Etiket arşivi: eşler

Bir kadının pamuk ellerinin içinde aslan pençesi gizlidir

Eşim bana çok kırıcı sözler söylemekte. Yaptığım yemeği ya da kurduğum sofrayı beğenmiyor.

Kadınlar, erkeklere rağmen çok daha duygusallar ve kendilerini ifade ettikleri birkaç yer vardır.

Bunlardan birisi de; yemek masaları…

Aslında bir kadın yemek masasını hazırlarken, kendisine hazırlıyordur demektir. Sofranın üzerine bir bardak çay koyarken, bir peyniri tabağa dilimlerken, zeytini kasenin içine koyarken, ekmekleri dilimler ve masanın bir tarafına doğru yerleştirirken aslında ortaya koyduğu kendi kişiliğidir. Hani eski kilimlerin üstündeki nakışlar incelenirken, o nakışların renkleri ve dizilişleri o kilimi yapan kişinin iç dünyasını yansıtır diye devamlı anlatılır ya… Elle yapılan halılarda, kilimlerde genç bir kızın hikayesi gizlidir. O iç dünyasını, duygularını resmetmiştir. Aynen bunun gibi bir kadın, eşine, çocuklarına bir sofra hazırlarken o özene bözene hazırladığı sofranın içine kişiliğini yansıtmaktadır. Kadının sofrası, kıyafeti kişiliğidir. Özensiz konuşulmaması lazım. Kişiliğe laf söylemekle kişinin kişiliği olarak algıladığı yere laf söylemek arasında fark yoktur. Kadının bedeni de kişiliğidir. Burnu uzun, kulakları kepçe, dişi eğri olabilir, Allah onu öyle yarattı. Her şey bitti de, Allah’ ın yerleştirdiği dişe mi kaldı tüm sözleriniz? Bir kadın duyarsızlaşmaya ya da erkekleşmeye başladıkça erkeğin başına bela olur. Kadının duyularını yitirmemesi lazım, ama acıyı duya duya yitirdi hislerini. Gün gelir sana resti çekebilir.

Bir kadının pamuk elleri içinde aslan pençeleri saklıdır.

Pamuk elleri varken onu özenti içinde tutman lazım ki, evlilikteki sistem yürüsün, herkes kendi fıtratını korusun. Ama bir erkek, bir kadını savunmak zorunda bırakırsa; kediyi köşeye sıkıştırdığın gibi üstüne sıçrar. Hadi çık bakalım işin içerisinden… Kalkmıyor sabah, kahvaltı da yapmıyor, yaptırmıyor da, çok da umurunda değil. Üstünü başını, kıyafetlerini de toplamıyor, evi de toplamıyor, hadi toplat bakalım… Yüzü gülmüyor, akşam geldiğinde kapıyı çocuklar açarken kadın mutfakta duruyor. Niye durmasın ki?

Kadın, duygularına çabuk esir olur. Onun belki de isteyeceği şeylerden bir tanesi de, eşi tarafından sevildiğini, değer gördüğünü hissetmek. Duyarlılığını kaybeden kadının anneliği kaybolur. Bak bu kadın niye çocuğuna saldırıyor böyle? Yeter diye niye bağırıyor evin içerisinde? Gidiyor, o çok sevdiği çocuğun yakasından tutup niye fırlatıyor içeriye? Bıktım artık sizden diye niye koşuyor camın yanına öyle? Niye bu kadın depresyon ilaçları içiyor böyle? Değer görmüyor ki… Bir insanın en değerli hali, değer gördüğü halidir, var olduğu halidir. Eğer bir kadına var olduğu haliyle saygı duyulamazsa, o kadınla baş etmek çok zordur, birlikte yaşamak zordur. Evin içini de kendi yaşamını da cehenneme çevirir. Çünkü kadın duygusaldır. Duyularına karşılık bulmadığı zaman erkeği evde zor barındırır. Erkek eve girerken ayakları geri geri gider.

Kadının sofrası, onun kişiliğidir. Mahçup olmak lazım… Bir hizmetçi gibi size bir bardak çay getirdiğinde sofrada oturan kişinin mahçup olması lazım… Utanması lazım. Evin içerisinde birlikte iş yapmadığından dolayı mahçup yahut önüne bir bardak çay getiren eşine karşı ” Estağfurullah, ben kendim alırdım, niye zahmet ettin” demesi lazım. Ki kadının coşabilsin.

Kadının duyarlılığı erkeğe, aynı zamanda erkeğin duyarlılığı da kadına bağlıdır. Aile sisteminin işlenmesi eşlerin birbirine duyarlı olması ile mümkündür.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Birbirinize Elbisesiniz

Rabbimiz, Kur’ân’da eşleri birbirlerinin elbisesi olarak tarif eder. Bizim fıtratımızı bizden iyi bilen Rabbimizin eşleri elbiseler diye tarif etmesi, hiç şüphesiz, sonsuz manalar içeriyor olmalı. “Elbise”nin anlamı ve çağrıştırdıkları üzerinden eşimizi anlamaya çalışabilir miyiz?:

Başkalarına elbisenizle görünürsünüz. Elbisenizin temizliği, sağlamlığı, rengi ve şıklığı dışarıya verdiğiniz mesajdır.Elbisenizin güzelliği ile kendinizi önemsediğinizi ve önemli olduğunuzu ifade edersiniz.

Kirli, pejmürde, dağınık, sökük, yırtık bir elbise kendinize değer vermediğiniz anlamına gelir. Şu halde, “Elbisemden bana ne?” deme hakkınız yoktur. Kendinizi elbisenizle tanıtırsınız; o kimliğiniz olur, kişiliğinizi ortaya koyar. Elbisenizde olabilecek her türlü kusur, size mal edilir; kişiliğinizden kaybettir.

Eşiniz de sizin başkalarına göründüğünüz kimliğinizdir. Onu yıpratırsanız, bakımını ihmal ederseniz, perişan hâle getirirseniz, önce kendinize zarar vermiş olursunuz. Kişiliğini kaybeden, özgüvenini yitiren, değer verilmeyen bir eş, sizin kendinizi böyle bir eşle yaşamaya mahkum ettiğinizin göstergesidir. Bu da sadece eşinizi değil, kendinizi de önemsemediğiniz anlamına gelir.

Elbiseniz ayıplarınızı örter. Çıplak gezmek kadar utandırıcı bir şey yoktur herhalde… Şükür ki elbise sizi hem güzelleştirir, hem de bedeninizin saklamanız gereken kısımlarını örter. Bir bakıma sırdaşınızdır elbiseniz; en gizli saklı yerinize dokunur ama başkasına göstermez. İç yüzü çıplaklığınızı görür ama dış yüzünde bunu kimseye belli etmez. Hiç ummadığınız bir zamanda sökülüveren yahut içindekini gösteren bir elbise ayıplarınızı sergiler, sizi mahcup eder. Eşler de birbirlerinin kusurlarını örtmek için vardır.

Eşlerin kusur ve ayıpları, hata ve zaafları birbirine açıktır. Eşiniz, sizin hakkınızda başka kimsenin bilmediklerini bilir, sizde başka kimsenin görmediklerini görür. Elbette, bir “elbise” yahut “örtü” olarak, bu ayıpları ayıplamak için değil, örtmek, saklamak, ortadan kaldırmak için yanınızdadır. Eşinizin hata ve kusurlarını küçültüp saklamak yerine, daha da büyütüp ortaya çıkarmaya çalışıyorsanız, siz “elbise” değilsiniz. Bu yüzden eşinizi kimseyle kıyaslamayın; çünkü başkalarını sadece elbiseleri üzerinden görürsünüz; başkalarının elbiselerinin bildiğini bilemezsiniz.

Elbiseye siz değer katarsınız. İçine bir insan girdiğinde değer kazanır elbiseler. Hiçbir elbise paketinde kalsın diye dikilmez. Onu değerli kılan, bir insan bedenine uygun olması, bir insan tarafından giyilebilir olmasıdır. Bir başka deyişle, insan elbiseyi giyindiğinde, elbise de insanı giyinir. İçinde insan olan bir elbise adeta konuşur, işitir, görür, düşünür. Kendisinde kişilik olmayan bir insanı çok güzel bir elbise kişilik sahibi etmez. Elbise üzerinden sarkar, her haliyle o insana fazla geldiğini söyler.

Çoğunlukla “iyi” ve “ideal” bir eş ararız. Bu arayış kendimizin bu “iyi” ya da “ideal” eşe, “iyi” ya da “ideal” bir eş olup olamayacağımız detayını gözden kaçırtır. İyi bir elbiseyi giyinince, adam olunmayacağı gibi, iyi bir eş bulununca da, iyi bir evlilik garantisi yoktur. Öncelikle bu “iyi” eşe, “iyi” eş olmanız gerekir. Sonra da iki “iyi” eş olarak “iyi” bir ilişkiyi sürdürmenin ve geliştirmenin yollarını aramanız gerekir.

Eşler birbirlerinin elbisesidir; yani birbirlerini giyinirler. Aralarındaki uyum onların ilişkilerinin şıklığı için vazgeçilmezdir. Eşiniz de elbiseniz olduğuna göre, sadece onu giyinmekle değer kazanacağınızı düşünmeyin. Elbiseye sizin de katacağınız bir şeyler vardır. Ona göre yürümesini, ona göre durmasını, ona göre davranmasını bilmeniz gerekir. Elbise sizi korur. Elbisenin örtme fonksiyonuna ek olarak koruma fonksiyonu da vardır. Elbise soğuktan, aşırı sıcaktan, kir ve tozdan vs. korur. Canınızı ve teninizi tehdit eden şeyler karşısında, elbisenize daha sıkı bürünmeniz gerekir. Aksini yapıp böylesi tehditlerden elbisenizi sorumlu tutmanız haksızlık ve akılsızlık olur.

Hayatımız pürüzsüz ve sorunsuz değildir; eşler arasında soğukluğa sebep olabilecek sayısız sorun çıkar. Çünkü hayatı olduğu gibi, olumsuzlukları da içinde olacak şekilde paylaşmaya söz verdiniz. Bu durumda, eşinize olan sevginizin ve bağlılığınızın sorunlar ortaya çıkınca yitirilmesi değil, artması gerekir. Sorunlara karşı birbirinizi desteklemek üzere bir aradasınız. Çıkan her sorunun çözümü olarak boşanmayı düşünmek, dahası sorunlara evliliğin yol açtığını düşünmek, üşüyorum diye elbiseyi üzerinizden atmaya benzer. En çok o zamanlarda lazımdır size elbiseniz; yani eşiniz. Birbirinize sıkıca sarılmadığınız sürece gelen ilk rüzgâr elbisenizi üzerinizden sıyırıverir; eşinizle uzaklara düşersiniz.

Senai Demirci

Zafer Dergisi

Evlilik Okulu: Akıl Noksanlığı

Kişinin mutluluğunda en büyük engel çoğu zaman kendisidir. Mutluluğumuza düşman huylarımız var. Bunların en başında kibir gelir. Kibir çok tehlikeli bir huydur ki hakkı inkar etmeye kadar götürür insanı. Yaratılışımızın başlangıcında yaşananlar: Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaratılışı, iblis’in secde etmemesi, sonra şeytanın insanı kandırması, kandırılış sebebi, cennetten ayrılış…Bunlar bizler için çok büyük dersler ihtiva eder.

İblis, Hz.Adem’in karşısında kibre kapıldı ve Allah (c.c) ın rahmetin kovuldu. Kibir bizi Rabbimizden uzaklaştıracak, sevdiklerimizin gönlünden düşmemize sebep olacak en kötü huyumuzdur. Ve şeytan en çok kendi kaybettiği yoldan kaybettirmeye çalışır bize. Bu yüzden bize hep fısıldar. “Sana bunu nasıl yapar? Sen ondan daha üstünsün.”

Sadece içimizde ki şeytan yapmıyor bunu. Tüketimi artırmak ve birilerinin cebini doldurmak için onların yayın organı kapitalist medya tarafından da yapılıyor. Reklamlar “Sen her şeyin iyisine layıksın, biz senin için en iyisini ürettik. Özgürlüğünü yaşa, hayatını yaşa…” Tabii bunları yaşarken onların ürünlerinden kullanmak gerekiyor.

Kibir için benliği yani nefsi beslemek gerekiyor. Nefis her şeyi istiyor ve aldıkça bencilleşiyor. Başkalarını düşündükçe, verdikçe de terbiye oluyor. Bu yüzden dinimiz iyiliğe yardımlaşmaya, kendinden başkalarını düşünmeye çok kıymet veriyor.

Kibir konusunda yazmak için epey araştırma yaptım başta kendi nefsim sonra da sizlere faydalı olsun diye. Kibrin kötü olduğunu hepimiz kabul ederiz, etrafımızdaki kibirli insanları fark ederiz de kendimiz kibirli isek hiç farkında olmayız; söyleyen olursa da kabul etmeyiz. Kendi kibrimizi ben gururluyumdur, onurluyumdur… gibi kibar cümlelerle süsleriz. En kötüsü ise kendimizi de kandırırız.

O zaman kibirli insanın özelliklerini bilelim, nefsimizin savunmasına kulağımızı tıkayıp, bu özelikler bizde varsa kendimize çeki düzen verelim.

Kibirli insanda kibrinin derecesine göre şu özelliklerin hepsi ya da bir kaçı mutlaka bulunuyor.

Kibirli kişi:

Kendini beğenmiştir: En zeki, en akıllı, en karizmatik, en güzel, en alımlı, en becerikli, en doğru davranan…kendidir. Onun işi, onun arabası, onun evi…en güzelidir. İçinden beğenmese bile dışarıya iyi olarak yansıtır. Evde durumu daha da kötüdür. Eşi onun için ne yaparsa yapsın o hep daha fazlasını ister. Hatta eşinin yapmaya imkanı ya da gücü olmayacak şeyler ister, eşine kendini yetersiz hissettirmeye çalışır. Eşini yaptıkları için takdir etmez, teşekkür etmez. “Sen beni hak etmiyorsun, kıymetimi bilmiyorsun…Ben daha iyisine daha güzeline daha zenginine daha tahsili yüksek olanına layığım. ” cümleleri dilinden dökülür ya da bunu hissettirir.

Kendi kusurlarını görmez: Çünkü o mükemmeldir. Her şeyin iyisini yapar. Mutsuzluğu için hep başkalarını suçlar. “Mutsuzum çünkü eşim şunları şunları yapıyor. Evliliğim kötü gidiyor çünkü hep eşim yanlış yapıyor?”

Bencildir: Önce kendi rahatını ve keyfini düşünür. Önce benim mutluluğum, benim isteklerim, benim keyfim, benim annem… Önce kendisi, sonra kendisinin parçaları olan çocukları sonra kendi akrabaları daha sonra eşi gelir.

Alıngandır: Buluttan nem kapar. “Bana şunu demek istedi bunu demek istedi.” Her sözden her davranıştan anlam çıkarmaya çalışır, her şey nefsine dokunur. “Neden telefonumu hemen açmıyorsun, mesaj attım neden hemen cevap vermedin? Parayı verirken niye yüzün asıldı?…”

Merhameti azdır: Önce kendini düşündüğü için en yakınlarına bile pek acımaz. Herkesin ona hizmet etmesini bekler. Eşi hastayken ilgilenmez, hastalığına inanmaz “Sen iyisin, hiçbir şeyin yok, nazlanıyorsun, gözyaşları ile beni etkilemeye çalışma, her şeye de üzülme… ” Kendi grip olsa ortalığı yıkar. ” Hastayım benimle ilgilen.” Eşinin başkalarının yanında zor durumda kalmasını önemsemez.

Cezalandırıcıdır: Affedici değildir. Ona bu yapılmamalıydı o bunu hak etmemiştir. Kendini rahatlatmak için mutlaka karşısındaki kişiyi cezalandırır. Eşine yaptığı hataların bedelini bir şekilde ödetir. Surat asar, küser, parayı keser, ilgiyi keser, cinsel olarak soğuk davranır, kahvaltı hazırlamaz, ütü yapmaz…Eşini en çok üzecek, sinirlendirecek şeyleri yapar ki içi rahatlasın.

İnatçıdır: Her şeyin iyisini, doğrusunu kendi bildiğine inandığı için başkalarının kendinden daha iyisini bileceğini kabul etmez. Yanılması mümkün değildir. Yanıldığını fark etse de inadından dönmeyi nefsine yediremez, kibrini kıramaz. Mutsuz olacağını, eşi ile arasının açılacağını bile bile hatalı davranır ve hatasından dönmez . “İnat da muradı da bir olarak görür; fakat inat kendine mutsuzluk olarak geri döner.

Küstahtır: Kendisi eleştiriyi sevmez fakat herkesi eleştirir, pata küte başkalarının hatalarını söyler. Eşiyle dalga geçer, alay eder, iğneler… Bakışları ile eşini ezmeye çalışır, küçümser.

Ya da Aşırı Tevazu Sahibidir: Tevazu bazen kibirimizi saklamak için iyi bir kalkan olur. İltifat duymak, övülmek için kişinin iyi yapabildiği şeyleri bile “iyi yapamam” demesi ya da “layık değilim” diyerek tevazu gösteriyormuş gibi davranması.  Sahte tevazu dışarıda gösterilir fakat evde patlak verir, acısı eşinden çıkarılır.

Konu ile ilgili bir kaç misal:

Bir adam karısı ile gittiği beş yıldızlı otelde açık büfeden kendine yemek almıyormuş. Kendi oturuyormuş karısının alıp getirmesini bekliyormuş ya da karısıyla birlikte yemeklere bakıyormuş ne istiyorsa karısına işaret ediyormuş, karısı alıyormuş. Aman Allah’ım.

Bir okurum yazmıştı. “Karım tesettürlü fakat beni sinir etmek için balkona başı açık çıkıyor. ‘Sana inat yapıyorum’ diyormuş.

Başka bir mesaj: “Benim ailemin maddi imkanı iyi değil diye kocam ailemi hor görüyor ve onlarla görüşmek istemiyor. Onlar geldiği zaman yüzünü asıyor.”

Bir hoca hanım kocasından bahsederken “O avam” dedi. Kocasının kendi gibi dini eğitimi yokmuş. Olabilir de kocaya “avam” denir mi? Kendi zihninde kocanı cahil, bir şey bilmez diye kodladıysan o adama nasıl saygı duyarsın. Ayrıca belki sen “ilmim var” diye kibirlendiğin için Allah’ın sevmediği bir kulsun da kocan yaptığı işlerle Allah(c.c) yanında sevilen makbul bir kul. Bilemezsin ki. İbilis’ in de ilmi vardı ama kibirlendiği için onun yoldan çıkmasına sebep oldu.

Bir hanım “Benim geri vitesim yok.” diye övünüyordu. Neymiş, geri adım atmaz, özür dilemezmiş. Aman ne kadar da övünülecek bir huy. Tamamen kibir kokan bir cümle. Ondan sonra da “Eşimle anlaşamıyoruz, muhabbet edemiyoruz” diye şikayet ediyorsun. El insaf. O geri vites arabalarda ne çok işe yarar. Geri vites olmasa en başta arabayı park ettiğin yerden bir daha çıkamazsın. Evliliğinde de özür dilemeyi geri adım atmayı bilmiyorsan, park ettiğin yerde kalır çürürsün.

Adam “Ben burnumdan kıl aldırmam.” diyor. Kendini o kadar beğeniyor ki…Eh o zaman “yalnızım mutsuzum” diye şikayet etme. Topla o kılları kışın yorgan yapar, üstüne örtersin. Sarılacak, kucaklayacak bir eş olmayınca onunla idare edersin artık.

Kısacası kibir bize hep kaybettiriyor. Kişi hatasını görüyor, özür dilemiyor. Sevdiği göz göre göre gidiyor, gitme diyemiyor. Evliliği bitiyor, kurtarmak için çabalamıyor, “ben de hata ettim” diyemiyor.

“Boşanmış hanımlardan mesajlar geliyor. “Sizin yazılarınızı okuyana kadar hep eşimi suçladım, kendi hatalarımı görmemişim. Şimdi çok pişmanım. Çocuklarımızda var. Eşim de henüz evlenmedi. Fakat ona dönmek istediğimi söyleyemiyorum.”

Engel nedir? Nefsi. Kırılmaktan korkan kendini aziz zanneden nefis… Ola ki kocası “Hayır” derse. Başkaları duyar “Aa yazık pişman olmuş, geri dönmek istemiş…” Desinler ne olur? Kişi ailesini yeniden bir araya getirme imkanını kibrini kıramadığı için yapamıyor. Nefsini korumak için yalnızlığa razı.

Bir “Evlilik Okulu” eğitimimde hanımların evlilikte yaptığı hataları konuşmuştuk. Dersin sonunda “Herkes hatalarını fark etti mi?” diye sormuştum. “Evet” dediler. “İyi o zaman bu gün eve gidince kocalarınızdan bugüne kadar yaptığınız yanlış davranışlardan dolayı özür dileyin. ‘Bundan sonra sana daha iyi bir eş olmak istiyorum, bana yardım eder misin?’ deyin dedim. Hepsinin yüzü bembeyaz oldu. Mırın kırın ettiler. Belli ki söylediklerim çok zor geldi. Hanımın biri “Yemin ederim boynumu kesseniz gidip de kocamdan özür dilemem.” dedi.

Biz kadınlara kocaya saygılı davranmak niye zor geliyor? Nefsimize dokunuyor, ağır geliyor, oysa Allah(c.c)ın  emri. Yüz tane takla atıyor, bahane bulmaya çalışıyoruz. Fakat hem kendimiz mutsuz oluyoruz hem eşimizi mutsuz ediyoruz.

Erkeklerde de para, mevki makam kibri ve karısını küçümsemek, değer vermemek, yaptığı işleri önemsememek, sevgisini kesmek şeklinde  görülüyor daha çok.

Hz. Peygamber “Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlimler gürûhuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61)buyuruyor. Rabbim korusun.

“Eşim Aşkım Olsun” kitabımda “Burnuyla Bulut Çizmek” diye kibir üzerine bir hikaye yazdım. Bir de Muhammed ibni Hüseyin’in güzel bir sözünü aldım:

Az ya da çok insanın kalbine kibir girdiğinde o miktar aklından noksanlaşır.”demiş. Çok beğendim bu sözü. Gerçekten de kibir  göz göre göre kendini mutsuz etmekten başka bir şey olmadığın göre bunu en iyi aklın noksanlaşması ile açıklayabiliriz. İnsanın zekası akıllı olmasına yetmiyor. Kişi çok zeki olmasına rağmen hayatını mahvedecek pek çok hata yapıyor. O zaman kibir akıl noksanlığından başka ne ki ?

Kibir bu devrin hastalığı. Cilalı teknoloji devrindeyiz. İnternette, sosyal ortamlarda bazı insanlar hem kendi kibrini kabartıyor hem de başkalarını cilalıyor. Bu kez kişiler nefsini pohpohlayan tanımadığı insanlarla zaman geçirmekten en yakınındakini, onu gerçekten seven, zor zamanda yanında olacak kişilere; eşine, dostuna sırtını dönüyor, zaman ayırmıyor, ilgilenmiyor.

Çocuklarımızı da cilalayarak büyütüyoruz. Onlar ders çalışsınlar sınavlarda başarılı olsunlar diye bütün işlerini biz yapıyoruz. Etraflarında pervane oluyoruz. Bir de sürekli pohpohluyoruz. Sonunda ne oluyor. Bencil, ailesini bile beğenmeyen kibirli, psikoloji diliyle narsist kişiler ortaya çıkıyor.

Çocuklarımızı bencil yetiştirmemeye gayret edelim. Onlara iyiliği, yardımseverliği, fedakarlığı, mütevazılığı öğretmeye çalışalım. Paranın, malın, mülkün, mevkinin, güzelliğin, yakışıklılığın…hepsi boş.Sadece bir parıltı. Parıltı döküldüğünde kişi tüyü dökülmüş civciv gibi kalıverir ortada. Sevdiklerimizin, yakınlarımızın kıymetini bilelim. Kısacası dünya ve ahirette mutluluğun; evde muhabbetin en büyük düşmanı kibirdir.

Ödev: Yukarıda madde madde yazdığım kibirli insan davranışlarından kaç tanesi kendimizde var, onlara bakıp onlardan kurtulmak için gayret sarf edelim. Hatta en iyisi nişanlınıza ya da eşinize okutun “Bu huyların kaç tanesini ben de görüyorsun?” diye sorun. Ve onlara söylediklerini dikkate alacağınızı ve nefsinizi temize çıkarmak için kendinizi savunmayacağınızın da garantisini verin ki rahat söylesinler. Bunu “yapamam, hatalarımı duymaya dayanamam” mı diyorsunuz. O zaman durumunuz oldukça ciddi. Kibir gözünüzü kör etmiş demektir.

cocukaile.net

 

Evlilik Okulu: Kaç Şikayet Kaç Teşekkür?

“Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim suresi 7)

Bu âyet-i kerime ne büyük bir müjde ve ne büyük bir uyarıdır. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir âyet. Günümüzün en temel problemi şükürsüzlük. Kapitalist sistem içerisinde hep eksikliklere odaklanıyoruz, sahip olduklarımızı görmüyoruz. Oysa eksiğe odaklanmak şeytandandır. Cennette Allah (c.c) Hz. Adem ve Hz.Havva ‘ ya pek çok nimet vermiş fakat az bir de eksik bırakmıştı. Şeytan gitti ve onları eksik olanı almaya ikna etti. Her şey tam olsun derken sahip oldukları nimetleri de kaybettiler.

O günden bu güne şeytan aynı oyuna devam ediyor. Para, mal, mülk kalite, marka, yüksek beklentiler…Şunum da olsun bunum da olsun..Herkeste olan bende de olsun, mümkünse ben de olan da herkeste olmasın…

sukurDinin aslı şükürdür. Kur’ an-ı Kerimin ilk âyeti Fatiha hamd ile şükür ile başlar. İbadetler de bir şükürdür. Namaz ve oruç bedenin şükrü, zekat ve sadaka malın şükrüdür. Ne kadar severek ve istekle yaparsak o kadar makbuldür.

Nimete şükür ise elimizde olanın kıymetini bilmek, israf etmemek yani dilimizle ve halimizle Allah’ a şükretmek ve nimete sebep olana teşekkür etmek. Göndereni ve getireni unutmamak.

Sevgili Peygamberimiz: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmemiş olur.” buyuruyor.

Evlilik problemlerimizin temelinde de şükürsüzlük var. Eşler birbirleri pek çok şeye mecbur olarak görüyor. Evet karı kocanın mecbur olarak yaptıkları vazifeleri var fakat bu teşekkür etmemeyi ve nankörlük yapmayı gerektirmiyor.

Kadın erkeği para kazanmaya, evin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya; kendinin ve çocuklarının isteklerine yapmaya mecbur görüyor. Bunun için erkek çoğu zaman bir takdir ve teşekkür göremiyor tam aksi varsa bir eksiği onlar görülüp söyleniyor. Bu da erkeğin ailesi için harcama yapma hevesini kırıyor.

Mesela kadın; erkekten elli lira ister, erkek otuz lira verir, kadın söylenerek alır, teşekkür etmez; erkek otuz lirayı verdiğine de pişman olur. Oysa kadın eşinin verdiğini teşekkür edip alsa erkeğin ailesi için harcama yapma isteği artar.

Koca açısından bakınca aynı şekilde erkek de çoğu zaman karısının yaptıkları için ona teşekkür etmez. Erkek; yemeğini yer teşekkür etmez, çayını içer teşekkür etmez, ütülü gömleğini giyer teşekkür etmez…Fakat eksikleri hemen görür.

Mesela; erkek mavi gömleğini giymek ister; mavi gömlek ütülü değilse söylenir, sanki karısı gömleklerini hiç ütülemiyormuş gibi.

Bu kez hanım eşinin söylenmeleri karşısında incinir. Kadın yaptığı işler konusunda takdir görmeyip bir de eleştirilince ev işi yapma hevesini kaybeder.

“Olur mu öyle şey ben eşime muhakkak teşekkür ederim.” diyenler de vardır muhakkak yazıyı okurken. İşte o zaman da teşekkürün ne kadar candan yapıldığına bakılmalı. Usulen kuru kuru yapılan bir teşekkür kimseyi mutlu etmez.

Ya da iki şeye teşekkür edip beş şeyden şikayet ediliyorsa o yapılan teşekkürün bir anlamı olmaz. İyi bir teşekkür önce Yaradan’a şükredip sonra sebep olana candan, samimiyetle teşekkür etmekle olur.

Sadece dilden çıkan teşekkür kalbe ulaşmaz. Teşekkür; içinde duygu olan bir ses tonu ile güzel sözcükler ve hoş bir tebessüm  ile daha anlamlıdır.

Eksiğe, kusura odaklananlar samimi olarak takdir ve teşekkür edemez. Sanki kendilerde her şey tammış gibi karşıdaki tam olsun isterler. Sanki insanda mükemmellik mümkünmüş gibi mükemmeli ararlar. Mükemmeli göremeyince şükür ve teşekkür yapılmaz.

Eksiğe ve kusura odaklanmanın ana sebebi kişinin kendi kusurlarını görmemesidir. Kendi kusurunu gören kişi eşinin kusurlarına karşı daha anlayışlı olur. Kendi kusurunu görmeyen kişi eşinin hatalarına kafayı takar ve onu değiştirmeye çalışır; eşiyle arası bozulur. Oysa kişi kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışsa evliliği için çok daha doğru bir şey yapmış olur.

Eşin eksiğine odaklanıldığında iyi özellikleri görülmez olur, bir de ona karşı kızgınlık duymaya başlanır. Şeytan zaten kızgınlığı sever; verir ateşi verir ateşi. Yanar ve yakarsın. Sonra gelsin pişmanlıklar…

Yaradan’ın vaadi var; nimetin kıymetini bildik bildik, bilmezsek gider elden. Karşıdaki istemese de Allah onu kişinin elinden alır; ölür gider, aldatır gider, boşanır gider. Hatta bazen kıymet bilmeyen kişi kendi ister ayrılmayı. Kendini eşinden mahrum edip onu cezalandırdığını zannedenken kendi kaybettiğini fark etmez o anda. Aklı başına geldiğinde de çoğu zaman geç olur.

Eşin eksiğine kusuruna rağmen sizin için yaptıklarından dolayı samimiyetle teşekkür ederseniz, onda kusur aramazsanız evlilikte muhabbeti yakalamanız kolay olur. Şükür nasıl Rabbimizin nimetlerini artırıyorsa teşekkür ve takdir de eşin iyiliklerini artırır.

Teşekkür etmek için büyük iyilikler bekliyoruz oysa küçücük iyiliklere teşekkür etmeye kendimizi alıştırsak büyük iyilikler de peşinden gelecektir. Bereket şükürde, muhabbet teşekkürdedir.

Kadın-erkek her insanın değerli olma isteği vardır. Teşekkür de değer vermenin ve değer bilmenin göstergesidir. Siz teşekkür ederken bir bakmışsınız eşiniz o sevmediğiniz huyundan kurtulmuş.

Nefsimiz şikayete, gönlümüz şükre meyillidir.

Eşini nefsi için bencilce seven; az kusuru çok görür. Eşinin yaptığı her hatayı kendi nefsine saldırı olarak görür. Şikayeti çoktur.

Eşini gönülden, samimi seven; hataları büyütmez. Eşinin gönlünü incitmekten korkar. Teşekkürü çoktur.

Rabbim sevgilerimizi rızasına uygun gönülden sevgiler eylesin.

Ödev: Herkes nefsini bir muhasebeye çeksin. Bu güne kadar eşinize karşı suçlamanız ve şikayetiniz mi çok oldu yoksa takdir ve teşekkürünüz mü?

Sema Maraşlı

www.cocukaile.net

Aile İçi Etkileşim

Bu gün aile içerisindeki etkileşimi konuşacağız. Bir aile yapısının, iki kişi tarafından nasıl organize olduğunu konuşmaya çalışacağız.

Bir zamanlar bekârdık ve hayalimizde bir evlilik vardı. Hayalimizde bir ev hayatı, bir eş ve çocuk modeli vardı. Evlenmeden önceki bu plan ve program, evlendikten sonrasıyla çok defa bir uyum içerisinde olmayabiliyor. Çünkü siz artık tek kişi değilsiniz. Yanınızda eşiniz var ve bir ortak yaşamı uyum içerisinde sürdürmek durumundasınız. Eşinizle birlikte bazı şeyleri planlamak zorundasınız.

Önceden kararlarınızı kendiniz veriyordunuz ama şimdi kendi yaşamınıza ait olan kararları dahi siz kendiniz veremiyorsunuz. Neden? Çünkü sizin duygularınız, anneliğiniz, babalığınız üstünden ihtiyacı olan birileri daha var yanınızda. O da eş ve çocuklar.

Böyle olunca insan ikiye bölünüyor. Bir kendi yapmak istedikleri ve fakat öbür taraftan, eşiyle bir uyum süreci içerisinde ortaklaşa yapacağı şeyler.

Evlilik dediğimiz şey, zaten kişinin uyum becerisidir. Kendisini ezdirmek değil. Kendisini, bir boyun eğmişlik içerisinde mecburiyetle eşine itaate mecbur bırakma değil… Hayır, uyum sağlayabilme becerisi. Eşini duyabilme, eşiyle ortak bir yaşamı sürdürebilme becerisidir.

Ve maalesef günümüzde çocukların yetiştiriliş tarzı ve günümüzde yetiştirilen çocukların bir süre sonra kendisinin anne baba olacağı tarzı eşi duymaya, çocuğu duymaya ve ortak bir yaşam sürdürebilmeye engel oluyor çok defa. Böyle bakıldığı zaman aslında herkes bir bireysel yaşam içerisinde var olma ihtiyacı hissediyor sanki.

Eşle uyum sağlanmadığı zaman herkes kendi yoluna gider. Kadın kendi için evinde bir alan oluşturur. İşiyle gücüyle vs ile meşgul olur. Erkek, dışarda kendisinin oluşturduğu bir alan içerisinde işiyle gücüyle arkadaşlarıyla meşgul olur… Ev akşamları buluşulan bir mekâna dönüşür. Akşamları da, zaten çok defa birbiriyle derin bir muhabbete girilmediği için televizyon karşısında vakit geçirilir. Birisi orda sızar kalır, diğeri öbür tarafta sızar kalır. Çocuklar ise kendi başına bir yerlerde ha bire büyür dururlar.

Evlilik uyum sağlayabilme ruhuna sahip olmaktır.

Evlilik uyum sağlayabilme becerisine sahip olabilmek, evlilik eşi duyabilmek sanatıdır.

Bir aile içinde kendi başına yaşayan kişi evli kişi değildir, eşine acı çektiren kişidir. Evde sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak için evi dizayn etmeye çalışan kişi erkek ya da kadın olsun, fark etmez.

Evin temizliğiyle, tertibiyle, düzeniyle uğraşırken…

“Kaç kere söyledim! Ayaklarınızı basmayın şuraya!”

“Kaç kere söyledim! Şunu aldığınız yere geri koyun!”

İyi de mübarek bu evde sadece sen yaşamıyorsun ki… Ne bağırıp duruyorsun! Dar mı etmeye çalışıyorsun ailene! Evet, doğru, evin içerisinde tertip ve düzen olsun, her şey yerli yerinde olsun daha güzel olur. Ama sen şu anda şu davranışınla evi yaşanmaz hale getiriyorsun.

“Ben sana kaç kere söyledim! Çöpü buraya atacaksın!”

“Yine kaşıkları buraya koymuşsunuz! Tabi arkanızda bir hizmetçi var!”

gibi söylemler yakışıksız söylemlerdir. Evin içerisini yaşanmaz hale getiren söylemlerdir. Böyle söyleyen bir kadının, annenin, hanım efendinin yanındaki kişiler genellikle rahatsızdır. Dönün sorun şu anda… sorun… “Evet rahatsızız” cevabını veriyorlar mı acaba? Yok, eğer vermiyorlar ve senin bu bağırtı çağırtın ve bizi bu evin içerisindeki daraltmandan çok da memnunuz diyorlarsa, o zaman şöyle de bir şey düşünebilirsiniz: ‘Acaba sizden o kadar ürkmüşler ki size gerçeği söyleyemiyorlar mı acaba?’ diye de düşünebilirsiniz.

Veya… bir beyefendinin, evin içerisinde sadece kendisi yaşıyormuş gibi…

“Dışarıda para pul kazanıyorum! “

“Akşama kadar yoruluyorum! “

“Bir de geliyorum bu çocuklarla ben hala uğraşıyorum! “

“Ya gidin bir üzerimden! Şöyle bir nefes almak istiyorum! “

“Televizyonumu, maçımı seyretmek istiyorum! “

“Güzelce duşumu almak istiyorum! “

“Elbisemi sağa sola saçmak istiyorum! “

“Nerede çayım! Hala hazır değil mi?! “

“Şeker atmadın mı hala çayıma?! “

“Ne var ki yanına bir tane de şeker koysan, çerezini de koysan!

Nesin ki sen? Nesin? Nesin ki evi yaşanmaz bir vaziyete getiriyorsun? Evin içerisinde bak bir başka ruh var. Gözüne gözünü dikmiş ve senden his bekleyen bir hanımefendi var.

Bak, sana akşama kadar olan olayları anlatmak için çırpınan etrafında çocukların var.

Nedir ki bu senin donmuş, sadece yaşamı kendisi yaşar gibi, haz odaklı evine bakar bu halin ne ki?

Evlilik uyum sağlayabilme becerisidir. Evlilik eşi duyumsayabilme becerisidir.

Evlilik beyefendi olma becerisidir.

!!!Evlilik eşine hanımefendi nezaketiyle hitap edebilme becerisidir. Evlilik eşine beyefendi olarak hitap edebilme becerisidir.

Evlilik bir şenlenme mekânıdır. Günümüzün çocukları korkuyor! Anne bağıracak diye korkuyorlar. Ne kadar ayıp bir hal bir anne için.

Anne taa öbür uçtaki odadaki çocuğa bağırıyor. “Aliiii, çantanı nereye koydun! Veliii…” Bu çocuğu nasıl nezaket eğitimi içerisine alacaksın ki…

Nezaket önce sesle, ondan sonra duruşla, ondan sonra o sesin içerisine yüklediğin kelimelerin düzen içerisinde olmasıyla mümkündür.

Sen evin bir ucundan öbür ucuna eşine bağırıyorsun.

“Ya ben kötü bir şey söylemiyorum ki, sadece ismiyle hitap ediyorum.” Yapamazsın ki böyle. Bırak sen ayrı bir odadaki kişiye bağırarak seslenmeyi, arkandaki bir kişiye omzunun üzerinden dahi konuşmamalısın. Nezaket bunu gerektirir. Ya? Yüz yüze…

“Ee hocam on kere mi gideceğim!?” Evet, on kere gideceksin. Çünkü on kere gelebilmesi için çocuğun sana on kere gitmelisin.

Bir baba için utanç verici bir şey. Çocuk babasının sesinden korkuyor. Babası bağıracak diye korkuyor. Ve o kart sesiyle “Oğluumm!” diye sesleniyor ve çocuk içerde sıçrıyor.

Hay Allah! Allah sana hiç mi merhamet vermedi! Bu çocuğu sıçratıyorsun ya! Hiç mi merhamet vermedi!

Hâlbuki sen öyle bir sese sahip olmalısın ki sanki peygamber sesi işitmiş gibi çocuk, o sesin şefkatine koşmalı… “Babammm J” diye “Buyur babammm J” diye. Öyle bir şefkatli çıkması lazım ki sesinin “Babacığım J sen mi seslendin, bir ses duydum ki yavaş çıktı, acaba sen mi seslendin?” diye. “Baba bir şey mırıldandın, acaba bana mı seslendin” diye dudaklarını okuyacak bir çocuk olabilmesi için “Oğluuummm!” diye bağırtını bir kesmen lazım.

Ve böyle kaba saba, ve böylesi bir hanımefendiye hitap edilmez tarzda ve böylesi bir çocuğa hitap edilmez tarzda evin içerisinde yaşam kurguluyorsan yazık… bu aile senin ailen…

!!!Bir beyefendinin beyefendi olabilmesi, onun karşısındaki hanımefendinin hanımefendi olmasına bağlıdır.

Eğer hanımefendi “Evin içerisindeyim zaten” diyerek paspal bir vaziyette evin içerisinde dolaşıyorsa o evin içerisindeki erkek beyefendi olmaz. Sabah kalktığında kendine verdiğin değer ile güzelce giyinerek, eşiyle ilk dakikalarını karşılamıyorsa; o evin içerisindeki beyefendi gözündeki çapağıyla birlikte elini yüzünü yıkamadan, atleti pijaması bir taraftan sarkmış olarak evin içerisinde dolaşmaya başlar.

Erkeği beyefendi yapan onun karşısındaki hanımefendidir.

Hani bir çok kadın şikâyetçi oluyor. “E, başkalarına konuştuğun gibi bana niye konuşmuyorsun? Bak şu bayan telefon etti, nasıl da kırıttıra kırıttıra konuşuyorsun da bana böyle konuşmuyorsun! Bana kaba saba konuşuyorsun!” diye kaba saba konuşuluyor ya… Aslında o hanımefendi nezaket içerisine girecek olmuş olsa… Kendisini o nezaket içerisine alacak olmuş olsa… Aslında erkek onun karşısında utanacak bir vaziyette olmuş olsa… İşte o zaman bir de bakıyorsun ki erkek bir beyefendi nezaketinin içerisine girmeye başlamış.

Bir kadını da hanımefendi yapan yine erkeğin nezaketidir.

Erkeğin yine o kadına değerlice davranmasıdır.

Eğer bir erkek karısına aşağılayarak davranıyorsa….

Karnı acıktığı zaman evin içerisinde bağırıp çağırıyorsa…

Eğer bir erkek, eşine bir hanımefendi nezaketiyle davranmıyorsa, o kadından kadınlık beklemesin hiç. O kadın erkek olur. Ve bir kadın erkek olursa bu erkekle hiçbir erkek baş edemez.

Bak, kadın kartlaşmış karşında. Erkek gibi yürüyor evin içerisinde. Sana hitap edişine bir baksana. Sertleşmiş, sesi sertleşmiş. İki erkek yaşatıyorsun şu anda evin içerisinde.

O yüzden uyum sağlayabilmek, aynı zamanda kişinin nezaket içerisinde olmasıyla mümkündür. Bunu yapın… Bunu yapın… Ne var ki iki kişisiniz işte evin içerisinde… Kaçırmayın birbirinizi evin içerisinden.

Bak bağırtınla çağırtınla hırınla gürünle kaçırdın adamı evden.

Eve gelmek istemiyor.

Trafik sıkıştığı zaman memnun oluyor, başka yollardan dolaşıyor.

Bir ekmek al diyorsun gidiyor iki torba dolduruyor. Birçok alışveriş yapıp da fazla eşya alan kişilerle yapılan çalışmalarda biz görüyoruz ki aslında bir ekmek alıp gelecekken iki çanta doldurmuş, aslında markette vakit geçirmek için doldurmuş. Vakit geçirdiği şeylerle de eşine daha sevimli görünmek için eşinin bağırtısına, surat asıklığına engel olmak için doldurmuş.

Hayır… İnsan eşine cehennem hayatı yaşatır mı evin içerisinde hiç ve böylesi bir evin içerisinde de siz uyumlu huzurlu çocuk beklerseniz doğru bir beklenti olur mu!

Çocuğum dişini gıcırdatıyor, tırnağını yiyor, altını ıslatıyor…” Altını ıslatır tabi ki… siz birbirinize böyle yapıyorsunuz. O çocuğun evin içerisindeki yetişme zeminini saksısını bu vaziyete getiriyorsunuz. Kaya dibinde çiçekler yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Önce çocuğun dikileceği saksıyı zemin olarak toparlamamız lazım ki onun içerisinden gül çıksın

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş