Etiket arşivi: Emirdağ

Nur’un Kahramanı Ceylan Çalışkan

Bediüzzaman Hz.lerinin varisim olarak nitelendirdiği Merhum Ceylan Çalışkan Ağabey 22 Ağustos 1963 yılında vefat etmiştir. İsterseniz Ceylan Çalışkan kimdi bir hatırlayalım… Cenab-ı Hak gani gani rahmet etsin.

Abdülkadir Ceylân Çalışkan 1929 yılında Emirdağ’da dünyaya gelmişti.

Babası Mehmed Çalışkan, annesi ise Ayşe Çalışkan’dı. Yıllarca Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hizmetinde bulundu. 1963 yılında acı bir trafik kazası ile vefat etti.

Küçük yaşta annesini kaybeden Ceylân Çalışkan annesiz, öksüz olarak büyüyordu.

1944’ün yaz sonlarında Emirdağ’a gelen Üstada bütün Çalışkan ailesi yardıma ve hizmete koşmuştu.

Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân’la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır:

“Bir gün Ceylân’la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad:

“Oğlun mu?’

“Evet.’

“Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim:

“Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?”

İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin‘ diye buyurdu.

“Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.

Ceylân’a verdiği ilk ders: Sıdk!

“Buyurdu ki:

Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.

“Ceylân’ın askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını istemişti. Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu.

“Üstadına ‘Allaha ısmarladık’ diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızın derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur’ların Müellifi yavruma şu nasihatı vermişti:

Sen Risale-i Nur’un esaslarını hareketlerinle yaşa!

“Sonra bir not verdi. Bu notlarda, ‘Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selâm olsun!‘ diye yazmıştı.

“Ceylân Urfa’ya gidince bunu bir Nakşî şeyhine verince, şeyh kağıdı cebine koymuş. ‘Bunu benim için yazmış’ demiş.

“Aradan epeyce zaman geçti. Ceylân, usta asker oldu. izin sırası gelince iznini almış, fakat zekâ ve çalışkanlığından dolayı, mükâfat izniyle beraber iki ay! Durumu bana bildirdi, ‘Baba, ne yapayım?’ diye soruyordu. Tabiî, biz de Üstada sorduk.

“Tamam tamam kardaşım, Ceylân Urfa medresesinde kalsın’ diyerek cevap vermişti.

“Biz biraz üzüldük. Aylar sonra çocuğu görecektik, o da olmadı. Tabiî emir Üstadımızındı. Ceylân Urfa medresesinde kalmıştı.

“Bir ara o medreseye polisler gelip Ceylân’ın ifadesini almışlarsa da neticede birşey çıkmadı.

“Nihayet askerliğini bitirdi ve geldi. Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün, Üstad.

Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver‘ dedi.

“Üstadım, biz Ceylân’ı daha evvel size vermiştik’ dedim.

“Böylece, Ceylân yatağını evden toplayıp, Üstadın yanına gitti.”

Ceylân’ı dünyaya vermeyeceğim

Üstad, Ceylân’dan çok memnundu. “Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim” derdi.

Bir gün “Ceylân, senin hayatın uhrevîdir. Eğer dünyevî olsa pek azdır!” diyen Üstad, babası Mehmed Çalışkan’a ise, “Bu oğlunun iyiliği, babanın sana ettiği dualarının neticesidir” demişti.

Ben oklava yedim

Üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, “Size baklava alacağım yemeniz için” deyince, “Ben oklava yedim Üstadım” diye, yine üstadı tebessüm ettirmiş.

Üstadın Ceylân’a ikazları

Ceylân Çalışkan küçük yaşta Üstadın hizmetine girdiği zaman bilemediği bazı noktalarda Üstad yazdığı pusulalarla kendisini ikaz ediyordu:

“Ceylan! Zaman naziktir. Nur’ların faaliyeti vaktin çok dikkat lâzımdır.

“Nur’un ve bizim Nurcuların selâmeti ve münafıkların şerrinden kurtulması için sen bu üç maddeyi bil:

Birincisi: İktisada tam riayet etmek lâzımdır. Tâ validen ve baban senden gücenip hizmet-i Nuriyeye zarar gelmesin. Dükkâncılık eden mertlik etmez. On paraya dikkat eder. Mal senin değil. İkram etsen caiz değil.

İkincisi: Şimdilik nazar-ı dikkati kendine celb etme ve gösteriş yapmaya çalışma. Tâ senin elindeki Nur emanetlerine zarar gelmesin. Hevesatını, faidesiz eğlencelerini bırak. Hizmet-i Nuriyenin sana verdiği zevkler yeter.

Üçüncüsü: Bize gelmek için buraya gelenlerden herkese açılma. Lüzumsuz onlara esrarımızı bildirme. Çünkü içlerinden ya safdil veya kurnaz veya aptal bulunabilir, ifşa eder, habbeyi kubbe yapar. Ondan da münafıklar ve casuslar istifade eder. Hususan bu kasabada daha çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır.”

“Ceylan! Dün posta için sabahtan akşama kadar seni bekledim, görünmedin. Kalben dedim, ‘Eğer Risale-i Nur’un hizmetiyle ve okunmasıyla meşgul olmuş ise aff edilir. Yoksa onun hayatı Risale-i Nur’a aittir. Hevesatına sarf etse şiddetli tokat yiyecek. Acaba o mânâsız gezmeyi bu soğukta sen mi yaptın? Yoksa başkası mı hatıra getirdi? Hem yanınızda daha kim vardı? Risale-i Nur hesabına merak ediyorum. Dikkat et, çocukluk yapma, tokat yiyenler pek çok.

“Ceylân! Sen bahtiyardın ki, bu acib zamanda Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir hizmeti ve onun manevî hazinesinin bir anahtarını aldın. Benim de anahtarımı aldın. Ve küçük bir Abdurrahman ve küçücük bir Husrev namını aldın. Bu kudsî ve ehemmiyetli vazifeye lâyık olacağını gayet kuvvetli bir sadakat ve metanet ve ihtiyat ile isbat edersin. Gerçi çocuksun, fakat sende kuvvetli bir sadakat hissettiğimizden küçülmüş kuvvetli bir ihtiyar nazarıyla bakıyoruz.

“Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına aldanma, kapılma! On adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir. Bunu kat’iyyen bil ki, senin hizmet ettiğin hakikatın sana vereceği hem dünyada, hem âhirette menfaate mukabil dünyada hiçbir şey gelemez. Tâ ki, bir elmas hazinesini şişe gibi çabucak kırılacak fâni dünya lezzetleriyle kaçırma. Çocukluk kulağıyla cin, ins şeytanlarının vesveselerine kapılma.”

İslâm fedaisi Ceylân Çalışkan acı bir trafik kazasından sonra ebediyete intikal edince, 31 Ağustos 1963 tarihinde Emirdağ’da Osman Aydın “Şehit kardeşimiz Ceylân Çalışkan’ın ruhuna ithaf” ettiği “Çok selâm söyle” başlıklı manzumesinde hislerini şu mısralarla ifade ediyordu:

“Acı haberlerin kalbimi yaktı.

Kardeşim, üstada çok selâm söyle

Nurculara derin acı bıraktı

Kardeşim, Üstada çok selâm söyle

Yüreğim yanıyor, gözlerimde yaş,

Nur’un hizmetinde her zaman bir baş

Kederli günlerde vefalı kardaş,

Kardeşim, üstada çok selâm söyle.

Üstad daim sana şefkatle baktı,

Firakın kalbimi nasıl da yaktı

Büyük Ceylân diye ismini taktı

Kardeşim, Üstada çok selâm söyle.

Yürür Nur kervanı her an ileri,

Hizmet-i Kur’ân’da kalır mı geri,

Bir gül bahçesi mi yattığın yeri

Orada Üstada çok selâm söyle..

……………………………………………..

Ceylân ağabey Ağustos 1963’te Bakırköy istikametinde meydana gelen trafik kazasında, bindiği minibüste vefat ettiğinde nüfus cüzdanının arasından şu vesika çıkmıştı:

Ceylân benim vekilimdir.

Nur’a ait işleri benim hesabıma yapar.” Said Nursî

Kaynak: Risale-iNur.Org

Bediüzzaman’ın Emirdağ’da Zehirlenmesi (Şiir)

Üstad Emirdağ’da iken bir evde kalıyordu

O’nu zehirlemek için plan kuruluyordu

 

Yukarıdan emir alan bir bekçi kandırılmış

Gizlice evine girip aşına zehir katmış

 

O zehirin gücü O’na büyük etki yapmıştı

Sabaha kadar kıvranıp çok ızdırap çekmişti

 

Bir hafta kadar aç-susuz perişan halde kalmış

Daha sonra şifa bulup eski halini almış

 

Üstad ölüm tehlikesi geçirdiği günlerde

Sabaha kadar bekleyip gözyaşları içinde

 

O’nun nöbetini tutan talebe kalıyordu

O geceki durumunu şöyle anlatıyordu:

 

“Gecenin sonuna doğru sabah yaklaşıyordu

Gözleri kapalı iken yatağında doğruldu

 

Ellerini göğe doğru açıp yavaş bir sesle

Benim duyabileceğim çok kısık bir nefesle

 

Risale-i Nur hizmeti ve talebelerine

Dualar etti ve düştü yatağın üzerine”

 

Hizmetini iki üç genç sırayla yapıyordu

Üstad ise bu gençlere dualar ediyordu

 

Bir müddet o gençleri de hizmetten menettiler

Fedakâr talebeler ise asla vazgeçmediler

 

Risaleleri okuyup yazmaya başladılar

Fedakârlık göstererek her tarafa yaydılar.

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

Bediüzzaman Emirdağ’da

Emirdağ’daki Hükümet Binası karşısında
Üstad Bediüzzaman’a veriyorlar bir oda

Burada camiye bile gitmesi yasaklanır
Devamlı baskılar görüp takip altında kalır

Emirdağ’daki sürgünü O’na zor geliyordu
Denizli’deki günleri bile aratıyordu

Ziyaretçi görüşmesi O’na yasaklanmıştı
Emirdağ’da tam üç kere Üstad zehirlenmişti

Muhalifleri kanunen O’nu yenememişler
Gizli gizli zehirleyip öldürmek istemişler

Üstad hayatı boyunca çok defa zehirlenmiş
Allah’ın inayetiyle mutlak ölümden dönmüş

Bütün bu zehirlenmeler O’nu yıpratıyordu
Ömrünün sonuna kadar ıstırap çekiyordu

Bu zulümler yaşanırken te’lifler devam eder
Sıkıntıyı hafifletir oluşan gelişmeler

Yargıtay Dairesinden olumlu karar çıkar
Temyiz edilen beraat kararını onaylar

Üstad bazen dışarıda gezmelere giderdi
Birkaç saat kalır sonra evlerine dönerdi

Bazen bağ ve bahçelerde tefekküre dalıyor
Nebatat ve hayvanatı pür temaşa ediyor

Ahmet Tanyeri

www.NurNet.org

Namazı Vaktinde Kılmak Hakkında Üstadın Tavrı Nasıldı?

Mesnevi-i Nuriyede şöyle denilir: “Vaktin evvelinde, Kâ’be’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beyt’in etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt’i ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün.

Rahmetli Bayram Yüksel, Üstadın namazıyla ilgili şöyle anlatır:

Üstadımız, namazı çok huşu içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, `Allahü Ekber` dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalağa olmasın, ahşap bina sarsılırdı.

“Üstadımız namaz vaktine çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta`dan çıktığımızda, Emirdağ`a beş dakika sonra varacak olsak bile, Üstadımız saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, hemen namazı vaktinde kılardı. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı. Bu mevzuda kendisi şöyle der:

Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i İslâm denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübra namaz kılıyor. O cemaatte her bir adam umum cemaate dua ediyor. “İhdina`s-sırata`l-müstakim` (Bizi doğru yola hidayet eyle) diyor. Her biri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur.

O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, tayinatını alamadığı gibi, cemaat-ı kübrânın mânevî matbahında kaynayan mânevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatın ordusuna iştirak etmiş olmakla ve dualarına amin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir.`

Sorularla Risale