Etiket arşivi: fakirlik

Müslüman ülkeler neden sefil durumdalar?..

Müslüman ülkeleri sefil bırakan dinmi, yoksa batı medeniyeti mi? Müslüman ülkeler İslama uygun yönetim sistemiylemi idare ediliyor da geri kaldılar. Bediüzzaman bu konuda ne diyor?

İnternet ortamında küçük bir araştırmayla Afrika ülkelerinin içinde bulundukları hazin tablodan bir kısmını aşağıda alıntıladık.

Müslümanların çoğunluğunu teşkil ettiği bu tür ülkelere baktığımızda büyük bir fakirliğin ve açlığın kol gezdiğini görmemek mümkün değil.

Peki bu fakr-u zaruret içinde geçen sefil yaşamın nedeni bazılarının her halükârda ifade ettikleri gibi “İslâm Dini” olabilir mi?

Yoksa, Müslüman Afrika ülkelerinin içine düştüğü bu sefalet tablosu yine bazılarının dediği gibi Müslümanların dünyayı boş vermişliğinden mi kaynaklanmaktadır? Veyahut yanlış yorumlanan “tevekkülvari” bir hayat anlayışından mı kaynaklanıyor? Bir başka ifadeyle sadece “ahirete” yönelik bir yaşamdan dolayı mı bu hale geldi Müslümanlar?

Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek için evvelâ Bediüzzaman hazretlerinin 17.lem’a da geçen şu sözlerine bir kulak verelim:

Âyâ (acaba), zanneder misin bu milletin fakr u hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neşet ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hind’deki Mecusî ve Berahime (Brahmanizm dinine inananlar) ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor musun ki, zaruri kuttan (az bir gıda) ziyade Müslümanların ellerinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyorlar.

Büyük Üstad’ın işaret buyurduklarını; bugün dünyanın küçüldüğü, bir köy haline geldiği şu iletişim asrında bu ülkelerin “Medeni Batılılar!” tarafından nasıl sömürüldüklerini, nasıl aldatıldıklarını, vahşice nasıl iç savaşlara sürüklendiklerini ve elindeki sermayelerin nasıl çalındıklarını rakamlarla internet sayesinde görebiliyoruz.

Beş menfi esas üzerine kurulmuş olan Avrupa Medeniyeti maalesef insanların manevi duygularını yok ederek canavar, vahşi hayvanlar seviyesine indirgemiştir. Yok ettiği manevi duyguların yerlerine sadece kendi egosunu düşünen, hissiz ve taşlaşmış duyguları ikame ettiğinden, dünya kanlı savaşlara, katliamlara sahne olmaktadır. Bu ruhu ve bu canavar duyguları taşıyan batının içinde bulunduğumuz bu asırda farklı bir maskeyle (medeniyet) hayatını devam ettirdiğini Üstad bir başka eserinde şöyle ifade ediyor:

İstersen tarihe bir nazar eyle! Zalim Neron gibilerin kılıçlarının akıttığı mazlumların kanı ile nasıl boyandığını gör!… sonra tarihe kulak ver, dinle! Engizisyon cemiyetinin tazyiki ile yükselen enin, feryat ve tel’in sadalarını işiteceksin.. Öyle ki, cemiyetin ikâ eylediği (işlediği) acip mezalimler (işkenceler,zulümler) karşısında beşyüz sene müddetince akıllar dehşet içerisinde bırakılmıştır.

Benim nazarımda o vahşi cemiyet halen de ölmüş değil, belki medeniyet suretinde tenasuh etmiş veya da medeniyet ve siyasetin hile ve tuzaklarına sarılarak zamanımıza kadar gelmiştir. ”Ecnebilerin İsev’i olmayanlara muameleleri bu davanın delilidir.

Evet, hakikaten Bediüzzaman hazretleri, bugünkü batılıların hala dünkü vahşi ve gaddarlıklarını medeniyet maskesi altında devam ettirdiklerini söylüyerek, Özellikle İslâm aleminin batı ile olan muamelelerinde dikkatli olmalarını ve maskelerine aldanmamalarını ihtar ve ikaz etmektedir.

İnternetten aşağıda alıntıladığımız rakamlar bu ülkelerin nasıl sömürüldüğü hakikatini açık-seçik bir şekilde ortaya koymaktadır.

İşte Batı’nın hümanist yüzü ve geride bıraktığı tablo;

Dünyada sıtma hastalığının bulaştığı insanların %90’ı güney sahrada yaşıyor.

Sıtmadan her gün 3000 çocuk ölüyor.( 30 saniyede 1 çocuk ölüyor.)

Afrika kıtasında 17 milyon insan AİDS’ ten yaşamını yitirdi. Toplam AİDS’li 30 milyon.

Dünyanın en fakir ülkelerinin 2/3 Afrika’da (Toplam 23 ülke)

Kıtanın %70i günde 2$’dan daha az bir parayla geçiniyor. Kıtanın nüfusu 700 milyon.

Ortalama yaşam süresi 46. (9 ülkede ise 40’tan daha az.)

% 58’i temiz içme suyuna ulaşabiliyor.

13 milyon kişi savaşlar yüzünden yerinden olmuş durumda ve 3,5 milyon mülteci var.

Dünyanın en çok işsiz genç nüfusu Afrika’da %25.

170 milyon kişi dengesiz besleniyor.

Her yıl 20.000 eğitimli insan gelişmiş ülkelere göç ediyor.

Gelişmiş ülkelerde yaşayan bir insan bir Etiyopya’lıdan 70 kat fazla tüketiyor.

Dünyanın en borçlu 38 ülkesinin 2/3 Afrika’da ve yardım için verilen her bir doların yarısı zengin ülkelere borç ödemeye gidiyor.

11 milyon insan kuraklık yüzünden hayati tehlike altında.

Afrika’da daha belki de sayacağımız onlarca sorun var.

Batı medeniyeti bu zihniyeti taşıdığı müddetçe yeryüzüne rahat ve huzur hâkim olamayacaktır.

Bunun da yegâne çaresi; Batılı ülkelerin İslâm Medeniyetinin mutluluk ilacı olan yüksek, ulvi ve kur’ani prensiplerini içeren saadet reçetesini kabullenip kullanmasından geçmektedir.

Batı dünyası er-geç bu hakikati fark edecektir.

Recai ALBAY

Kenya ve Somali’yi Anlamak!…

Bismillahirrahmanirrahim

Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve bereketuhu

Ramazanınızı ve gelecek leyle-i kadrinizi ve kurban bayramınızı şimdiden tebrik eder müstecab dualarınızı bekleriz. Son zamanlarda bizim hizmetimizin yeni bir şubesi ve Risale-i Nur’un beynelmilel intişarının vesilesi olan yurt dışı hizmetlerini biaynelyakin görmekteyiz.

Her yıl bir çok ülkelere yeni yeni açılan dershaneler ve ehli-hizmet ağabey ve kardeşlerimiz bu manayı daha iyi müşahede ediyorlar.

Bu ülkelerin sakinleri, hususan Müslümanlar, Türkiye’yi Devlet-i Hilafeti Osmaniye’nin yadigarı ve devamı biliyorlar. İşte bunların hüsnü zan ve teveccühlerini kırmamak, söz ile fiili birleştirmek zamanı gelmiştir.

Yağmursuzluk, açlık, beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu Kenya ya Somali’ye ve civar beldelere hususan ehli imana musib olmuştur. Bu manzarayı gazete ve televizyonlarda her gün görmekteyiz. Onlar sadece dua-yı kavli ve kalbi ve lisan-ı ıztırarı ile dua ediyorlar.

Fakat bizim elimizde dua-yı fiili ve hali, dua-yı bedeni ve mali imkânımız var. İslamiyet’in bir şiarı olan infak ve iane, zekat ve sadakayı başta emri İlahi ve neticesinde rızayı İlahiyi esas alarak fakat vesilesinde Risale-i Nurların dolayısı ile İslamiyet’in inkişafına ve genişlemesine sebep olabiliriz. Bir şairin

“Lütfü kahrı şey-i vahit bilmeyen çekti azap 

Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi”

dediği gibi buraları görmeyen kişide bu ihtiyacı şedideyi tam anlayamaz zannediyoruz. Yazda kışın tarifi, hiç tadılmamış bir yiyeceğin meyvenin izahı nasıl zor ise buralardaki açlık ve kıtlık dahi öyledir, gelip görmek lazım, eğer gelemiyorsak şu mübarek ramazan ayında ve gelecek kurban ayında biçare insanlara iftar vermek ve kurban kestirmek vesair zamanlarda infak, iane ve sadaka ile yardımlarına koşmak mümkün.

Alem-i hristiyan bu durumları kullanarak bir bardak su, bir parça ekmek ve bir ilaç ile insanları hristiyanlığa çevirmişler ve çeviriyorlar biz size yardım ediyoruz diye gösteriyorlar.(Ve bir verirken beş alıyorlar bazende hayatı ebediyelerini mahvediyorlar). Yani sömürü ve misyonerlik.

Hâlbuki yardım ve nafaka islamiyetin şeairidir ve emridir. Biz niçin bu vazifeyi islamiyetin inkişafına ve yayılmasına vesile etmeyelim. İşte ehli imanın imanını muhafaza ve islamiyetin dünyaya yayılma vaktidir. Müjde var fakat faaliyet lazım!.

Umumunuza binler selam eder dualarınızı bekleriz.

Kenya Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Kurt, Gövdenin İçine Girdi! Demokrasi Eşkiyaları

“Mü’minin ferasetinden korkunuz. Zira o Allah’ın nuruyla nazar eder.” demişti peygamberler zincirinin en son ve en büyük halkası (s.a.v)…

Öyle bir Nur ki, zamandan ve mekândan münezzeh; çağları aşan ve bütün zamanları bir kitabın tek bir sayfası gibi gözü önünde müşahede ve mütalaa ettiren bir nazara sahip kılar; müttaki, ihlaslı ve muhsin kullarını…

Bir tarafta yaptıkları hesap kitaplarla, çevirdikleri dolaplarla, beşeriyet âleminde yaktıkları fitne ateşleriyle insanlığı fesada veren hayvanat-ı muzırra nev’indeki birer firavuncuk olan insancıklar ve bunlara ait plan ve programları

Diğer taraftan “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere, mutlaka yollarımızı gösteririz.” buyurarak iman ve kur’an uğrunda candan ve cihandan geçen mücahitlere hakikat ve hidayet yollarını göstereceğini vaat eden büyük Allah ve bütün zamanları içine alan ezeli kader plan ve programı…

Allah’ın nuru ile nurlanmış gönüller “Bildirilirse, bilirler.”  kaidesince Cenab-ı Hakk’ın hıfz ve himayesinde ilhama mazhar olmakla, o ilahi nurun billur ışığı altında kader programının en ince çizgilerini ve en hassas noktalarını görüp sezebilme nimetine kavuşmuşlardır.

İşte Bediüzzaman böyle harikalar harikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir.

Zira o, ruhundaki Şecaat-i imaniye ile kat’i inanıyordu ki, dava ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek…

İnsanlık camiasında neşrettiği hakaik-i imaniyenin fütuhatı başlayacak…

Afakı İslam’ı saran zulmet bulutları, Kur’andan eline verilen bu meş’ale-i hidayet olan Nur Risaleleriyle dağılacak…

Ölmeye yüz tutmuş zannedilen iman ruhu yeniden canlanacak; canlara can katacak, manen ölmeye yüz tutan millet-i islamiyeyi ihya edip diriltecek…

Ve âleme efendi olan İslamiyet’in –Biiznillah- cihana efendiliğinin maddi manevi mübeşşiri, müjdecisi olacaktı.

Haşa, Cenab-ı Hak va’dinde hulfetmez; yeter ki, bu azim va’di ilahiyi icap ettirecek şartlar tahakkuk etsin.

Çünkü dünya dar-ül hikmettir. Bir şeyin vücud bulması sebeplere bağlanmıştı kader programında.

Evet, Bediüzzaman kaderden bildirilen bu müjdelerin tahakkuku için cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsi davasından dönmemiş, dağlar gibi hadiselerden dalgalarından yılmamış, şarkın yalçın dağ ve derelerinde milletini irşat etmekten ve Kur’an nuruyla nurlandırmaktan bir an dahi geri durmamıştı.

Ümitsizliğin içimizde yeniden hayat bulup dirilmesi üzerine de yılgınlık göstermeyerek asırdaşlarıyla konuşmayı terkedip; yüz sene sonra gelecek olan müstakbeldeki nesl-i ati ile yani bizlerle konuşmuştu.

“Feraset” nimetine nail olmakla birlikte Cenab-ı Hakkın hususi inayetine de mazhar olan bu zat-ı şahane, sadece bulunduğu zamandaşlarıyla alakadar olmamış, belki kıyamete kadar kader programında mevcut olan ve bildirilen çok ehemmiyetli gaybi haber ve müjdeler vermiştir, yüz sene sonraki asr-ı hazır insanlarına…

Evet, 1911’de Münazarat adlı bir eser neşreder. Şark seyahatleri esnasında sorulan sualleri ve cevaplarını içeren bu eserde, Bediüzzaman gayb aşina bir nazarla gördüğü gelecekteki bazı hadiseleri haber veriyordu.

Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını “manasız bir isim ve resim” olarak değil de, hakiki manasını izah ettikten sonra, şöyle ilginç bir soru ile karşılaşır;

“Tarif ettiğin demokratik hak ve özgürlüklerin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”

Bediüzzaman, Cumhuriyet ve Demokrasinin coğrafyamızdaki gelişim serüvenini ve önündeki engelleri tahlil ederek; Şu anda yaşadığımız hadiselere ışık tutup perde arkasında yaşanılanları anlatan şöylece bir ders verip, bizleri ihtar ederek uyarıyor:

“Demokratik hak ve özgürlüklerin ancak on kısmından bir kısmı size gelebilmiş. 

Zira sizin şu vahşet-engiz, cehalet-perver, husumet-efza olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhalarından, husumet kurtlarından biçare “demokrasi” korkar. Kolaylıkla gelmeğe cesaret edemez. 

Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.  

Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır.  

Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast gelecektir.  

Ezcümle, bâzı cezâ-i sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve gâret ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bâzı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar.

Helaket ve felaket asrının adamı, verdiği bu cevapta şu an yaşadığımız hadiselere temas eden çok ilginç noktalar vardır.

Demokrasinin Vahşet ayıları, cehalet ejderhaları ve husumet kurtları gibi çok sayıda düşmanı olduğundan bahisle, bu düşmanların demokrasinin gelişme gösterip hayatımızın bir parçası haline gelmemesi için büyük gayret gösterdiklerini de ayrıca belirtmiştir.

Bu olağanüstü gayret ise maalesef birçok cephede artarak devam etmektedir.

Özellikle şark bölgesinde yaşayan insanlar üzerinde büyük oyunlar oynanmaktadır.

Şahsi Menfaatleri icabı, Bölge insanları siyasi bir rant kapısı olarak kullanılmakta bir beis görülmemektedir.

Bu oyunların hepsinin ortak noktası, bu insanları, bu bölgeyi, bu kültürü bahane ederek demokrasinin bu ülke için lüks olduğunun her fırsatta ifade edilmesiyle; bu topraklarda yaşayan insanlarımızın, insanlık şerefine yaraşır bir hayat sürmesine, özgürce düşünüp karar vermesini engellemek çabalarıdır.

Baskı, Zulüm ve şiddetten beslenen ve varlıklarının devamiyeti buna bağlı olan bir avuç zavallı; demokratik hak ve özgürlüklerin hayatımızın her alanında yaşanır hale gelmesinden elbette rahatsız olacaklardır.

Zira Türk ve Kürt ırkçıları bu rant kapısını asla kaybetmek istemiyorlar.

Evet demokratikleşme adımları, uzunca bir süreden beridir Ankara havalisindeki yılanlardan kurtulmanın kavgasını vermektedir.

Hayatları boyunca kendi vatanlarına çakılı bir çivisi olmayan; Sürekli olarak tertip ve kaos planları yaparak ve bunları uygulayarak saltanatlarını devam ettiren bu bedbaht zındıka komitesi; yıllardır sürdürdükleri hakimiyetlerinin yıkılmaya başlamasının şaşkınlık ve bu şaşkınlığın beraberinde getirdiği hırçınlık ile ne yapacaklarını bilemez bir haldedirler.

En büyük baş düşmanımız olan cehaletin esiri olarak, hak ve hukukumuzun farkında olmadan onurlu ve hür vatandaşlar olarak insanlık şerefine yaraşır bir yaşam sürmemiz mümkün değildir.

Milletçe, Fakirlik gibi, insanları dehşete düşüren kıraçlara benzeyen dünyamızı yeşillendirmeden ve canlandırmadan medeni dünyanın onurlu ve değerli bir üyesi olarak kendimize yer bulamayız.

Düşmanlık gibi, aramıza kin ve nefret tohumları eken büyük bir manevi hastalığı tedavi edip “Bütün mü’minler, ancak kardeştir.” İlahi mesajına kulak verip muhabbet bağlarını kuvvetlendirmeden, yeryüzünde bir ailenin fertleri gibi huzurlu ve mutlu bir hayat sürdürme şansımız yoktur.

Bütün bu engelleri aşsak bile, bu sefer de karşımıza çıkacak eşkıya ile de mücadele etmek ve bunları da alt etmemiz gerekir.

Demokratik hak ve Özgürlüklerden bütün bir milletin istifade etmesini engellemek için her yolu mübah gören ve bu uğurda canlarını, mallarını ve mukaddesatlarını bile feda etmekten geri durmayan Demokrasi eşkıyaları, Bediüzzaman’ın ifadesi ile dört ana gruba ayrılmakla birlikte dört farklı cephede demokrasiyle savaş verecektir.

Bunlardan birincisi, demokrasinin cezâ-i sezâsını hazmetmeyenlerdir.

Bu, herkesin hak ettiği bir şekilde yaşaması, sahip olması gereken haklarını elde etmesi ve bu konuda herhangi bir engel ile karşılaşmamasıdır.

Bu durumun bazı kesim insanları rahatsız ettiği açıktır.

Zira bu bedbaht güruh, kendi insanlarının mallarını ceplerine indirdikleri gibi bunların akıllarını da ceplerine indirerek, bunları güdülecek bir koyun sürüsü olarak görüp, bu milletin demokratik hak ve özgürlüklerine kavuşup uyanmalarını hazmetmeyecekleri aşikârdır.

Bunu engellemek için de ellerinden gelen bütün yalan, hile, tertip ve oyunların içinde olacaklardır.

 

İkinci grup eşkıya ise, başkasının etini yemekten dişi çıkarılan hunhar ve yamyamlardır.

Bu grup insanlar, kendi kurulu düzenlerini bozmamak ve saltanatlarını kaybetmemek için, hak hukuk tanımadan nice mazlumun ahını alıp, nice ocakları ateşe vermekten geri durmamışlardır.

Tam demokrasinin yerleşmesi ile birlikte, böyle bir imkandan, rant ve sömürü düzeninden mahrum kalacak olan bu komiteler, demokrasinin önünde bir büyük engel olarak durmaya devam etmektedirler.

 

Üçüncü grup eşkıya ise, bâzı bir meşhur bektâşi gibi mânâ vererek, demokrasiyi hem yanlış  anlamakta ve hem de yanlış anlatarak engellemeye devam etmektedir.

Demokrasinin bütününe karşı olan insanların, bazı değişiklikleri onaylamaları veya bu konuda atılacak adımlara destek vermeleri beklenmemelidir.

Demokrat görünüp, esas yapıları itibariyle demokrasiye karşı olan, maddi makamlarını bazı imtiyazlar ile sürdüren insanlar ile dinde kavi ve muhakeme-i akliyede nakıs bazı insanları da bu kategori içinde değerlendirmek mümkündür.

 

Dördüncü grup eşkıya ise, bir kısım gevezelerdir ki; hiç yoktan bahaneler ile  demokrasiyi parça parça etmek istiyorlar.

Bunlar esas itibariyle herhangi bir görüşe ve düşünceye dayanarak değil, kendilerini göstermek ve dikkatleri üzerlerine çekmeye devam etmek için laf salatası yaparak ve hezeyan dolu bazı bahaneler ileri sürerek demokrasiye karşı çıkan insanlardır.

Bu bahaneler çok farklı şeyler olabilir.

Tam demokrasinin yerleşmesi ile kabiliyetsizlikleri ortaya çıkıp geri planda kalacak insanlardan tutun, demagoji ile her şeye muhalefet edip karşı çıkmayı meslek edinen bazı insanlara kadar, çok kişi bu grup içinde mütalaa edilebilir.

Esasında, bu konuda, bunlar çok fazla dikkate alınması gereken insanlar değildir.

Ankara havalisindeki yılanlar ile yolda tuzaklar kurmuş eşkıyadan kurtulmak için gayret gösteren demokrasi cananına, yol açmak ve gelişmesini tamamlamak için gayret göstermek, her vatandaşın görevi olmalıdır.

Bütün bir insanlığın geleceğini alakadar eden demokratikleşme yolunda atılan adımların, yapılan çalışmaların ve gösterilen gayretlerin her kimden ve nereden gelirse gelsin hoşamedi ile karşılayıp sahiplenmek gerekir.

Zira demokrasinin dili, dini, ırkı yoktur ve olamazda.

Artık tembellik yaparak, atılan adımları görmezden gelme gibi bir lüksümüz olmadığı gibi lakayt kalma gibi bir şansımız ve sabrımız kalmamıştır.

Belirli bir zümrenin yahut komitenin, derinden derine yıllardır sürdürdüğü baskı ve zulümlerin bedeli çok ağır bir şekilde ödenmiştir.

Dünya, büyük bir maddi ve ma’nevî buhran geçiriyor.

Dünyanın her yerinde insanlar, insanlık şerefine layık bir yaşam sürmek ve yıllardır gasp edilmiş doğuştan yaratıcımızın bizlere hediye ettiği demokratik hak ve özgürlüklere yeniden kavuşmanın canları pahasına kavgasını vermektedirler.

Ne zaman ki tahribat, zulüm ve baskılar haddini aştı, uçurum kendini gösteriyor.

Büyük felaketler güler yüzlü uyanışlar doğurur.

En büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir.

Hazreti Yusuf, mısır azizliği gibi bir saadete; ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nail olmuştur.

Pürşer beşer, türlü oyun ve kaos planlarını yapıp bunları devreye sokarak bütün bir milletin huzurunu bozmaya çalışadursun; Cenab-ı Hakkın kader plan ve programı yürürlüktedir ve “Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler istemese bile” va’dini yerine getirmeye muktedirdir.

Evet, evet.. eğer sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz.

Zîra, kâinatı nağamatiyle raksa getiren ve hakâikın esrarını ihtizaza veren mûsika-i İlâhîyye hiç durmuyor, mütemadiyen güm güm eder.

 

Hal aldatıyor… Aldanmayınız. İstikbal hesabına konuşuyor… Öyle dinleyiniz.

Zira İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

Evet ümitvar olunuz.. Şu istikbâl inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!.

İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak; ve hâkim, hakâik-ı Kur’âniye ve îmaniye olacak.

Vesselam

kuraneczanesi.com