Etiket arşivi: egoism

Defterimden Notlar: Psikolojik Şiddet

Uzun zamandır alemimi meşgul eden birkaç önemli konudan biri: Psikolojik şiddet. Bu kavramla tanışalı birkaç sene oldu ancak ahir zamanda kaybolma derecesine gelen “güzel ahlak” kavramından uzak cereyan eden bütün insanî münasebetler türlü türlü yara ve hastalıkları netice verdiği için gözlemlerimde en sık tesbit ettiğim problem oldu. Psikolojik şiddetin bilimsel tanımını işin ehline havale ederek gözlemlerimden yola çıkmak istiyorum. Hiç farkında olmadan karşımızdaki insana hak etmediği bir muamele ile cevap verivermek.. Ölçmeden, tartmadan, onu içinde bırakacağımız durumu veya halet-i ruhiyeyi hesap etmeden, sadece kendi cihetimizden bakarak davranmak.. Belki hayatımızın çoğunu paylaştığımız yakınlarımıza, en sevdiğimizi düşündüklerimize karşı her gün biraz daha inciten, yıpratan muameleler içinde olmak ve bunları gözden geçirme ferasetini bir türlü kendimize düstur edinememek..

Neden kaynaklanıyor bu ölçüsüz, fevri davranış şekli? Öncelikle karşımızdakini anlama gayretimizin olmayışından, demek ki insanlara fazla önem vermiyoruz. İkincisi, o insana yardımcı olma gibi bir niyet taşımadığımızdan. Manevi eğitim almış insanlarda öne çıkan özelliklerden biridir: almadan vermeye çalışırlar, azami yardımcı olayım, Allah namına ne verebilirsem vereyim, ikram edeyim. Bu peygamber ahlakı kaybolduğu ya da bilmediğimiz için karşımızdaki insanlara da uygulayamıyoruz. Üçüncüsü, karşımızdakinin talebini anlasak bile o talebi karşılamak için gireceğimiz maddi veya manevi külfetin altına girmek istemiyoruz. (Bunlar olması gereken nezaket ve anlayışın olmamasının sebepleri idi. Bundan sonra sebepler biraz daha menfi anlamda şiddetlenip karşımızdakini güç durumda bırakan neticeler ortaya çıkıyor.)

Dördüncüsü, bir menfaat tercihinde karşımızdakinin hakkını çiğnemek bahasına kendimizinkini öne çıkarmak isteğinden karşımızdakini haksız, suçlu ya da başka bir sıfatla itham etmekten. Bu durumda karşımızdaki insan neyi yapıp neyi yapmadığını bilecek bir sağlamlıkta değilse haklı olduğu halde haksızlığı kabul edip çekilebilir. Ya da hakkını savunmak için bizimle olan muamelesinde ciddi bir mesafe koyar. Beşincisi, çok daha dehşetli ve nefsî bir maraz ki kendi kafamızdaki bir plan veya programa uymadığı için muhatabımızı itham etmek. Oysa o insan bizim planımızın ne olduğunu nereden bilebilir, hem insanları kendimize göre yönlendirmeyi beklemek mevhum bir idarecilik vasfı takınmak değil midir? Neden insanlar bize göre kendini ayarlasın ki? Altıncı tip de –telaffuzu bile çok korkunç- kendi egosuna hizmet etmeyen bir davranışı sebebiyle muhatabı rencide etmek. Sözle olabilir, bakış, mimikle de olabilir. Kendi egosunu yüksek gören birinin hak ettiğini zannettiği “tazim” ifade eden sözleri, davranışları, karşısında eğilip bükülmemeleri görememekten gelen serzenişine değişik dozlarda muhatap olmak da psikolojik şiddetin görüldüğü alanlardan biri. Kendini olduğundan daha değerli ve yüksek görmek kibirdir. Psikolojik şiddetin en sık sebeplerinden biri budur. Yedicisi, muhatabımızın bir hata veya kusuruna karşı ölçüsüz bir tepki vererek onu rencide etmektir. Masum bir kılıfa sarılmış bu şiddet türünün de hakikatte zulüm olduğunu her insan vicdanen hisseder. Adalet mekanizması nasıl ki suçun derecesine göre ceza takdir ediyorsa, biz de ikaz, uyarı, tekdir aşamalarından sonra fiilî bir tepki verebiliriz. Yoksa henüz ikaz etmeden en son gösterilecek sertlikte cevap vermek adaletsizliktir, insani ilişkilerdeki güveni kıran bir ölçüsüzlüktür.

Hangi sebeple olursa olsun psikolojik şiddete maruz kalan insan kendisini değersiz, önemsiz veya ezilmiş hisseder, dahası işe yaramaz, mantıksız, suçlu vb. gibi sıfatların bir veya birkaçı ile de kendini itham edebilir, kendini ezebilir. Oysa hangi durum olursa olsun dinimiz bize karşımızdakini tahkir hakkı veya yetkisi vermemiştir. Kişileri alçaltarak muamele yoktur, ancak kötü sıfat veya davranışları akla izah edip kötü neticelerini göstermek vardır. Hatadan ötürü insanı külliyen alaşağı edip vurmak yoktur; kötü olan davranış veya sıfatı vurmak vardır. O da peygamberimiz(ASM)’ın usulüyle, isim vermeden “Bir kısım insanlara ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar..” şeklindedir. Çünkü bütün insan ve mevcudat dinimize göre mahlukiyet noktasında eşittir, müsavidir, altlık üstlük yoktur. Nerde kaldı ki tahkir ile gizli bir kibir hali davranışlarda hoş görülsün..

İslam ahlakını yaşamak isteyen hepimize ders olmalı, ne büyüğe ne küçüğe rencide edici bir muamele etmemeliyiz, yaptıysak derhal içimizden gelerek özür dilemeli, bizi rahatsız eden durumu sakince ortaya koymalı, ölçülü tepki vermeye kendimizi alıştırmalıyız. Elbette içimizde bu adalet mekanizmasını daim canlı tutmak bir mücahede ve eğitim ister. Bu eğitimin içinde olma niyetiyle yaşamalıyız. Psikolojik şiddete ne kadar maruz kalmak istemiyorsak o kadar başkalarına olan muamelelerimizde dikkatli olmalıyız. Huzurlu ve mutlu olmak istiyorsak başkalarının huzur ve mutluluğuna yardım etmenin Allah’ın rahmetini üzerimize celbeden büyük bir hazine olduğunu fark etmeliyiz..

Nabi

Nurnet.or

Kişilik Gelişiminde Ene ve Zerre’nin İki Yüzü EGOSANTRİZM ve EGOİZM

ÇOCUK, okul öncesi, 2-6 yaş arası dönemde benmerkezli (egosantrik) bir düşünce yapısına sahiptir. Dünyaya ve olaylara kendi açısından bakar. Kendisini dünyanın merkezinde görür, her şey onun için yaratılmıştır, anne baba ona hizmet etmek için vardır. Herkesin, hatta her şeyin, kendisi gibi düşündüğüne inanır. Benmerkezli düşünce yapısında çocuk başkalarının farklı düşünceleri ve duyguları olduğunu kavrayamaz. Başkalarının düşünceleri ve duyguları onun için önemli değildir. Konuşmalarında hep kendisinden bahseder. Paylaşmayı bilmez. Oyuncağıyla bir başka çocuğun oynamasına izin vermez. Mülkiyete saygı duygusu gelişmemiştir. Kendi oyuncağını başka bir çocuğa vermediği gibi onun elindeki oyuncağa da sahip olmak ister. “Benim, benim” diye tutturur. Anne babanın yalnız kendisiyle ilgilenmesini ister, bu yüzden yeni doğan kardeşini kıskanır. Her isteğinin yerine getirilmesini isteyen egosantrik çocuk, “yok”tan anlamaz. İsteklerinin ertelenmesinden hoşlanmaz. Belediye otobüsünde üç yaşlarında bir çocuğun “su, su!” diye annesini ne kadar bunalttığına şahit olmuştum. Anne “burada su yok, eve gidince içersin, otobüsten inince alırız” dediyse de çocuk “bana ne, bana ne, su istiyorum!” deyip başka bir şey demiyordu.

Her isteği yerine getirilen, davranışlarına sınır konmayan çocuk egosantrik düşünce yapısını aşıp sosyalleşemez. Bedensel olarak büyüse de zihinsel ve duygusal olarak çocuk kalır. Egosantrizmi egoizme dönüşür, kendisinden başka kimseyi düşünmez. Herkesten yardım ve anlayış bekler. Anne baba çocuğun sosyalleşmesi için, baskı yapmadan, her isteğine her zaman kavuşamayacağını, bazen sabretmesi gerektiğini; paylaşmanın, yardımlaşmanın, iş birliğinin, başkalarının düşüncelerine ve haklarına saygının önemini anlatmalı, kendi yaşantılarıyla örnek olmalıdır. Her isteğini yerine getirerek egosantrizmine yenik düşmemelidir.

Çocuğun sosyalleşmesinde oyun ve arkadaşın önemi büyüktür. Sokaktan ve arkadaştan tecrit edilen, dört duvar arasında büyüyen çocuklar dış dünyaya uyum sağlamakta zorlanır.

Kişilik Gelişiminde Egosantrizmin Önemi

İLK BAKIŞTA bencillik gibi görünen egosantrizm, çocuğun kişilik gelişiminde çok önemlidir. Anne babanın kendisiyle ilgilendiğini, tehlikelere karşı koruduğunu, ihtiyaçlarını giderdiğini, onu sevdiğini görüp yaşadıkça kendisini değerli hissetmeye başlar, yaşama sevinci artar. Anne babaya güvendiği için gelecek kaygısı duymaz. Bu düşünce, dini bilgi ile beslediği zaman, ileri yaşlarda kolayca “Rabb’ine güvenme” şeklinde gelişecek; Allah’ın özellikle Rahman, Rahîm ve Rezzak isimlerinin kainattaki yansımalarını (cilvelerini) müşahede edebilecektir.

Egosantrik düşüncenin animizm ve finalizm şeklinde iki tezahürü vardır. Çocuk canlı cansız ayırımı yapmaz, her şeyin canlı olduğunu ve onu anladığını düşünür. Tahta atıyla canlıymış gibi konuşur. Bu düşünce ileri yaşlarda atomdan güneş sistemine kadar yaratılan her şeyin Allah’ı tanıdığına ve O’nun emrine itaat ettiğine inanmasını kolaylaştırır. Finalist düşüncede çocuk her şeyin bir amaç için var olduğuna inanır. Anne baba çocuğun isteklerini yerine getirmek, güneş ısıtmak, ağaç meyve vermek için vardır. Finalist düşünme biçimi ileri yaşlarda Allah’ın hiçbir şeyi boşuna yaratmadığına dair inancın temelini oluşturur.

Çocuk Kalan Yetişkinler

ÜSTAD Bediüzzaman’ın izahlarından Peygamber(ASM) öğretisiyle desteklenmeyen, felsefe ile beslenen egosantrizmin zamanla egoizme dönüşeceğini anlıyoruz. Toplumumuzda bu tip insanlara çok sık rastlıyoruz. Bu insanların çoğu Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde, gerçek Allah bilgisinden (marifetullahtan) yoksundur. Sahip oldukları sağlığa, zekâya, ilme, yeteneklere, makama, mal ve mülke kendi gayretleriyle, şu veya bu sebeplerle, sahip olduklarını iddia ederler. Allah’ın kendileri üzerindeki isim ve sıfatlarının cilvelerini (yansımalarını) göremezler.

Ailesi tarafından her isteği yerine getirilen, terbiye edilmeyen, sınır konmayan, sorumluluk yüklenmeyen, gerçek din bilgisinden mahrum büyüyen bir çocuğun Allah inancı da aldığı hatalı eğitimin etkisi altındadır. Fiziksel olarak büyüdüğü halde, zihinsel ve duygusal olarak çocuktur. Doğan Cüceloğlu’nun ifadesiyle buna “çocuk yetişkin” diyoruz. Anne baba nasıl onun her isteğini yerine getirmek zorunda ise, Allah da onun her işini yoluna koymak ve yardım etmek zorundadır. Bilgisizliğinden ve beceriksizliğinden işleri ters gittiğinde önce Allah’ı sonra sırayla anne babayı, müdürü, patronu ve iş arkadaşlarını sorumlu tutar. Çocuk yetişkinler başkalarının haklarına saygı duymayı bilmezler. Bencildirler, başkalarının duygularını önemsemez, empati yapmayı bilmezler. Emek ve dikkat isteyen, kurallara uymayı, sabretmeyi, paylaşmayı, işbirliğini gerektiren işleri sevmezler. Fazla emek vermeden, kısa yoldan zengin olmayı (köşe dönmeyi) isterler. Nasihatten, eleştirilmekten hoşlanmaz; hemen savunmaya geçerler.

Geçenlerde ters yönden gelen bir sürücüyü el işaretiyle uyarma cesaretinde bulundum. Hemen durdu, el frenini çekti, arabadan indi, “dur” işareti yaptı. Bana doğru öfke ile gelen takım elbiseli, yarım sakallı, saçları jöleli genç sürücünün özür dilemek için durmadığını anladım, ama artık yapılacak bir şey yoktu. Her ihtimale karşı kapıları içeriden kilitledim. Cama yaklaştı, yüksek sesle: “Neden el kol hareketi çekiyorsun!” diye bağırdı. “Belki farkında değilsin ama, ters yola girmişsin,” dedim. Kapıyı tekmelemeye başladı. Yine yüksek sesle: “Sana ne ulan, trafik polisi misin? İn aşağı da sana ters yolu göstereyim!” diye bağırıp meydan okumaz mı. Polisi aramaktan başka çarem kalmamıştı. Polisi aradığımı anlayınca işi uzatmadı, kapıya iki tekme daha atıp gitti. Polis gelinceye kadar bizim “çocuk yetişkin” çoktan kayıplara karışmıştı. Büyük şehirlerde, arabasıyla işe gidip gelenler, kalabalık trafikte neler yaşandığını iyi bilir. Hatalı sollayanlar, kırmızı ışıkta geçenler, sıra beklemeyip yandan girenler, yeşil ışık yanar yanmaz öndekine yürü diye kornaya basanlar, küfredenler, gece şehir içinde uzun farla gelenler, hız limitini aşanlar… Bunların hemen hepsi ailenin hatalı eğitimi sonunda çocuk kalan yetişkinlerdir. Temizliğin iyi bir şey olduğu, çevremizi temiz tutmamız gerektiği hem okulda hem ailede anlatılır. Müslüman’ın, inancından dolayı, temiz olması gerektiğini bilmeyen yoktur. Ancak, gelin görün ki, sokaklarımız, çöp bidonlarının çevresi, umuma açık park ve bahçeler, piknik alanları, hatta cami avluları ve şadırvanlar dahi çöple doludur. Yetişkin bir insan, tekrar gelip piknik yapacağı alana çöpünü atıp gider mi? Eğer bu bir “çocuk yetişkin” ise atar. İnancımız gereği topraktan geldik toprağa döneceğiz. Bunun içindir ki, ona “toprak ana” demişiz. İnançlı bir yetişkin hiç kendi mayası ve anası olan toprağı kirletir mi? Eğer bu bir “çocuk yetişkin” ise kirletir. İslâm kültüründe “ekmek” çok kutsaldır, Allah’ın nimetidir. Anadolu’da yemin ederken “ekmek çarpsın” derler. Yolda bir ekmek parçası bulduğumuzda basmayız, alıp kenara koyarız, kuşlar veya kedi-köpek yesin diye. Ancak aynı kültürün insanları sofradan arta kalan ve bayatlayan ekmeği çöpe atıyorlar. Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ”Sağlıklı Beslenme ve Gıda İsrafı” raporu Türkiye’de her gün 12 milyon ekmeğin atıldığını ortaya koyuyor. Buna göre, üretilen her on ekmekten biri atılıyor ve en çok ekmeği İstanbullu atıyormuş. Yoksa, ekmeği çöpe atanların çoğu Allah’ın: “Yiyin, için, ama israf etmeyin. Şüphesiz Allah israf edenleri sevmez,” emrini bilmiyor mu? Her zaman dediğimiz gibi, çocuk ailenin aynasıdır. Çocuğun kişiliği ailede şekillenir. Çocuğa bakın, ailesini görürsünüz. Ailesine bakın, çocuğun yetişkinliğini anlarsınız. Öyle ise, eğitime aileden başlamamız gerekiyor.

Ali Çankırılı

Zafer Dergisi: Ocak/2008