Etiket arşivi: dua

Teslimiyet, Tazim ve Zulüm

Bediüzzaman Birinci Lem’a’da “Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” (Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. Enbiyâ Sûresi, 21:87) duasının sırlarını açar.

Sır; herkesin göremeyeceği, anlayamayacağı, hissedemeyeceği muamma bir hakikattir. Hakikat layık olana açılır, kalpleri latif ve parlak olanlara yansır. Sırlar da böyle bir kalbin müşterisidir.

Mümin görev adamıdır, sorumluluk sahibidir. Münkirler gibi görevinden ve sorumluluklarından kaçamaz. Müminin iman ve ibadetten başka bir de tebliğ görevi var. Bu görev; iyilikleri teşvik ve kötülüklerden kaçındırmak olarak belirginleşir. Mümin, hakikatleri sevdiklerine aktaran, muhtaç olanlarla paylaşandır.

Bediüzzaman kalbine yansıyan sırları bizimle paylaşıyor.

“Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” duası Kur’an’da da geçtiği üzere Hz. Yunus’a ait. Hz. Yunus bu duayı, tebliğ etmekle görevli olduğu kavmine öfkelenip Rabbinden izin gelmeksizin görevini terk ederek deniz yolculuğuna çıkması, fırtınalı, dalgalı ve kapkaranlık bir gecede denize atılıp bir balık tarafından yutulması üzerine, balığın karnında yapıyor.

Bediüzzaman bu olayı fazla detaya girmeden bir sinema perdesi gibi kurguluyor. Sadece maksadına yetecek kadarını özetliyor. İşin teferruatını Kur’an’a ve tarih kitaplarına bırakıyor. Onların haklarını gasp etmiyor.

Bediüzzaman kısaca; “Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette.” diyor. Denizin ortasında dalgalarla boğuşan bir gemi, çaresiz insanlar, Allah’tan başka yardım edecek kimse yok ve balığın karnında Rabbini yalvaran bir nebi Hz. Yunus.

21. Yüzyılın teknolojisi ve bütün imkanları ellerinde olsa bile hiç kimsenin, hiçbir yardımlarının dokunamayacağı çok vahim bir durum. Bütün bütün çaresizlik. Bediüzzaman, tasvir ettiği o vaziyette, sebeplerin suskunluğunu, emre amade ve boynu bükük duruşlarını nazarlara veriyor ve Hz. Yunus’u o durumdan kurtaracak olan Zatın hem balığa, hem denize, hem geceye, hem gökyüzüne hükmü geçebilecek olan kudretli bir Zat olabileceğini net bir şekilde ortaya koyuyor.

Bediüzzaman bu tasviri yapıp bırakmaz. Kalbindeki sırları ifşa etmeye çalışır. Bunu yaparken de farklı bir yöntem izler. İnsanlık tarihinin ibretlik bir hadisesini alır, yüzyılımızın İslam toplumunun gündemine getirerek motif motif işlemeye başlar.

Hz Yunus’un bulunduğu şartlar ile bizim şartlarımızı karşılaştırır ve bizim şartlarımızın yüz derece daha müthiş olduğunu nazarlara verir. Geleceğimizi geceye banzetir, gafletimizin geleceğimize yüz perde çekerek kalınlaştırdığını belirtir.

Gaflet, görevi ve görev yerini terk etme, unutma veya yüz çevirme anlamlarını da taşır. İbadet ve tebliğ görevini terk eden gafildir. Geleceğini karartır. En dehşetlisi de imansızlıktır ki, bu aynı zamanda asrımızın bir hastalığıdır, sahibini yüzer dehşetli karanlıklar içinde bırakır.

Bediüzzaman dünyamızı Hz Yunus’un denizinin yerine koyar. Nefsimizin heveslerini de balığa benzetir.

Nefsimizin hevesleri, denizin suyu kadar çok değil mi, bir o kadar da vazgeçmesi zor bir cazibeye sahip değiller mi?

Görevden uzaklaşma bizi heves denizine atıyor, nefsimiz de balık gibi bizi yutuyor ve vahdet nurunu bize göstermemek için gözümüzün önüne birçok perdeler çekerek ebedi hayatımızı karartmaya çalışıyor. Hz Yunus aleyhisselamın asrından bizim asrımıza yansıyan balık figürü en fazla yüz yıllık hayata bedel, bizden ebedi bir hayat alacak kadar dehşet saçıyor.

Bediüzzaman, insanların çok aciz ve her şeye muhtaç oluşlarına, sebeplerin acziyetine, hiçbir tesirlerinin olmayışlarına ve emir almadan hiçbir şey yapamayacaklarına parmak basıyor. Bir kalemin, yazan birisi olmazsa yazamayacağı, bir kılıcın kesen biri olmadan kesemeyeceği gibi.

Sebepler birer araçtır. Onları yaratan, emir verip iş yaptıran ve onlardan bir sonuç çıkaran da Rabbimizdir. Bu hakikat ışığında, aleyhimize ittifak eden sebeplerin durup dururken ittifak etmediklerini, muhakkak bir görev ihmalimiz olduğunu, bütün bunların da görevi bize veren Rabbimiz tarafından sevk edilmiş olduklarını anlamak zor olmasa gerektir. Sevk eden elbette durdurur. Ama sevke sebep olan insanın kendisidir, durdurması için Allah’a yalvarıp yakaracak olan da yine insanın kendisi olacaktır.

Hz. Yunus hatasını anlamış, pişmanlık duymuş ve; “Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” itirafında bulunmuştur. Sonuçta aleyhine ittifak eden fırtına dinmiş, deniz durulmuş, gece parlak bir ayla aydınlanmış, balık bir denizaltı gibi ona hizmet vermiş ve bir de selametli bir kıyıya getirip bırakmış.

Bediüzzaman aynı şekilde bizim de, çalkantılı dünya denizinden, tehlikeli hevesat balığından ve bizce meçhul ve karanlık olan geleceğimizden Rabbimize sığınmamızı ve Hz. Yunus gibi pişmanlık ve itirafta bulunmamızı istiyor. Kurtuluşumuzu buna bağlıyor. Başka çıkar yol da görünmüyor.

Bu duanın birinci bölümünde “lailahe ente” (Senden başka ilah yoktur.) ifadesinde Allah’a mutlak bir yöneliş var. “Sübhaneke” (Seni her türlü noksandan tenzih ederim.) kelimesinde Allah’ın mutlak kudretine bir teslimiyet, “inni küntü minezzalimin” ifadesinde de kendisine zulmedenin yine kendisi olduğunu anlama ve kesin bir dönüş var.

Bize bizden başka zulmeden olmaz. Zalimliğimizin farkına varıp yine kendimizi, her şeyin sahibi olan Rabbimize iltica ederek kurtaracağız. Bunun başka çıkar yolu da yok. Dünya hayatımızı vahşet ve dehşet manzaralarından kurtarıp ibret ve tefekkür manzaralarına çevirmek bizim elimizde. Kur’an’ın terbiyesi ile nefsimizi denizaltı gibi bir binek yapıp dünya denizinin selametli bir sahiline çıkmak ve cennet hayatını kazanmak da elbette bizim elimizde.

Bediüzaman, ölüm ve yaşam arasındaki sürekli değişimi nazarlara vererek seneleri ve asırları, içinde bir çok cenazelerin bulunduğu büyük bir dalgaya, İslamiyeti de Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan mânevi bir gemiye benzetiyor. Dünyanın dalgalı denizi üzerinde selametle gezmenin ve selametli bir kıyıya çıkmanın ancak bu İslamiyet gemisine binmekle mümkün olacağını söylüyor. Gemi bütün sebeplere hükmeden Allah’ın gemisidir. İmanın nuru ve Kur’an’ın mehtabıyla gecemizi ve geleceğimizi de elbette O aydınlatacaktır.

Doğruluğu, sırları ve tesirleri ile sabit olan bu duayı ve Hz Yunus’un bu tecrübesini Bediüzaman asrımızın insanına yeni bir yaklaşım ve formatla bir kurtuluş reçetesi olarak sunuyor.

Kadir Aytar
www.risaleakademi.com

 

Allah(c.c) kullarının duasına şu 3 halden biri ile cevap verir

Hiçbir müslüman yoktur ki, Allah’a dua etsin de, Allah duasına şu 3 halden biri ile cevap vermesin:

-Kişi dua ettiğinde, Allah, onun karşılığını dünyada acilen (peşin) verir.

-Duanın karşılığını ahirete erteler.

-Yaptığı dua kadar, o kuldan bir dert ve sıkıntıyı giderir.

Bu sözü işitince sahabiler sevinç içinde: Öyleyse, bizler çok dua ederiz, dediler. Allah Resulü de şu açıklamayı yaptı: Allah’ın kabul etmesi, sizin duanızdan daha çoktur.
Hadis (Müsned).

İyiliği yap, kötülükten de sakın. Yanlarından kalktığında, halkın senin hakkında söylemelerinden hoşlanacağın şeyleri gözet ve onları yerine getir. Yanlarından kalktığında halkın senin hakkında söylemelerinden hoşlanmayacağın şeylere ise, dikkat et ve onları yapmaktan da sakın.
Hadisi Şerif ( Beyhaki )

Her canının istediğini yemen, israftandır.
Hadis (İbn-i Mace).

Su Ve Dua

Dua öyle bir güçlü bir vesiledir ki, hastalıkları iyileştirir, suyu dahi halden hale sokabilir.

Su insan hayatının en önemli vazgeçilmezi… Susuz edemiyoruz. Susuz hayat mümkün görünmüyor. İnsan vücudunun ve yeryüzünün dörtte üçü, meyvelerin ise yüzde 90’a yakını sudan oluşuyor. Aslında her birimiz ‘su içinde’ yaşıyoruz. Hücrelerimiz ince bir zarla çevrelenmiş birer su küpüne benziyor. Bu küçücük küpler içindeki herşey su içinde oluyor. Su hayatımızın bu kadar merkezinde olduğu halde, suyu hep varmış varsayıp üzerinde düşünmeye bile değer görmüyor olabiliriz.

‘Sudan ucuz’ pek az şey var gündelik hayatımızda. Sözümona, su basit bir madde. Sıradan bir molekül. Önümüz sıra akıp giden, cansız, duygusuz birşey. Öyle mi? Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto’nun on yılı aşkın bir süredir gördükleri, suyun hiç de duyarsız, cansız, sıradan bir şey olmadığını düşündürüyor. Su sesi dinliyor, söze kulak veriyor, çevredeki duygu atmosferini yüzüne yansıtıyor. Deyim yerindeyse üzülüyor, ağlıyor, küsüyor, seviniyor, gülüyor, neşeleniyor, barışıyor.

Emoto’nun yaptığı çalışmalar su moleküllerinin ve atomlarının bir insan duyarlılığına sahip olduğunu ‘resm’en ortaya koyuyor. Emoto’nun bugünlerde dünyanın çeşitli şehirlerinde heyecanla sergilediği çarpıcı görüntüler herşeyi anlatıyor. Dr. Emoto her bir maddenin kendine özgü bir manyetik alanı olduğu gerçeğinden yola çıkmış ve ilk olarak suyun manyetik alanını incelemeye başlamış. Emoto, herşey gibi, su moleküllerinin de manyetik alanının elektronların atom çekirdeği etrafındaki dönüşlerinden kaynaklandığını hatırlatıyor. Elektronların dönüşü ve dolayısıyla da suyun manyetik alanı, çevredeki ses dalgalarından etkilenebilir miydi? Konuşulan sözlerin içeriğinin olumlu ya da olumsuz olması suyun manyetik alanını ve dolayısıyla moleküler ve atomik yapısını etkileyebilir miydi?

Emoto mikroskopla fotoğrafını çektiği su kristallerine bakarak, bu sorulara kesin bir “Evet” cevabı veriyor. Emoto ve ekibi ilk olarak suya müzik dinletmiş. Bir miktar arıtılmış suyu birkaç saat farklı müzikler yayınlayan iki hoparlörün önünde bekletmişler, sonra bu suları dondurarak su kristallerinin fotoğrafını çekmişler. Emoto’nun ekibi su moleküllerinin insan sözünün içeriğinden nasıl etkilendiğini görmek için Fujiwara Barajından topladıkları suya dua okumuşlar. Su kristalinin duadan önceki biçimi ile duadan sonraki biçimi arasında belirgin bir farklılık gözlemlemişler. Suyun tüm bir hayatı yakından ve derinden etkilediğine dikkat çeken Dr. Emoto, negatif duygularla içilmiş suyun ya da negatif duygular yüklenmiş suyun canlı bedeni içindekilere adı konmamış zararlar verebileceğini belirtiyor. Canlı bedenleri büyük oranda su içerdiğine göre, negatif duyguların, sözlerin ve müziklerin kanser oluşumuna zemin hazırlayacak derin moleküler değişikliklere de yol açabileceğine dikkat çekiyor.

Su, insan hayatındaki belkide en önemli gereksinim, ayrıca Vücudumuzun %70 inin sudan ibaret olduğunu da biliyoruz. Güzel sözler söyleyip güzel sözler dinlemek insanda eminim başka açılımlar oluşturuyor. Kelimelerin insanın biyolojik bedenine  tesirleri var. Bana öyle laflar etti ki “vücut kimyam değişti”  diyoruz ya  bazen, işte bu konuda bununla ne kadar ilişkili değil mi? Bu bakımdan, siz siz olun, sevdiklerinizin ‘huyuna suyuna gidin.’ Tek bir sözünüzün ve hatta bakışınızın bile vücut kimyasını etkileyebileceğini aklınızdan çıkarmayın.

İslamiyet inancımızda da güzel söz söylemek çok önemli.

Yunus demiş ya hani,

Söz ola “Kese savaşı”, Söz ola “Kestire başı”,
Söz ola “Agulu aşı”, “Yağ ile Bal” ide bir Söz

Hz.Musa’ ya Allah (cc), Firavuna hitabında yumuşak sözle hitap etmesini öğütlüyor. Biz müslümanlar elimize aldığımız her Nimete şükür ile bakarız, suyu içerken güzelliğini düşünürüz, önümüze gelen yemeğe ne olursa olsun nimet gözü ile bakar ALLAH’a şükrederiz. Sabah elimizi yüzümüzü yıkarken suyun güzelliğine ve varlığına şükrederiz. Her işimizde Besmele okuruz. “Bu işi ALLAH adı ile ve “O ‘ nun adına” yapıyorum”, deriz. İşlerimize güzel hislerle başlarız.


Zafer Dergisi/ Senai Demirci