Etiket arşivi: düğün

Düğünlerimiz Nasıl Olmalı?

Aile yuvası, Müslümanın bir saadet merkezi, sırlarını gizlediği bir hane, kendisini pek çok günah ve kötülüklerden koruyan bir sığınaktır. Bundan dolayı bu ocağın ilk kuruluş safhalarında dikkatli olmak, tam bir İslâmî şuur içinde hareket etmek büyük bir ehemmiyet taşımaktadır.

Aile yuvası, bir binaya benzer. Bir binanın temeli ne kadar sağlam olursa, o binanın hayatı o kadar devamlı ve uzun olur.

Düğün merasimlerini İslâm’ın umumi haram ve helâl esasları çerçevesinde düşünmek gerekir. Çünkü evlenecek kimselerin yaşadığı çevre şartları, örf ve âdetler çeşitlidir. Bunları teker teker tahlile tâbi tutup ayıklamak çok güç olacağından, bu merasimlerde aranacak vasıf, İslam’a zıt olmamasıdır.

Sünnette belirtildiğine göre, nikâhta aranan şartlardan birisi ilân edilmesidir. Böyle bir ilân meşru evlilikle gayrimeşru münasebetleri birbirinden ayırır. Bu hususu Peygamber Efendimiz (asm.)

“Bu evlenme işini ilân edin, halka duyurun.” (Buhari, Nikah, 48.),

buyurarak tavsiye etmiştir.

Hangi erkeğin hangi kızla, kimin oğlunun kimin kızıyla evlendiğini çevreye duyuran vesileler ve evlilik merasimi olan düğünün açıktan, çevrenin geleneklerine göre İslâmî çerçevede kalmak kaydıyla, birtakım eğlence ve şenliklerin yapılması bu “duyurma”işini gerçekleştiren şeylerdir.

Zaten düğünler birer sevinç ve sürür günüdür. O gün herkes sevinçlidir, neşelidir. Bu sevinç, bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek dile getirilir. Fakat bu oyun ve eğlencelerdeki ölçü nasıl olmalıdır? Söylenecek türkü ve şarkılarda, oynanan oyunlarda mübahlık ve haramlık ölçüsü nedir?

Esas itibariyle, bizzat kendisi güzel olsa da, dinen yasak olan bir fiilin işlenmesine sebebiyet veren hareket, haramdır. Makamla söylenen sözlerde, oyun ve eğlencelerde haram olan unsurlar bulunuyorsa ona göre hüküm alır.

Hatta bunun içindir ki, sırf nikâhı ilân etmek maksadıyla davul, zurna ve boru gibi musikî âletlerinin düğünlerde çalınabileceğine cevaz verilmektedir. Davul ve zurna bazı yerlerde olduğu gibi kahramanlık türküleri ve mehter marşlarının söylenmesine eşlik edince, meşru çerçevede kalmış bulunmaktadır. İnsanın şehevî duygularına hitap etmediği için mübah sayılmaktadır. Fakat bugünkü düğünlerde davul-zurnanın eşliğinde yapılan merasimlerde gayrimeşru unsurlar karıştığından, onlar da haliyle haram yolda kullanılmaktadır. Bunun için de çalınmasına ruhsat verilmemektedir.

Düğünlerde ve sair zamanlarda mûsikî eşliğinde oynanan oyunlara gelince, bunun da birtakım şartlan vardır. Bir kere çalınan âlet ve söylenen parçalar belli çerçevede kalmalıdır. Bunun yanında oyun tutan kimseler yalan ve kötü sözler söylememeli, başkalarına gösterilmesi haram olan organlarını açmamalı, kadınlar kendilerine nâmahrem olan erkeklerin yanında oynamamalıdır. Oyun esnasında bunlardan birisi olursa, o haram sınıfına girer.

İmam Gazalî, düğün, bayram ve şenlik günlerinde erkeklerin kendi aralarında oyun tertip etmelerinde, raks etmelerinde bir mahzurun olmadığını kaydederek, ancak kadınların erkekler karşısında oynadığı oyunun haram olduğunu söyler.

Bunun için düğünlerde kadınlar kendi aralarında, yabancı bir erkek olmadan oynayıp eğlenebilirler. Aynı şekilde erkekler de meşru ölçüler çerçevesinde eğlenip oynayabilirler. Bu şekilde oynamak mübah olduğu gibi, onları seyretmek de mübahtır. Bütün bunlar tamamen ihtiyarîdir, kişinin arzu ve inisiyatifine bırakılmalıdır. “Düğün sahibidir, yakınıdır” diye mecbur tutulmamalıdır.

Düğünler, sünnetteki tavsiyelere uyularak, İslâm’ın nezahet ve temizliği çerçevesinde yapılırsa, aynı zamanda güzel bir örnek olur. Çünkü evlilik gibi ebedî bir hayat arkadaşlığının temeli, geçici, dünyevî heveslerin, çürük ve bâtıl âdetlerin üzerine kurulmamalıdır. Buna hassasiyet gösterecek Müslümanların artması, aynı zamanda umûmî bir belâ gibi düğün merasimlerimize musallat olmuş örf, âdet ve millî geleneklerimize ters hareketlerden bizi milletçe kurtaracaktır.

Unutulmamalıdır ki, güzel örneklerin artması nispetinde şikâyetçi olduğumuz kötülüklerin önü alınacaktır. Yoksa hem şikâyetçi olup, hem de nefsimizi tesirinden kurtaramazsak, yanlışlıkların önü alınmaz.

(Mehmet PAKSU, Kadın, Aile, Hayat, Nesil Yayınları)

Sorularla İslamiyet

Kanuninin Kültürü Bize Yeter, Katerina Kültürüne Ne Hacet!

dugunAynı inancı, ayni değerleri paylaşan, ayni medeniyete sahip ayni topraklar üzerinde yaşayan insanların kültür, örf, adet, giyiniş, edebiyat ve sanatlarında ayrı farklılıklar görünmektedir. Bu farklılıklar elbette bu toplumun medeniyetinin zenginlikleridir.

Bu kültürel ayrılıklar; İslamiyet’ten öncede de vardı, sonradan da, yalnız İslamiyet’in gelişiyle batıl adetler kaldırılmış İslam’ın adetlerine uygun kültürler günümüze kadar devam ede gelmiştir. Elbette güzel geleneklerle birlikte sünnette uygun olmayan örf ve adetlerde görünmüyor değildir,

Son zamanlarda artık bölge farkı kalmadan, birçok düğünlerde erkek kadın karışık, kol kola dans etmektedirler. İslamiyet’e uygun olmayan bu karışık, açık saçık oyunlar, yurdumuzun tümüne yayılan adeta bir gelenek haline getirilmiştir.

Oysa Kanuni Sultan Süleyman, Fransa’da dans adı altında bir oyunun oynandığını duyunca, Fransa Kralına bir mektup yazar: “içinde kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmaktadır. Bunun içimize de sıçrayacağından endişem var! Derhal dans denilen bu oyununun kaldırılmasını, aksi takdirde ordumla beni karşınızda göreceksiniz” demiş,

Görüldüğü üzere adaba uygun olmayan bir âdetin Fransa’dan, memleketimize sıçrayabileceği ihtimaliyle, dinine örf, adet ve kültürüne bağlı olan ecdadımız, savaşı bile göze alırken; Fransalı Katerina’nın bu oyun kültürünü memleketimizde oynatılması, Kanuninin ruhuna ne kadar uygun düşer. Sorsan? Cevap: “Ne yapalım düğün bir kere yapılır, biraz da millet eğlensin” diyecekler,

Ecdadımızdan günümüze kadar ananevi olarak sürdüre gelen birçok kültür,gelenek ve adetler sosyal hayatımızın meşru istek ve arzularına uygun ve yeterli olmasına rağmen,İslam diyarı olan memleketimizde, gayri ahlakı harici kültürleri büyük masraflarla istimal edilmesi, hem dinimize hem de kültürümüze uygun düşmüyor.Kanuninin kültürü bize yeter,Katerina kültürüne ne hacet!..

Anadolu’da imkânların bol olduğu hasat sonrası, sonbahar mevsiminde düğünler yapılırdı, yapılan düğünlerde arabana, ney, kaval benzeri çalgı aletleri çalınır, erkek kadın ayrı yerlerde oynarlardı. Düğün masrafı herkes bütçesine göre yapar, düğünler mevlitli yemekli, dualarla sünnete ve kültüre uygun yapılırdı, ne güzeldi o günün düğünleri!..

Konu gelenek ve kültürden açıldığı için, biraz da; Trakya’nın güzel ve şirin illerinden Kırklareli’nin yağmur duası geleneğinden söz etmek istiyorum:

İslam ülkelerinde ilkbahar mevsimi kurak geçtiği zaman “yağmur duası ve namazı” kılınıyor.

 Bediüzzaman Hazretleri Mektubat eserinde, yağmur duasıyla ilgili şöyle diyor:

Yağmursuzluk yağmur namazının sadece vaktidir. Yağmur duası ve namazı sadece Allah’ın rızasını kazanmak için eda edilir. Yağmur yağması için değil.”

Musibet ve sıkıntılar insanı ibadete teşvik ediyor. Asıl maksat Allah’ı bilmek ve o’nu tanımaktır. Yapılan ibadetlerin gayesi de bu olmalıdır. Dua ve ibadetler maddi veya manevi ihtiyaçların temini için yapılmaz. İbadetin illeti Allah’ın emridir. Neticesi ise Allah’ın rızasını kazanmaktır. İşte ihtiyaç ve sıkıntılar da, bu ibadetlerin vakti geldiği için yapılır. Örneğin yağmursuzluk, yağmur duasının bir vaktidir. Yağmuru yağdırmak için yapılmaz. Asıl ihtiyaçları bilen ve ona göre her şeyi tanzim eden Allah’tır. O’nun işine karışmak divaneliktir.

Kırklareli halkı herhalde yağmur duasının ehemmiyetini, mana ve mevhumunu anladıkları için, ibadet niyetiyle hemen her köyde “yağmur duası ve namazı”nı eda ediyorlar. Yağmur yağarsa “şükür duası,” yağmasa  “yağmur duası” yapılır. Bu dualar nisan ayında başlar, haziran sonuna kadar devam eder…

Ekin biçilmeden, hasadı yapılmadan Allah’ın vereceği nimete karşılık “şükür ibadeti”ni peşinen eda eden, bu halkın emeğinde de bereket görünüyor. Tarım uzmanı olmam hesabiyle, Ülkemizde birim alanda alınan buğday verimi 2006 yılı “FAO” istatistiklerine göre ortalama 215,2 kg/dk. iken; Trakya bölgesinde ise dekardan alınan buğday verimi 429.0 kg/dk.dır. Hem bölgenin 600 mm civarında yağış alması hem de halkın fiili ve kavli duaları, Rahman ve Rezzak olan Cenab-i Allah tarafından neticesiz bırakılmadığı kanaatindeyim. Ekinlerde ki bereket onu gösteriyor.

Kırklareli ilk defa birinci Murat zamanında 1363 yılında Osmanlıların eline geçmiş, daha sonra Balkan savaşı ile birinci dünya savaşı sıralarında Bulgar ve Yunan işgaline maruz kalmış, 10 Kasım 1922’de özgürlüğüne kavuşmuştur. Kırklareli’nin halkı genellikle Bulgaristan, Yunanistan, Boşnak, Arnavut gibi Avrupa muhacirlerinden, kısmen de Romen halkından oluşmaktadır.

Kırklareli’de hububat, ayçiçeği, şeker pancarı, mısır ve bağcılık ileri safhada yetiştiriliyor. Kısmen de Tekstil ürünleri imalatı da yapılmaktadır. Esnafın ticareti çoğunlukla semt pazarına yöneliktir. Kırklareli gelişmekte olan bir ilimizdir. Halkı mütevazıdir.

Tarihi bir yapıya sahip olan Kırklareli’nin merkezinde kol ve dalları semaya uzanmış, onlarca insanı gölgesinde ağırlayan, kocaman asırlık çınar ağacı büyük haşmetiyle Kırklareli’nin tarihini tescil ediyor. Ayrıca tarihi camilerden; Hızır bey camisi(Ulu cami) 1383–1384 yılında yapılmış,

Hızır bey camisi imam hatibi, Kırklareli’nin halkından nüktedan, belagati beliğ ve fazıl insan, büyüklere saygıdan genç, küçüklere ihtiyar diyen, kardeşliği pekiştiren, daima cebinde ki akide şekeriyle ikramda bulunan Ali Kutlugün hoca tarafından cami itina ile deruhte edilmektedir. Ayrıca, Kadı Emin Camisi, Kapan Camisi gibi tarihi camiler de bulunmaktadır.

Memuriyet icabı iki sene Kırklareli’de kaldım. Memnuniyetimi bihakkın ifade etmekten zorlanabilirim. Birçok portreden birkaçını beyan etmekten mahzur görmüyorum.

Şöyle ki: Hızır bey camii (ulu cami) eski imamı, Hamit Oruç ağabeyinin ilerlemiş yaşı ve rahatsızlığına rağmen, hizmet-i Kur’aniyede ki gayret, azim ve şevki,

Yakup Işıklar abinin tevazuu, gıybetten uzak duruşu, hoş görü ve muhabbetti, Merhum Sedat Kuranlı’dan; Demokratı, misafirperverliği, davanın ciddiyeti, Mehmet Şaylan hocanın fedakârlığı, hizmete verdiği önem ve ehemmiyeti, gayret ve ciddiyeti,

Mümin ağabeyinin, sakin, vakar, iktisat ve kanata verdiği önem ve ehemmiyeti, Fırıncı Sait Azmanoğlu’nun, misafirperverliği, sadakaya verdiği önemi, meslek ve meşrep farkı gözetmeden inancını her sahada serfuru etmeyi ve daha sayamadığım birçok kadirşinas Kırklareli halkın her birisinden ayrı ayrı gördüğüm meziyet ve güzellikleri, istifademe medar olmuştur.

Ayrıca: Romen kardeşlerimiz tarafından yayla mahallesinde yaptırılan mimariyle, yeşil alanıyla, düzen ve tertibiyle takdire şayeste olan camilerinde kıldırılan Ramazan ayı teravihleri, coşku ve heyecan dolu bir ayrıcalıktır,

Teravih namazı için camiye gittiğimizde ilgi ve iltifatlarına hayran kaldım. Namaz tesbihatı için bir gurup genç tarafından okunan ilahiler ve Peygamberimizin ruhaniyetine edilen salât ve dualar, ibadete başka bir haz ve heyecan vermektedir.

Kırklareli’de alevi suni ayrımı pek yapılmaz, birbirlerine kız verir alırlar, beraber ticaret yaparlar. Aleviler kirvelik geleneğine ve etkinliklerine bağlıdırlar. Her sene haziran ayında Kofçaz ilçesi Topçular köyünde “Topçu baba geleneksel anma etkinlikleri” yapılır.

Semahların dönüldüğü anma etkinliklerine İl valisi, il ilçe belediye başkanları, kaymakam, Siyasi parti mensupları, milletvekilleri, kanaat önderleri, il dışından Hacı Bektaşi veli Anadolu kültür vakfı başkanı, Bektaşi federasyon üyeleri ve çevre halkın katılımıyla şenlikler yapılır. Yemek ikramı ve Topçu baba türbesi ziyareti ile etkinlik son bulur. Şenliklerimiz de, dua ve niyazlarımız da hep birlikte yapılır, bu memlekette!..

Memleketimiz güzel, insani güzel, ahlakı güzel, örf ve adetleri gelenekleriyle güzel; varsa ayrılıkları o da toplumun kültür zenginlikleridir. Yeter ki biri diğerini kabullensin, hoşgörü olsun. Selamlar,

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

Kamu Yöneticisi

Helal düğün töreni nasıl olur?

Düğün merasimleri, insanın hayatındaki köşe taşlarından biridir. O gün, sevinç, esenlik ve mutluluk günüdür. Düğünler bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek kutlanır, bazen de sade bir merasimle geçirilir. Düğünlerdeki oyun ve eğlencelerde ölçü nasıl olmalı, nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat etmeli? Hayatımızın köşe taşlarından biri olan düğünlerimiz acaba nasıl olmalı?

Düğünler birer sevinç ve sürur günüdür. O gün herkes sevinçlidir, neşelidir. Bu sevinç, bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek dile getirilir, bazen de sade bir merasimle geçirilir. Fakat düğünlerdeki oyun ve eğlencelerde ölçü nasıl olmalı, nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat edilmeli? Bunun bir ölçüsü ve sınırı var mıdır? Varsa kim belirler, kim öğretir, kim tespit ve tayin eder? Düğün esnasında söylenecek türkü ve şarkılarda, oynanan oyun ve eğlencelerde mubahlık ve haramlık nelerdir?

Bu konuda bizim için şaşmaz ölçü ve değişmez prensipler Asr-ı Saadet uygulamasında mevcuttur. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) kendisi annelerimizle evlenirken velime adında düğün yemekleri verdikleri ve evliliklerini herkese açık ve herkesi davet ederek yaptığı gibi, kendi kızlarının ve yakınlarının düğünlerinde de bizzat bulunmuş, nezaret etmiş, örneklik göstermiştir.

Mesela Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) gerek kendi nikâhlarında, gerekse Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliklerinde mutlak surette bir ikramda bulunurdu, fakir zengin herkesi bu merasime davet eder, zenginlerin çağrılıp da fakirlerin ihmal edildiği düğünleri hoş karşılamazdı.

Müzik, oyun ve eğlence gibi, düğünlerde icra edilen bu merasimlerde nelerin yer alıp almadığını, kendisinin de bulunduğu sahabe düğünlerinde görüyoruz.

Meselâ, Hz. Âişe’nin (r.a.) anlattığına göre Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Medineli bir sahabinin düğününün olduğunu haber aldı ve şarkı söyleyebilen cariyelerin kendi aralarında şu beyitleri söyleyerek eğlenebileceklerine cevaz verdi ve “Ensar eğlenceyi sever” buyurdular.

Size geldik, size geldik,
Allah bize de size de ömür.
Esmer çiğit tanesi olmasaydı,
Vadinize inmezdik. (1)

Düğünlerde eğlenme

Sahabi hanımlardan Rubeyye binti Muavviz, Halid adındaki bir sahabiye kendi düğününü anlatırken diyor ki:

“Ben evlendiğim zaman Resulullah (a.s.m.) geldi ve senin şu oturduğun gibi, yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyelerimiz def çalıp Bedir günü şehit olan atalarımız hakkında mersiyeler okumaya başladılar. O anda cariyelerden birisi:
‘Bizim aramızda yarın olacakları bilen Peygamber var’ mealinde bir mısra okudu.

Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.):

Hayır, bunu söylemeyiniz. Yarın olacakları bilen Allah’tır, deyiniz’ buyurdu.” (2)

Yine Medine’nin ileri gelenlerinden ve meşhur bir sahabi olan Es’ad bin Zürâre kızını evlendirirken Peygamberimiz (a.s.m.), Ensar’ın eğlenceyi sevdiğini düşünerek def çalan ve şarkı söyleyen muganniyelerin (kadın şarkıcıların) gönderilip gönderilmediğini sormuştu.

Düğünlerde eğlenme konusunda Efendimizin (a.s.m.) verdiği izni ve hoşgörüyü kullanmada tereddüt göstermeyen bazı sahabilerin, özellikle Bedir ashabından iki zatın uygulaması bu meselenin —söz yerindeyse— son sınırını çiziyor.
Âmir bin Sa’d anlatıyor:

“Bir düğün sırasında Karaza bin Ka’b ve Ebu Mes’ud el-Ensârî’nin yanına vardım. Bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp:

‘Sizler Resulullah’ın Bedir ashabından olun da, yanınızda şu işler yapılsın, olacak şey değil’ dedim.

Bunun üzerine, onlar:

‘Dilersen otur bizimle dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme izni verildi’ dediler.” (3)

Düğünlerde def çalarak eğlenme geleneği Dört Halife döneminde de devam etti. Hz. Ömer’in, kulağına gelen bir şarkı ve def sesinin evlenme veya sünnet merasimine ait olduğunu öğrenince, bunu yasaklamadığı biliniyor. (4)

Müzikli düğün merasimi

Hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.), “Haram beraberlikle helal beraberlik arasındaki fark; evlenmek, def çalmak ve duyurmaktır” (5) buyurarak esas itibariyle belli bir çizgide kalmak kaydıyla müzikli düğün merasimi düzenlemenin mubahlığına işaret eder.

Hatta bunun içindir ki, sırf nikâhı ilan etmek maksadıyla davul, zurna ve boru gibi musiki âletlerinin düğünlerde çalınabileceğine cevaz verilir.

Davul ve zurna bazı yerlerde olduğu gibi kahramanlık türküleri ve mehter marşlarının söylenmesine eşlik edince meşru çerçevede kalmış olur. İnsanın nefis ve heveslerine hitap etmediği için mubah sayılır. Fakat bugünkü düğünlerde davul-zurnanın eşliğinde yapılan merasimlerde gayr-ı meşru unsurlar karıştığından, davul-zurna çalınmasına ruhsat verilmiyor.

Düğünlerde ve diğer zamanlarda müzik eşliğinde oynanan oyunlara gelince, bunun da birtakım şartları vardır. Bir kere çalınan âlet ve söylenen parçalar belli çerçevede kalmalıdır.

Oyun tutan kimseler yalan ve kötü sözler söylememeli, başkalarının bakması caiz olmayan avret yerlerini açmamalı, kadınlar kendilerine namahrem olan erkeklerin yanında oynamamalıdır.

İmam Gazalî, düğün, bayram ve şenlik günlerinde erkeklerin kendi aralarında oyun tertip etmelerinde, oynamalarında bir sakıncanın olmadığını kaydeder, ancak kadınların erkekler karşısında oynadığı oyunun caiz olmadığını söyler.

Düğünlerde oynama

İmam Gazalî, oyunun meşruluğuna delil olarak da Peygamberimizin (a.s.m.), Mescid-i Nebevi’de Habeşliler’in kılıç kalkan oyununu Hz. Âişe ile birlikte seyretmelerini zikreder. Bu durumu Hz. Âişe şöyle anlatır:
“Bir bayram günü Habeşliler kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Ben bakmak için Resulullah’tan (a.s.m.) izin istedim, o da razı oldu.” (6)

Bunun için düğünlerde kadınlar kendi aralarında, yabancı bir erkek olmadan oynayıp eğlenebilirler. Aynı şekilde erkekler de yukarıdaki şartlar ve meşru ölçüler çerçevesinde eğlenip oynayabilirler. Bu şekilde oynamak mubah olduğu gibi, onları seyretmek de mubahtır.

Düğünler, sünnetteki tavsiyelere uyularak, İslam’ın nezahet ve temizliği çerçevesinde yapılırsa aynı zamanda güzel bir örnek olur. Unutulmamalıdır ki, güzel örneklerin artması nispetinde şikâyetçi olduğumuz kötülüklerin önü alınacaktır. Yoksa hem şikâyetçi olup, hem de nefsimizi tesirinden kurtaramazsak, yanlışlıkların önü alınmaz.

Sünnette var olan eğlence sınırı nedir?

Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine baktığımızda, meşru oyun ve eğlencenin belli başlı üç kısımda anlatıldığını görüyoruz:
Birincisi: Bir gayeye, bir faydaya ve bir ihtiyaca yönelik eğlencelerdir.
İkincisi: Örf, âdet ve gelenekte var olan tören ve merasim türünden eğlencelerdir.
Üçüncüsü: Yorulan, usanan, bıkkınlık duyan insan duygularının meşru dairede tatmin edilmesi, dinlendirilmesi ve keyiflendirilmesidir.

Birinci kısım olan, bir gayeye yönelik oyun ve eğlence türüne, sünnetten şu örnekler verilebilir:

• Peygamberimiz (a.s.m.) özel olarak yarış için hazırlanan atlar ve yük beygirleri arasında ayrı ayrı yarışlar düzenler ve kazananları ödüllendirirdi.
• Develer arasında yapılan yarışlara zaman zaman Peygamberimizin (a.s.m.) devesi de katılır ve çoğu zaman birinci gelirdi.
• Ok atma ve mızrak kullanma müsabakaları, Medine devrinin önemli yarışlarındandı. Bir hadiste bildirildiğine göre, atış müsabakaları ile at yarışları meleklerin de hazır bulunduğu bir eğlence türüdür.
• Koşu ve yarış yapmak ve güreş tutmak gibi eğlenceler bizzat Peygamberimizin (a.s.m.) özel hayatında da yer alıyordu.
• Yüzme de Peygamberimizin (a.s.m.) teşvik ettiği bir spor ve eğlence şeklidir.
• Avcılık ve savaşa hazırlanma bakımından atıcılık faydalı eğlencelerdendir. Av köpeği, doğan, ok, mızrak gibi av âletleriyle avlanmak meşru görülmüştür.

Bu alanda daha başka örnekler vermek de mümkündür.
Sünnetin çizdiği sınırlar içinde ve meşru çerçevede örf, âdet ve gelenekte var olan tören ve merasimlere örnek olarak ise, şunlar verilebilir:
• İslâm öncesi Medineliler Nevruz ve Mihrican günlerinde eğlence düzenlerlerdi. Hicretten sonra bunların yerini Ramazan ve Kurban Bayramları aldı.
Ayrıca, sünnette düğünlerde şeker, hurma gibi şeylerin halkın üzerine serpilmesi ve bunun kapışılması şeklinde uygulanan başka bir eğlence türüne de rastlanmaktadır. (7)
Abdullah bin Abbas, sünnet ettirdiği oğlu için eğlence düzenlemiş ve bunun için ücretle erkek oyuncular tutmuştur. (8)

Eğlencede “beşte bir” ölçüsü

Günümüz şartlarını iyi bilen ve gözlemleyen, özellikle iletişim teknolojilerinin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı yüzyılın ilk yarılarında radyo aracılığıyla eğlence türlerinin etkisiyle insanların bu cazibeye kapıldığını gören Bediüzzaman, geniş kitleleri rahatlatan bir açıklama getirir:

“İnsanlık hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin tembelleşmesine, sefahate düşmesine ve önemli görevlerin eksik bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken büyük bir azap olur, insana lazım olan çalışma şevkini kırar.” (9)

Bir başka mektubunda, meşru dairede eğlence için ‘beşte bir’ ölçüsünü getirerek; insanlığın faydasına kullanılması gereken bazı iletişim araçlarının “onda iki”sinin meşru dairede eğlenceye ayrılması gerekirken, “onda sekiz”inin keyif, oyun, eğlence yolunda kullanıldığı için insanları tembelliğe ittiğinden söz eder. (10)

Burada sözü edilen keyifli hevesler, meşru ve mubah anlamdaki eğlence türleridir. Bu ifadeleri maksadını aşacak bir biçimde anlayıp sünnete aykırı olan eğlencelere kapı açmak ise, yanlış bir değerlendirme olarak bilinmelidir.

Çünkü “Meşru daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.” İstifade edilecek eğlencelerin de helal, meşru ve mubah çerçevede kalması gerekir. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarmak olur ki, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma gibi kayıplar yaşanır.

Son olarak bu meselede genel bir ölçüyü hatırlamakta fayda vardır:

“Yetimane hüzünleri, nefsanî hevesatı tahrik eden sesler haramdır.” Bunun yanında “ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları iras edip” hatırlatan sesler; hikmet, ibret dolu ifadeleri içinde bulunduran çiçek, gül, yeşillik, renk, su ve buna benzer güzelliklerle, bir fitne uyandırmayan ve belli olmayan bir kadının güzelliğini dile getiren sözlerle şarkı ve türkü söylemek mubahtır. (11)

Kaynaklar:
el-Mezâhibü’l-Erbaa; et-Tâc, 2:301.
2 İbni Mâce, Nikâh: 21
3 Nesâi, Nikâh: 80
4 Abdürrezzak es-San’anî, el-Musannef, 11:5
5 İbni Mace, Nikâh: 20.
6 el-Mezâhibü’l-Erbaa, 2:42-43.
7 Üsdü’l-Gâbe, 3:488
8 DİA, “Eğlence” maddesi
9 RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1837
10 RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1851
11 el-Mezâhibü’l-Erbaa, 2:41-42-43.

Mehmed Paksu / Moral Haber