Etiket arşivi: erkek

Şiddetin Kaynağı Erkeklik Değildir!

Şiddetin Kaynağı Erkeklik Değildir

Dünya iki yüzlülükte altın çağını yaşıyor. Hemen her alanda bir ikiyüzlülük almış başını gidiyor. Araştırmaların, bilimin bunca ilerlemesine, üniversite mezunlarının, akademisyenlerin bunca çoğalmasına karşın en önemli sosyal konular içerik olarak köydeki Dilber teyzenin seviyesini aşmıyor çoğunlukla.

Mesela şiddet mevzu. Tüm dünyada yükselen bir şiddet var fakat bu görmezden gelinerek, bilimsel çalışmalar hasır altı edilerek, sanki sadece kadına şiddet varmış gibi bir algı oluşturuluyor.

Ülkemiz üzerinden bakarsak,  2017 yılı içinde toplam 409 kadın öldürülmüş bunun yanında 1778 de erkek öldürülmüş. Toplam cinayet sayısında 2018 verilerini bulamadım. Yazdığınızda sadece kadın sayıları çıkıyor. Çünkü öldürülen erkekler çocuklar hiç gündemimizde değil. Sanki çocuk ve erkekler insan değil, öldürülmeleri hiç problem değilmiş gibi hareket ediliyor. Kadına şiddetten başka şiddet yokmuş gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa şiddet genel olarak her yıl hızla artıyor fakat sadece kadına şiddete odaklanıldığı için işe yarayacak çözümler de üretilmiyor.

Kadına şiddet konusununda da bilimsel çalışmalar yapılsa o da yok. Şiddetin sebebi nedir sonuçları nedir, nasıl azaltılır, pek kimsenin umurunda değil.

“Erkek saldırgan- Kadın kurban” Suçlu bulunmuş ne de olsa.

Her ne kadar bilimsel olmasa da çözümü de bulmuşlar kendilerine göre. Çözüm: Cinsiyet eşitliği. “Kadına şiddeti bitirmek için erkekliği bitirmemiz lazım” dediler ve erkekliğe savaş açıldı.

En basitinden bir örnek vereceğim. Önceki yıl İstanbul’da Ayşegül isminde bir öğretmeni boşanma safhasındaki eşi önce kayınvalidesini sonra Ayşegül öğretmeni öldürdü.

Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk twitter hesabından okul geçidinde karşıdan karşıya geçerken erkeğin önde  göründüğü bir trafik görsel ile beraber mesaj yayınlamıştı. Mesaj şöyleydi:

“Bu levhalar gibi daha pek çok şey cinsiyet eşitsizliğinde toplumsal bir bilinçaltı oluşturuyor. Bu algının önüne geçebildiğimiz, kız çocuklarına verilmesi gereken önemi önce eve, sonra okul sıralarına, devamında da hayatın tamamına taşıyabildiğimiz, bütün bir toplum yek avaz ‘Şiddete son’ diyebildiğimiz zaman, o zaman Ayşegül öğretmenin hatırasına daha güçlü sahip çıkacağız. Bunları cesurca yapabilmemiz için bize gayret, Ayşegül öğretmene Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum.”

Bakan Selçuk, bir erkek bir kadın figürünün olduğu levhayı “erkek önde kadın arkada bu değer vermemek” diye yorumlamış. Oysa bu görsel çocuğunu karşıya geçiren bir baba kız olarak algılanmaya daha müsait, sonuçta okul geçidi ve erkek büyük görünüyor. Bakan Selçuk bunu kendince yorumlamış ve böyle söylemiş. Velev ki biri mecbur olarak önde görünecekse o zaman kadın önde olduğunda şiddet mi bitecek? Bunun da çaresini bulmuşlar. Değişen görselde kız önde arkasında kadın mı erkek mi belli olmayan bir figür var.

Ayşegül öğretmenin öldürülme sebebi ülkemizde cinsiyet eşitsizliği olmamasından kaynaklanıyormuş. Bakan Selçuk erkeğin ayrılma aşamasındaki kadını öldürmesini kadına değer vermemeye bağlamış. Cinsiyet eşitliği olsaymış bu cinayetler olmayacakmış. Ne kadar yüzeysel bir yorum. Hem de Milli Eğitim bakanından. “Suçlu erkeklik” Çözüm erkekliği azaltıp erkekleri kadınlaştırmak.

ETCEP projesi ile okullardan uygulanan cinsiyet eşitliği çalışmalarını bir hatırlayalım. Cinsiyeti yok sayan, kadın erkek rollerini ortadan kaldıran, cinsiyetini kendin seç, eğitimleri ile mi yoksa “Erkekler de pembe giyer” “Kız işi erkek işi yoktur” gibi pankartlar ile mi, yoksa küçük kızların eline “Çocuk da yaparım kariyer de” pankartı, erkek çocuklarının eline “Aslan parçası değilim” yazıları ve erkek çocuklarına “Herkes rahmi kadar konuşsun” gibi kızların içinde utandıracak, edep dışı pankartlar taşıtarak ve rahmi olmadığı için erkekleri aşağılayarak mı erkeklere kadına değer vermeyi öğreteceklermiş. Buna kargalar bile güler.

Bu çalışmalarla ancak kız çocuklarını erkeklere karşı düşman edersiniz, erkek çocuklarını da aşağılayarak cinsiyetinden utandırıp psikolojisini bozarsınız. LGBT nin de önünü açarsınız.

Ayşegül öğretmenlerin öldürülmemeleri cinsiyet eşitliği eğitimine kaldıysa işimiz yaş demektir. İnsana değer vermek böyle öğretilemez. Önce bu sığlıktan kurtulmak lazım.

Ortada bir sonuç varsa o sonucu oluşturan sebepler de vardır. Sebepleri değiştirmeden sonucu değiştiremezsiniz. Sebep ne olursa olsun hiç kimsenin birbirini öldürme hakkı yoktur. Bu ayrı bir konu. Cinayetin sebebini görmek, katile hak vermek değildir. Başka cinayetler olmasın diye alınabilecek tedbirler açısından gereklidir.

Mesela bu olayda ortada iki yıldan beni boşanamayan ayrı yaşayan bir karı-koca var. Bir büyük, bir de iki yıl önce ayrılık aşamasında doğmuş bir çocuk var ve baba tam da kadını çocuğun doğum gününden önce öldürmüş. Bu baba iki yıl boyunca çocuklarını görebilmiş mi? Neden önce kayınvalidesini öldürdü? Neden boşanamamışlar. Kadın istediğinde hakimler çok çabuk boşuyor. Nafaka davaları mı oldu şiddetli.

Bunları hiçbiri öldürmesini haklı çıkaramaz. Fakat bunları yok da sayamayız. Belki de bunların hiç biri değildi kocası psikopattı. Sebep her şey olabilir fakat erkekliği sebep göstererek cinsiyetçilik yapamazsınız. Bu bütün erkeklere hakaret olur, erkekleri aşağılamak olur.

Biz sebepleri görelim, çözüm üretilsin. Kanunların adaletsizliği yüzünden beş yıl, on yıl boşanamayan yeni bir hayat kuramayan insanlar var. Yıllarca çocuğunun hasreti ile yanan babalar var. Nafakasını ödediği evladının yüzünü unutmuş. Üzüntüden psikolojisi bozulmuş. Neredeyse bütün cinayetler boşanma aşamasında oluyor fakat çoğu kişi “erkekler boşanmayı kabullenemiyorlar” sığlığından öte geçemiyor.

Sen kanunlar vasıtası ile erkeği evden at, nafakaya mecbur kıl, çocuğunu görmek için haczetmek zorunda kalsın, bazıları hacizle bile göremiyor, malının mülkünün yarısını cebren al, erkeğe her türlü sosyal, psikolojik şiddeti uygula, sonra erkek de cinnet geçirip boşanamadığı kadına şiddet uygularsa “şiddetin sebebi erkeklikten” deyip çık.

Ayrıca şiddet konusunda uzmanlar yüzde seksen alkol ya da uyuşturucu etkisi var diyorlar fakat nedense alkol dile getirilmiyor, erkekliği suçlamak daha çok işine geliyor birilerinin.

Şiddeti azaltmak için cinsiyet eşitliği uygulaması şiddeti gerçekten azaltıyor mu? Araştırma yapsınlar, verileri açıklasınlar, sonuçlarını görelim. Var mı ülkemizde bu konuda bir araştırma, yok. Herhalde kendi kafalarında şöyle bir mantık kuruyorlar. Erkekleri “Ay şekerim manikürüm geldi…” diyecek kıvama getirirsek şiddet biter. Oysa öyle bir durumda şiddet azalmaz sadece yön değiştirir. Cinsiyet eşitliği neticesi eşcinsellik artacağı için şiddet kadın-kadına ve erkek erkeği şeklinde yön değiştirecektir.

Şiddet erkekliğin sonucu değildir. Sadece erkekte fiziki güç, kadından daha fazla olduğu için erkeğin uyguladığı şiddet göze görünüyor. Kadınlar da erkekler kadar şiddet uygularlar fakat farklı yöntemlerle. Kadın gücü yetmeyeceği kişiyi öldürmeye çalışmaz, öldürtür, gücü yettiğini öldürür. Kaza süsü vermek, zehirlemek gibi yöntemlerle hiç açığa çıkmayan ya da yıllar sonra açığa çıkan cinayetler var.

Kadın gücü yettiğine de kendi gücünü gösterir. Mesela çocuk cinayetlerinde annelerin sayısı babalardan üç kat daha fazla resmi verilere göre. Bakıcı dehşetleri, gelin kayınvalide şiddeti, üvey çocuğa uygulanan şiddet…

Erkeği aşağılayarak, kadınlaştırarak gücünü elinden alarak, şiddeti bitiremezsiniz. Şiddet erkekliğin de kadınlığın da neticesi değildir.

Şiddetin cinsiyeti, kadını-erkeği yoktur. Erkeğin fiziki güce sahip olması, koruma ve kollama güdüleri ile cesaretli olması, vatanı korumak için savaşması, onu şiddet yanlısı yapmaz tam aksi korumacı yapar. Babalar, kocalar, oğullar, kardeşler, ağabeyler şiddet yanlısı ilan edildi.

Güç, şiddetin sebebi değildir, şiddetin sebebi gücü yanlış kullanmaktır. Şiddetin, başta  ahlak, maneviyat ve merhamet eğitimi eksikliği olmak üzere pek çok iç sebepleri ve ekonomik sıkıntılar, alkol ve şiddetin özendirilmesi gibi dış etkenleri vardır.

Şiddet uygulayan erkekler, erkek olduğu için ya da kadına değer vermediği için şiddet uyguluyor değil. Şiddet yükselmişse bunun araştırılması ve çözüm üretilmesi gerekir.

Şiddet erkekliğin neticesidir demek, Yaratıcı’ya iftira olur. O halde Allah (c.c) erkeği kadına zulmetsin diye şiddet yanlısı mı yaratmış? Hayır.

Âyet-i kerimede bildirildiği gibi:  “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır, velileridir.” birbirlerini korurlar.

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak dinimizi çocuklarımıza ahlaki yapıları ile doğru öğretsek, şiddet diye bir problemimiz olmaz.

Şiddeti yaygınlaştıran medya, dizi ve filmler denetim altında olsa tam aksi sevgiyi, merhameti çocuklara gençlere aşılayabilsek şiddet ciddi şekilde azalır.

Adaletsiz kanunlar, diziler, filmler, alkol gibi şiddeti artıracak her yol açık, toplumda şiddet yükselmiş bizim bulduğumuz yol ise erkekleri günah keçisi ilan edip psikolojik şiddet uygulayarak erkekliği bitirmek. Hadi dini göz ardı ediyorsunuz bari biraz bilimsel çalışın. Tuttuğunuz yolun bir dayanağı olsun. Araştırma sonuçlarını ve neticelerini görelim.

Mesela şiddetin kaynağının erkeklik olduğu üzerine kurgulanıp yazılan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 ile kadına şiddet bitecek dendi; fakat şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Öldürülen kadın sayısı senede 120 lerden 500 lere çıktı.

Şiddetin arttığı açık şekilde görüldüğü halde, şiddet üzerinden kesesini fonlayanlar İstanbul Sözleşmesini savunuyorlar utanmadan. Bir kanun sonrası şiddet artmışsa ve birileri bunu savunuyorsa o kişiler şiddetten besleniyorlardır. Cinayetleri artırdığı halde İstanbul Sözleşmesini savunanlar kadın kanından beslenen sülüklerdir.

AB ye girmek için ya da feministlerin ve yardakçılarının keyfi olacak diye kadını erkeği birbirine düşman eden İstanbul Sözleşmesi ve 6284 devam edemez, acilen iptal edilmeli, daha fazla kadın öldürülmeden.

Milli Eğitimin ETCEP projesi ile ilgili yazım ve görsellerin linki

http://www.cocukaile.net/etcp-projesi-ve-milli-egitim/

Aşağıda da Milli Eğitim Bakanının yayınladığı mesaj, öncesi ve sonrası değişen trafik görseli.

Kaynak: http://www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Cinsiyetlerimiz Yer Değiştiriyor…Evlenemiyoruz

Çok üzülüyorum. Cinsiyetlerin yer değiştirmesine. Evlenme oranlarının düşmesinin sebeplerinden biride bu. Güçsüz erkek, güçlü kadın(!)

Gözlem yapıyorum. Erkek, kadın fark etmeden. Bu söylediklerimi okuyan tüm erkekler ve kadınlar lütfen üzerine alınsın. Pay çıkartalım kendimize.

Erkekler; Giydikleri kıyafetlerden başlamak istiyorum.
Pembeler, kırmızılar…Yakınlarımız bile giymeye başladı. Öncelikle erkeklerin şunu sorgulaması gerek.

Erkek modasını kim çiziyor ve yönlendiriyor? Çizenlerin ve yönlendirenlerin bir çoğunun gay olduklarını söylemeden edemeyeceğim. İsterseniz araştırın . Çizen tabii ki kendisine uygun olanı yönlendirecek.

Ayrıca dar, vücudu saran pantolonlar hiçte hoş gözükmüyor. Özellikle kadınların tesettürüyle dini kurtaranlar kendi tesettürlerine ne kadar dikkat ediyorlar.(bu tamamen bir yazı konusu)

Yediklerimiz; İçinde östrojen hormonu yüklü yiyecekler. Özellikle tavuğun erkeklere etkisi uzmanlar tarafından epeyce konuşuluyor. Tabii suçu tamamen tavuğa da yüklememek lazım.

Erkek sesi dediğimiz bir tanımlama var. Kalın, tok, vurgulu… Şimdilerde kadınların sesi daha bir tok, sert ve vurgulu. Erkeklerin ki daha bir tiz, cılız ve vurgusuz…

Kadınlar; Naif, kırılgan, hassas, duygusal olan bizler ne kadar değiştik farkında mısınız? Özellikle de çalışma hayatında olanlar. Farkındayız veya değiliz üzerimize aldığımız maskeler bizi bizden uzaklaştırıyor. Bir süre sonra bakıyoruz ne kadar cevval, fazla atılgan, gereksiz cesaretli olmuşuz. Hedeften uzaklaşmışız.

Dışarıda, yolda, pazarda söven, küfreden erkek tavırlı kızlar…
Hayatın içinde fazla yük almış, eşi olduğu halde evini kendisi geçindiren, faturaların altında ezilen kadın…

Biz nereye doğru gidiyoruz?

Baskın anne-baba mı?

Fazla koruyucu anne mi?

Bastırılan duygular mı?

Hayatın yükü mü?

Çalışmak zorunda olan kadınlar mı?

Belirli seviye’ye çıkmış olan standardı aşağıya düşürmemek mi?

Her biri kendi içinde bir sebep.

Her iki cinsiyetinde kendi özelliğini, yaratılışına uygun şekilde dışarıya çıkartacağı çalışmalar yapmamız şart.

Cinsiyetleri birbirinden ayıran özellikler çok özür dileyerek söylüyorum; fiziksel özellikler değil.

Görüntüde boylu poslu, kıllı, tüylü erkek gözükenlerin içinin kof olduğunu görüyoruz.

Ya da hanım hanımcık duran biz kız konuşmaya başlayınca büyüsü bozulabiliyor.

Erkekler…

-Hayata karşı duruşu yok

-Sorumluluk almak istemez

-Başına ufak bir şey gelse hemen yıkılır

-Kabı dar

-Çok yüzeysel, duygu geçişleri çok hızlı

-Çabuk aşık olma ve olamama durumu

-Gücünü sadece diplomaları için kullanmış

Erkek ve adam ifadelerini ayrı kullanıyoruz. Erkek bir cinsiyeti temsil ediyor. Fakat adam bir niteliği veriyor bize.

Adam özellikleri; kabalık değil kesinlikle ama özgüven erkeğe daha bir yakışıyor.
Konuşması dinlenir, söylediğine güvenilir, arkanı yaslayabileceğin bir vasıf.

Kadınlar…
-Bazen gereksiz cesaretli

-Dramaya çok yatkın

-Çabuk kendini bırakma, çabuk anlam yükleme

-Bağlılıkla bağımlılık arasında gelip giden

-Fazla fedakar…

– Sahiplenileceğine – Sahiplenici

Bizi ilgilendiren kısmı da şu dostlar; cinsiyetler yer değiştirdikçe insanların evlenmekten kaçmalarını olası sebepler arasında.

Erkekler bu kadar cesaretli, atılgan, güçlü(!), baskın kızları istemiyor.
Kızlar bu kadar güçsüz(!), sinmiş, özgüvenden yoksun, pasif kişileri tercih etmiyor.

Bu arada karakterlerden bahsetmiyorum. Çekingenlik, edep, ahlak vs vs konularıyla karıştırılmasın lütfen bahsettiklerim.

Dini değerleri olan veya olmayan genel toplumsal gidişatımızla ilgili yazdıklarım. Yaratılışımıza uygun yaşadıkça ve tercih ettikçe normalleşiyor ve huzuru yakalıyoruz…

Yarım Elma

cocukaile.net

Fıtri Kültür

Öncelikle bir hakikat söyleyeyim: “Hüküm hatimeye göre verilir” Evet işin neticesine bakmak lazım. Kültür sahibi olmanın ölçüsü, İslami kriterlere göre tanzim edilmediyse bazen zararlı düşüyor. Zira medeni ölçüler, nefsâni arzuları tatmin üzere bina edilmiş. İslamiyet kültürde, ahlakta, ailede daima en parlak ve nurlu meyveler verdiği halde bu kültürü geliştirmek yerine kendi cüz’î aklımızla, daha doğrusu nefsimizle benimsediğimiz başka yollar çizmek istenen neticeyi vermiyor, fıtrata muhalif düşüyor.

Mesela bir erkek pek çok kayıtlarla bağlıdır. Babası ve annesi başta olmak üzere pek çok akrabası ona yol gösterir. Bunlar evladının her halükarda iyiliğini istedikleri için onu hatalardan men eder. Ve erkek nazarında hatırları da kıymetlidir. Bu fıtridir. Yani erkek asabi olsa bile fıtraten kulağı bunları dinler. Bir de mesela Hocası, Mürşidi, Cemaati olabilir. Bunlar da erkeğe yön verir. Cazibedar hocalarına, abilerine itiraz edemez. Ve erkek fıtraten öğrendiği güzel hakikatlara kayıtsız kalamaz. Her şeyin en güzeline sahip olmak, ailesini en iyi görmek onun fıtri ihtiyacıdır. Hem sünnet bizi cemaate sevkediyor. Çünkü düzgün bir çevre çok hatalardan, ifrat ve tefritlerden insanı alıkoyar. Nitekim ‘cemaatten ayrılanı kurt kapar’ denilmiş.

Peki eğer birilerinin başı boş olacak olsaydı bu erkek mi olmalıydı, yoksa kız mı? Erkeği fıtri olarak bağlayan bu kadar kayıtlar varken, kadın hangi kayıtla bağlı olabilir? İşte İslami ölçüleri nazara alırsak kadının başı da kocasıyla bağlanmış. Onun sahipliği ile muhafaza olur. Onun rızası ile mutlu olur. Kocası onun ya cennetidir, ya cehennemi. Erkek hanımının kötü olmasını isteyecek de değil. -Tabi anlık lezzetlerin şevkiyle evlilik yapan, şuursuz insanlar bahsimizden hariç-

Bir evde koca ve baba sıfatını taşıyan erkek, aile ferdlerinin çilesini çekme vazifesini üstlenmiştir. Nitekim evladı bir hata yapsa baba hem sahip çıkar, hem bedelini rıza ile öder. Hanım bir hata yapsa, hissi tavırlar koysa erkek onu hem hazmeder, hem de sevgisini esirgemez. İşte erkeğin mahiyetinde bu manalar da var.

Demek ailedeki hataların, sıkıntıların kefaretini manen erkek ödüyor. Tabiri caizse günahına bedel o yanıyor. İlginç ki dışarıya da birşey sezilmiyor. Hakikaten erkek tam anlamıyla hadiste zikredilen; “Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim..” manasına mâsadak oluyor. Yani kocalar aslında büyük fedakarlıklara sahip oluyor. Bilsin bilmesin fıtri vazifesi bunu netice veriyor. Hariçte belli olmaması, hergün dilinden tatlı iltifatlar dökülmemesi bunu cerh etmez. Zira onu zaten fiilen yapıyor.

Ben hep merak ederdim, erkek çoğu zaman nefsini düşündüğü halde nasıl oluyor da hadislerce zikredilen babalık ve kocalık makamlarını hak ediyor diye. Demek zımni, arka planda, iç dünyada cereyan eden fedakarlıklar, feragatler, gayretler, himmetler var. Yani arzu duyduğu çok şeylerin peşine düşmeyip eline geçene razı olması, ailesinin her sıkıntısını omuzlaması, onları sahiplenmesi, ihtiyaçlarını ve isteklerini yerine getirmek için elinden geleni yapması, bütün hayal ve arzuları zamanla ailesine ve evladına hasrolup bunu varlığının neticesi bilmesi tam bir feragat örneğini teşkil ediyor.

İşte bu mahiyetteki kocaya itaat ve hürmeti Allah ve Resülü farz kılıyor. Hem de eğer olabilse idi secde derecesinde.

Hem Efendimiz (asm) üç kişi yolculuğa çıkacak olsa birinin başkan olmasını istemiş. Aile gibi en önemli ve temel müessese elbet mizansız bırakılacak değildi. İşte doğrudan Kur’an, erkeği aileye reis tayin etmiş. Demek bu noktadan kocanın kararları inayet altında ve daha isabetli düşüyor. Aynı evde ikilikler bulunursa, kendine mahsus bir dünya olan o aile terakki edemez, saadette geri kalır.

Hem hanım, manevi letafeti, şefkati gibi yumuşatıcı hisleriyle o aileye saadet vesilesi olacakken ve aile saadetine mahsus bir varlık iken, dünyanın ince hesaplarıyla kocasına itiraz etse ilk önce kendi huzuru kaçar. Yükünü gemiye bırakmak, yani kocasına tabi olmak, mutlu olmak ve mutluluğu ile kocasını da mutlu etmek daha isabetli olacaktır. Böyle olunca erkek muhakkak hanımının hatırını sayar, ona da danışır.

Şimdiki avrupai medeniyet ise kültür adı altında -belki bu da var ama- iç yüzünde nefsâni, şehevî hisleri daima tahrik ederek aslında bi türlü doymaz, azla yetinmez, her an büyük heyecanlar isteyen nefisler yetiştiriyor. Mesela daima sokaklarda, karşı cinsin günde yüz çeşidini gören bir göz yarın eşini beğenmiyor veya onunla doymuyor, doyamıyor. Mesela evlilik dışı büyük heyecanlar ve hisler yaşayan bir nefis, yarın sakin bir ortamda yapılan ciddi bir evlilik görüşmesinde istediği elektriği alamıyor. Öyle hisler, böyle ortamlarda uyanmaz. Gerek de yok zaten, çünkü nefis daima insanı aldatır. Orada akıl ve kalb çalışır. Buna göre karar vermek daha isabetli olur.

Ayrıca kızlar pek çok hayaller kurarken ve güzel beklentileri olduğu halde -ama çoğuna gerek yok- erkekler zaruri ihtiyaçlarının karşılanması ile yetinir. Kurduğu düzenin iyi kötü devamını ister. Hemen boşanmaya meyletmez.

Bu münasebetle söyleyelim. Cinsel ihtiyaç erkeğin zaruri ihtiyacıdır. Kadında ise bu arzu ancak harici bir tahrikle uyanır. Dolayısıyla kadın ailede bu ihtiyaca cevap vermeye mecburdur. Kadındaki arzu ise kısmîdir. Bir uyaran olmazsa her zaman aramaz. Şer’i hükümler de buna göredir.

Hem kızlar manevi olarak da zayıftır. Hislerine mağlubdur. Akıldan ziyade hisleriyle hareket eder. Yani hissî olarak telkin edilen şeylere aldanıp ikna olabilir. Harici teveccühlere mağlub oluyor. Şimdi nerde kaldı bildikleri, okuduğu kitaplar, kazandığı kültürler..

Elhasıl; İslam, her iki tarafa fıtrata muvafık vazifeler tayin ediyor. Kadının manevi mahiyetine bakınca aile hayatına mahsus olduğu anlaşılıyor. Öncelikli olarak bu maksadı muhafaza etmeyen, bunu kâmil noktalara taşımayan kültür ve emsali şeyler çoğu zaman mâlâyâni, bazen de zararlı düşüyor. Evveliyetle bu temel sağlam atılıp muhafaza edilmeli, bunun prensipleri öğretilmeli ki diğer kazançlar birşey ifade edebilsin. Demek kızların her şeyi okuması, her yere gitmesi ona kültür ve neşe değil, belki kendini muhafaza etmezse tehlike getirir. Bu meyanda dış hayatta nefsani gülücükler dağıtmak da kalbten gelen hakiki ve ruhi bir sevinci ifade etmez.

Ayrıca insan ne kadar okusa, kendini geliştirse, âlim de olsa en büyük makam şehitlerindir. Demek fıtri bazı vazifeler ve ihtiyaçlar var ki diğer pek çok kemâlâttan ağır basıyor. İlim her kemâlâtın başıdır tabi, fakat bu, esas vazifelerimiz noktasında ruhi bir kemâle, salih amellere inkılâb etmediyse ve bizim nefsimize bir sükunet ve itminan vermemişse matlub netice alınamamış demektir. Hem Cenab-ı Hakkın yaratılıştan bir adım üstün kıldığını, diğer kemâlâtlarla kimse geçemez. Vesselam.

Uğur Tuğrul / cocukaile.net

Eşimizi Değiştirelim mi?

Bir hanım olarak yazıyorum ama, erkekler de kendileri için bir şeyler bulabilir bu yazıda.

 Konuya hanımlar açısından bakarak yaklaşacağım elbette. Evleneli belki yıllar oldu, belki bir kaç ay. Ne kadar olursa olsun eşlerimizde ufak tefek değişiklikler olmadı mı? Olumlu manada soruyorum bu soruyu.
Eşini değiştirmek çoğu evli kadının hayali. Ama bunun için çabaladıklarını düşünmüyorum. Erkekler evlenene kadar annelerinin elinde hamur gibidir, evlendikten sonra ise eşlerinin.
Kadınlar genelde eşlerinin yaklaşımından şikayetçiler. Konuşmadıklarından, dinlemediklerinden, yaşadıklarını paylaşmadıklarından, kısacası muhatap alınmadıklarından.
Muhataplıkta en önemli şey hitaptır. Eşimize sürekli güzel hitaplarda bulunursak eninde sonunda sözlerimiz karşılığını bulacaktır. Ona her zaman güzel sözlerle seslenelim.
‘Onun size nasıl seslenmesini istiyorsanız öyle seslenin eşinize.’
 “Ben ona âşık değilim ki nasıl aşkım diye sesleneyim, yapmacık olur,” diyenler tam da aşkım demesi gerekenler. Eşine ‘aşkım’ dersen aşkın olur, ‘canım’ dersen canın olur zamanla.
Her zaman tatlı dil ve güleryüzden vazgeçmesin kadınlar. Eşlerini gülen bir yüzle karşılamak çok zor gelmez herhalde kadınlara.
 ‘Evde veya işte yoruldum’ bahanesiyle esirgemesinler güleryüzlerinden eşlerini. Gülümsemek her iki tarafa da iyi gelecek ve güzel bir akşama iyi bir geçiş yapmış olacaklardır.
Sonrasında sohbet eşliğinde yemek ve yemek sırasında sadece güzel şeylerden bahsetmek günün yorgunluğunu unutturacaktır.
Yemek sırasında can sıkıcı şeylerden bahsederseniz veya kimi isteklerinizi sıralamaya başlarsanız muhtemelen eşiniz soluğu dışarıda alacaktır. Tam tersi sizin elinizde.
Yemek sonrası bir müddet eşinizle muhatap olmayın, gün içinde olanları düşünüyordur muhtemelen, bırakın kendi haline, dinlensin. Konuşsanız da duymayacaktır.
En az yarım saat geçtikten sonra kendine gelip sizinle veya evlatlarınızla muhabbete başlayacaktır. İşte o sırada istemek istediklerinizi, varsa problemlerinizi, derdinizi anlatabilirsiniz.
Kadınlar bir istekleri olduğunda çok fazla ısrarcı oluyorlar. Aynı şeyi tekrar tekrar söylüyorlar, ama sonuç değişmiyor. Tanıdığım bir abla çok güzel hallediyordu isteklerini.
Eşine istemediği bir durumu ifade edermiş ama üzerinde durmazmış. Sonra dua edermiş. Ve eşi kendi kendine  vazgeçermiş. Derdi ki “Israr etseydim inadına yapacaktı.”
Bence çok güzel bir yol bulmuştu. Herkesin eşi farklıdır elbette. Eşlerimizin kalbine giden yolu bulmak bizim ellerimizde. Onları tatlı dilimizle “mükemmel” erkek haline getirebiliriz.
Kavga ederken de tatlı dil işe yarar mı derseniz, yarayabilir ama en güzeli susmak. Bir konuda tartışırken tartışma büyümeye başladıysa hemen susun.
Çünkü o sinirle yanlış şeyler söyleyebilirsiniz. Siz susunca eşiniz de biraz daha söylenip susacaktır. Ve büyük bir kavganın önüne geçmiş olacaksınız.
Erkekler de bu tarz durumlarda evden çıkar. Kadınlar da arkasından delirir. Hiç üzülmeyin, sizi kırmamak için yapıyor bunu. O sizi seviyor. Sevmese  yanınızda ne işi var?
Annemin tavsiyesiyle bitireyim yazımı; “Erkekler sadece güler yüz ister”.

Zeynep Kahraman / cocukaile.net

Zor Bir Eşle Nasıl Baş Edeceğim?

Evlendiniz ve mutlusunuz.

Tam istediğim gibi bir evlilik yaptım” diyorsunuz. Balayı bitiyor. Evliliğin rutin dünyasına giriyorsunuz.  Giriyorsunuz ama bir şeyler de değişiyor. Erkek, işten geldikten sonra eşofmanlarını giyip tv nin karşısına geçiyor.

Hanımefendi çalışıyorsa o da işten gelir gelmez eşofmanlarını giyip hışımla mutfağa yöneliyor. Çalışmıyorsa eskisi gibi sofralar hazırlayıp eşini kapıda neşeyle karşılamıyor. Gözünü dizilerden alıp bir fincan kahve yapmak zahmetine katlanmıyor.

Ara-sıra tartışmaya da başladınız.

Düşünüyorsunuz, “neler oluyor bu kadına ya da adama? Neden değişti?”

Aslında değişen bir şey yok!

Siz sadece zor biriyle evlendiniz. Hayal gemisi hakikat limanına demir attı. Pembe yelkenler suya değdi.

Şimdi ne yapacaksınız? Acaba yol yakınken ayrılsanız mı?

Ne yani bu kadar basit mi?

Mağazadan elbise almadınız ki, biraz giydikten sonra defolu çıktı diye değiştiresiniz?

Şirket kurmadınız ki, ortağımla anlaşamıyorum yol yakınken ayrılayım diyesiniz?

Bir emanet, sorumluluk ve vebal aldınız. Hop diye değiştiremezsiniz.

Peki, ne yapmalısınız?

*Önce dünyanın imtihan yeri, eşinizin de onun bir parçası olduğunu kabul edin.

* “Neden ben böyle biriyle evlendim” diye hayata küsmeyin.

* Eşinizin artılarıyla eksilerini yan yana dizin, artılar fazla geliyorsa her daim artıları göz önünde bulundurun.

* Sevginizi gizlemeyin. Sevildiğini bilen uysallaşır, bilmeyense hırçınlaşır.

* Fikirlerine saygı gösterin. “Senin de ne saçma fikirlerin var” demeyin. Tenkit silahıyla kalbinden vurmayın.

* Diyalog köprülerini yıkmayın. İlgi yollarına barikatlar kurmayın. En muhteşem saraya bile yol olmadan gidilmediğini unutmayın.

* Aranıza kin, nefret ve öfke duvarları örmeyin.

* Hoşunuza gitmeyen söz ve davranışları karşısında rahatsızlığınızı kasap gibi değil, cerrah hassasiyetiyle belirtin.

* Eşinizin tedavisi mümkün olmayan psikolojik bir hastalığı, içki-kumar, şiddet vb.kötü alışkanlığı yoksa, şayet bir insan Himalaya dağına çıkabiliyorsa eşinin gönül dağına da çıkabilir. Saray inşa etme kabiliyetine sahipse saadet sarayını da inşa edebilir. . Bu sebeple ülke fetheten kral gibi güçlü olup, eşinizin gönlünü fethetmeye kararlı olun.

* Mucit oluğunuzu düşünüp, Edison gibi eşinizin ruh dünyasını aydınlatacak ışığını bulun.

* Pastör gibi mutsuzluk marazınızın ilacını keşfedin,

* Arşimet gibi evliliğinizi ayakta tutacak formülü arayın.

* Eyyüb Peygamber gibi sabırlı olun. “Bütün güzellikler acı ızdırapların neticesidir” cümlesini parola edinin. Çekirdek çürümeden filiz vermiyor. Buğday öğütülmeden un olmuyor. Hayvan insan midesinde erimeden insaniyet mertebesine yükselmiyor.

Hülasa kader kitabındaki yazılar, “neden böyle yazıldı” diye kin ve nefret ve isyan silgisiyle silinmiyor. Sadece silmeye çalışan el yoruluyor.

Sabır gözlüğüyle o yazıları okumaya çalışmak daha kolay oluyor.

 Gülay Atasoy / MoralHaber.Net