Etiket arşivi: filistin

Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytan Gibidir

İslamiyet bütün insanlığa karşı şöyle seslenmektedir: ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan gibidir.’ Ve Kur’an insanlığa şu hakikatı tavsiye eylemektedir: ‘164. İçlerinden bir topluluk: “Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). 165. Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.’ (Kur’an, 7:164-165) İşte bu sebeple Müslüman bilim adamları olarak Gazze’de devam eden Müslüman Filistinlilerin katliamına seyirci kalamazdık.

1.    İnsanlık Ailesinin Fertleri Olarak Zulme Karşı Sesimizi Yükseltmeliyiz

Ben de İslamiyet gibi inanıyorum ki, bütün insanlık bir aile gibidir. Allah’ın kulları ve Adem’in torunları olma noktasında ortak bir zemine sahibiz. Bu sebepledir ki. Hz. Peygamber 140.000 sahabenin huzurunda şu hakikatı berrak bir şekilde açıklamıştır: Ey insanlar! Allah’ınız birdir ve ilk babanız Adem de tektir. Hepiniz Adem’den gelmektesiniz ve Adem de topraktan yaratılmıştır. Birinizin diğeri üzerinde ayrıcalığı yoktur; sadece takva yani güzel ameller yapma üstünlüğü mevzubahistir.’ Bu sebepler biz Müslümanlar, ırk, din veya renk zemininde ayrımcılık yapamayız. Kimse Müslümanların anti-semitism yaptığını da iddia edemez. Biz Siyonizm’e karşıyız ve zulme karşıyız. Gazze’deki bu trajediye olan bizim ilk tepkimiz şudur: Barış ve hoşgörü dini olan İslam, insan hayatını en kıymetli varlık olarak kabul eder; ma’sum insanlara karşı yapılan tecavüz ve hücumları büyük günahlar arasında sayar. Nitekim bahsini ettiğimiz Kur’an ayeti bunu haykırmaktadır: ‘Kim bir başka canı öldürmek veya yeryüzünde anarşi çıkarmak gibi bir suçu bulunmadan haksız yere bir cana kıyarsa, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Kim bir canının kurtuluşuna vesile olursa, bütün insanlığı ihya etmiş gibi olur. Bizim peygamberlerimiz, onlara çok açık deliller getirdiler. Ancak bütün bunlardan sonra insanlardan çoğu yine yeryüzünde aşırıya gitmiş ve zulm etmişlerdir.’ (Kur’an, 5: 32). Gerçek şu ki, Müslüman ölüme değil sadece hayata hizmet eder.

Gelin Hz. peygamber’in şu hadisi üzerinde iyice düşünelim: “Hz. Resûl (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’ın sınırlarında duran ile bu sınırları aşan insanın durumları şuna benziyor: Bir grup insan aralarında kur’a çekerek gemiye bindiler. Kur’a sonunda bir kısmı üst kata, bir kısmı da alt kata düştü. Geminin alt katında bulunanlar su almak istediklerinde üsttekilerin yanından geçerlerdi. Dediler ki: Biz payımıza düşen yerden bir delik açsak, üstümüzdekileri de rahatsız etmemiş oluruz.

Eğer üst kattakiler, alttakileri yapmak istedikleri ile başbaşa bıraksalar hep birlikte mahvolurlar. Eğer ellerinden tutup onları engelleseler hem kendileri, hem de onlar hep birden kurtulmuş olurlar.”

Ey Dünya Ailesinin Üyeleri! Siz ve biz böyle kamil insan manasına hak kazanan bir şahs-ı maneviyi temsil ediyoruz. Bizler, bir fabrikanın çarkları gibiyiz. İnsanları bir araya getirmek mecburiyetindeyiz; yoksa dünya fabrikası tamamen kapanır ve insanlık alt üst olur.

2.    Müslümanlar olarak Tarih Boyunca Yahudilere asla fena muamelede bulunmadık

Ecdadımızın “şer’-i şerif“ dediği İslâm hukukuna göre, Müslümanlarla sulh yapan ve İslâm Devleti’nin hâkimiyetini kabul eden gayr-i müslimlere “zimmî“ adı verilir. Renk, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde ve “şer’-i şerif” ne diyorsa öyle muamele yapılır.  Yahudiler de bu hükümlere tabi idi.

Bilindiği gibi, XV. asırda Avrupa’da kölelik, insanlar arasında ayırım ve nihâyet bunların neticesi olarak engizisyon mahkemelerinin zâlim kararları kırıla gidiyordu. Avrupalılar, kendi aralarında kanlı çatışmalara girdikleri gibi, Hıristiyan olmayan milletlere karşı da tam bir savaş ilan etmişlerdi. Katoliklerin Protestanlara ve Protestanların Katoliklere hayat hakkı tanımadığı Hıristiyan Avrupa’da elbette ki Yahudilere de hayat hakkı tanımayacaklar idi. Nitekim tanımadılar da.

İslâm tarihçilerinin Endülüs ve Avrupalıların da İspanya dedikleri yarım adada Endülüs Emevilerinin kurdukları İslâm Medeniyeti sayesinde tam bir hürriyet içinde ve emân altında yaşayan diğer din mensupları arasında Yahudiler de vardı. Yahudiler de zimmî sayılıyor ve İslâm Ülkesi olan Endülüs’te huzur içinde yaşıyorlardı. Ne zaman ki, Endülüs’te bulunan Müslüman devlet 1492 tarihinde yıkıldı ve yerine tamamen Roma zihniyetine hâkim Hıristiyan kuvvetler hâkim oldu; o zaman Hıristiyanlık dışındaki din mensupları büyük bir zulme maruz kalmaya başladılar. Yahudiler de bu zulümden paylarını aldılar ve hatta vatanları olan İspanya’dan sürülmeye başlandılar. Yahudi olsalar da aslında o dönemde mazlum durumuna düşen Yahudilere bir Müslüman devlet olan Osmanlı Devleti kucak açtı. Bunu yapan da II. Bâyezid idi.

Kemal Reis komutasındaki Osmanlı donanması, katliama maruz kalan Yahudi ve Müslümanları, gemilerle taşıyarak daha emin bölgelere ve özellikle de Yahudileri Osmanlı ülkesine getiriyorlardı. Çünkü Gırnata 1492 yılında düşünce, hem Müslümanlar ve hem de Yahudiler, büyük zulümlere maruz kalmışlardı.

İşte bu şer`î hükme dayanan Osmanlı Padişahlarından II. Bâyezid, 1492 senesi ilkbaharında İspanya’dan tardedilen Yahudileri, zimmet akdinin hükümlerine uymak şartıyla Osmanlı Ülkesinin belirli yerlerine ve özellikle de şu anda Yunanistan’da bulunan Selanik, Edirne, Ağriboz’a bağlı Livâdiye ve Tırhala çevresine yerleştirmişti (Akgündüz, Ottoman Legal Codes, v. III, pp. 393; v. VI, p. 637 et seq.; Taboos Collapse, I-II, Istanbul 1996-97, v. II, pp. 118- 133; Zeydan, Abdulkerim, Ahkam al-Dhimmiyyin wa’l-Musta’manin, Baghdad 1963, p. 22 et seq.)

Kim Osmanlı Devleti veya başka bir Müslüman tarafından bir Yahudi ferdinin öldürüldüğünü veya malının gasp edildiğini isbat edebilir? Tarihçiler şahittir ki, Avrupalılar 15ci asırda Yahudileri katledip sürgün ederken Osmanlı devleti onlara kucak açtığı gibi, Hitler ve ordusu Yahudilere katliam uygularken de Türkiye Cumhuriyeti Prof. Hırsch dahil nice Yahudi bilim adamlarına kucak açmıştı.

3.    Zulüm devam etmez, fakat küfür devam edebilir

Şu gerçeği unutmamalıyız ki, ‘Zulüm devam etmez, fakat küfür devam edebilir’. Hz. Peygamber şöyle talimat vermektedir: Zulüm işlemekten şiddetle sakınınız; zira zulüm haşir gününde büyük bir karanlıktır.’ (İmam Müslim). Bir hadis-i kudside ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Bu dünyada ve ahrette zalimden zulmünün intikamını ben alacağım. Ayrıca bir mazluma zulm edildiğini gördüğü ve o zulmü engellemeye muktedire olduğu halde yardım etmeyenden de intikamımı alacağım.’ (Tabarani). Fakat ‘11. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. 12. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar. ‘ (Al-Baqarah 2:11-12).  ‘Nasıl ki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i îmanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve sür’aten verilir. Ehl-i dalâletin cinâyetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, muktezâ-yı adalet olarak Âlem-i bekadaki Mahkeme-i Kübrâya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.’ (Bedıuzzaman, Lem’alar, 10. Lem’a).

Yukarıdaki hakikatlerden açıkça görülmektedir ki, İslamiyet’in ve gerçek Müslümanların zulümle asla alakası olmamalıdır. Dünya medyası tarafından meselenin tersine gösterilmesi esef vericidir. Din namına zulüm işleyenler ile hakiki Müslümanlar ayrılmalıdırlar.

Biz Müslüman bilim adamları olarak Birleşmiş Milletler, bazı Amerikan ve Avrupalı kurumların diyalog, uyum ve demokrasi gibi güzel kelimelerine güvenmiyoruz; zira bunları söylemeye devam ettikleri halde açıkça zulümler karşısındaki suskunluklarını sürdürüyorlar.

4.    Radikalizmin ve Terörizmin Gerçek Kaynakları

1. Sırplar binlerce Müslüman kadına Bosna’da tecavüz eyledi ve binlerce masumu katl etti; Kuzey İrlanda terör faaliyetleri hala Avrupa’nın hatıralarında yaşıyor; Afrika ve Güney Amerika’da terör kol geziyor; ama hala Avrupalı ve Amerikalıların dilinde ve elinde sadece İslami terör yaftası var. Filistin’de binlerce masum çocuklar ve kadınlar tanklarla ve savaş uçaklarıyla katl ediliyorlar. Amerika Irak’ta iki milyon Müslüman katletti. Bütün bunlardan sonra soruyoruz, kimdir terörün kaynakları? Kararı siz verin.

2. Maalesef şer bir öteki şerri doğuruyor. Bazan iki taraf da mevcut uluslar arası kuralları ve mukaddes değerlerin sınırlarını aşıyorlar. Bir taraf masum halkı tanklarla ve savaş uçaklarıyla öldürüyor ve diğer taraf da İslama aykırı da olsa intihar saldırıları yapıyor. Eğer bir taraf Camileri, Birleşmiş Milletler binalarını ve yardım konvoylarını bombalıyorsa, radikalizmin kaynağı kimdir? Kararı siz verin.

3. Batı ve Amerika kendine destek olması halinde diktatörleri bile destekliyor ve bunun adı demokrasi oluyor. Ama dinine bağlı Müslümanlar demokrasi yoluyla ve meşru seçim ile iktidara gelirlerse onlar terörist oluyorlar. Allah için nedir şu demokrasi? Kararı siz verin.

Biz prensip olarak Müslümanların bu tür anarşik olaylara girmesine de şiddetle karşıyız İslamiyet masum ve korumasız insanların öldürülmesine asla müsaade etmez Şayet, bu tür katliamlar, taraflı basının ve haber kaynaklarının iddia ettikleri gibi, bazı Müslüman fertlerden sadır olursa, İslam namına ve din namına bu zalim insanları suçlu ve günahkâr ilan ederiz Zulm edenlerin, din, ırk ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin mutlaka caydırıcı bir ceza ile cezalandırılması gerektiğini de önemle belirtmek isteriz

Bu hadiseler karşısında, devletler ve fertler olarak şu hakikati unutmamalıyız: Siz bir gemide veya bir evde bulunsanız, sizinle beraber dokuz masum ile beraber bir cani olsa, bu gemiyi batırmaya veya o haneyi yakmaya çalışan bir adamın ne derece zulm ettiğini tahmin edersiniz Onun zalimliğini bütün aleme işittirecek derecede bağıracaksınız Hatta, bir tek masum ve onun yanında dokuz cani de olsa, yine o gemi ve ev, hiç bir adalet kanunuyla batırılamaz ve yakılamaz Aynı şey bu hadiseler için de geçerlidir

Biz bu kanlı ve vicdansız eylemleri kınarken, benzerlerini yapmanın da daha tehlikeli olduğunu hatırlatmak istiyoruz Bütün insanları bir araya getirmeye ve Allah’dan huzur ve saadet istemeye gayret edelim.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.orf

500 Bilim Adamı İstanbul’da Nübüvveti Konuşacak

risale-i nur nubuvvet sempozyumu 2013

22-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek olan “Nübüvvet” konulu 10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna dünyanın birçok ülkesinden bilim adamları geliyor.

İtalya, Somali, Brunei, Güney Afrika, Suriye, Mısır, Irak, Cezayir, Fas, Tunus, Kırgızistan, Rusya, Burkino Faso, Uganda,  Nijer, Nijerya, Yemen, Suudi Arabistan, Ürdün, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Filistin, Malezya, ABD, Almanya, İngiltere, Avustralya, Romanya, Endonezya, Sudan, Azerbaycan, Malezya, Singapur, Filipinler, Lübnan, Moritanya, Kırım, Türkiye ve daha birçok ülkeden, 13 ü bayan 83 ü erkek toplam 96 tebliğci, 300 ün üzerinde gözlemci katılıyor. Ayrıca gözlemci olarak da 50 kadar bayan akademisyen geliyor.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından düzenlenen “Hakikat Arayışında Nübüvvetin Rolü: Risale-i Nur Perspektifi” konulu sempozyum için gelen bilim adamları Peygamberlerin insanlığın yolunu aydınlatmada üstlendikleri ilahi vazifenin önemine dikkat çektiler.

ÜRDÜN , Ehl-i Beyt Üniversitesinden Prof. Dr. Ziyad Halil Al Daghamin :

RİSALE-İ NUR NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİNİ EN GÜZEL DELİLLERLE AÇIKLIYOR

Sempozyuma Ürdünden katılan  Prof.Dr. Daghamin tebliğinde Risale-i Nur’un kâinat kitabının tarifini ele aldığını bununla birlikte kâinatın varılması gereken maksatlarından Allah’a imanı, Tevhidi, Ahiret’e imanı, nübüvvetin gerekliliğini, peygamberlere imanı ve insanın şükür’e erişmesini en güzel delillerle açıkladığını ifade etti.

Bedizzaman Said Nursi’nin nübüvvet konusuna bakışı hakkında dünyanın farklı ülkelerinde bulunan akademisyenlerin görüşleri şöyle;

PEYGAMBER SÜNNETİ BÜTÜN DERTLERE ÇARE

Nübüvvet sempozyumuna Cezayirden katılan Prof. Dr. Rabah Dafrur, tebliğinde şu görüşlere yer verdi:

“Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin Sünnetinin insanın bütün hayatının bütün yönlerini şümullü bir şekilde ele aldığını ve bütün problemlerine çözüm getirerek bütün dert ve hastalıklarına çare olduğu tasavvurundadır. O; Sünnetin desturlarının ruhi, aklı, kalbi ve sosyal bütün hastalılara en güzel ilaç olduğunu ispat eder.”

GÖRDÜĞÜMÜZ GÜZELLİKLER YARATICININ GÜZELLİĞİNİN GÖLGELERİNİN GÖLGELERİDİR

 Yıldız Teknik Üniversitesinden  Rasim Soylu etrafımızdaki güzelliklerin kemal sahibi bir yaratıcıdan geldiğini belirterek tebliğinde şunları kaydetti.

“Bediüzzaman sevdiğimiz şeylerde gördüğümüz güzellik ve mükemmelliğin, sonsuz güzellik ve kemal sahibi bir yaratıcının güzelliğinin çok perdelerden geçmiş zayıf bir gölgesi, hatta gölgenin gölgesi olduğunu söyler.”

ABD Trinity Enstitüsünden Robert Owens Scott tebliğinde Bediüzzaman’ın bakış açısından peygamberliği kalema aldı.

‘‘Said Nursi egemenlik, istismar ve şiddet sistemlerine yol açan saptırmalara peygamberliği bir siper olarak görmektedir. Said Nursi’ye göre peygamberler lider ve eğitimcilerdir. Onların rolleri insanları İlahi irade doğrultusunda bir düzene getirmektir.’’

İNSANLIĞIN NÜBÜVVETE OLAN İHTİYACI YERYÜZÜNÜN GÜNEŞE OLAN İHTİYACI GİBİDİR

Sempozyuma Hindistan Jamia Millia Islamia Üniversitesinden katılan öğretim görevlisi Prof. Dr. Iqtidar Mohammad Khan tebliğ metninde Bediüzzaman’ın diğer İslam filozofları gibi karmaşık bir dil yerine kolay ve anlaşılır bir dil kullandığını kaydetti.

Khan ayrıca tebliğ metninde Kur’an’ın temel gayelerini ele alarak şunları kaydetti.

‘‘Bediüzzaman’ın nübüvvet hakkındaki görüşleri, diğer İslam filozoflarının görüşlerine kıyasla oldukça nettir. Kur’an’ın mesajını ve nübüvveti anlatırken diğer İslam filozoflarının kullanıldığı karmaşık dilin aksine kolay anlaşılır bir dil kullanmıştır. Üstad Bediüzzaman “Kur’an’ın temel gayeleri dörttür; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet” der. Buradan da anlaşılacağı üzere nübüvvet Nursi’nin fikir ve eserlerinde önemli bir yere sahiptir. Nursi, insanlığın nübüvvete olan ihtiyacını yeryüzünün güneşe olan ihtiyacına benzetir. Çünkü peygamberler insanlığın önderleridirler.’’

BÜTÜN PEYGAMBERLER AYNI MESAJI VERMİŞTİR: YARATICI BİRDİR VE TEKDİR

ABD Virjinya İlahiyat Okulundan Nübüvvet sempozyumuna katılan Prof. Dr. David Scott tebliğ metninde şu önemli konuları ele aldı:

‘‘Allah’ın tüm peygamberlerinin insanlığa bildirdiği esas mesaj, Yaratıcının birliğidir. Bütün peygamberler aynı mesajı vermiştir: Yaratıcı birdir ve tektir. Bu mesaj hayatın özüdür. Bu, post modern insanlarla iletişime geçerken yararlanılacak en önemli husustur çünkü bu gibi insanlar hayatın manasını ararlar. Ve mana ve birlik temelde birbirleriyle bağlantılıdır.’’

 

NÜBÜVVET TARİHİN ŞAH DAMARINA HAYAT VE CANLILIK VERDİ

Mısır Zegazig Üniversitesinden tebliğ metnini sunan Usama Abul Abbas Şahvan kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren şeyin tanımını şöyle yapmaktadır.

‘‘Nübüvvet Bediüzzaman’ın fikrinde çökmek üzere olan zamanı ayakta tutan, yükselten ve ona direnç kazandıran bir güç, kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren, aydınlatan ışıltılı, parlak,  nurani canlı bir kandır.’’

ÜSTAD NURSİ AKLÎ DELİLLERLE NÜBÜVVETİ İSPAT ETTİ

10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna Suudi Arabistan Kral Halid Üniversitesi’nden katılan Prof. Dr. Ali Bin Hüseyin Musa tebliğ metninde Nübüvvetin ispatını kalema aldı.

Üstad Nursi aklî delillerle nübüvveti ispat etti. Bu konuya daha önce âlimler böyle yaklaşmamıştı. Beşeri hayatta birçok ilim vardır; tıp, astronomi gibi ve sair mevcut ilimler. İnsanın bu ilimleri öğrenmeden bilmesi çok zordur. Yani bir rehberden öğrenme olmadan mümkün değildir. Vahiy yoluyla Allah öğretti. O zaman bilim, vahiy ile olur.

Prof. Dr. Musa nübüvvetin Hz. Muhammed (s.a.v)’in yüksek ahlakı, güzel nitelikleri ve onun kişisel özellikleriyle ispat edileceğini üzerinde vurgu yaptı.

Nübüvvet sadece mucizelerden ibaret değildir. Kişisel örnekler ile nübüvvet ispat edilebilir. Yani Hz. Peygamberin yüksek ahlakı, eşsiz kişisel durumu, güzel nitelikleri, iyi davranışları, nübüvvetin doğru olduğunun delillerinden birkaç tanesidir. Üstat şöyle diyor:

“Zâtında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-yı gàliyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti, dâvâsında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.”

SEMPOZYUMA BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN HAYATTAKİ TALEBELERİ DE KATILACAK

Sempozyumun açılış oturumu 22 Eylül Pazar günü saat 10:00’da Ataköy Sinan Erdem Spor Kompleksi’nde yapılacak.

Sempozyumun oturumları ise 23 ve 24 Eylül günlerinde Yeşilköy Wow Hotel Convention Center salonlarında devam edecek.

Üç gün sürecek olan Uluslararası Sempozyum boyunca, dünyanın dört bir yanından gönderilen 400 tebliğ arasından seçilen 96 tebliğ sunulacak ve müzakere edilecek. Nübüvvet sempozyumuna Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri de katılacak.

Sempozyuma 40’ın üzerinde ülkeden gelen akademisyenler tebliğleriyle katılıyor.

www.nubuvvetsempozyumu.com

İSTANBUL İLİM VE KÜLTÜR VAKFI
Kalenderhane Mah. Cüce Çeşmesi Sok. No:6 Vefa Fatih / 34134/  İstanbul
Tel :90212 527 8181 Fax:90212 527 8080
Web site: www.iikv.org     E-mail: iikv@iikv.org

Ramazan Coşkusu Tüm Dünyada

Çin’in başşehri Pekin’de Müslümanlar, 11 ayın sultanı Ramazanda ilk iftarını dualarla açtı. İftar öncesinde Niucie Camisi’nin külliyesinde gönüllü olarak çalışan Müslümanlar hummalı bir hazırlık yaptı. Ardından bir bölümü camide imece usulü hazırlanan, bir bölümünü dışarıdan getirilen yemekler iftar sofrasında servis edildi. Ezanın okunmasıyla hurma, meyve ve şerbetlerle orucunu açan Müslümanlar namazlarını kıldıktan sonra yemeğe devam etti. İftarın ardından konuşan Niucie Camisi’nin imamlarından Ma Şemseddin, her akşam iftar için Müslümanları beklediklerini vurgulayarak, cemaatten özellikle israf hususuna dikkat etmelerini istedi. Ramazan ayı boyunca birçok etkinlikleri olduğunu belirten Ma, camide hergün iftar yapılacağını, Kuran-ı Kerim okunduğunu ve arzu edenlere ders verildiğini anlattı.
MESCİD-İ AKSA’DA HATİMLİ TERAVİH
Filistinliler, ilk teravih namazında Mescid-i Aksa’yı doldurdu. 3 imamın görev yaptığı teravih, hatimle kılındı. Eski şehrin içinden Mescid-i Aksa’nın kapılarına açılan yollar, her yıl olduğu gibi bu yıl da özel olarak ışıklandırıldı. Ramazan ayı boyunca çeşitli dernek ve vakıfların sponsorluğunda Mescid-i Aksa’nın avlusunda kurulacak iftar sofralarında, Filistin’in farklı bölgelerinden ve yurtdışından gelenler oruçlarını açabilecek.
PARİS’TE RAMAZAN ÇADIRI
Fransa’nın başşehri Paris’te kurulan iftar çadırından Müslümanlara, evsizlere ve Romanlara yemek dağıtıldı. Fransa İslami Yardımlar Kuruluşu’nun öncülüğünde ve çeşitli özel şirketlerin sponsorluğunda Saint-Denis Porte de Paris semtinde iftar çadırı kuruldu. Ramazanın ilk iftarını kurulan çadırda yapmak isteyen Müslümanlar yemek kuyruğunda iftar saatini bekledi. İftar çadırına ayrıca, evsizler ve Romanlar da yoğun ilgi gösterdi. Saint-Denis Porte de Paris’de kurulan ve Ramazan ayı boyunca açık kalacak çadırda her gün 700 kişilik yemek dağıtılacak.
KABİL’DE CAMİLERE AKIN
Afganistan’da vatandaşlar teravih namazı için camileri doldurdu. Başşehir Kabil’de bulunan Vezir Ekber Han Camisi’nde teravih öncesi imam tarafından yapılan vaazda, Ramazan ayının ve orucun önemine vurgu yapıldı. Zaman zaman sıcaklığın 40 dereceyi geçtiği ülkede halk, ortalama 17 saat oruç tutacak. Ramazan boyunca devlet dairelerinde memurlar öğlene kadar yarım gün mesai yapacak.
MADRİD’DE ELLER SEMAYA AÇILDI
İspanya’da yaşayan yaklaşık 1,6 milyon Müslüman, Ramazan ayının ilk teravih namazını kıldı. İspanya’daki Müslüman toplumu, Ramazan başlangıcı olarak Arap ülkelerindeki takvimi esas alıyor. Madrid Merkez Mescidi veya diğer adıyla Ebu Bekir Mescidi’nde toplanan ve çoğunluğu Araplardan oluşan Müslümanlar, teravih namazını kıldıktan sonra İslam dünyası için dua etti.
MOSKOVA’DA ÇADIR CAMİ
Ramazan, Rusya’nın başşehri Moskova’ya bereket ve coşkuyla geldi. Ülke genelinde 20 milyon Moskova’da ise 2 milyon Müslüman iftar ve teravih namazı için mescitleri doldurdu. İnşaatı devam eden Moskova’daki Merkez Camii’nin yanı başında kurulan çadır cami ise inananlara hizmet veriyor. Kurulan geçici çadırda ibadetlerini yerine getiren Müslümanlar, Ramazan ayında burada zaman geçirmeyi seviyor. Gönüllü kuruluşlar tarafından verilen iftar yemeği büyük ilgi görüyor. Her gün özel programların düzenlendiği camide, her namaz öncesi ve sonrası hatimler okunuyor. Haftanın farklı günlerinde farklı hocalar ilmihal dersleri ile cemaati bilgilendiriyor.
GAZZE’DE CEMAAT SOKAKLARA TAŞTI
Gazze’de bu yıl Ramazan ayı Türkiye’den bir gün sonra başladı. İlk teravih namazını Al Abiyad Camisi’nde Filistin Başbakanı İsmail Haniye kıldırdı. Namaz sonrasında, cami içerisine kurulan bir masada konuşan Haniye, “İslam ve dinimiz kimliğimizin esasıdır” dedi. Cami, namaza gelen cemaate yetmeyince dışarılara da saf tutuldu. Namaz sonrasında cami içerisindeki cemaate baklava ikram edildi.
ROMANYA’DA MISIR VE SURİYE İÇİN DUA EDİLDİ
On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif, Romanya’nın başşehri Bükreş ve soydaşların ağırlıkta bulunduğu Dobruca bölgesindeki 60’ın üzerinde camide kılınan ilk teravih namazıyla başladı. Bükreş Camii’nde kılınan ilk teravihe genç, yaşlı, çoluk, çocuk Müslümanlar akın etti. Huşu içinde ibadetlerini yerine getiren Müslümanlar, Mısır ve Suriye başta olmak üzere dünyadaki Müslüman kardeşleri için barış, huzur ve kardeşlik duası yaptı.
ABD CAMİLERİNDE İFTAR
ABD’de ise New Jersey ve New York eyaletlerindeki Türk camilerini tercih eden vatandaşlar ilk teravih namazını huşu içinde kıldı. Camiler Akşam namazından sonra gelmeye başlayan kadınlı erkekli cemaatle doldu. Ramazan ayının birlik ve beraberlik ayı olduğunu söyleyen Paterson Ulu Camii İmamı Mustafa Bağacan, insanların özellikle bu mübarek ayda ibadetlerine daha dikkat etmesi gerektiğini hatırlattı. Oruç ve teravih namazı ile ilgili cemaati bilgilendiren Bağacan, Ramazan boyunca camiide her akşam iftar vereceklerini de müjdeledi.
Yeni Asya

Hak ve adalet kantarında: “FİLİSTİN DRAMI”

Kur’ân-ı Kerim’de var olan dört ana esastan birinin de “adalet ve ibadet” olduğu bilinmektedir. Mutlak adalet ancak Cenab-ı Hakka mahsustur. Kulların adaleti izafîdir, görecelidir. Adaletsizlik de yine kulların işidir. Yani bu insanoğlundan her şer ve kötülük beklenebildiği ve görülebildiği gibi, adaletsizlik de insanlar tarafından işlenebilir ve işlenmektedir. Hz. Ebu Bekir (r.a) hilâfete seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada, güç ile hukuk ilişkisinin doğru ve âdil çerçevesini çizmiştir. Şöyle ki:

Güçsüz olanınız (haklı ise) hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim katımda güçsüzdür.“Gücün sözünü geçirdiği yerde hukuk işlemez, adalet de tesis edilmez. Gücün hukuka göre düzenlendiği yerde tek ölçü adalettir. Fatih Sultan Mehmet’in sıradan bir insan ile aynı safta muhakeme olmayı kabul etmesi, ülkede hukuk ve adaletin sözünün geçtiğini göstermeye yetmişti.Cenab-ı Hakkın adaleti iki türlü tecellî ediyor. Birisi: Hakkın hak sahiplerine tevzîidir. Herşeyi bir ölçü ve mizan içinde yerli yerine koymak şeklindedir. Yaratılan herşeye dikkatle bakıldığı zaman, her yönü ile ölçülü, dengeli ve yerli yerinde yaratıldığını görüyoruz.Allah’ın ikinci tarz adaleti ise, haksız ve zalimleri cezalandırmak sureti ile tecellî ediyor. Bunun en açık misali, geçmiş kavimlerin inkâr ve azgınlıklarına karşılık, topluca helâk edilmeleri ve birtakım günah ve kusurlara karşı dünyada musibet ve belâlara maruz kalmamız örnek olarak verilebilir. Ama yine de dünyadaki bu cezalar, suçun tam karşılığı olmadığı için, ahirette cehennem ile tamamlanacak. Yani, ikinci tarz adalet, bu dünyada tam tecellî etmiyor. Sebebi ise, ahirete havale edilmesidir. Bu da ahiretin varlığının delillerinden biri oluyor. Bugünkü İsrail devletinin, elinde bulundurduğu maddî ve siyasî gücü, teknolojiyi kendisine hasım gördüğü güçsüz ve masumları imha yolunda kullanması, yanına kâr kalmayacak, hem dünyada ve hem de ahirette akibeti vahim olacaktır.

Sırası gelmişken, 18 Kasım 2007’de İstanbul’da yapılan Bediüzzaman ve Adalet Sempozyumundan, bugünkü Filistin dramına da ışık tutacak bazı pasajlar aktarayım, müsaadenizle:

Kuvvetli, zayıfın hürriyetini ve vatanını elinden almış, geçerli söz kuvvetlinin sözü haline gelmiştir. Önderlik ve yönetim kuvvetlilerdedir; dahası uluslararası örgütler ve Güvenlik Konseyi de kuvvetlilerin elinde bulunmaktadır. Kuvvetli olan dilediği şekilde tasarruf hakkına sahip iken, zayıf bunlardan mahrum, hatta haritadan silinmekle karşı karşıya kalmaktadır.

İslâm düşünürü Bediüzzaman’ın, din ile dünyayı, siyasetle tasavvufu, ruh ile bedeni, madde ile mânâyı kardeş yaptığını görüyoruz. Dinin gerçeği de bu değil mi? Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, adalet ancak dengeyi korumakla gerçekleşebilir. Tüm yönleriyle denge unsurunun muhafaza edilmesiyle ancak tam adalet yerini bulabilir.“(Dr. Muhammed İyaz Niyazi, Kabul Üniversitesi, Afganistan)

Kişi hak ve hürriyetlerine son derece önem veren Said Nursî’nin adalet anlayışı modern hukuk anlayışının çok fevkindedir. Ona göre bir suçsuz insanın canı tüm insanlık uğruna bile olsa heder edilemez. Bir kişinin hakkıyla tüm insanlığın hakkı arasında hiçbir fark yoktur. Nursî, ‘Masum bir kişiyi öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir’ hükmünü kendisine şiar edinmiş ve adalet-i mahzanın yeryüzünde hakim olması için bütün bir ömrünü bu yolda harcamıştır. (Doç. Dr. Mehmet Faik Yılmaz, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van)

Millete efendilik yapmak zulüm, hizmet etmek, hak ve adalettir. Gerçekten ‘Milletin efendisi, onlara hizmet edendir’ hadisinin sırrıyla, Kur’ân âleme gelmiş ki, istibdat, zulüm ve tahakkümü mahvetsin. (Yrd. Doç.Dr. Abdulkadir Etöz, Selçuk Üniversitesi)

Said Nursî’nin, Van dönemi sırasında yazdığı eserlerde, yöre halkının manevî mirasını ilmî ölçülere göre değerlendirdiği ve doğu bölgelerinin tarihî ve medenî geleneklerini dikkate alarak, İslâm esasları temelinde insanın manevî iyileşmesini, fikir ve düşüncelerin temizliğini ve çeşitli dinlere inanan insanların ortak bir hedef etrafında manevî olarak birleşmelerini amaçlayan yeni bir yol önermek isteği görülmektedir. Dinsizlik, insanlar arası ilişkileri yok eder.” ( Prof. Dmitri D. VASİLYEV, Rus Bilimler Akademisi Tarih Bölümü Başkanı, MOSKOVA)

İnsanlık âlemini bugün içine düştüğü adaletsizlik, nezafetsizlik ve şükürsüzlükten kurtarmak için, semavî din mensupları; insanları yaratılış ve fıtratları gereği olan ibadet ve şükre sevk etmek suretiyle; hem insanın kendisini, hem de toplumu huzur ve sükûna kavuşturmuş olacaklardır. Böylece âlem-i İslâm ve bütün dünyada, insanlığın irşadı için asrımızın Kur’ân tefsiri Risale-i Nur eserlerini kendilerine rehber edip, onları gelecek nesillere okullarda okutmaları lâzımdır. Risale-i Nur, Allah’ı isim, fiil ve sıfatlarıyla bize tanıtarak, marifetullah ve muhabbetullah dersleriyle büyük bir ruhanî lezzet veriyor; insanı kendisine ve topluma verebileceği zararlardan kurtarıyor. Rabbimiz, nasıl bugünkü insanlık âlemine rahmetiyle bahşettiği medeniyet harikalarıyla, madde âleminde yolları kısaltmış; mâneviyat âleminde de, kaynağı sadece Kur’ân-ı Azimüşşan ve hadis-i şerifler olan Risale-i Nur’u bahşederek en kısa yolu göstermiştir.”(Prof. Dr. Şahin Akkaya, Sütçü İmam Üniversitesi)

Risale-i Nur’dan şu neticeye varabiliriz: Allah’ın yoktan var ettiği fıtri kanunlar, evrensel bir özellik taşır, tek bir millete ve tek bir ülkeye münhasır kalmaz. Aksine fıtrî olduğu için bütün dünyayı ilgilendirir. Aynı zamanda o kanun bütün milletler için zaruridir. Çünkü fıtrat ve adaletin kaynağıdır. Adalet ise Allah’ın kainatta cereyan eden ilâhî sünnetlerinden ve kâinatın değirmeni etrafında dönen kapsamlı, Rabbanî, temel yasalarından birisidir. Bu adaletin ibda’ edicisi ve yaratıcısı olan Allah’tan herhangi bir şekilde gaflet; nefsi fir’avuniyete götürür.” (Mevlay Prof. Dr. Ibrahim al-Kadiri Boutchich, İsmail Ünivertesi, FAS)

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, adalet-i ilâhiyenin Rabbanî özelliklerine işaret etmeye çok özen göstermiştir. Yaratılış âleminde var olan tecellîlerini de ortaya koyarak dünyada bu esas üzerine bina edilen davranışlarla ilgili mânâları ve ahirete terettüp eden neticeleri izah etmiştir. O bunları meşiet-i ilâhiye konusunda vurgulamaktadır. Çünkü adaletiyle gökleri ve yeri var eden bir Zatın mükâfat ve cezası olması lâzım gelir. Bu mükâfat ve ceza cennet ve cehennemi iktiza eder. Bu da adalet-i ilâhiyenin mükemmel ve tam olmasından ileri gelir. Cezâ ve mükâfât ise, Allah’ın hikmet ve ölçüyle kurduğu eksiksiz, noksansız kâinatın kanunlarıyla da uyum sağlar. İşte buna Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri‚ ‘Adalet-i Mutlaka‘ adını vermektedir. “( Dr. Abdulhadi Dehhani, Cedide Üniversitesi, FAS)

İmam Nursî, ‘Cemaat için ferdin feda edilmesi’nin, tek bir insanın mizacından doğan ve onunla kaim olan bir düstur değil, adalet-i izafiyeyi takip edenler arasında sabit bir kanun ve uygulama olduğunu tesbit etmiştir. Nursî burada bu zulmün tehlikesine dikkat çekmiş ve asıl vacip olanın hastalığın aslını ortadan kaldırmak olduğuna işaret etmiştir. Bu zalim tavırda, fertler yönetim organı veya hakim güç odakları tarafından ihtiyaç halinde kullanılan birer araç seviyesine indirilmektedir; ne zaman ki bir araç seviyesine indirilen söz konusu ‘fert’ ile hedeflenen gayeye ulaşılmışsa, artık bir başkası ile değiştirmenin zamanı gelmiş demektir. Dolayısıyla fert feda edilecektir, ama o zalim kanun her halükârda bakidir.

“Nursî’ye göre, bu adaletsiz kanunda, suçun bilfiil ispatı değil, töhmet ve suçlama esas alınır. Ferdin, sözde cemiyetin maslahatı hesabına feda edilmesi, bir delil, ya da haricî bir işarete değil, sadece zarar verme vehmi (kuruntusu) üzerine bina edilmektedir.” ( Prof. Dr. Muhammed Abdunnebi, Cezayir Üniversitesi)

Bu tesbitleri yapan Prof. Abdunnebi, Üstadın gurbette, insanlardan ve büyük şehirlerden uzak bir şekilde yaşarken, radyo dinlemediği ve gazete okumadığı halde, hayatı ve hadiseleri çok iyi okuduğunu ve değerlendirdiğini de sözlerine eklemektedir.

Mikail Yaprak
Kaynak: Euro Nur

Üstad, Filistin ve İsrail Hakkında Ne Derdi Acaba?

Üstad’ın Şualar adlı eserinde geçen aşağıdaki mektupta ifade ettiği şu cümlelere bakalım:

“Aziz Nur kumandanı ve Kur’ân’ın hâdimi kardeşim Refet Bey,”

“Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.”(1)

Üstad, İsrail devletinin devamının gerekçesini dini ve milli hislerden beslenmesi olarak  gösteriyor. İslam aleminin çaresizliği ise, iman zaafından ve İslam’a kafi derece sarılamamanın bir neticesidir. İslam alemi samimi bir şekilde ittifak kurabilse, İsrail’in o bölgede barınması mümkün olamazdı.

Bizim ferdi olarak yapabileceklerimiz, maalesef sınırlıdır. Müslüman Filistinli kardeşlerimize dua ve mali yardımdan başka elimizden bir şey gelmiyor.

Ama şurası muhakkak ki, her şey inceldiği yerden, zulüm ise kalınlaştığı yerden kopar. İsrail haddini aşıp zulümde çok kalınlaşıyor.

(1) bk. Şualar, On Dördüncü Şua, Muhtelif Mektuplar

Kaynak: Sorularla Risale-i Nur