Etiket arşivi: dua

Kandil Geceleri Çocuklarınızla Yapacağınız 7 Şey

1- ‘Kandil’ ne demek bunu çocuklarınıza anlatın.

2- Bu gece çocuklarınıza onları çok seven ve etrafında onlar için dünyayı düzenleyen bir Allah olduğunu ve Allah’ın, onu sevdiği için ona verdiği özel armağanları anlatın.

3- Akşam saatlerinde çocuğunuzla evde hazırladığınız bir kandil simidini ya da kandil helvasını komşularınızla, diğer insanlarla paylaşın.

4- Bu gece çocuğunuza bir tesbih hediye edin ve ona bir Salavat-ı Şerife öğretin. Peygamber Efendimize (S.A.V.) selamlar salavatlar göndermesini isteyin.

5- Çocuğunuza Allah’ın güzel isimlerinden bahsedin ve Esma-ül Hüsna’dan birkaç yeni kelime öğretin.

6- Bu gece çocuğunuzla Kur’an-ı Kerim’den birkaç satır mutlaka okuyun.

7- Bu gece çocuğunuzla seccade üzerine oturun ve birlikte hem kendiniz, aileniz ve hem de diğer insanlar, insanlık için dua edin.

Yavrunuzun dua eden ellerini bu gece daha çok öpün…

Kudret Eren Yavuz (Uzm. Psikolojik Danışman-Psikoterapist)

Mevlid Kandili’nde Nasıl İbadet Edilir ve Namaz Kılınır?

İmam Suyuti, konuyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir:

“İnsanların Mevlid-i Nebevi için toplanıp Kur’an okumaları, Hz. Peygamber (a.s.m)’in veladetiyle ilgili haberleri/menkıbeleri seslendirmeleri, bu münasebetle yemek tertiplemeleri bid’a-i hasenedir/güzel bir bid’attır. Çünkü, bu toplantılarda Hz. Muhammed (a.s.m)’e karşı büyük bir tazim, bir saygı, onun dünyaya teşriflerinden ötürü büyük bir sevinç söz konusudur. Bu ise, sahibine büyük bir sevap kazındırır.” (bk. Suyuti, el-Havi li’l-fetavi, 1/272-şamile).

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevi terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlahiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler halinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur’an-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekanlarda Kur’an ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.
2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salat ü selamlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.
3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.
4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere, hayati meselelerde derin düşüncelere girmeli.
5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plan ve programı çizilmeli.
6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede (günahları terk etme) bulunulmalı.
7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.
8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.
9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.
10. Kişi, kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine, hatta isim zikrederek dualar etmeli.
11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlakı yerine getirilmeli.
12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip; sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.
13. O gece ile ilgili ayetler, hadisler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.
14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilahi ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.
15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.
16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevi iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.
17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.
18. Hayattaki manevi büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.
19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.
NOT: “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur’an, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir… Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289). Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hali değildir.
Sorularla İslamiyet

Her Varlık Niyaz Eder

İnsan iki türlü dua eder. Biri hâl diliyledir, fiilidir. Kul çalışır, yapması gerekeni yapar, neticeyi Rabbinden bekler. Sebeplere, vesilelere yapışmak fiili bir duadır.

Bitki yetiştirmek için tarla sürmek, para kazanmak için ticaret yapmak, sınıfı geçmek için derse çalışmak, evlat sahibi olmak için evlenmek birer emek duasıdır.

Kul sebeplere teşebbüs eder, Allah da neticeyi yaratır. Mümin olsun, kâfir olsun, fasık olsun, salih olsun, bu nevi dua sahiplerini mahrum etmez, verir.

Her mahlûk dua eder. Gök yıldızlarıyla, denizler dalgalarıyla, ağaçlar yapraklarıyla, dağlar taşlarıyla, kuşlar ezgileriyle sürekli Rahman’a yalvarır, ihtiyaçlarını ona arz eder, yalnız ondan yardım dilerler.

Tohumlar yeşerip bitki olmak için niyaz eder. Yumurtalar biçimlenip hayvan olmak için yardım ister. Nutfeler gelişip insan olmak için inayet diler. Zorda kalan nice canlılar zaruret diliyle hep ona nida ederler.

Allah her eserini bazı sebepleri vesile ederek yaratır. Fakat sebeplerin hakiki tesiri yoktur, onlar birer perdedir. Veren de odur, alan da. Sadece ondan yardım dile, yalnız ona sığın, her ne isteyeceksen ondan iste…

“Ben kimim ki duam kabul edilsin” deme. Sen küçüksün ama Allah büyük. Rahmetinden ümidini kesme, ayete muhalefet etmiş olursun.

Rahman isminin tecellisi büyük küçük bütün mahlûkatı kapsar, tıpkı ışıkları vasıtasıyla güneşin yeryüzündeki bütün varlıkları kapsaması gibi.

Dua bir ibadettir. Meyvesi ahirette verilir. Peşin istemek ihlas sırrına aykırıdır. İbadeti iptal eder. Sadece dünya menfaati için edilen dua ibadet olmaktan çıkar, kabule liyakatini yitirir.

Teşvik için vaadedilen şeyler dua ibadetinin illeti, yani hakiki sebebi olmamalı. Duaların faziletleri hakkında anlatılanlar zayıfları gayretlendirmek içindir. Bir de, ibadetin vaktini tayinde mühim rolleri vardır.

Mesela hastalıklar, musibetler, felaketler dua ibadetinin vakitleridir. Nasıl ki güneş batınca akşam namazını kılıyor, ramazan gelince oruç tutuyorsun, öyle de hastalanınca şifa iste, başına bir musibet gelince Rabbine sığın.

İnsan kendisi hakkında neyin hayırlı olduğunu bilemez. Bunu bil de Rabbine itimat et. Rahman olan Rabbin sana karşı senden ziyade merhametlidir.

Ömer Sevinçgül / Zafer Dergisi

Dua

Küçük çocuk, deniz kenarına oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:

— Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? Küçük çocuk, başını çevirmeden;

— Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü. Adam, çocuğun yanına oturup:

— Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:

— Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk, büyük bir sevinçle:

— Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?

— Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.

Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah’tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup:

— Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi. Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:

— Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde “av” diye bir şey kalmadı.

— Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de “rasgele” derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:

— Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?

— Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak:

— Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:

— Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da… Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:

Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdu?

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

Çocuk terbiyesinde dua ihmal edilmemeli

“Pedagojinin temel kaidelerine uymak binanın süsleme kısmıdır. Çocuk yetiştirmenin özü, yani o binanın temeli duadır. Çocuğu duasız şekilde yetiştirirseniz, temelinde dua olmazsa, o binayı ne kadar boyasanız da pudralasanız da güzel görünüşlü bir bina olduğu halde, temeli çürükse en ufak bir sarsıntıda yıkılacaktır.” 

Her anne-baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Bunun için de elinden gelen gayreti gösterir. Tüm anne- babaların hedefi bellidir: Çocuklarının içinde var olan potansiyeli en iyi şekilde ortaya çıkarabilmek.

Peki, bu yapılırken acaba anne-babaların ne yapması, nelere dikkat etmesi gerekiyor? Çocuğumuzun içindeki dehayı ortaya çıkarabilmek için yapılması gerekenler nelerdir?

Konuyu görüştüğümüz Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uzman Pedagog Adem Güneş, anne-babalara önemli ipuçları vermesinin yanı sıra farklı bir konuya dikkatlerimizi çekiyor: Dua…

dua eden cocukSizin öncülüğünü yaptığınız Anadolu Pedagojisi’ne göre her çocuk bir Fatih, bir Itri, bir Mimar Sinan potansiyeli taşır. Ebeveynlerin bu potansiyeli keşfetmeleri için neler yapmaları, nelere dikkat etmeleri gerekiyor?

Sorunuzun cevabına geçmeden öncelikle şunu belirtmek isterim ki, Allah her insanı ayrı yarattı ve her insanın içine kendisine has bir fıtrat koydu. Bir çocuk kendi fıtrî halini yaşarsa o zaman ortaya Allah’ın “mükemmel” dediği ve “Halife yarattım” dediği insan ortaya çıkar.

Günümüzde arızalı, hastalıklı, topluma zarar veren insan modellerine baktığımız zaman bunların daha çok fıtratı, özü, mayası bozulmuş ve bu bozukluğun kendi ruhundaki karşılığını etrafa yansıtan insanlar olduğunu görüyoruz. Biz inanıyoruz ki insan çok acizdir ve Allah’ın birçok sıfatını kendi üzerinde barındırıyor. Dolayısıyla fıtrî haliyle kalabilen bir insan topluma, dünyaya, insanlara zarar veremez. Çünkü Allah onu vicdan, akıl, bellek, muhakeme gücü ve benzeri birçok donanımla birlikte yaratmıştır. Tüm bunlara baktığımızda insan bu hali özümseyip, bir şekliyle Yaratıcısına teveccüh edecek vaziyettedir.

Peki, sizin “topluma zarar veren insan modeli” dediğiniz kişiler biraz önce sözünü ettiğiniz durumun dışına nasıl çıkıyor?

Gelişim sürecinde çocuğun iyiye doğru gitmesini isteyen anne-baba biraz kaygılarından, biraz çocuğu tanımamasından dolayı çocuğun vicdanını öldürüyor, duyularını öldürüyor. Çocuğun kendisi olmasına izin vermek yerine korku ve panik içerisinde kendi istediği modele çevirmeye çalışıyor. Böylelikle sanki Allah’ın fıtrata koymuş olduğu o öze itiraz eder gibi, kabullenmez gibi, başka bir insana dönüştürmeye çalışınca ortaya şikâyet edilen insan tiplemesi çıkıyor. Bugünün temel problemi budur. Bu tip insanlarla toplum olarak boğuşuyoruz.

Veya modern hayatın getirdiği, kendisi iyi yetiştirilmiş olsa da paranın, makamın, popülerliğin, nefsin fıtrat bozucu haline yenik düşmüş insanlarla şu anda toplumlar olarak boğuşuyoruz. Her şeyi anne-babanın omuzuna yüklersek orada da ciddi bir hata yapmış oluruz. Çünkü anne-babanın da ötesinde çocuğun yetişmesinde çevrenin çok büyük tesiri vardır.

Bunları belirttikten sonra sorunuzun cevabına geçebiliriz.

Buyurun…

“Ben iyi bir anne-baba olmak istiyorum” diyen anne-babaların ilk yapacağı şey; çocuğuna doğduğu günden itibaren güven ve emniyet sunmasıdır. Fıtratın inkişaf etmesindeki en temel faktör bunlardır. Bu güven ve emniyetin içerisini doldurmaya kalktığımızda çocuğun hiçbir zaman anne tarafından yalnız bırakılmamış olması, emme süresince çocuğun mutlaka anne tarafından emzirilmiş olması, gece yatarken çocuğun yanında mutlaka annenin de bulunmuş olması, çocuğun her ihtiyacı olduğunda, inlemesi, ıhlaması durumunda bile annenin mutlaka karşılık vermesi çocuğu şımartmaz, çocuğu bağımlı hale getirmez. Çocuğa emniyet ve güven içerisinde olduğu hissi aşılar.

Çocuk kendini emniyet ve güven içinde hissediyorsa o takdirde fıtrat gelişir. Bir ağaç fidanının gelişmesinde su ve güneş ne ise, çocuğun gelişmesinde emniyet ve güven aynı şeydir.

Anne-baba çocuklarına “dokunma”, “etme”, “koşma”, “zıplama” diye engelleyici tavırlar takınmak yerine etrafı, eşyayı tanıması için güven vermiş olsa her an yanında bulunmuş olsa çocuğun fıtratının yeşermesi güvenli ve emniyetli olacak. Çocuk dışarıda karşılaştığı olaylarda veya evde yaşadığı olaylarda eğer anne-babadan emniyet hissediyorsa o takdirde fıtrat gelişir.

Aşırı koruyucu olmamak, çocuğun yapabileceği bazı şeylere izin vermek de gerekiyor. Bazı anne-babalar çocuğun üzerine öyle bir kapanıyor ki, üst kattaki komşu çocuğu hafif itelemiş olsa, güven vereceğim diye gidip o komşu çocuğunu incitiyor. Böyle bir durumda çocuk güven yerine güvensizlik alır. Çünkü anne-babasının bir başkasına zarar verdiğini gören çocuk, bir süre sonra kendisine de zarar verileceğinin kaygısına kapılır.

Peki, güven ve emniyet duygusunun verilmesinde doğru davranış ne olmalı?

Güven ve emniyette anne-babanın tutumu şu olmalı: Anne-baba bir sükunet ve sekine içerisinde yaşamalı. Çocuk oynarken tabii ki düşecek, arkadaşı ile itişecek de  tepişecek de… Bunlara izin veriyor olmak çocuğun gelişimine de destek veriyor olmak demektir.

Çocuğun güven ve emniyet içerisinde hayata tutunabilmesi için anne-babanın rehber olması gerekir. Anne-baba rehberlik görevini başarırsa çocuk güven ve emniyet içerisinde olduğunu hisseder, bu da fıtratın inkişafına sebep olur.

Bunu biz madalyonun iki yüzü olarak düşünürsek, bunlar anne-babanın fiili olarak yapması gerekenlerdir. Güven sunacak, emniyet sunacak ve çocuğun fıtratının gelişmesine izin verecek. Ancak bir şey eksik olursa arıza oluşması muhtemeldir. Anne-baba emniyet ve güveni sağlasalar da o çocuğun yolunu açacak olan Allah’ın inayeti de lazımdır.

Çocuk terbiyesinde yaptığımız her şey bir fiilî duadır. Yapmamız gerekenler zaten mesuliyetlerdir. Onları yapmazsak Allah’a karşı saygısızlık yapmış oluruz. Bunu yapmadan hayırlı bir evlat beklemeyelim. Fiilî duayı yaptıktan sonra bu çocuk mükemmel olacaktır diye beklemek de olmaz. Kâinatın sevk ve idaresi, duaların kabul makamı Allah’tır. Fiilî duanın arkasından bir de mutlaka kavlî dua gelmesi lazımdır.

Aslında burada çok yeni ve ilginç bir konuya temas ettiniz. Günümüzde anne-babalar çocuklarını mükemmel yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapıyorlar. Kitap okunması gerekiyorsa okuyorlar, pedagoga gitmek gerekiyorsa gidiyorlar, psikoloğa gidiyorlar ve en iyi okullarda yetiştirmeye çalışıyorlar. Fakat az önce dediğiniz kavlî dua kısmı günümüzde ihmal mi ediliyor?

Pedagojinin temel kaidelerine uymak binanın süsleme kısmıdır. Çocuk yetiştirmenin özü yani o binanın temeli duadır. Çocuğu duasız şekilde yetiştirirseniz, temelinde dua olmazsa o binayı ne kadar boyasanız da pudralasanız da güzel görünüşlü bir bina olduğu halde temeli çürükse en ufak bir sarsıntıda yıkılacaktır.

Çocuğunun zarara uğramaması konusunda, yolunun açılması noktasında, hayırlı bir vazife verilmesi noktasında, insanlığa hayır işlemesi noktasında anne-babalar nasıl  güven ve emniyet sunuyorsa, aynı şekilde güven ve emniyet hissini çocuğun içinde inkişaf ettirecek olan, çocuğun içerisinde duyuracak olan Allah’a da müracaat etmelidir. Ben çocuğa güven ve emniyet veriyorum diye anne-babanın iyi davranması önemli değil, önemli olan bu hissin Allah tarafından o çocuğun içine yerleştirilmiş olmasıdır. Çocuğa dışarıda gelebilecek bir bela ve musibeti onun peşinden giderek engel olmak değil; kâinatı kudret elinde tutan Allah’a yalvarmak, zihnî ve fiziksel bela ve musibetlerin Allah tarafından önleniyor olması için anne-babanın dua etmesi gerekir.

Çocuğumuzu sabah okula uğurlarken veya bir yere yollarken hakkında hayır dualarda bulunmak “Yavrum Allah zihin açıklığı versin, Allah yolunu açık etsin, Allah yolundaki engelleri kaldırsın” gibi dualar da bahsettiğimiz dua kısmına girer mi?

Ağzı dualı bir anne-baba mutlaka çocuğunu okula gönderirken, okuldan alırken, dersinin başına oturttururken, arkadaşlarıyla bir yere yollarken ve benzeri güncel yaşamın içerisinde mutlaka hayır dualarda bulunması ve mutlaka çocuğun bunu duyması lazımdır. “Allah yolunu açık etsin evladım” duasını mutlaka her annenin söylemiş olması gerekir. “Allah sana hayır işler yaptırsın, Allah’ın razı olduğu kullardan olasın kızım” dualarını her çocuğun duyması gerekir.

Anne-babalar günün koşturmacası içinde yoruluyorlar, sinirlenebiliyorlar; bu yorgunluk içerisinde olumsuz cümleler kurabiliyorlar. Mesela; “Allah senin cezanı versin”, “Allah seni bildiği gibi yapsın” veya “Allah sana da senin gibi bir evlat versin de gör bakalım dünyanın kaç bucak olduğunu” gibi beddua diyebileceğimiz dualar ediyorlar. Bu noktada bu söylenenlerin de hem çocuk üzerinde hem de dua babında manen baktığımızda bir etkisi var mıdır?

Çok önemli bir konuya temas ettiniz. Maalesef anne-babalar duanın gücünü çok bilmiyorlar. Çocuğun bir ruhsal yapılanmasının olduğu ve bunun çok hassas olduğunu günlük yaşantı içerisinde gözden kaçırıyoruz. Bırakın çocuğa bedduayı, hayvana dahi beddua ettiğinizde hayvan hırçınlaşıyor. Evde yaşayan bir çiçeğe beddua ettiğinizde çiçek soluyor.

Anne babalar çocuğuna “Allah senin belanı versin” diye bir söz söylediğinde o çocuğun içerisine zehir akıttığını ve gerçekten de Allah’ın o çocuğa bir bela zemini gibi bir zemin hazırlayacağını bilmeleri gerekir. Beddua hayvana, bitkiye dahi edilmez, kaldı ki anne-babalar çocuklarını terbiye etmek için onlara beddua ediyorlar. Bu çok acınası bir haldir. Allah onun da karşılığını verir.

Bu aynı zamanda çocuğa yapılan bir saldırıdır, değil mi?

Evet, çocuğa pedagojik olarak, psikolojik olarak öylesi şiddetle yaklaşan bir anne, çocuğun psikolojik olarak ruhunu bozar. İlahiyatçı değilim ama her anne-babada anne-babalık hakkı vardır. Bir anne çocuğunu dokuz ay karnında taşımış, acılar içerisinde onu dünyaya getirmiş, onu emzirmiştir. Tüm bunlar karşılığında Allah, anneye bir “annelik hakkı” mahsus tutuyor. Bu hakkın karşısında anne-babaların edeceği duaların karşılığının verileceğini bilmemiz gerekir. Anne-babalar bu hakkı hayır dua için kullanırsa Allah muhtemel ki annelik hakkından dolayı hayır verecektir. Ama bu hak, beddua için kullanılırsa, Allah bedduanın karşılığını verecektir. Anne-babaların bilmesi gereken en önemli şey budur. Siz istediğiniz kadar pedagojik olarak çocuğunuzu yetiştirin, hakkınızda şer istemişseniz, şerrin üstüne inşa ettiğiniz bir çocuğunuz olacaktır.

Dua olmadan pedagoji yarım kalır. Pedagojinin dua boyutu ihmal edilmemeli. Çocuk terbiyesinde duanın gücüne inanmak lazım. Anne-babalar anne-babalık hakkını Allah’tan hayır için isterse Allah hayır, şer için isterse Allah şer verir. Anne-babaların dikkatli olması lazım.

 

Fatihlerin yanında bir rehberi olmalı

Fatih Sultan Mehmet’in başarılarının arkasında bir Akşemsettin, bir Molla Gürani var. Mehmed’in Fatih olarak yetişmesinde ona rehberlik edecek kişilerin bulunmasını bir pedagog olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Günümüzde anne-babalar çocuklarını bizzat kendileri yetiştirmeye çalışıyor. Bu çok defa bir çocuğun yetiştirilmesinde eksiktir. Hiçbir annenin gücü tek başına bir çocuğu yetiştirmeye yetmez. Çocuğun belli bir kıvama getirilmesi anne-baba ile olur. Kıvama geldikten sonra çocuk kendi fıtratının karşılığı olan bir kişiyle veya kendi fıtratını destekleyen birileriyle gelişim sürecini tamamlaması lazım.

Osmanlı dönemine baktığımızda 11-12 yaşına yani ergenlik dönemine kadar anne-babayla olan çocuk bir süre sonra onlardan ayrılıyor. Fıtratının karşılığı olan bir yerde başkalarının destekleriyle yoluna devam ediyor, sonra tekrar anne-babasının yanına geliyor. Ergenliğe giren bir çocuk evde anne-babayla çatışır. Bu noktada mutlaka çocukların belli bir kıvamdayken, belli kişilerin yanında onların rehberliğiyle devam edip sonra tekrar anne-babanın yanına gelmiş olmasında büyük faydalar vardır.

Bu söylediklerinizden Osmanlı’da 8-10 yaşında şehzadelerin anne-babasından ayrılarak kendisine her bakımdan rehber olacak, kendi alanında uzman kişiler tarafından yetiştirilmesinin günümüzde bir model olarak alınması gerekli olduğunu mu anlamalıyız?

Kesinlikle model alınması gerekir. Bugün ergen problemi denen şeyi bizim ecdadımız çocuğun bu döneminde kendisine rehberlik edecek, fıtratını inkişaf ettirecek bir başka kişinin yanında geçirttirmiş. Sonra anne-babasının yanına gelmiş. Bu mutlaka örnek alınması gereken bir modeldir.

Burada görev yine anne-babaya düşüyor. Çocuğunun fıtratına göre onu destekleyecek insanları bulup çocuğunu onların yanına gönderme ve onunla vakit geçirmesini sağlaması gerekiyor değil mi?

Evet. Burada şunu tavsiye edebilirim: Çocuk yaz tatilinde bazen bir manavın, bazen bir terzinin yanına gönderilebilir. Burada maksat çalışmayı öğretmek değil. Gönlü açık bir terzinin yanında sükûn içerisinde onun hallerini gözlemleyebilirse, yeterlidir. Bu yaşlara geldiğinde mutlaka rehberlik edecek bir kişinin yanında olmalı. Olmazsa çatışmalar bir sonraki dönemin yeni problemini oluşturur.

Çocuk, yanına gittiği kişide fıtratının bir boyutunu geliştiriyor olması lazımdır. O kişinin sadece işini iyi yapıyor olması ve sükûnet içerisinde olmasından daha ziyade onun da manevî derinlikleri olursa çocuk bu ikinci rehberinin yanında çok daha iyi gelişir.

Pedagog Dr. Adem Güneş