Etiket arşivi: duygular ve şifa

Şifayı bulmak için duygularınızı kullanın..

Peygamber  Efendimizin (a.s.m.) ebesinin adı “Şifa Hatun” idi ve onun kızı Zeynep binti Şifa ise Resulullah (a.s.m.) zamanında pazara sunulan gıda maddelerinin sağlıklı olup olmadığını kontrol ediyordu.

“Şifa” kadın, “Şafi” erkek adı olarak kullanılıyor bizim geleneğimizde… Şafi “şifa veren” anlamına geliyor. Şifa ise sözlüklerde “bedensel veya manevî bir hastalıktan kurtulma”, “vücudun  kendi kuvvet ve koruma sistemleriyle kendisindeki bir hastalığı yok etmesi veya hastalık yapıcı etkilerden korunmaya çaba göstermesi”, “iyi olma, hastalıktan kurtulma” şeklinde tanımlanıyor.

İslam inanışında, hastalığı veren de şifasını veren de Allah’tır. Allah (c.c.) fıtratı bozan, insanlara aklen, ruhen ve bedenen zarar veren gıdalardan ve ortamlardan insanların uzak durmasını öğütler. Maddî ve manevî hastalıkların temellerinde büyük ölçüde fıtrata yabancılaşma, cahillik ve ahlakî zafiyet etkili olmaktadır. Onun için de sabır, merhamet, şefkat, cömertlik gibi, insanı insan yapan ve onu manen yücelten davranışlara önem vermemiz istenir.

Kur’an-ı Kerim’de, “Kur’an-ı Kerim’in mü’minler için şifa ve rahmet vesilesi” olduğu belirtilir: “Biz Kur’an’da mü’minler için şifa ve rahmet olan ayetleri indiriyoruz.” (İsrâ Suresi, 82) Yine bir başka ayette: “De ki: Kur’an, inananlar için hidayet ve şifadır.” (Fussilet Suresi, 44) buyurulmaktadır.

İslam tıp literatüründe “Tıbb-ı Nebevî” diye tanımlanan bir alan vardır. Hz. İbrahim’den başlayarak günümüze kadar uzanan “Hanif gelenek” içindeki beslenme alışkanlıkları ve Peygamberimizin (a.s.m.) uygulamaları bu açıdan önemlidir.

Kur’an-ı Kerim’de hastalıklar ve yoksullukla imtihan olunan Hz. Eyyub’e ilişkin anlatılanlar da önemlidir. Burada sabır ve tevekkül, ilahî takdire bağlılık konusundaki Müslüman’ca duruş son derece önemlidir. Sonuçta, Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Bütün bunlar bir imtihan vesilesidir.

İslam tıbbının hedefi

Şifayı bulma sürecinde Müslüman tıp âlimlerinin yaptıkları çalışmalar büyük önem taşımaktadır. İslam âlimleri, eski uygarlıkların hepsinden yararlanmış ve bu işi çok daha ileri noktalara taşımışlardır. İslam âlimleri tababet ve hikmet kaynağı olarak gördükleri bu işi meslek olarak “hekim”likle isimlendirmişleridir. Zira “ekmel-i mahlûkat” ve “eşref-i mahlûkat” olan insan yaratılış hikmetinin de en üst seviyesini ifade eden akıl sahibi bir canlı organizmadır.

İslam âlimleri, tıp konusunda ayrı bir felsefi bakış açısına sahiptir. Teşhis ve tedavi yöntemleri farklıdır. Ve esas olarak tedaviden önce hastalığa yakalanmamayı hedefleyen bir beslenme ve yaşam biçimi önermektedirler.

“Anasır-ı erbaa” yani maddenin dört unsuru hastalığın teşhisi ve tedavisinde önemlidir. Hava, ateş, su ve toprak unsurları insanların organları üzerinde mevsimine göre, yaş ve fizik özelliklerine göre, zaman, renk, tat, karakter ve burç özelliklerine bağlı olarak farklı etki mekanizmasına sahiptir.

Maddeler sıcak, soğuk, nemli ve kuru olarak tasnif edilmektedir. İnsanların bu unsurlardaki maddelerle temasları, insanların hastalığa yakalanma riskleri, biyolojik işlevsellikleri, fizikî ve psikolojik davranışları üzerinde etkili olacaktır. Onun için  yiyecek ve içeceklerine, hayat tarzlarına dikkat etmek zorundadırlar. Her gıda, herkes için her zaman ayrı yarar ya da zarar etkisini göstermeyecektir.

Şifayı veren Allah’tır

İslam tıp geleneği amaç, araç ve yöntem olarak Batı tıbbından farklı bir paradigmaya sahiptir. Konuyu manevî, ahlakî ve tabii bir zeminde ele almaktadır. Sorunun kaynağını fıtrata/yaratılış gayesi ve gerçeklerine aykırı davranışta görmektedir. Ya da hastalık bir kaza ya da takdir/imtihan vesilesidir ki bütün bu süreç insanın insan olması, tekâmülü ve olgunlaşması için zorunlu bir süreçtir.

Esasen İslam geleneğinde şifayı veren/verecek olan Allah’tır. Şifaya ulaşmak için önce insanın kendini tanıması ve sonra da şifa için esbabına tevessül etmesi, dua etmesi, moral ve güç bulması, manen donanması ve esbabını ise tabiatta araması gerekmektedir. Bu anlamda her hasta tekil olarak ele alınmalıdır. Zaman, mekân, şartlar ve insanın tüm özellikleri tedavinin şeklini belirleyecek veriler olarak değerlendirilmelidir.

Asıl gaye, hastanın tedavisi, hastalıktan kurtulmak istemesidir. Tabip tüm çözüm yollarını ve ihtimalleri hesaba katarak, zaman ve şartlara bağlı bütün yolları denemekle yükümlüdür ki ilk temel şart yapayım derken bozmamaktır.

Muammer Yıldız

Moral Dünyası Dergisi