Etiket arşivi: Dursun Kabaktepe

Bediüzzaman laik ezberleri bozdu

Nur İlim ve Kültür Vakfı ile Nesil Yayın Grubu tarafından “Aydınlar Bediüzzaman’ı konuşuyor” kitabı bağlamında Moral FM Av. Bekir Berk Toplantı Salonu’nda bir panel düzenlendi. Moderatörlüğünü Nesil Yayın Grubu Yayın Kurulu Başkanı Safa Mürsel’in yaptığı panele konuşmacı olarak yazar Mustafa Akyol, Sadık Yalsızuçanlar ve Metin Karabaşoğlu katıldı. Programda “Gelenek ile Gelecek Arasında Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur’un bugün için anlamı” konuşuldu.

-İman zemininde yükselen bir medeniyet tasavvuru sundu-

Av. Safa Mürsel, “1990’lı yıllara kadar Risale-i Nur’u hep savunma refleksi içindeydik. Zaman içinde bu savunma pozisyonu değişmeye başladı.” ifadesini kullanarak yazar Metin Karabaşoğlu’nun “Gelenekle Gelecek Arasında Bediüzzaman” söyleşi kitabını değerlendirip 1970’li yılların Türkiye’sinde hazırlanan “Aydınlar Bediüzzaman’ı Konuşuyor “ kitabının hikâyesini anlattı: “1976 yılında Risale-i Nur’un telifinin üzerinden elli yıl geçmişti. O dönemde ilim adamları, bürokratlar ve siyasetçiler üzerinde Risale-i Nur’un nasıl bir etki bırakmış olduğunu öğrenmek istedik. Türkiye’de o gün var olsan sağdan sola doğru bütün yelpazede olan ilim adamlarını dolaşıp Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında fikir almak çok zordu. Çünkü Risale-i Nur konusu bugünkü kadar kolay ifade edilemiyordur. Ayrıca aydın kesiminin henüz kabullenemediği bir gerçekti. Ama tüm bu zorluklara rağmen önemli bir çalışmaydı bizim için. Bugün ise Bediüzzaman ve Risale-i Nur konusu rahatlıkla konuşulabiliyor.”

Av. Mürsel, Bediüzzaman’ın yaptıklarını anlatırken onun iman zemininde yükselen bir medeniyet tasavvuru sunduğunu belirterek “Bugün bazılarının gülmek değiştirmesinde Bediüzzaman’ın katkısı vardır.” dedi.

-Bediüzzaman laik ezberleri bozmuştur-

Yazar Mustafa Akyol ise “Türkiye’de din düşmanı olan bir damar vardı. O damar dine karşı olduğu için Bediüzzaman’a da karşıydı. “ şeklinde konuşarak İslam dünyasında yaşanan krizler ve Bediüzzaman Said Nursi’nin yöntemi hakkında şunları kaydetti: “Bediüzzaman’ın çizgisi çok doğruydu. Çünkü Osmanlı’da Batı’dan gelen bir maddileşme, geçmişini unutan Frenk meşrep bir aydın kitlesi vardı. O da ilim konusunda Batı’nın bilimini görür alır. Ama bu bilimi dini haline dönüştürmez. Ve asrın kazanımlarını alıp imanı bir vizyon geliştirir. İslam dünyasındaki hürriyet ihtiyacını görür. Bu yüzden Bediüzzaman’ın istibdada karşı çıkıp hürriyetleri savunması o dönem için çok önemli bir vizyondur. Bu yaklaşımı sayesinde kendi çizgisi dışına da etki ederek laik ezberleri bozmuştur. “

– Nefsini ıslah etmeyen başkalarını ıslah edemez-

Yazar Sadık Yalsızuçanlar, “Bediüzzaman’ın hayatına baktığımızda nefsini ıslah ettiğini görüyoruz.” diyerek “İslam nefsin teslim olmasıdır. Nefsini ıslah etmeyen başkalarını ıslah edemez. O da bunu yapmıştır “ diye konuştu.

Yalsızuçanlar, Said Nursi’nin kendisine bir vebalı, cüzamlı gibi muamele edip türlü türlü işkenceler yapanlara bile beddua etmemiş olup hakkını helal ettiğini söyleyerek “Bunu ancak âlimler ve arifler yapar. Bediüzzaman kendisini Hak’ka tasadduk etmiştir. Kendini tasadduk etmeksizin insanın Hak’ka yaklaşması mümkün olmaz.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Onun hediye almaması seyit oluşu ile ilişkilendirilir. Rızık konusunda da şunu söyler: Rızkını helal yolla kazan ve kazandığından azını ye. Bu yaklaşımı da bütün âlim ve ariflerde görüyoruz. “

-Bediüzzaman’a göre sabır, tevafuk, merhamet ve şefkatin anlamı-

Yazar Metin Karabaşoğlu, “Gelenekle Gelecek Arasında Bediüzzaman” kitabının 1976’da çıkan Aydınlar Bediüzzaman’ı Konuşuyor’dan farklı olduğunu söyleyerek “Bu kitap entelektüel damarı ortaya çıkarıp Risale-i Nur’a dışarıdan değil de içeriden bakıp yorum yapanların kitabıdır.” vurgusu yaptı. Karabaşoğlu, Bediüzzaman’ın bir köprü olmadığını kaydederek “Köprü üstünden geçilendir. Bediüzzaman ise kalınacak yerdir. Bir arı gibi gelenek ile gelecek arasındaki özü alıp bu zamanının insanına sunmuştur.” mesajı verdi.

Karabaşoğlu, Said Nursi’nin nasıl mümin olunması gerektiğinin yolunu gösterdiğini belirterek sabır, tevafuk,merhamet ve şefkat kelimelerinin onun hayatındaki anlamına değindi: “Bediüzzaman’ın hayatında ve Risale-i Nur’da bir tevafuk gözüküyor. Çünkü tevafuk kelimesi öyle rastgele tesadüfî olarak kullanılmaz. Birisi tesadüf yerine tevafuk kelimesini kullandığında neden kullandığı anlaşılır. Bir de Bediüzzaman’a göre sabır demek ‘başına gelenlere razı olmak’ anlamında değildir. Ona göre sabır ‘direnç ve ayakta durmak’ demektir. Merhamet ve şefkat duygusu ise; bize karşı hücum edenler varsa duygu ve düşüncelerimizi onların yönlendirmesine izin vermeden kullanmak içindir. Yani onlar tarafından yönetilmiyoruz ve onları da yönlendiriyoruz. Eski Said’den yeni Said’e doğru geldiğinde neler yaptığını görüyoruz. Bediüzzaman’ın İslam dünyasında bin yıldır çeşitli silahlarla zedelenen sorunların çözümü konusunda bir yol gösterip çözümü yeniden inşa ederek hikmetle rahmeti buluşturduğunu görüyoruz.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber

Atilla İlhan: Nur talebeleri bana kitap getirdi!

Yazar Emine Fikriye Beledli, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen Atilla İlhan’ın Nur talebeleri vesilesiyle imana gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi.

Yazar Emine Fikriye Beledli, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen Atilla İlhan’ın Nur talebeleri vesilesiyle imana gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi. Beledli, Atilla İlhan ile arasında çok ilginç bir diyalog geçtiğini belirterek “Onunla ölümünden kısa süre önce görüşmüştük. Hatta Nur talebelerinden bahsetmişti bana. Bana kadar ulaştılar, bana kitaplar getirdiler, demişti Nur talebeleri. Sonra aramızda çok ilginç bir diyalog geçti. Ben orada Atilla İlhan’ın imana gelmiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü benimle konuşurken bir konu oldu ve dedi ki; Allah bu konuda bana yardım ediyor, çocuğum. Bu Atilla İlhan için, ateistim diyen bir kişi için imkânsız bir sözdür. Orada Nur talebeleri onun imanına vesile mi oldu, diye düşündüm.” dedi.

Yazarlık hayatım Atilla İlhan’la başladı

Yazar Emine Fikriye Beledli, Moral FM’de Tuğba Akbey İnan’ın sunduğu Mavi Dünya programında Nesil Yayınlarından çıkan ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) ile annesi Hz. Amine’yi anlatan “Dürr ve Sadef” isimli kitabının hikâyesini ve yazarlık serüvenini anlattı. Beledli, çocukluk hayalinin edebiyat öğretmenliği ve yazarlık olduğunu anlatırken bu süreçte yazar Atilla İlhan ile yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlattı: “Üniversiteyi bitirdiğim dönem Atilla İlhan’ın telefonunu buldum ve ona ulaştım. Aradım. Çok kibar ve sevecen bir insandı. Hemen kabul etti. Yazarlık hayatım Atilla İlhan’la başladı. Yazılarını beğenmezsen söylerim, dedi. Bir hafta sonra yanına gittiğimde bana “şen şairsin” dedi. Hikâyelerin var mı, diye sordu. Ben hikâyelerimi de gösterdiğimde onları da çok beğendi. Sonra Karşı dergisine gönderdim ve orada yayınladı. Sonra yazdım ama dergiye göndermedim. Bir roman yazdım. Bir yayın evine gönderdim onlar yayınlamadı. Dünyevi bir romandı. Nasip burasıymış

Beledli, öğrencilik döneminde tanıştığı Atilla İlhan ile 16 yıl görüştüklerini, şiir ve yazı ve edebiyat konusunda birçok şey öğrendiğini söyledi. Beledli, sözlerine şöyle devam etti: “Ona şiirlerini götürdüğümde isimleri yoktu. Şiirlerin çok güzel ama isimleri yok, dedi. Ben isim koymayı bilmiyorum, dedim. Ne var bunda, dedi. Şiirin içinde bir satırı alırsın başlık yaparsın, dedi. Ve ondan şiirlerime isim bulmayı öğrendim. Şiire hiçbir ekleme ya da çıkarma yapmadan şiirdeki mısraların yerini değiştirerek çok güzel sonuçlar çıkarıyordu. Ben onu da öğrendim. Mısraların yerini değiştirerek bambaşka bir şiir yapıyordu.

Emine Fİkriye Beledli’nin Dürr ve Sadef isimli kitabını 444 24 14’ten isteyebilir ya da internet üzerinden http://www.kitapokusak.com/kitap/durr-ve-sadef-p506341.html alabilirsiniz.

Dursun Kabaktepe

İnsanlık “Dinsiz” Kalamaz!

Dindar Cumhuriyet kitabının yazarı İbrahim Ethem Deveci, Bediüzzaman’nın İslamiyet’i siyasal bir ideoloji gibi algılamadığını belirterek “Said Nursi, İslamiyet’in yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet, ahret ve fazilet; yüzde biri ise siyasete bakar. Onu da bu işle uğraşanlar düşünsün, diyor.” dedi.

İbrahim Ethem Deveci, Birand Yapım’ın hazırladığı “Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı” konulu belgesele Said Nursi’nin Cumhuriyet ve laikliğe bakışı hakkında özel açıklamalarda bulundu. Deveci, “Bediüzzaman, dini bir araç olarak kullanmadı. Bediüzzaman dini araçsallaştırıp, onunla siyasi, ekonomik bir sonuç elde etmeyi kendisine yakıştırmaz. O sadece Kur’an’ın bu asra bakan mesajlarını, iman hakikatlerini insanlara ders verir. Aynı zamanda kendisi de ders aldığını ifade eder.” diyerek Moralhaber.Net’e Said Nursi’nin Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerini şöyle anlattı:

Dine ideolojik bakmak onun sınırlarını daraltmak ve yorumlardaki çoğulculuğu engellemek anlamına da gelebilir. Doğrunun birçok boyutu olabilir ve hepsi de İslamiyet’in içinde kendine yer bulabilir. İdeolojik bakış bu zenginliğe engeldir ve özünde dayatmacı bir mahiyet taşır. Bediüzzaman’ın iktidarı ele geçirmek gibi bir niyeti, gizli veya açık bir programı yoktur. İnsanları imana, ahlaka, fazilete, ibadete davet etmektedir. Onlara hürriyetin insan olmanın vazgeçilmez bir özelliği olduğu, dünyevi mutluluk ve gelişmenin özgürlükçü, demokratik yönetimlerle mümkün olduğunu anlatmaktadır. Kendisini de dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlamaktadır.

Bediüzzaman her kavramı vahiy ekseninde algılar ve tanımlar

Deveci, Bediüzzaman’ın cumhuriyet anlayışını özgürlüğün kurumsallaşmış hali olarak tanımlayarak şunları kaydetti: “Üstat her kavramı vahiy ekseninde algılar ve tanımlar. ‘Hürriyet-i şeriyye yani insaniyete layık olan en yüksek kamalata olan meyil ve arzu ile cihazlanmış olmak.’ Özgürlük insanın kalitesi ile doğru orantılıdır. Mükemmel insan olmak aynı zamanda özgür bir insan olmaktır. Bediüzzaman’a göre insanın varlığının derinliklerinden gelen hürriyet arzusu insani ve İslami bir duygudur.

DİNDAR CUMHURİYETİN TEMEL KARAKTERİ

Bugüne kadar hürriyetin tanımlarında iki unsur dikkate sunuluyordu. Birisi kanunlarla korunan hürriyetler ve kanunların izin verdiği ölçüde hürriyet. Diğeri kişinin diğer insanlara zarar vermeksizin istediğini yapabilmesi. Bediüzzaman bunlarla beraber nefsin boyunduruğu, esareti altına girmemeyi ve böylece kendi mükemmel varlığına zarar vermemeyi de hürriyet olarak tanımlıyor.” diyen Deveci, Bediüzzaman’a göre dindar cumhuriyetin temel karakterini 10 maddede anlattı:

  1. Keyfi değil kanuni, hukuki yönetim.
  2. Herkesin kanun önünde eşit olması; imtiyazsızlık
  3. Parlamentolu sistem, kararların meşveretle alınması.
  4. Anayasal rejim, kurumların siyasi ve hukuki statüsü ve sosyolojik derinlik uyumu
  5. İktidarın millet tarafından seçimle oluşturulması
  6. Meclis hürriyeti, özgür bir istişare ortamı
  7. Şahsi menfaatlerden önce kamu menfaati (hukukullah hükmünde)
  8. İnsan fıtratına uygun marifet, muhabbet, doğruluk hâkim olmalı. Bu sosyopsikolojik zemin.
  9. Kamuoyunun iktidarları denetleyebilmesi, hesap sorabilmesi
  10. Hakkın hâkimiyeti. Kuvvet haktadır. Hukukun üstünlüğü asıldır, üstünlerin hukuku değil.

Deveci, sözlerine şöyle devam etti: “Bediüzzaman farklı yorumlanabilecek meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi, anayasal düzen gibi kavramların nüanslarından ziyade temel karakterlerini vurgular.” diyerek “Hepsini birbirinin yerine kullanır. ‘Cumhuriyet ve demokratlık manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasi denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet. ‘Cumhuriyet ki: (O zaman meşrutiyet. Şimdi o kelime yerine cumhuriyet konulmuş) adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Bir nokta daha var ki çok önemlidir: Müslümanların içinden çıkmış bir hükümete hükümet-i İslami diyen Bediüzzaman İslami kavramını değişik ve alışık olunmayan bir şekilde kullanıyor. Buradan anladığımız kadarıyla en geniş anlamıyla Müslümanların yönetimi temel dini hükümlere aykırı olmamak kaydıyla İslami’dir.

BEDİÜZZAMAN’IN LAİKLİĞE BAKIŞI

Bediüzzzaman’ın laikliğe bakışı açısı pek çok kişi tarafından bilinmemektedir.” diye konuşan Deveci, Said Nursi’nin laiklik konusundaki düşüncelerini şöyle özetledi:

“Bediüzzaman, Kur’an’daki ‘Dinde zorlama ikrah yoktur’ ayetinin bu zamana baktığını ve önemli vurgular içerdiğini ifade eder. Bu ayet İslam âleminde asırlarca farklı dinlerin ve milletlerin medeni haklarının garantisi olmuş ve bu farklı unsurlar bir arada rahatça yaşamışlardır. Bediüzzaman bu ayetin cifir hesabıyla 1930’lu yıllara baktığını izah eder ve der ki; ‘bu ayet mana-yı işarisiyle der; o tarihte dini dünyadan tefrik (ayırma) ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silahlı cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-i esasi, bir düstur-u siyasi oluyor ve hükümet laik cumhuriyete döner.’ (Asay-ı musa meyve risalesi 11.mesele) Din ve vicdan hürriyeti dünyada genel kabul görür ve bir üst hukuk normu olarak kabul edilir. Hükümetler laik bir nitelik kazanır. Böylece din için silahlı savaş anlayışı sona erer. “

BEŞER DİNSİZ KALAMAZ

Deveci, sözlerine şöyle devam etti: “Dünya İslamiyet’in asırlardır uyguladığı din ve vicdan hürriyeti anlayışına yaklaşır. Çünkü Ortaçağ’da kilise tahakkümü altındaki Avrupa’da fikir hürriyeti yoktu. Fikir ve vicdan hürriyeti din adına engelleniyordu. Tahrif edilmiş Hristiyanlığın yorumları mutlak gerçek olarak insanlara dayatılıyor ve kilise engizisyon mahkemeleri ve aforoz mekanizmasıyla insanları adeta boğuyordu. Avrupa’da din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması ve kilise tahakkümünün yıkılması ve ladinilik akımlarının meydana gelmesi bu sebepledir. Sonuçta pozitivist ve Materyalist akımların da etkisiyle, Avrupa insanının dinden kopuk, seküler bir hayat tarzını benimsemesi, hakikati daha rahat görerek, tevhit dinine yaklaşmalarını da sağlamıştır. “Beşer dinsiz kalamaz” hükmü gereği, kilisenin baskısından kurtulan Avrupalının hak dini kabulünün önündeki engeller azalmıştır.

Özgürlüğün ve gerçeği araştırma meylinin yaygınlaşması ölçüsünde, papazların ve ruhanî reislerin tahakkümlerinin sona ermesi veya azalması Bediüzzaman’a göre İslamiyet’in kabulü açısından uygun bir ortam sağlamaktadır. Bediüzzaman bu zikredilen ayetin işaretinden hareket ederek, artık – harici düşmanın saldırısı olmadığı sürece – din için silahlı cihat devrinin kapandığı yorumunu yapar. “Düşmanlarınızın seyyiâtı (kötülüğü)—tecavüz olmamak şartıyla—adavetinizi (düşmanlığınızı) celbetmesin” ifadesi de bu anlama gelmektedir.

Bediüzzaman ecnebilerdeki düşmanlık ve taassubun ortadan kalkmakta olduğunu, medeni insanların ikna metoduyla gönlünün kazanılacağını, zorlamadan, İslamiyet’in ulviliğini ve kutsiyetini dikkatlere sunarak, ona ait güzel ahlakı yaşantımızla göstermemiz gerektiğini ifade eder.

LAİKLİĞİN TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMASI PROBLEMLİDİR

Bu ifadelerden fikir ve vicdan hürriyeti çerçevesinde tatbik edilecek bir laiklik anlayışının ipucunu veren Bediüzzaman bundan böyle ‘iman-ı tahkiki kılıcıyla manevi bir cihad-ı dini’ döneminin başladığı yorumunu yapar. Ona göre Kur’an’ın elmas kılıçları ilim ve fennin hükmettiği bu modern çağlarda fikri ve dini hâkimiyetini gerçekleştirecektir.

Laikliğin Türkiye’de uygulanması problemlidir. Batı’da din ve vicdan hürriyetinin temini mücadelesi sonucunda ortaya çıkmış bir kavram olan laiklik ülkemizde dine karşı, dine yer vermeyen bir hayat tarzını dayatma aracı olarak kullanılmıştır. Buna karşı Bediüzzaman Said Nursî de: “Lâik cumhuriyet, dinî dünyadan ayırmaktır. Yoksa dinî reddetmek ve bütün bütün dinsizlik olmadığını biliyoruz. Laiklik dine karşı tarafsız kalmaktır. Eğer lâik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik manası bîtaraf (tarafsız) kalmak, yani hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükümet telâkki ederim” demektedir.

BATI’DA HAKİM FELSEFE İKEN DOĞU’YU AYAĞA DİN KALDIRACAKTIR

Öncelikli olarak bu tarafsızlığın sağlanmasını ister. Tarafsızlık laikliğin asgari şartıdır. Bediüzzaman bu tarafsızlığın yanında ve ötesinde İslamiyet’e taraftarlığın da ülkemiz için sosyokültürel bir zorunluluk olduğunu dile getirir. Çünkü ona göre Asya ve Doğu, Batı’ya benzemez. Batı’da hâkim felsefe iken doğuyu ayağa kaldıracak dindir. Dolayısı ile İslam âleminin gelişmesi din dışlanarak sağlanamaz. Bilakis dinin aktif hale getirilmesi ile sağlanır.

Devlet, hangi dinden ve etnik kökenden olursa olsun vatandaşlarının dinle ilgili taleplerini dikkate almalıdır. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olarak ifade edilen Türkiye’de, Müslüman milletin kendi inançlarıyla ilgili talepleri mutlaka dikkate alınmalı, devlete düşen ilgili hizmetler yerine getirilmelidir. Devlet millet içindir, milletin ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Milletimiz kendisini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Toplumun bu ön önemli aidiyet duygusunu görmezden gelerek kendini konumlandırması mantık dışıdır. Bu açıdan; devlet en azından dinin gerek fert, gerekse toplumsal anlamda yaşanmasına engel olacak düzenlemelere asla girmemelidir.

Dursun Kabaktepe / www.moralhaber.net

Bulut: ‘Can boğazdan çıkar, çünkü…’ (video)

Gazeteci-Yazar Mehmet Ali Bulut, Can Boğazdan Çıkar kitabının Bediüzzaman Said Nursi’nin Şükür ve İktisat Risalesinin tam bir Türkçe tefsiri olduğunu söyledi. Bulut, “Tabii ki Üstad konuya Rahmaniyet, ubudiyet ve kulluk noktasından baktığı için muazzam bir şekilde anlatıyor. Ama bu kitap da Şükür ve İktisat Risalesinin Türkçe tefsiridir.” dedi.

Mehmet Ali Bulut, Moral FM Av. Bekir Berk Toplantı Salonunda, Nur İlim ve Eğitim Vakfı ile Nesil Yayınları Grubunun ortaklaşa düzenlediği aylık seminer dizisinde İktisat ve Şükür Risaleleri bağlamında sağlıklı beslenme konusunu anlattı. Seminerin moderatörlüğünü Moral Medya Genel Müdürü Haluk İmamoğlu yaptı. Bulut, konuşmasında “Şükür hasta olmamak ve senden beklenen ibadeti hakkı ile yapmaktır.” diyerek “Hasta olmak (Dinde vâcib ve sünnet-i müekkede olan emirleri kasten, bilerek ve özürsüz terk etmek olan) bir tür tahrimen mekruhtur.” uyarısında bulundu.

Her insanın nasıl kanı, DNA’sı ve parmak izi kendine özel ise sindirim sistemi ve kanı da tekildir.” ifadesini kullanarak kan gruplarının insanların beslenmelerindeki önemine dikkat çekti: “Bütün dünyada kişilerin kan (mizaçlarına) gruplarına uygun beslenmeleri halinde şişmanlık ve hastalık problemlerinden kurtulacakları savunulmaktadır. Geleneksel tıp daha da ileri giderek her insanın kendine özgü sindirim sistemi ve enzimleri olduğu bilgisinden hareketle kişiye özel beslenme programları önermektedir. Bende bu kitapta kan gruplarına göre insanların neleri yiyip neleri yememeleri konusunu işledim. Yazılanların yüzde 90’ına yakının bizzat kendim denedim.

Beslenme, besin maddelerinin mizaç olarak, vücut yapısına benzer hale gelmesi ve böylece dokulardaki günlük yıpranma ve yırtılmaların, tamire uygun hale gelecek ve düzeltilecek şekilde değişmesidir.” diyen Bulut, bu konunun Kur’an’da da çok geçtiğini vurgulayarak “Kur’an’ı Kerim’e yiyecekler içecekler açısından bakıldığında, görülecektir ki iman dahil insanın tüm saadet ve şekavetleri, iyilik ve kötülükleri, daha doğrusu hak edişleri yedikleri içtikleri üzerinden aktarılıyor.” dedi.

İNSAN BAŞINA GELENLER HAKKINDA YEDİKLERİNE BAKSIN

Bulut, sözlerine şöyle devam etti: “İnsan bedendeki gıda ve faaliyet, zikir, fikir, huzur veya huzursuzluk ilişkilerini anladığında, Kur’an’ın helal ve haram yiyecekler konusunda neden bu kadar vurgu yaptığını da çözebiliyor. Hemen hemen her surede mutlak manada Allah sözü getirip gıdaya ve onun neticelerine dayandırıyor. Çünkü bugünün inanan insanları bu ayetleri daha çok helal-haramlar boyutuyla değerlendirse de kastedilen mana, helaller haramlar konusundan çok daha kapsamlıdır. Çünkü yediklerimiz ve içtiklerimiz bizden doğacak eylem ve fikirleri de etkiliyor. O fikir ve eylemler ya bizi cennete layık (huzurlu, sağlıklı, başarılı, yaşamından lezzet alan ve böylece Allah’ından razı) bir kul veya cehenneme layık (hastalıklar, sıkıntılar, inançsızlıklar ve müptelalıklarla vücudunu içinde yaşanılmaz bir hale getirmiş, ömrü kahırla geçen, bezgin, huzursuz ve adeta ölmeden cehennemi yaşayan, içten içe yanan) bir odun haline getiriyor. Bu yüzden insan başına gelenler konusunda sık sık dönüp yediklerine, içtiklerine bakmalı ki bunların keyfi bir takdir değil, bir hak ediş meselesi olduğunu da kavrayabilsin.

TESPİT EDİLEN EN ESKİ KAN GRUBU 0 (SIFIR)’DIR

Kanda anne sütü gibi insanın genetik yapısını bozuyor. Kanın kendisini tanımlanmasını gerektiren özel birimler var. Allah her bir insana taklit edilemez bir yapı vermiştir. Her kanın kendine ait bir kimlik tanımlaması vardır. O yüzden kan gruplarına göre beslenmek çok önemlidir” uyarısında bulunan Bulut, kan gruplarının tarihi hakkında şunları kaydetti: “Tespit edilen en eski kan grubu 0’dır. Tarım toplumuna geçildikten sonra A grubu çıkmıştır. İnsanlar soğuk memleketlere gidip baskı altına alınınca B grubu ortaya çıkmıştır. Bu kişiler soğuk memleketlerden geri dönüp diğer insanlarla tekrar temasa geçince bu sefer AB grubu ortaya çıkmıştır. AB kan grubunun geçmişine bakıldığında 1500 yıllık bir tarihi vardır.

ANNE SÜTÜ ÇOK ÖNEMLİ

Bulut, beslenme konusunda anneleri uyarak çocuklara hazır mama yedirmenin çok zararlı olduğunu belirterek “Bir erkek çocuğun 24 ay, kız çocuğunun da 20 ay annesi emmesi gerekiyor. Eğer gerektiği gibi anne sütü emmez ve hazır mama yerse bu çocuk da eczane sistemine üye olur. O yüzden anne sütü çok önemli. Günümüzde bulunan birçok hastalığın sebebi anne sütünü çocukların yeterince emmesidir.” diye konuştu.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber

Akrebin Kıskacında geçen yıllar ve Said Nursi

Av. Yazar Ahmet Özkılınç, Bediüzzaman Said Nursi’nin türlü türlü işkence ve hukuksuzluklara maruz kalıp öfke ve teslimiyet çıkmazı karşısında sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu olarak izah edilen sırat-ı müstakimi (dosdoğru yol) seçtiğini söyledi. Av. Özkılınç, “Bediüzzaman sıkıntı döneminde öfkeye kapılmadan sırat-ı müstakim olan üçüncü yolu seçtiğini görüyoruz. Her türlü hukuksuzluğa karşı müspet hareketi tüm Müslümanlığa ve insanlığa sunuyor.” dedi.

Av. Yazar Ahmet Özkılınç, Nur İlim ve Eğitim Vakfı ile Nesil Yayınlarının ortaklaşa düzenlediği konferansta Bediüzzaman Said Nursi’nin Eskişehir Mahkemeleri müdafaa konularını işlediği Akrebin Kıskacında isimli kitabını anlattı. Moral FM Avukat Bekir Berk Toplantı Salonu’nda moderatörlüğü Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi üzerine birçok eser veren yazar Metin Karabaşoğlu yaptı.

Eskişehir Mahkemeleri müdafaasında ders verdi

Özkılınç, Bediüzzaman’ın Eskişehir Mahkemeleri müdafaalarının çok önemli olduğunun altını çizerek “Burada yargıya nasıl bağımsız ve tarafsız olacağını, 163. Maddeyi ne şekilde yorumlaması gerektiğini gösteriyor. Ve sonuna kadar hukuki haksını yasal zeminde savunuyor.” diye konuştu. Özkılınç, sözlerine şöyle devam etti: “Bediüzzaman o dönmede türlü türlü komplo ve oyunların olduğunu bildiği için talebelerini korumak ve davasına zarar vermemek için müspet hareketi seçiyor. Bize verdiği mesaj meşruiyet ve tahammül oluyor. Başkalarının baskı ve kışkırtmalarına yönelik saldırgan tavırlarına karşı tahammülü gösteriyor. Oynanan oyunları görüyor.

Said Nursi bağımsız hizmet metodunu uyguladı

O dönemde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çok karışık bir yapıya sahip olduğunu belirten Özkılınç, Said Nursi’nin talebelerini bu oyun ve hileden uzak tutmak ve yazdığı eserlere zarar verilmemesi için “Siyesetle uğraşmayıp bağımsız bir hizmet metodunu uygulamıştır. Böylelikle oyun ve hilelere düşmemiştir.” ifadesini kullandı. Özkılınç, Akrebin Kıskacında kitabını yazarken yaptığı araştırmalarda yakın tarih konusunda birçok tarihçinin araştırmasından faydalandığını ama Bediüzzaman ve talebelerinin çektiği çile ve hukuk dışı davranışlara yer verilmediğini kaydederek şunları söyledi: “Yakın tarihi anlatan hukuk dışı uygulamalarla ilgili bir kitap yazmak isteyen her kişi Bedizzaman ve talebelerinin uğradığı hukuk dışılığı görmeden bir kitap yazamaz.

Sözlerin telif sırasında bile strateji vardır

Özkılınç, Bediüzzaman’ın yaptığı her şeyin devlet yöneticileri tarafından gün ve gün Mustafa Kemal’e rapor halinde bildirildiğinin belgeleri olduğunun altını çizerek risalelerin çok zor şartlarda yazıldığını söyledi. Barla’da Said Nursi’nin yaptıklarını devlet görevlilerinin sürekli takip edip rapor halinde sunduğu için sözlerin telif sırasında bile bir strateji uygulandığını vurgulayarak şunları anlattı: “Mesela haşir ve ahireti anlatan 10. Söz Meclise kadar gitmiştir. Yine aynı şekilde iman ve küfür muvazenelerini anlatan 25. Sözde böyle bir şey yaşanmıştır. Bunları gören devletin üst makamındaki kişiler burada 10. Söz ve 25. Söz var. Siz sadece bunları mı gördünüz? 10. ve 25. Söz olduğuna göre diğerleri vardır, diye yöneticileri değiştirmişlerdir. Bir nevi psikolojik baskı olmuştur.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber