Etiket arşivi: eş

Refika-i Hayat

Evliliğin 5-10 yılı geçmiştir; huylar öğrenilmiş, vazifeler taksim edilmiş, çocuklar bir hale yola koyulmuştur. Bu arada hanım anne olmayı, bey baba olmayı öğrenmiş ve çetin bir süreçten geçmişlerdir. Nice ak dediklerine kara diyecek, günlerce üzüldüklerine şimdi gülüp geçecek, ufak sıkıntılarda telefona sarılıp annesinden meded isteyecekken artık onlar duyup üzülmesin diye sinesine gömecek bir olgunluğa ermişlerdir. Aslında bütün bu değişimleri, olgunlaşmayı birlikte öğrenmişlerdir ama farkında değildirler..

Hanıma göre beyi anne olmanın zorluğunu bilmemekte, beye göre hanım evin maddi sorumluluğunu omuzlamak nasıldır anlamamaktadır. Aynı yuvanın devamı için on yıldır ciddi ve fedakarane vazife taksimi yaptıklarının, Allah’ın kalblerine koyduğu şefkat ve muhabbetle bunu yapabildiklerinin farkında değillerdir; daha çok birbirinin ne zaman yanında olmadıysa o kalmıştır akıllarında.. Bunca vefa hatırası varken, birkaç olumsuz durum hepsini nazardan silivermiştir zalimce. Yani yaşarken paylaşmamışlardır neler düşündüklerini, neler hissettiklerini, nelerde zorlanıp aşmaya çalıştıklarını. Hayatı yaşarken “hayat arkadaşı” olmayı atlamışlardır. Anlamak ve anlaşılmak, hissetmek ve hissedilmek eksenli işleyen bu süreci ya vakit darlığı ya da paylaşmayı bilmemek sebebiyle tadamamış ve birbirlerinin dünyasından mahrum kalmışlardır.

Oysa eş olmaktaki hikmet kalblerin birbirine mukabil gelmesi, kalbindekini perdesiz paylaşabilmek, kendi dünyanda eşini gezdirebilmek, onunkine girip onda gezebilmektir. Masumane hissiyatların, endişelerin, acemi tedbirlerin, sıkılgan itirafların, sevgi ve muhabbeti birbirine akıtan özürlerin paylaşılmadığı bir hayatta insan nasıl kalben tutunabilir ki eşine..İster istemez yalnızlık hissi kaplar ruhunu.

İnsan olarak yaradılışımız gereği başka kalplerde ruhlarda da genişleyebilmek ihtiyacındayız, başka alemlere açılmak, başka gözlerle hayata bakmak ihtiyacındayız. En yakınımız olan eşimizin alemine açılamazsak ruhumuz nasıl mutmain olacak? Realiteden kopmuş dizilerdeki karakterlerle mi bütünleştireceğiz benliğimizi; kaleye giren toplarla mı “aile reisi olarak zor bir meseleyi çözmenin” verdiği itminanı yakalayacağız.. Hayır çözüm dışarıda değil, içeride hem de hiç ummadığımız yerde, eşimizin kalbindedir. Eğer hala duyan bir kalbimiz varsa ona duyduklarımızı duyurmaya çalışabiliriz. Bir defalık kendi hislerimizden geçip, onu eleştirmeden anlamaya çalışarak.. Birçok müşkülünü hanımlarıyla istişare eden Rasulullah(ASM) bu tarz hareketin en açık uygulamalarını bize numune bırakmış.

Evet, dünler geçti, artık bugün var. İlk başta yılların birikimi bir yabanilik olabilir ama ilk adımı kim atarsa hayrın çoğunu da o almış olur. Samimi bir paylaşım, bir dinleme, o gününü hakikaten merak etme ile başlayabiliriz ve sonrası iki refika-i hayatın çabasıyla devam eder. Bu paylaşımları azami artırarak, her günü beraber “yaşamak” yolunda gayret edebiliriz.

Gizli definelerin saklı olduğu o kalblere açılmak için samimi muhabbetle, şefkat ve hürmetle eşimize muhatab olmak duasıyla..

Nabi

Nurnet.org

Evlilikten Boşanmaya Giden Sürecin Anatomisi..

DÜNYAYA GELME VE GELİŞME

Her biri bir yerde dünyaya gelen insanlar zamanla büyür. Büyüyünce bilgileri artar, birçok konuda beklentileri oluşur, pek çok şeyleri gibi hormonları da hızla gelişir. Bu değişim tipik olarak romantik ve cinsel duygularda uyanma, sonra da karşı cinse yönelme şeklinde görülür.

DEĞİŞME VE HAREKETE GEÇME SAFHASI

uzun yol bulutlu havaDerken, karşı cinse yönelen bu cinsel ve sevgi türü duygular kişileri içten içe sıkıştırır, durur. Ayrıca, dünyaya geldiğinde ham olduğu halde genç ve yetişkin olmakla pişmiş, bundan sonra da “yanmaları” istenen bu kişiler dışarıdan “yaşın geldi, ev bark kurmanın zamanı geçiyor, şu kız nasıl” türü sosyal telkinlerle de beslenir, yuva kurmaya karşı istekli ve motive bir hale getirilmeye çalışılır. Tüm bu sayiklerin tesiriyle kişiler birçok gereksinimin en meşru, en kabul edilir biçimde karşılanacağına inandıkları evlilik gibi mühim bir kurumun çatısını örme yönünde hızla harekete geçmeye başlarlar.

TATLI TELAŞ EVRESİ

Bir zamanlar tıpkı kendileri gibi olan nice çiftin şimdilerde mahkeme koridorlarında, yıllarca üstünde karşılıklı çay içtikleri sandalyenin bacaklarını bile “üçü bana biri sana” diyerek paylaşmaya çalıştıkları bir ortamda hızla koltuk, kanepe seçme, nişan davetiyeleri belirleme gibi işlerin tatlı telaşı içine girerler. En güzel sözler bu dönemde söylenir, en kibar tavırlar bu evrede yaşama geçirilir. Zaman zaman ileriye dönük nedeni belirsiz endişeler duyulsa bile her iki taraf da genelde çok şanslı olduklarını, adeta hayatlarının prens ve prenseslerini bulduklarını düşünürler.

EVLİLİĞİN İLK ZAMANLARI

…Ve beklenen an gelir, eşler dünya evine girerler, evlenirler. Erkek yüzünde tatlı bir ifadeyle dışarıda “biraz daha oyna” diyen arkadaşlarına “baba geç oldu, hanım evde” diyerek sorumlu bir eş portresi çizer. Bayan da arkadaşlarına sürekli çok mutlu olduğunu, eşinin iyi biri çıktığını anlatır, adeta kıskandırırcasına çevresine sağanaklar halinde gülücükler yağdırır.

Kadın mutfakta yemek hazırlarken ağzı mutluluktan bir karış açık vaziyette “aşkım salataya marul da koyayım mı” diye sorar; eşi ise anında “fark etmez canım, kafana göre takıl” diye cevap verir. (Görüyorsunuz, eşler ilk başlarda salatanın içine neyin konulacağını bile soracak, bu konudaki tercihi eşine bırakacak kadar duyarlı ve kibar davranabiliyorlar birbirlerine. Demek ki sorun yapı ve yapama meselesi değil. Ne oluyorsa sonradan oluyor eşlere!)

Hatta erkek salonda duramaz, kalkar ve mutfağa koşar. Eşine arkasından sımsıkı sarılır. Zaten içindeki mesudane duygularla erimek üzere olan kadın bu sımsıcak yaklaşımla iyice tükenir. Gözleri enginlere dalar, yüzündeki gülümseme daha duygusal bir hal alır. Hemen içinde, adeta pişmiş aşa su katmak üzere pusuda hazır bekleyen “keşke bu yıllarca böyle sürse” endişesi filizlenmeye başlar. Sanki birden harekete geçen bu endişeler gelecekte olacak şeylerin haberini, ipucunu veriyor gibidir.

DEDİYDİN – DEMEDİYDİN DÖNEMİ

El oğlu ve el kızı olmanın getirdiği o resmiyet ve mesafe adım adım aşılmaya başlamış, aileler evlenilen gün çıktıkları yolda çaktırmadan sona yaklaşmışlar, işin içine değilse bile kenarına – kıyısına kadar gelip çadır kurmaya başlamışlardır artık. “Kızım senin herif…, oğlum hanımına demiyon mu sen hiç…” türü telkinler ufaktan ufaktan eşlere annelik ve babalık süslü ambalajı içinde hissettirmeden servis yapılmaya başlanmıştır çoktan.

Bu sadece aile cenahındaki işleyiştir. Bir de zamanın ve yeteri kadar paylaşımın getirdiği bir başka sinsi gelişme daha yüzünü göstermeye başlamıştır, kutsal aile çatısı altında. Belki de en özel şeylerini bile defalarca paylaştıklarından olsa gerek, eşler birbirlerine ziyadesiyle alışmışlar, hatta yüz göz olmaya bile başlamışlardır. (Alıştık mı şeyini, suyunu çıkarırız nedense. O yüzden bir çok patron işçisine günboyu despot görünmek zorunda kalır. Yüzüne gülsem gelir şapkamın içine eder mazallah diye).

O nedenle aile ortamında, birbirlerine karşı o eski ilgi ve alakadan, o baş döndürücü özenden eser kalmamıştır neredeyse. Kadının, “Ahmeeeeeet, kaç defa dedim ya duymuyon mu” demesi, adamın da “Sen ye Cemile, canım istemiyor benim” şeklinde konuşması (hatta daha da ilerisi) çoktan benimsenmiştir benliklerde, farkına bile varılmadan. Tüm gelişmeler sanki haykırırcasına, “Aman Allahım, yoksa kral çıplak mıymış” ve “örten takke düşmekte, altında saklanan kel ise görünmek üzere” demektedir adeta.

KRAL ÇIPLAK VE KEL GÖRÜNDÜ EVRESİ

Başa taç edilen ve önünde bir secdeye varılmadığı kalınan kralın aslında çıplak olduğunun anlaşıldığı, o rengarenk takkenin altında saklananın ise sırma saçlar değil maalesef ki kellik olduğu gerçeğinin iyice açığa çıktığı evredir bu evre. Sevgi kılığı giydirilmiş duyguların aslında bencilce bir heves olduğu, her hevesin bir gün doyum rüzgarıyla savrulup dağılacağı gerçeği evde her şeyi tozu dumana katmış, bir bakıma köprüyü geçene kadar bin bir zorlukla bastırılan, ertelenen tutumların aylardır kıstırıldığı yatağından tam bir basınçla, adeta fışkırırcasına ayaklandığı evredir bu evre. Bu öyle tazyikli bir basınçtır ki önüne kattığı cümlelerin tonu ve rengi değişmiş; “yetti ya, olmaz ki ya, valla bitti ya, yok yürümez ya…” türü cümleler havada beşi beş kuruşa uçuşuyordur artık.

NİHAYET “AAAAHHH, AHH…” AŞAMASI

Yok ya, sevgi – mevgi yokmuş, yazıklar olsun yıllarıma” aşamasıdır bu. Bu aşamada yollar ikiye ayrılır genelde. Kimi böyle diye diye yaşamaya devam eder, gider. Kimi de kendi yolunu bir kez daha çizmek üzere harekete geçer.

SORMAK LAZIM

Niçin herkes bir zamanlar ufacık, şirin, masum bir bebekken yıllar sonra en azılı katil olabiliyor?

Bunu hangi koşullar, nasıl sağlayabiliyor?

Niçin bir ilişki başlarda salataya katılacak marulu bile soracak kadar özenli ve ilgi doluyken sonradan sandalyenin bacaklarını dahi paylaşamayacak derecede bozulabiliyor? Başta mutluluk için gerekli olan her şeyi yapabilen, yaptıkları için mutlu da olabilen çiftler bunu yıllar içinde nasıl oluyor da unutuyor, artık sürdüremeyecek bir hale gelebiliyorlar?

Bir şeyleri oradan alıp da ta buralara kadar getiren nedir, nelerdir sahi?

Aslında nedeni çok basit… Bu neden, “Hayla gelen huyla gider” sözündeki manada saklı.

Mevlana, “Ben esen bir rüzgarla gelmedim ki savrulan bir yelle bu eşikten geri döneyim” der. Birçok eş bu sözdeki manaya uygun olarak evliliğe heves yeliyle adım atıyor, bu duygunun geçip gitmesi neticesinde de (geçmeyen heves olmaz… Heves zaten gelip geçici olan duygu demektir) sudan çıkmış, susuz kalmış balığa dönüyor.

Neden?

O güne değin eşine karşı sergilediği (dikkat edin, sergilediği sürece her şey yolundandır) davranışları özüne kattığı, doğru bulduğu için yaptığı, yani içselleştirdiği kurallarının üzerine değil; çürük, yıkılmaya hazır bir zemin olan hevesinin üzerine kuruyor çünkü.

Alttan heves duygusu çekilince üstündeki doğrular duvarı da yıkılıyor. Bu duvar yıkılınca üzerine kurulu olan mutluluk ve aile saadeti evi de yerle bir oluyor haliyle.

Düşünün hadi: Trafikteki kuralara uyup uymamanızı değişmeyen gerçekler değil de gelip geçici olan hevesleriniz belirlerse ne olur?

Evlilik binasını ayakta tutan kuraları da aynı şekilde yıllar içinde içselleştirerek özünüze kattığınız kurallar (doğrular) değil de hevesiniz, yani duygularınız belirlediğinde ne olacaksa aynı şey.

Yani ikisinde de, kaza…

Birindeki öldürücü, öbüründeki yaralayıcı…

(Not: Bu kuralsızlığın bir çok nedeni olmakla beraber en önemlisi taaa çocukluk yıllarından gelenlerdir… Toplum olarak bizler çocukları kuralların öneminin idrak ettirildiği, bu kurallara uymanın özümsetildiği – alışkanlık haline getirildiği kural odaklı bir ortamda değil, daha çok duygu (doğru – yanlış bazlı değil, kızma – sevme odaklı çocuk büyütme alışkanlığımız) tonlu uygulamalarla yetiştiriyoruz.

Kuralsızlığa alışan – alıştırılan çocuklar haliyle büyüyünce evliliğinde kurallı davranmakta zorlanıyorlar. O nedenle evliliğini ancak dürtüleri elverdiği, hevesleri yettiği sürece götürebiliyorlar. Bu yüzden benzini biten arabanın yolda kalması misali hevesi bittiğinde evlilikleri de bitiyor, yarı yolda kalıyor. Bunun masum bahaneleri ise anlaşamamak, geçinememek, iletişimsizlik, kültür çatışması vs. oluyor.)

(Kendisinden bir fakülte kadar şey öğrendiğim kıymetli bir dostum, “Eşimle aramızda kültür çatışması” var diyenler için, “Kültür çatışmasıymış! Kültür mü kaldı ki çatışması kalsın. Bencilce isteklerini eşine keyfice dayat, sonra da o bunu kabul etmeyince kalk ve kültür çatışması var de.” derdi. Yeri gelmişken hoşuma giden bu mühim anekdotu da paylaşmak istedim.)

Psikolog İzzet Güllü

Kaynak: cocukaile.net

Annenizin sevmediği kadını sevebilir misiniz?

Annenizin sevmediği kadını sevebilir misiniz?” sorusuna pek çok erkek “evet sevebilirimi hatta sevdim” cevabı vermiştir, büyük ihtimalle.

Doğrudur; severken kimseye sormayız, başkalarının onayını pek önemsemeyiz.

Yüreğimizin götürdüğü yere gideriz de gittiğimiz yerde kalabilir miyiz? O zaman soruyu şöyle değiştirelim, belki daha doğru cevaplar gelir. Erkekler:”Annenizin sevmediği kadını sevmeye devam edebilir misiniz?” Hanımlar: “Annenizin sevmediği adamı sevmeye devam edebilir misiniz?

Sözlerde büyü etkisi vardır.” buyuruyor Allah resulü. Sözler etkiler bizi, yönlendirir, yönetir. Annelerimizin sözleri bunlar içinde en etkili olanlardır. İlk gençlik yıllarında dinlemediğimiz pek de ciddiye almadığımız annelerimizin cümleleri bizler de anne baba olma yoluna girdiğimizde yani “ele karışmaya başladığımızda” birden bire pek bir kıymetli olmaya başlar.

Sevmek için hayatımıza aldığımız o “yabancıdan” gelebilecek tehlikelere karşı sığınılacak liman olmaya başlar anne kucağı. Erkek de kadın da severken, aşıkken, nişanlıyken kulaklarını kapatırlar dışarıya. Fakat evlenince kulaklarını açmaya başlarlar. Sevdiğini, beğendiğini, eşini herkes beğensin ister. Etraftan doğru tercih yaptığı ile ilgili onaylayıcı güzel sözler duymak ister.

En çok da doğuran, büyüten kadının takdir ve onayı beklenir. Erkek için de kadın için de böyledir bu. “Eşin çok iyi” desin diye beklenir. Gelinin ya da damadın hatalarına takılmayan, iyi yönlerini görüp takdir eden kayınvalideler yapar bunu. Fakat maalesef ki bu sözleri duyamayan da çoktur.

Erkek evlendiğinde en büyük arzusu annesinin ve karısının iyi anlaşmasıdır. Bilir ki iki kadın anlaşamazsa işi çok zor olacaktır. Karısının annesine iyi davranmasını bekler, annesinin de karısını takdir etmesini. Fakat çoğunlukla ikisi de erkeğin beklediği gibi davranmaz. Eşi annesine soğuk davranır, annesi ise gelinini eleştirmekten geri durmaz. Erkek için büyük hayal kırıklığıdır bu durum.

Sevdiği kadının annesini ile iyi geçineceğinin onun hatırı için annesini idare edeceğini ummuştur. Annesinin de oğlunun mutluluğu için gelinle iyi anlaşacağını. Oysa iki kadında kıskançlık ve bencilliklerinin kurbanı olurlar çoğu zaman. Erkek şaşkınlıkla bakar duruma. Onun mutluluğu iki kadın için de hiç önemli görünmemektedir.

Oğlunun göbek bağını kesip büyümesine izin vermez bazı anneler. Memleketimin kadınları fazlası ile sahiplenici kadınlardır. Kocayı sahiplenirler, evlatlarını sahiplenirler, başkaları ile paylaşmak zorlarına gider. Bu yüzden bu kadar çok gelin-kayınvalide çekişmesi yaşıyoruz. Kadınlar kıskandıkları zaman gözleri hiçbir şey görmez. Erkeğin annesi gelini sevmediğinde arkasından konuşmaktan hiç çekinmez. Oğlunun ne kadar incineceğini düşünmez. O sevmediğinde oğlu da sevmesin ister. Boşansın istemez çoğu anne ;fakat karısını çok sevmesini de istemez.

Erkeğin annesi gelininin arkasından sürekli olumsuz konuşuyorsa, erkeğin seven kalbi bir süre sonra eşine karşı soğumaya başlar. Annesinin dikkat çektiği, eşinin hataları, erkeğe batmaya başlar. Eşinde normalde çok önemsemeyeceği kusurlar, erkeğin gözünde dağ gibi büyümeye başlar. “Karın bizi saymıyor, karın çok geziyor, karın dağınık…” Bazen açıktır cümleler bazen gizli: Küçücük bir şey de anne: “Ne yapacaksın oğlum evlendin bir kere, idare edeceksin.” der. Cümlesinin açılımı: “Berbat bir karın var; fakat yapacak bir şey yok.” demektir.

Kadınlarda da durum pek farklı değildir. Damadını sevmeyen kayınvalide bir süre sonra kızını da kocasından soğutmayı başarır. Ve çoğunun niyeti kötü değildir bu arada. Yaptıkları davranışın sonucunu düşünmez ve hesap etmezler. Kızının yuvasının yıkılmasını pek çok anne istemez.

Fakat damadın adı geçtiğinde ekşittiği yüzüyle, küçücük gibi görünen etkisi büyük laf çakmaları ve iğnelemeleri ile, “ezdirme kızım kendini, erkek milleti yüz bulursa ezer” gibi kızına şefkat gösterir gibi görünen aslında kızının mutluluğunu çalan cümlelerle yıkar kız anneleri de. “Evlendin artık çekeceksin.” cümlesi de kızı tarafından “Sen iyisin; fakat kocan kötü çekmekten başka çaren yok.” diye okunur. “Neden çekecekmişim?” diye itiraz eder kızı. Madem ki kötü neden çeksin ki? Yeter ki sevmeye görsün kayınvalide damadını, kızının da sevgisi çok yaşatmaz.

Maalesef ki pek çok yuva aileler tarafından bozuluyor. Ve genellikle anneler tarafından. Nadir de olsa babalar da karışıyor evliliklere. Karışan anne de olsa baba da olsa onlara saygısızlık etmemeye çalışaraktan onların olumsuz etkilerinden korunmak gerek. Anne babalar genellikle iyi niyetle, kendi evlatlarını korumak için, oğluna eşinin hatalarını gösterme çabası içine giriyorlar. Oysa onu sevgisiz bir evliliğe mahkum ediyorlar ya da yuvasını dağıtmaya sebep oluyorlar. Allah Resulü “Karı koca arasını bozacak söz söyleyen cehennemdedir.” buyuruyor. Özellikle anne babalar için çok büyük bir ihtar değil midir bu?

Ayrıca anne-baba sözüne bakarak karısına zulmeden erkek de çok. Erkek evde idarecidir ve idarede adalet ilk şarttır. Yoksa azabı ağırdır. Anne babalar evlatlarının karısına zulmetmesine sebep olarak onların hem dünya hem ahiret hayatına zarar verdiklerinin farkına varmalılar. Hele sırf kendileri gelini sevmediği için gelinini boşanması isteyen anne-babalar bunun hesabını nasıl verecekler acaba? Ve anne-baba sözü ile yuvasını dağıtan erkek, boynu bükük bıraktığı karısının ve çocuklarının göz yaşlarının hesabını nasıl verecek?

Dinimizde anne-baba hakkı büyük diye onların sözüne bakarak karısına zulmeden erkek hiç düşünmez mi acaba eş hakkı hesabının da büyük olduğunu. Erkek anne-babasına saygısızlık etmeden de eşini koruyabilir. Anne- babasının onu eşinden soğutacak sözlerinin farkında olup ciddiye almaması ve kendi ailesini kendi yönetmesi ve bu konuda kararlı bir tutum sergilemesi çoğu zaman yeterlidir.

Sema Maraşlı / Haber 7

Bu Ayeti Kimse Duymasın, Demeyelim!

Nisâ suresi 34. âyet-i kerîmeye önceki hafta başlamıştık bu hafta ayetin son bölümüne geldik.

Bir hanım, ilahiyatçı arkadaşı ile bu âyet-i kerîme üzerine konuşmak istemiş. İlahiyatçı hanım onu susturmuş. “Sus, bu âyeti hiç bir yerde söyleme, kimse duymasın! Olur ki söylediğin kişilerin içinde kalbi İslam’a ısınacak birisi olurda onu dinden soğutursun.”

İlahiyatçı hanımın kalbi Allah (c.c) sözlerini ne kadar reddediyor ki bu âyet-i kerimeyi duyan birinin islam’ı kabul edeceğine inanamıyor. İslam”ı bütünüyle kabul etmedikçe ve teslim olmadıkça müslüman olmayız. Tamam, sakladık bu âyet-i kerîmeyi, kimselere duyurmadık, utandık Rabbimizin sözlerinden, hidayet bizim elimizde midir?

Velev ki bir kişi Nisâ sûresi 34. âyet-i kerimeyi, kısas ayetlerini, islamın miras hukukunu, kurban kesmeyi, kısacası modern dünyaya uymuyormuş gibi duran âyet-i kerîmeleri duymadı, bunları duymadan müslüman oldu ve sonra bu âyetleri duydu o zaman ne olacak? Dinden mi çıkacak? Hâşâ bu âyetler dinimizin kusurlu bölümleri de biz mi eksiklerini tamamlayacağız!!!

Böyle bir davranış Yahudi temayülünden başka bir şey midir? Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar.

En’âm sûresi 91. âyet-i kerîmede “(Yahudiler de) Allah hiçbir insana bir şey indirmedi.” demekle, Allah’ın kadrini gereği gibi takdir etmemiş oldular.

(Rasûlüm! Onlara) “Öyleyse Mûsâ’nın, insanlara nur ve doğru yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Halbuki siz onu bir takım kağıtlara (yazıp) koyuyor, onun (işinize gelen kısmını) açığa çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’ da size öğretilmiştir. (İşte o kitabı indirin de) Allah’tır de, sonra bırak onları, saplandıkları batakta oynayadursunlar.”

Gelelim aşağılık kompleksine sahip olanları utandıran ya da nefislerine ağır geldiği için ret noktasına gelenleri zorlayan Nisâ Sûresi 34. âyet-i kerîmenin son bölümüne:

Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince, onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi de önemli.

“Müslümanlar arasında kısas yapılmasıyla ilgili âyet-i kerîme indiği sıralarda, bir erkek karısına vuruyor. Kadın da Peygamber (s.a.v.)’e gidip:

Kocam bana vurdu, kısas istiyorum” diyor. Peygamber (s.a.v.) de:

Doğru, kısas gerekir” buyuruyor. Kadının da kocasına vurabileceğini söylüyor. Bunun üzerine Allahu Tealâ Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîmeyi indiriyor. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:

Biz bir iş murat ettik, Allahu Tealâ ise başka bir iş murat etti. Ey kişi, hanımının elini tut.”

Allahu Tealâ kadının kocasına vurmasını kabul etmiyor, kadınların kocalarına karşı saygılı olmalarını emrediyor. Sonunu anlamak için bu âyet-i kerîmeyi başından itibaren kısaca hatırlayalım.

Rabbimiz birinci adımda: “Erkekler kadınlar üzerine ‘kavvamdır’ yöneticidir, koruyucudur.” buyurarak, aileye genel bir çerçeve çizerek başlıyor, âyet-i kerîmeye, kadın ve erkeğe birlikte sesleniyor.

İkinci adımda, kadınlara hitap ediliyor. “Sâliha kadınlar, iyi kadınlar, gönülden seve seve kocalarına itaat ederler, onlara saygısızlık etmezler” buyruluyor.” Kadın kocasına itaat ederek iki iyiliği birden elde eder. Birincisi kocaya itaati Allah(c.c) emrettiği için aslında Allah(c.c)a itaat etmiş olur ve öncelikle Rabbinin yanında sâliha kadın sıfatı kazanır. İkincisi, kocası ile de güzel bir iletişim için en önemli adımları atmış olur.

Üçüncü adımda, erkeklere hitap, kadınlara da ihtar var. Erkek evin yöneticisi olduğuna göre bu sorumluluğu götürebilmesi için yaptırım yetkisi olması lâzım. Sorumluluğu olup yetkisi olmayan yönetici olamaz. Kadın erkeğe saygı duymuyor, inat ve ısrarla dediğini diyor ve ailenin huzurunu bozacak şekilde davranıyorsa Rabbimiz insan fıtratına en uygun olan eğitim metotlarını sayıyor.

“Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Öfke ve kızgınlıkta insanın ilk tepkisi genellikle saldırıdır. Kadınlar dilleri ile saldırır, erkekler elleri ile. Âyet-i kerîmenin bundan önceki bölümünde şiddet konusunda ilk uyarı kadınlara gelmişti: “Kocalarınıza gönülden itaat edin.” emriyle kadına dilini ve davranışlarını kontrol etmesi ve psikolojik şiddete başvurarak kocasına eziyet etmemesi emrediliyor.

Âyeti kerîmenin devamında ise erkeğe, öfke karşısında ilk tepkiyi kontrol etmesi tavsiye ediliyor. Kadına vurmak emredilmiyor hatta tam aksi kadına vurmak zorlaştırılıyor. Aynen, kadınların miras hakkı yokken erkeğin yarısı kadar miras hakkına sahip olmaları sağlandığı gibi… Yaratıcımıza hüsnüzan etmemiz gerekiyor.

Bu âyet-i kerîmede bir sıralama var. Rabbimiz erkeğe:

“Sakin ol ve önce güzelce söyle, nasihat et.” buyuruyor. Kadın iyilikten anlıyorsa zaten bu aşamada sorun çözülür.

İyiliğin ve nasihatin faydası olmadı, sorun devam ediyor:

“O zaman, yatakları ayır, ilişkiyi kes.” tavsiyesi var.

Kocasını seven, onun ilgi ve sevgisini kaybetmek istemeyen kadın bu aşamada kendine çeki düzen verir, vermelidir.

Yine olmadı o zaman “vurabilirsiniz” izni var, işe yarayacaksa, bu bir emir değil. Hadisi şeriflerden de yüze vurmadan, yaralamadan, iz bırakmadan vurabileceğini peygamberimizden öğreniyoruz. Âyet-i kerîmenin devamında da “İtaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.” buyruluyor. Kadınları incitecek şeyler yapılmaması emrediliyor.

Âyet-i kerîmede “Vurabilirsiniz” derken “Vadribûhunne” kelimesi geçiyor. Kelimenin en yaygın kullanış şekli “vurmak” Bunu kabul etmek istemeyenler burada “darabe” kelimesi “misal anlamına gelir, evleri ayırmak anlamına gelir” gibi farklı yorumlarda bulunuyorlar. Fakat hadîsi şeriflere ve âyetin yukarıda geçen iniş sebebine baktığımız zaman burada “vadribûhunne” kelimesinin “vurmak” anlamına geldiği gayet açık bir şekilde belli.

Bütün güvenilir kaynaklarda da bu âyet “vurabilirsiniz” diye tefsir edilmiş. Çünkü Âyet-i kerîmeleri destekleyen hadîs-i şerifler var. “Ben Allah’ın Elçisinin sözünü tanımam” demiyorsak,”Peygambere itaatin Allah’a itaat olduğu” âyetini kabul ediyorsak, peygamberimizin şerefli sözleri ile tamamlandığında âyet-i kerimeden çıkan anlam bu.

İtiraz edenler “Peygamberimiz eşlerinden hiç birine tek fiske bile vurmamış” diyorlar. Peygamberimizin eşlerinin de huysuzlukları olmuş; fakat ya uyarı aşamasında ya da yatakları ayırma aşamasında kendilerine çeki düzen vermişler. Bunları ayetlerde görüyoruz.

Son olarak, eşlerinin topluca başkaldırması hadisesinde ise ayetlerde boşama uyarısı olduğunu biliyoruz.

Erkekler, işe yaramayacaksa hafifçe vurma adımını kullanmayıp, geçimsiz kadını boşama hakkını kullanabilirler. Fakat kaç kadın, kendi hatalı olduğu halde, ikisi arasında tercih yapma durumunda olsa boşanmayı tercih eder. Böyle bir tercih durumunda çoğu kadın “Kocamdır döver de severde” diyecektir.

Kulu en iyi bilen Yaradan’dır. Her insanda şiddete meyil az ya da çok vardır. İnsanda koruma ve korunma güdülerinin içinde vardır şiddet. Yoksa tehlike karşısında kimse kendini koruyamazdı. Şiddet deyince akla önce fiziksel şiddet geliyor. Oysa psikolojik şiddet, fiziksel şiddetten daha çok yaralayıcıdır. Kelimelerle saldırmak, surat asmak, aşağılamak,vb.

Erkekler daha çok beden gücü ile fiziksel şiddet kullanırlar, kadınlar ise gücü yettiklerine elleriyle, gücü yetmediklerine psikolojik şiddet uygularlar.

Annesinden dayak yemeden büyüyen çocuk neredeyse yok gibidir; ama baba dayağı yemeden büyüyen çocuk çoktur. Anneleri tarafından pek çok çocuk dayak yiyor ama “Kadınlar şiddet uyguluyor, kadınlar saldırgan, kadınlara ceza verelim, dur diyelim.” diye kimse ayaklanmıyor. Burada bariz bir “iki yüzlülük” var.

Ayrıca erkek şiddetinde kadın kışkırtıcılığını unutmamak lazım. Bir erkek alkolik değilse, uyuşturucu kullanmıyorsa, ciddi bir ruh hastalığı yoksa, çok tahrik edilmedikçe vurmaz. Kadın cinayetlerinde ya erkek alkollüdür ya da aşırı tahrik ve hakarete uğramıştır, ya da çocukları kendine düşman edilmiştir.

Ülkemizde en son işlenen kadın cinayetlerinin birinde kadın bir yıla yakın bir süre çocuğu babasına kaçırmış. Elbette bu cinayet sebebi olamaz; fakat erkeğin bozulan ruh halini ve psikolojik durumunu göz önüne alırsak, “Erkekler kötü, saldırgan, kadınları öldürüyorlar.” tarzındaki yüzeysel yorumlar yerine, olaylar ile ilgili daha doğru değerlendirmeler yapabiliriz.

Bir seminer sonrası yanıma gelen bir hanım titreyerek ve dolu dolu gözleri ile bana “Kocam geçen hafta beni dövdü, ilk defa bana el kaldırdı, unutamıyorum onu affedemiyorum, ne yapmalıyım.” dedi. Bende “Eşiniz neye kızdı?” diye sordum. “Bir konu da tartışıyorduk elimdeki tepsiyi kafasına fırlattım.” diye cevap verdi. “Sen kocanın kafasına tepsi fırlatırsan o da seni döver, yapacak bir şey yok.”

Aslında Kur’an-i metoda göre, önce uyarması, sonra yatakları ayırması, kadın hâlâ isyankar davranışlara devam ediyorsa o zaman vurması lâzımdı.

Dil ile saldırı da çok kışkırtıcıdır. Mesela, kadın sinirlendiği zaman erkeğin ailesine saldırıyor. Annesinden başlıyor, kardeşlerinden devam ediyor. Ayrıca kocasına “öküz, ayı, şerefsiz, namussuz, hayvan kadar terbiye görmemişsin, sen ne biçim erkeksin” gibi ağır hakaret içeren kelimeleri söylediklerini de ben bizzat hanımlardan duydum.

Yapılan araştırmalarda kadınların yüzde kırkı “Erkeklerin dayak atmada haklı sebepleri olduğunu düşünüyor.” Herkes yaptığını kendi daha iyi bilir. Böyle bir durumda da kadın “Kocamdır, döverde severde, kimse karışamaz.” derse kimse karışmamalı, karı kocayı ayırmak için kışkırtmamalı. Ortada yaralamaya yönelik ağır bir durum yoksa.

Ayrıca şiddetten hoşlanan mazoşist kadınlarda var.

Özetle âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere bütün halinde bakarsak, dinimiz, ailenin huzurunu bozan geçimsiz kadınlara, işe yarayacaksa son çare olarak vurulmasına izin vermiş; fakat erkeklere sabırlı olmaları ve iyilik adımları ile sorunlara çözüm bulmaları tavsiye edilmiş. Kadınlar erkeklere Allah’ın emanetidir. Haksız olarak kadınlara eziyet ederlese, emanete hıyanet etmiş olurlar.

Psikoterapist Jed Diamond “Hırçın Erkek Sendromu” kitabında kırk yılı aşan meslek hayatından edindiği bilgileri ve şiddet ile ilgili dünyada yapılmış araştırmaları aktarmış. Kitaptan ilgili bölümlerinden yaptığım alıntılarla yazıyı bitirmek istiyorum.

“Şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü: ‘Kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba ya da bir topluluğa karşı, yaralama, ölüm, psikolojik tahribat, kötü gelişim ya da yoksunluk hissi ile sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı yüksek, gerçek veya tehditsel bir bilinçli fiziksel kuvvet ya da güç kullanımıdır.’diye tanımlıyor.”

“Aile içi şiddet evrenseldir. Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı ‘Dünya şiddet ve sağlık raporu’na göre eşe karşı şiddet, istisnasız tüm ülkelerde, tüm kültürlerde ve toplumun her seviyesinde süregelmektedir.”

“Aile içi şiddet kullananlar sıra dışı kimseler değildir. Birçok yönden bizim gibi insanlardır. “

Tüm dünyada erkek şiddetini tetikleyen onur kırıcı olaylar hayret verici derecede aynıdır. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporuna göre bu olaylar, kadının erkeğe itaat etmemesi ve sürekli münakaşa çıkarması, erkeği para ve kadınlar konusunda sorgulaması; erkeğin ise kadının yemekleri zamanında hazırlamadığını, çocuklar ve evle yeterince ilgilenmediğini düşünmesi ve kadının cinsel ilişkiyi reddetmesidir.”

“Aile içi tartışmaların %30 ila %80 arasındaki kısmı taraflardan biri veya ikisinin içkili oldukları zamanlarda gerçekleşmektedir.”

“Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici olabilir ve gerçekte sorunları daha kötü hale getirebilir. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılamamız, genellikle gerçekleri görmemizi engeller.”

“Şiddet genellikle pasif-agresiftir. Başkaları bizi yaralar, acımızı içimize atarız, sonra öfke olarak yüzeye çıkar ve hiddet şeklinde patlar. “

Son söz: Rabbimizin ayetlerinden utanmayalım. Yaradan’ımızın verdiği akılla Yaradan’dan daha iyi olduğumuzu düşünüyorsak eğer, bu düşünceden dolayı kendimizden ve müslümanlığımızdan utanalım.

Sema Maraşlı – Haber 7

Eşinizle Konuşurken Sihirli Gücü Kullanın!

Güzel sözün sihirli bir gücü vardır. Bıraktığı etki o kadar güçlüdür ki kökleri yerde ta derinlerde, dalları ise gür bir şekilde göklere uzanan bereketli bir ağaç gibidir.

Güzel davranışlar da sözlerin etkisini güçlendirir. Güzel söz söyleme kabiliyeti kuşaklar ötesinden gelir. Gösterilen her çaba, saçılan tohumlar misali gelecek nesillerde de etkisini gösterir. Güzel sözler ne kadar güçlü ve yapıcı etkiye sahipse sonuçları düşünülmeden söylenen hoş olmayan sözler de o kadar tahrip edici güce sahiptir.

Nasıl fiziksel şiddetin en derin iz bırakanları en tahrip edici olanları aile içinde işleniyorsa kırıcı sözler de aile içinde söylendiğinde en derin, en tahrip edici izler bırakır. Çünkü aile en güven dolu ortam olması gerektiğinden kişi aile içinde en savunmasızdır, bu sebeple en sevdiğine en çok kırılır. En sevdiğinin sözünden en çok etkilenir. Güven duygusu en fazla zedelenir. Bu etki bazen kişi fark etmeden şuur altına işler. Eşlerin birbirine söylediği kırıcı sözler de bazen geçmişte iz bırakmış acıları, travmaları hatırlatır. Acılar tazelenir.

Eşlerin birbirine güzel söz söylemeye özen gösterdiği gibi kırıcı ve yanlış anlaşılabilecek sözler söylemekten de o kadar kaçınmaları gerekir. Bilindiği gibi aile içi iletişim, olumsuz sözlerle gittikçe bozulur. Karşılıklı atışmalar sürer gider. Hem ruh hem beden sağlığı bozulurken aile yapısı ve çocuklar da ortamdan etkilenir, ciddi sarsıntılar geçirir.

Ailelerde kişiliği zedeleyen kırıcı sözler genellikle kızgınlıkla söylenmekte, kişinin hem kişilik özellikleri hem de daha önce geçirdiği sarsıntılar nedeniyle travma etkisi bırakan durumlar küçük gibi görünen şeylerin etkisini büyütmekte ve öfkeye neden olmaktadır. Öfke, eşlerin söz ve davranışları üzerindeki kontrollerinin kaybolmasına ya da azalmasına yol açmaktadır. Aslında öfke çeşitli olumsuz durumlara bağlı olarak ortaya çıkan doğal bir duygudur. Öfkenin ifade edilmesinin gerekli olduğu durumlar da vardır. Fakat öfkenin ifade şekli, içinde bulunulan duruma uygun olmalıdır. Ailelerde kontrolsüz güç kullanımı ve fiziksel veya duygusal travmalar nedeniyle öfkenin doğru ifade edilmemesi sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.

Eşler en çok birbirini kişilik özelliklerini hedef aldıklarında ve genellemeler yaptıklarında incitmektedirler. Davranışlar da genellemeler yapılarak eleştirildiğinde yaralayıcı olmaktadır. Cimrilik, bencillik, vurdumduymazlık gibi tanımlamalar, sıfatlar takılması da aynı etkiyi yapar. Travmaların açtığı derin yaraları da adeta yeniden kanatır. Öfkenin doğru şekilde ifade edilmesi için duygu düşünce ve davranış eğitimi gerekmektedir. Bu da eşin yerine kendisini koyabilmek, sevgi şefkat ve merhametle birlikte sabır, hoşgörü, affedicilik ve fedakârlıkla mümkündür.

Söylenen kötü sözler ciddi yaralar açar.

Söylenen söz doğru olmalı ama her doğru her yerde söylenmemeli. Öfke, bastırılan duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına da neden olur, hoşnutsuzluğu artırır.

Ailelerin olumsuz özelliklerinin söylenmesi, eşin ailesinin kendi ailesine denk olmadığının ifade edilmesi doğru değil.

Fizikî özelliklerinden olumsuz şekilde bahsedilmesi eş seçiminde fiziki özellikler sebebiyle kararsızlıklardan bahsedilmesi aynı şekilde kırıcı olmaktadır.

Daha sonra ortaya çıkan kilo alma, öz bakım sorunları ile ilgili eleştiriler uygun şekilde yapılmadığında incitici olmakta.

Eşlerin sorumluluklarını yerine getirmesi ile ilgili konularda birbirlerinin yaptıkları işleri hafife alması, yetersiz görmesi, takdir etmemesi de eşleri incitir.

Erkeklerde öfke patlamaları daha fazla görülürken kadınlarda geçmişi unutamama ve imalı sözlerle kişiliği hedef alma ve pişmanlık ifadelerindeki kırıcı sözler daha sıklıkla görülür.

Farika TEYMUR (Psikolog)

nurdergi.com