Etiket arşivi: eşler arası uyum

Eşinizi Doğru Tanıyın!

Ailevî sorunların meydana gelmesinde ve sürmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorun olan ailelerde iki taraf da, kendisini hatasız ve kusursuz görüyor. Her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünüyor.

İşte burada Nasreddin Hoca’nın ünlü bir fıkrası akla geliyor. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hocanın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır. Bunu dinleyen Hoca:

“Haklısın” der.

Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:

“Haklısın” der.

Olaya şahit olan Hocanın eşi dayanamaz ve itiraz eder:

“Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın, dedin.”

Hoca, biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:

“Hanım, sen de haklısın.”

Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde “yüzde yüz haklı” olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır. İşin asıl önemli yanı şudur: Eşlerden birisinin olumlu veya olumsuz davranışı, diğerini etkiler. Bu yüzden eşinizi doğru tanımak, onun davranışlarını doğru yorumlamak zorundasınız. Eğer davranışın ardında yatan niyeti keşfedemezseniz, boşu boşuna kendinizi üzer, yanlış değerlendirmelere gidersiniz.

Bu konuda ilginç ipuçları vereceğine inandığım iki mektubu özetlemek istiyorum. İkisi de aynı kişiye ait. İlki, ikincisinden iki ay önce yazılmış. Karamsar, ümitsiz, suçlayıcı bir mektup. šöyle diyor okuyucumuz ilk mektubunda:

“Ben, bir sene dinî nikâhla evli kaldım. Sizin aileyi etkileyen psikolojik sorunlar hakkındaki görüşlerinizi öğrenince, öyle bir ferahladım ki, anlatamam. Beyimin, bahsettiğiniz gibi, hırçın, aşırı kıskanç, şüpheci bir sürü huyları oldu. Başlangıçta böyle değildi. Bir senedir beni aşağılayıp, hakir gördükçe, ben sadece ağlayabiliyordum. Zamanla uzaklaştım. Onu tanıyamıyordum. Kocam olduğu için hakkını biliyor, ne derse kabul edip, hizmet etmeye çalışıyordum. Eşim aslında çok dindar ve iyi kalplidir. O hep şeytanın vesvesesinden bahsederdi. Bunun için bir hocaya gidip muska bile yaptırdık. Ama fayda vermedi hiçbiri. Bu, bizden de kaynaklanabilir. Bana, ‘Seni ezmeme izin verme’ diyordu. Ama nasıl izin vermeyeyim; bağırarak, hak aramak olmaz ki? O zaman pek bilinçli de değildim. Ona yardım edemedim. Eminim o da böyle istemezdi.

“Sorunlar böyle devam edince boşandık. Ailesi önceden doktora götürmüş. Ama, psikiyatristlere antipatisi olduğu için devam ettiğini sanmıyorum. Bugüne kadar onu suçlayıp, nefret etmeyi, böylece aklımdan çıkarmayı çok denedim. Ama, başaramadım. Çünkü, hâlâ çok seviyorum. Sizin psikolojik sorunlar üzerine yazdıklarınızı öğrenince onu daha çok sevmeye başladım. Demek ki, sıkıntılarımız hastalıktan dolayı imiş. İnşaallah böyle hastalara tez zamanda şifa verir Rabbim. Bundan sonraki hanımına iyi davranması için dua ediyorum. Tabiî, gönül ister ki, düzelsin, iyileşsin de bana dönsün. Pek umudum da yok ya, Allah bilir artık.”

Görüldüğü gibi, psikolojik sorunların aileyi sarstığı bir örnek var. Eşler, ne birbirlerinden vazgeçebiliyorlar, ne de mutlu olmanın yolunu bulabilmişler. Birbirlerini tanımıyorlar ve anlamıyorlar. Sonuçta, yanlış davranış içindeler. Ama bunun farkında değiller. Çünkü, doğru yaptıklarına inanıyorlar.

Aradan iki ay geçince aldığım mektupta, bakış açıları değişiyor, okuyucum eşini değil, kendisini suçluyor. İşte bir dizi olumlu gelişmenin müjdecisi olan satırlar:

“Bu, size yazdığım ikinci mektup. Rabbime hamdolsun, size öyle hayırlı, sevinçli haberlerim var ki… Öncelikle Ömür Boyu Aşk isimli eserinizi okudum. Gördüm ki, eşime karşı ne kadar hatalarım olmuş. Üzüldüm ve pişmanlık duydum. Sonra düşündüm, acaba başarabilir miyim, diye. Hani diyorsunuz ya, ‘İnanırsanız, başarırsınız’ diye. Ben inanamıyordum ki… Korkuyordum, ya eşim beni sevmiyorsa artık, diye. Ancak geçenlerde doğum günü vardı eşimin. Öncelikle Cenab-ı Hakkın rızası için bir tebrik edeyim, dedim. 6 kez mesajlaştık. Sonra telefonla görüştük. Ne kadar mutluyum anlatamam. Onu kötü zannettiğimi, kızıp nefret ettiğimi sanıyormuş. Ben de, şefkatle, dünyada en çok kendisine güvendiğimi, kötü duygular beslemediğimi açıkça söyledim. Helâlleştik. İlerisi için hoş ve temiz bir adım attık. Sizlere de şükran borçluyum. Hakkınızı ödeyemem. Bu günahkârın bir derdini çözmeye vesile oldunuz. Yalnız ben bu evliliğin neden bir sene sürdüğünü şimdi anlıyorum ki, biz tam olarak İslâmiyeti yaşamıyoruz.”

Görüyorsunuz, sevgi, şefkat, olumlu yaklaşım, başkasından önce nefsini suçlamak, nasıl küllenen bir ateşi tekrar tutuşturabiliyor. İnşaallah, atılan bu iyi niyet çekirdeği sümbüllenir ve meyve veren bir ağaç olur.

Yalnız burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var. Eşler kendilerini doğru ve haklı görürken, bunu kötü niyetle yapmıyorlar. Ne yapıyorlarsa, doğru zannettikleri için yapıyorlar. Bu da düzelmeyi kolaylaştırıyor. Yoksa insanlar bilerek ve kötü niyetle birbirlerini üzseler, bunun düzelmesi çok zor. İşte burada hikmek, feraset ve basiretle hareket etmeniz gerekiyor. Can alıcı nokta şurası: Davranışları düz mantıkla değerlendirmeyin; davranışın arkasındaki niyeti anlamaya çalışın.

Zaten bizim iddiamız, insanların iyi niyetli olduğu ve hızla davranışlarını iyileştirecekleri şeklinde. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alan hemen hemen yoktur. Çünkü, evlenmek başlı başına iyi ve güzel insanların eylemidir. Evlenmişse; sevgiye, şefkate, ilgiye, iffete, sadakate, vefaya değer veriyor demektir. Böyle değerli duygular taşıyan insanların mükemmel bir evlilikle mutluluğun zirvesine çıkmaları ise zor değil. Yeter ki, bunun için bir çaba içine girsinler.

Yukarıdaki mektup da gösteriyor ki, eşlerin en büyük problemlerinden birisi, birbirlerini doğru tanımamak. Bir okuyucum anlatmıştı. Almanya’daki bir akrabası, kendisini telefonla arayıp, “Biz yengenle geçinemiyoruz, boşanacağız” diye acı bir haber veriyor. 75 yaşında ve 50 yıldır evli olan bu kişiye okuyucum, “Acele etmeyin, evlilikle ilgili birkaç kitap göndereceğim. Onları okuduktan sonra kararınızı verin” diyor.

Yarım asır evli kalmışlar ve sonunda sabırları tükenmiş. Oysa biraz daha sabretseler, Azrail zaten onları boşayacak. Demek ki, geçimsizlik, katlanamayacakları bir sınıra dayanmış.

Ne var ki, olaylar bekledikleri gibi gelişmiyor. Okuyucum evlilikle ilgili üç kitap gönderiyor. Bir hafta sonra boşanmak isteyen akrabası telefon edip şu müjdeyi veriyor: “Kızım, biz boşanmaktan vazgeçtik. Meğerse 50 yıldır birbirimizi tanıyamamışız.”

Bir insan nasıl olur da yarım asırlık eşini tanıyamaz, diye düşünmeyin. Çok şaşırtıcı ve acı da olsa, yaşanmış bir gerçek bu. Üstelik hemen her evli insan az ya da çok yaşıyor bunu.

Birbiriyle evlenmek için önlerindeki engellerle yıllarca savaşan çiftler, evlendikten bir müddet sonra birbirine giriyorlar. “Tanıyamamışım” diyorlar. Haklılar. İnsanları tanımak kolay değil. Ve asıl zor olan, sevdiğiniz kişiyi evlenmeden önce tanımak.

Eşinizi doğru tanımak size ne kazandıracaktır? Tanıdığınızda hoşlanmayacağınız yönlerini görünce evlenmekten vazgeçecek veya boşanacak mısınız?

Elbette ki hayır! Öğrendiğinizde hemen vazgeçeceğiniz bazı bilgiler mutlaka olabilir; ama “doğru tanımak,” hoşlanmadığınız durumda hemen vazgeçmek için değil; ona uygun davranışları sergilemeniz için.

Eşinizin kişilik özelliklerini, yeteneklerini, güçlü ve zayıf yönlerini, duygusal ihtiyaçlarını, korktuğu ve hoşlandığı şeyleri, temsil sistemlerini, sevgi dilini, beğeni ve beklentilerini bilirseniz, onu doğru tanımış; bu bilgilere uygun davranışları gösterirseniz de, doğru davranmış olursunuz.

Tabiî burada birer kelime olarak andığım tanıma noktalarının her biri geniş bir şekilde açıklanmaya muhtaç.

Acaba siz ve eşiniz, hangi kişilik tipine sahipsiniz? Bugüne kadar bilinen dört farklı kişilik tipi var: Popüler neşeli, güçlü kararlı, mükemmeliyetçi ve barışçıl sevecen.

Bunlar birbirinin zıddı veya alternatifi değildir. İyi veya kötü diye de nitelendirilemez. Sadece hayatımıza zenginlik ve renk katan birer farklılıktır. Eğer bu farklılığı, sizi mutsuz edecek bir olumsuzluk kabul ederseniz, gerçekten mutsuz olursunuz.

Eşinizin kişilik tipini keşfettiniz ve bu hoşunuza gitmedi diyelim. Hiç zorlamayın. Onun kişiliğini değiştiremezsiniz. Ama o kişiliğe göre davranırsanız mutlu olursunuz. Kişilik değişmez, ama karşılıklı hoşgörü ve anlayışla, daha esnek hâle getirilebilir. Kişiliği değiştirmeden de, davranışlar değiştirilir, kontrol altına alınır ve yönlendirilir.

Diyelim ki eşiniz mükemmeliyetçi bir kişilik tipine sahip. Evde her şeyi dağıtmanızdan elbette rahatsız olacak. Çünkü, o her şeyin tertipli ve düzenli olmasını istiyor. Yapacağı işi önceden plânlamayı seviyor. Onun dünyasında rastgele işler, pejmürdelikler olamaz.

Eğer kendinizin ve eşinizin kişilik tipini öğrenmek isterseniz, Florence Littauer’in “Kişiliğinizi Tanıyın” isimli kitabını gecikmeden okuyun. Bu vesileyle eşinizi tanırsanız, onun kişiliğine uygun davranırsınız.

Kişilik tipleri gibi, sevgi dilleri de farklıdır. Sevgi dili, birbirimize sevgimizi gösterirken kullandığımız formüldür. Bilinen sevgi dilleri beş tanedir. Bunlar, hizmet davranışları, onay sözleri, nitelikli beraberlik, fiziksel temas ve hediye almaktır. Sırasıyla örneklemek gerekirse, yemek pişirmek bir sevgi ifadesidir. Takdir etmek, beğendiğini söylemek sevgiden gelir. Birbirinize odaklanarak birlikte vakit geçirmek ancak sevgiyle mümkün. Eşinizin elini tutmak ve çiçek almak da bir sevgi ifade biçimidir.

Acaba eşiniz, bu beş farklı sevgi ifade biçiminden hangisinden daha çok hoşlanıyor? Birisi, en önemli olandır. Yerine göre hepsinden ez veya çok hoşlanan insanlar da vardır. Ama birisi, daha önceliklidir. Asıl isteği, nitelikli beraberlik olan eşinize, yıllarca çiçek taşımanız pek anlam ifade etmeyebilir. Çünkü o çiçekten çok, sizinle birlikte olmayı arzu ediyor. Eşinizin sevgi dilini fark ederseniz, boşuna kürek çekmekten kurtulursunuz.

Eğer Dr. Gary Chapman’ın “5 Sevgi Dili”ni okursanız, eşinizin bilinmeyen yönünü keşfedersiniz. Ona bu bilgi ışığında davranırsanız, sizi şok edecek mutlulukları yakalayabilirsiniz.

Peki, ya eşinizin zekâ çeşitlerinden hangisine sahip olduğunu biliyor musunuz? Zekâ deyince aklımıza hep matematiksel zekâ ve güçlü hafıza gelir. Bir çocuğun matematiği güçlüyse, onun zeki olduğuna inanırız. Çok konuşan, çok hareketli ve hep yaramazlık yapan çocuğun pek zeki olduğuna inanmayız. Sessiz duran çocuk, usludur. Çok konuşan ve hareketli çocuğa, sessiz ve sakin olması için, “šurada uslu uslu otur” deriz. “Us” akıl olduğuna göre, suskunluk ve hareketsizlik, “akıllılık”la eşanlamlıdır. Halbuki, çok konuşan çocuk, “dilsel zekâ”ya, aşırı hareketli bir insan da, “bedensel zekâ”ya sahiptir. Birincisinden iyi bir spiker, iyi bir standapçı; ikincisinden de ünlü bir sporcu olabilir.

Zekâ, matetiksel bilgiden ya da üstün ezberleme gücünden ibaret değildir. Kaldı ki, hafızayı güçlendirmenin de bir yöntemi vardır.

Eşinizin insanlar arası ilişkilerde başarısı varsa, “sosyal zekâ”ya sahip demektir. Müziksel zekâ, doğa zekâsı, bireysel zekâ, görsel zekâ, diğer zekâ çeşitleridir. Size düşen, eşinizin ve çocuklarınızın hangi zekâ çeşidine sahip olduğunu fark edip, onu geliştirmenizdir.

Özetle, bugünkü bilim, “çoklu zekâ”yı kabul etmiştir. Buna göre, zeki olmayan insan yoktur. Sadece farklı zekâlar vardır.

Maalesef, bırakın eşini detayllı bir şekilde tanımak, yıllardır evli oldukları halde eşinin belirgin on özelliğini bile sayamayan kadınlar veya erkekler var. İsterseniz bir deneyin. Siz ve eşiniz, birbirinizin on belirgin özelliğini bir kâğıda yazın ve birbirinize gösterin.

Bakalım yazdıklarınız doğru mu?

Eğer yanlış veya yetersizse, hiç gecikmeden eşinizi tanımaya bakın. Unutmayın: Bunun için ne kadar çaba harcasanız, değecektir.

Evlilikten Boşanmaya Giden Sürecin Anatomisi..

DÜNYAYA GELME VE GELİŞME

Her biri bir yerde dünyaya gelen insanlar zamanla büyür. Büyüyünce bilgileri artar, birçok konuda beklentileri oluşur, pek çok şeyleri gibi hormonları da hızla gelişir. Bu değişim tipik olarak romantik ve cinsel duygularda uyanma, sonra da karşı cinse yönelme şeklinde görülür.

DEĞİŞME VE HAREKETE GEÇME SAFHASI

uzun yol bulutlu havaDerken, karşı cinse yönelen bu cinsel ve sevgi türü duygular kişileri içten içe sıkıştırır, durur. Ayrıca, dünyaya geldiğinde ham olduğu halde genç ve yetişkin olmakla pişmiş, bundan sonra da “yanmaları” istenen bu kişiler dışarıdan “yaşın geldi, ev bark kurmanın zamanı geçiyor, şu kız nasıl” türü sosyal telkinlerle de beslenir, yuva kurmaya karşı istekli ve motive bir hale getirilmeye çalışılır. Tüm bu sayiklerin tesiriyle kişiler birçok gereksinimin en meşru, en kabul edilir biçimde karşılanacağına inandıkları evlilik gibi mühim bir kurumun çatısını örme yönünde hızla harekete geçmeye başlarlar.

TATLI TELAŞ EVRESİ

Bir zamanlar tıpkı kendileri gibi olan nice çiftin şimdilerde mahkeme koridorlarında, yıllarca üstünde karşılıklı çay içtikleri sandalyenin bacaklarını bile “üçü bana biri sana” diyerek paylaşmaya çalıştıkları bir ortamda hızla koltuk, kanepe seçme, nişan davetiyeleri belirleme gibi işlerin tatlı telaşı içine girerler. En güzel sözler bu dönemde söylenir, en kibar tavırlar bu evrede yaşama geçirilir. Zaman zaman ileriye dönük nedeni belirsiz endişeler duyulsa bile her iki taraf da genelde çok şanslı olduklarını, adeta hayatlarının prens ve prenseslerini bulduklarını düşünürler.

EVLİLİĞİN İLK ZAMANLARI

…Ve beklenen an gelir, eşler dünya evine girerler, evlenirler. Erkek yüzünde tatlı bir ifadeyle dışarıda “biraz daha oyna” diyen arkadaşlarına “baba geç oldu, hanım evde” diyerek sorumlu bir eş portresi çizer. Bayan da arkadaşlarına sürekli çok mutlu olduğunu, eşinin iyi biri çıktığını anlatır, adeta kıskandırırcasına çevresine sağanaklar halinde gülücükler yağdırır.

Kadın mutfakta yemek hazırlarken ağzı mutluluktan bir karış açık vaziyette “aşkım salataya marul da koyayım mı” diye sorar; eşi ise anında “fark etmez canım, kafana göre takıl” diye cevap verir. (Görüyorsunuz, eşler ilk başlarda salatanın içine neyin konulacağını bile soracak, bu konudaki tercihi eşine bırakacak kadar duyarlı ve kibar davranabiliyorlar birbirlerine. Demek ki sorun yapı ve yapama meselesi değil. Ne oluyorsa sonradan oluyor eşlere!)

Hatta erkek salonda duramaz, kalkar ve mutfağa koşar. Eşine arkasından sımsıkı sarılır. Zaten içindeki mesudane duygularla erimek üzere olan kadın bu sımsıcak yaklaşımla iyice tükenir. Gözleri enginlere dalar, yüzündeki gülümseme daha duygusal bir hal alır. Hemen içinde, adeta pişmiş aşa su katmak üzere pusuda hazır bekleyen “keşke bu yıllarca böyle sürse” endişesi filizlenmeye başlar. Sanki birden harekete geçen bu endişeler gelecekte olacak şeylerin haberini, ipucunu veriyor gibidir.

DEDİYDİN – DEMEDİYDİN DÖNEMİ

El oğlu ve el kızı olmanın getirdiği o resmiyet ve mesafe adım adım aşılmaya başlamış, aileler evlenilen gün çıktıkları yolda çaktırmadan sona yaklaşmışlar, işin içine değilse bile kenarına – kıyısına kadar gelip çadır kurmaya başlamışlardır artık. “Kızım senin herif…, oğlum hanımına demiyon mu sen hiç…” türü telkinler ufaktan ufaktan eşlere annelik ve babalık süslü ambalajı içinde hissettirmeden servis yapılmaya başlanmıştır çoktan.

Bu sadece aile cenahındaki işleyiştir. Bir de zamanın ve yeteri kadar paylaşımın getirdiği bir başka sinsi gelişme daha yüzünü göstermeye başlamıştır, kutsal aile çatısı altında. Belki de en özel şeylerini bile defalarca paylaştıklarından olsa gerek, eşler birbirlerine ziyadesiyle alışmışlar, hatta yüz göz olmaya bile başlamışlardır. (Alıştık mı şeyini, suyunu çıkarırız nedense. O yüzden bir çok patron işçisine günboyu despot görünmek zorunda kalır. Yüzüne gülsem gelir şapkamın içine eder mazallah diye).

O nedenle aile ortamında, birbirlerine karşı o eski ilgi ve alakadan, o baş döndürücü özenden eser kalmamıştır neredeyse. Kadının, “Ahmeeeeeet, kaç defa dedim ya duymuyon mu” demesi, adamın da “Sen ye Cemile, canım istemiyor benim” şeklinde konuşması (hatta daha da ilerisi) çoktan benimsenmiştir benliklerde, farkına bile varılmadan. Tüm gelişmeler sanki haykırırcasına, “Aman Allahım, yoksa kral çıplak mıymış” ve “örten takke düşmekte, altında saklanan kel ise görünmek üzere” demektedir adeta.

KRAL ÇIPLAK VE KEL GÖRÜNDÜ EVRESİ

Başa taç edilen ve önünde bir secdeye varılmadığı kalınan kralın aslında çıplak olduğunun anlaşıldığı, o rengarenk takkenin altında saklananın ise sırma saçlar değil maalesef ki kellik olduğu gerçeğinin iyice açığa çıktığı evredir bu evre. Sevgi kılığı giydirilmiş duyguların aslında bencilce bir heves olduğu, her hevesin bir gün doyum rüzgarıyla savrulup dağılacağı gerçeği evde her şeyi tozu dumana katmış, bir bakıma köprüyü geçene kadar bin bir zorlukla bastırılan, ertelenen tutumların aylardır kıstırıldığı yatağından tam bir basınçla, adeta fışkırırcasına ayaklandığı evredir bu evre. Bu öyle tazyikli bir basınçtır ki önüne kattığı cümlelerin tonu ve rengi değişmiş; “yetti ya, olmaz ki ya, valla bitti ya, yok yürümez ya…” türü cümleler havada beşi beş kuruşa uçuşuyordur artık.

NİHAYET “AAAAHHH, AHH…” AŞAMASI

Yok ya, sevgi – mevgi yokmuş, yazıklar olsun yıllarıma” aşamasıdır bu. Bu aşamada yollar ikiye ayrılır genelde. Kimi böyle diye diye yaşamaya devam eder, gider. Kimi de kendi yolunu bir kez daha çizmek üzere harekete geçer.

SORMAK LAZIM

Niçin herkes bir zamanlar ufacık, şirin, masum bir bebekken yıllar sonra en azılı katil olabiliyor?

Bunu hangi koşullar, nasıl sağlayabiliyor?

Niçin bir ilişki başlarda salataya katılacak marulu bile soracak kadar özenli ve ilgi doluyken sonradan sandalyenin bacaklarını dahi paylaşamayacak derecede bozulabiliyor? Başta mutluluk için gerekli olan her şeyi yapabilen, yaptıkları için mutlu da olabilen çiftler bunu yıllar içinde nasıl oluyor da unutuyor, artık sürdüremeyecek bir hale gelebiliyorlar?

Bir şeyleri oradan alıp da ta buralara kadar getiren nedir, nelerdir sahi?

Aslında nedeni çok basit… Bu neden, “Hayla gelen huyla gider” sözündeki manada saklı.

Mevlana, “Ben esen bir rüzgarla gelmedim ki savrulan bir yelle bu eşikten geri döneyim” der. Birçok eş bu sözdeki manaya uygun olarak evliliğe heves yeliyle adım atıyor, bu duygunun geçip gitmesi neticesinde de (geçmeyen heves olmaz… Heves zaten gelip geçici olan duygu demektir) sudan çıkmış, susuz kalmış balığa dönüyor.

Neden?

O güne değin eşine karşı sergilediği (dikkat edin, sergilediği sürece her şey yolundandır) davranışları özüne kattığı, doğru bulduğu için yaptığı, yani içselleştirdiği kurallarının üzerine değil; çürük, yıkılmaya hazır bir zemin olan hevesinin üzerine kuruyor çünkü.

Alttan heves duygusu çekilince üstündeki doğrular duvarı da yıkılıyor. Bu duvar yıkılınca üzerine kurulu olan mutluluk ve aile saadeti evi de yerle bir oluyor haliyle.

Düşünün hadi: Trafikteki kuralara uyup uymamanızı değişmeyen gerçekler değil de gelip geçici olan hevesleriniz belirlerse ne olur?

Evlilik binasını ayakta tutan kuraları da aynı şekilde yıllar içinde içselleştirerek özünüze kattığınız kurallar (doğrular) değil de hevesiniz, yani duygularınız belirlediğinde ne olacaksa aynı şey.

Yani ikisinde de, kaza…

Birindeki öldürücü, öbüründeki yaralayıcı…

(Not: Bu kuralsızlığın bir çok nedeni olmakla beraber en önemlisi taaa çocukluk yıllarından gelenlerdir… Toplum olarak bizler çocukları kuralların öneminin idrak ettirildiği, bu kurallara uymanın özümsetildiği – alışkanlık haline getirildiği kural odaklı bir ortamda değil, daha çok duygu (doğru – yanlış bazlı değil, kızma – sevme odaklı çocuk büyütme alışkanlığımız) tonlu uygulamalarla yetiştiriyoruz.

Kuralsızlığa alışan – alıştırılan çocuklar haliyle büyüyünce evliliğinde kurallı davranmakta zorlanıyorlar. O nedenle evliliğini ancak dürtüleri elverdiği, hevesleri yettiği sürece götürebiliyorlar. Bu yüzden benzini biten arabanın yolda kalması misali hevesi bittiğinde evlilikleri de bitiyor, yarı yolda kalıyor. Bunun masum bahaneleri ise anlaşamamak, geçinememek, iletişimsizlik, kültür çatışması vs. oluyor.)

(Kendisinden bir fakülte kadar şey öğrendiğim kıymetli bir dostum, “Eşimle aramızda kültür çatışması” var diyenler için, “Kültür çatışmasıymış! Kültür mü kaldı ki çatışması kalsın. Bencilce isteklerini eşine keyfice dayat, sonra da o bunu kabul etmeyince kalk ve kültür çatışması var de.” derdi. Yeri gelmişken hoşuma giden bu mühim anekdotu da paylaşmak istedim.)

Psikolog İzzet Güllü

Kaynak: cocukaile.net