 28.Lema, 3.Nükte)

*güneş ve kamerden ve unsurlardan ve bulutlardan tâ bal arılarına kadar memuriyet veren tavzif gibi (ŞUALAR, 7.Şua)

*balarısının hilkati, kudret-i İlâhiyeye isnat edilmezse, nihayetsiz müşkilât olur.(M.NURİYE)

*mucizeli bu san’at-ı İlâhiyenin ve bu fiil-i Rabbâniyenin bütün zemin yüzünde, hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihâtası (ŞUALAR, 7.ŞUA)

Sıra şimdi bal üretimine gelmiştir:

Haberci arılar buldukları çiçeklerin yerini kovan içinde güneşin yönüne göre güneye, kuzeye, batıya veya doğuya doğru göre veya eğim derecesine göre yön çizerek adeta dans eder gibi yönü defalarca arkadaşlarına gösterir. Ama güneş her 4 dakikada bir batıya doğru hareket eder. Arılar bu dans ile bunu da öğrenirler. Haberci arıların bu dansın içinde kaç kez döndükleri içinde, çiçeklerin ne kadar uzakta olduğu  gizlidir. Ayrıca getirdikleri çiçek özünün kokusunu da onlara getirir ve tattırırlar. Her haberci arının tarif ettiği yönü öğrenen ve kokuyu öğrenen arılar o farklı yönlere farklı gruplar olarak gider ve çiçekleri bulurlar.

Arılar topladığı çiçek özünü, normal midesinden ayrı, özel olarak bu maksatla yaratılmış bulunan bal midesine toplayıp kovana taşımakta; burada genç arılar bu maddeyi hortumuyla emip kendi midesine aktarmakta ve onu şerbet kıvamına gelecek şekilde işleme tâbi tutmaktadır. Bundan sonra şerbet peteklere doldurulur. İşçi arılar kanatlarını çırparak kovan için de hava hareketlerini sağlar, bu sayede peteklerdeki şerbetin suyu uçar, katılaşır ve bal haline gelir sonra da üzeri bal mumuyla kapatılıp bozulması önlenir. Ayrıca bu sayede kovanın rutubeti de dışarı atılmış olur. Kovanın sıcaklığı 37° üstüne çıkınca arılar hep beraber kanat çırpıp sıcaklığı düşürmeye çalışırlar.

Gıdalar Rahman ve Rahim olan bir yaratıcının kullarına sunduğu gıdalardır. Arıya bal yaptırır, onların elleriyle kullarına sunar. Peki bukadar tatlı balı arılar niçin kendileri yemezler? Bunun sırrı nedir? Bu sır, balın fiziksel özelliklerinde gizlidir.

Suyun vizkozitesi(akmazlık) 20° de 1.0020 centpois(cP), balınki ise 20° de 189, 13° ise 600 imiş. Arılar ince hortumlarıyla akışkan olmayan balı emecek yapıda yaratılmamışlardır. Bu nedenle ememezler ama gıdasız kaldıklarında bazı enzimler salgılanır ki o zaman bal onların yemesine uygun hale gelir. Beslenmeleri için Rahman ve Rahim olan yaratıcı onları kendi balıyla besletir. Arıcılık yapanlar kış aylarında arıların beslenmesi ve yavrular için kovanda yeterli miktarda bal bırakırlar, yetmediğinde ise özel şekerli şurup hazırlayarak verirler.

Arılarda insanların örnek alacağı şeyler de vardır mesela dost edinirken eşek arısı gibi bal yapmayan zehirli bir dost değil, ağzından, dilinden bal akan dostlar edinilmelidir.

*ısırıcı yabanî eşek arılarını kaçırıp, mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celb eder, onların ellerinden bal yer gibi öyle dostlar bulur (MEKTUBAT,29.Mektup)

İnsanlar bazen çevresindeki insanlar tarafından sözle, yazıyla baskı altına alınıp taciz edilir. Bunlara karşı nasıl davranmak gerekir? Onlara aynı şiddetle karşılık vermek şiddeti daha da artıracaktır, cevap vermemek de bir cevaptır. Ortaya çıkan durumlara göre bu da uygulanacak bir yöntemdir.

* Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi (LEMALAR, 2.Lema)

*Nasıl ki arılara iliştikçe insanın başına üşüşürler; aldırmazsan dağılır. (LEMALAR, 25.Lema)

*Evet, arılarla uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terk eder, giderler. (M.NURİYE)

*Nazik ve zayıf bir vücut ki, sivrisineklerin ve arıların ısırmasına tahammül edemediği için (T.HAYAT)

Karınca ve arılar cumhuriyetçilerdir, sosyal hayatlarında kargaşa yoktur. İnsanlar da onları örnek alıp Cumhuriyet idaresini kurup başarıyla yürütebilirler.

* karınca  ve arı milletleri cumhuriyetçidirler.(T.HAYAT)

Dr.Selçuk Eskiçubuk