Etiket arşivi: Fransa Katliamı ve İslam

Fransa’nın Hiç mi suçu yok

Geçen günlerde Paris’te yaşanan terör saldırıları Fransa ve onun sözüm ona dünyaya örnek olan özgürlükçü,hümanist ! medeniyet anlayışına dikkatleri yöneltti.Cezayir’deki-Fransız-Vahşeti

Gerçekten öylemidir ? Tabiî ki hayır.Aslında özelde Fransa genelde Avrupa medeniyeti.Milli şairimiz AKİF’in dediği gibi ”Tek dişi kalmış canavardır ”

Niçin canavardır.Çünkü başkasını sömürerek ayakta durmaktadır.Mesela Fransa Kuzey Afrika’da 1961 yılında Cezayir bağımsızlık mücadelesinde 1 milyon Müslüman’ı katletmiştir.Yakın zamana kadar Cezayir’i rahat bırakmamıştır.

Cezayir’de 26 Aralık 1991’de gerçekleştirilen genel seçimlerin birinci turunda oyların resmi kaynaklara göre % 55’ini, İslami Selamet Cephesi (FIS) kaynaklarına göre ise % 80’ini İslami Selâmet Cephesi almıştı. Ancak bütün kaynaklara göre söz konusu cephe, seçimlerde ezici bir çoğunluğun desteğini kazanmış ve iktidarı garantilemişti. Ne var ki, İslâmi Selamet Cephesi’nin bu başarısından endişelenen Fransa’nın da tahrikleri ile Cezayir ordusu, 16 Ocak 1992 tarihinde yani seçimlerin ikinci turunun yapılacağı tarihe beş gün kala gerçekleştirdiği darbe ile yönetime el koyarak seçimlerin ikinci turunu iptal etti ve genel başkan Prof. Abbasi Medeni başta olmak üzere FIS ileri gelenlerinin çoğunu tutuklattı. Cunta yönetimi daha önce mahalli seçimleri kazanarak işbaşına gelen İslami Kurtuluş Cephesi’ne mensup belediye başkanlarını ve belediye meclisi üyelerini de görevden aldıktan sonra pek çoğunu tutuklattı. İlk tutuklama kampanyasında tutuklanan FIS mensuplarının sayısı altı bini aştı. Bunların pek çoğu 45 derece sıcaklık altındaki toplama kamplarına gönderildi. Sonraki dönemlerde ortaya çıkan bazı olaylar ve birtakım provokasyonlar vesilesiyle de çok sayıda FIS mensubu tutuklandı. Cunta Mart ayında da, FIS’ı tamamen kapattığını açıkladı.

General Halid Nezzar’ın başkanlığındaki askeri cunta Yüksek Devlet Konseyi adıyla bir konsey oluşturdu. Bu konseyin başkanlığına da 29 yıldan beri Fas’ta sürgün hayatı yaşamakta olan Muhammed Budiyaf’ı getirdi.

Cunta yönetimi önce FIS ileri gelenlerinden 13 kişi hakkında idam istedi. Ancak birkaç ertelemeden sonra Temmuz ayı ortalarında gerçekleştirilen duruşmada askeri mahkeme FIS genel başkanı Abbasi Medeni ile yardımcısı Ali Belhac’ı 12’şer yıl, diğer FIS liderlerini de 4 ile 6 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırdı.

Fransa’nın Cezayir’e müdahalesi ile ilgili aktardığımız anekdotun dışında asıl can alıcı bilgilere geliyoruz. Belki “medeniyetin beşiği” Fransa’ya artık farklı bir gözle bakarsınız

Önce Eski Fransa Başkanı ‪Chirac’ın 2008’deki bir konuşmasıyla başlayalım. Şöyle demiş: “‪Afrika olmasaydı, Fransa 3.dünya ülkesi olurdu” . Bu konuşmanın nedeni Fransa’nın Afrika’daki eski sömürgelerine bağımsızlıklarını(!) verirken imzalattığı 11 maddelik koloni yasaları Fransa, eski sömürgesi olan 14 Afrika ülkesinden koloni vergisi adıyla hala (evet hala) yüklü miktarda vergi alıyor.

Bu 14 Afrika ülkesinden Fransa’nın kasasına yılda yaklaşık 500 milyar dolar para giriyor. Sadece bununla sınırlı değil, çok daha fazlası var. 14 ülke, yurtdışındaki paralarının %85’ini Fransa Merkez Bankası’na yatırmak zorunda. Yıl içinde ihtiyaç duyarsa %15’ini ancak alabilirler. Daha fazlasına ihtiyaç varsa, %65’e kadar olanını Fransız Merkez Bankası’nın faiziyle ancak alabiliyor (kendi parası için faiz ödüyor)

Koloni yasaları gereği ülkede çıkan madenleri ilk olarak Fransa’ya sormak zorundalar. Fransa istemezse başka ülkeler alabilirler. Ülkedeki tüm ticari ve askeri alımlarda, ihalelerde Fransız firmaları öncelikli olmak zorunda (yasa gereği zorunlu) . Bunları kabul etmeyen devlet başkanları ya öldürüldü ya da darbeyle uzaklaştırıldı. Afrika’daki darbelerin %61’i bu 14 ülkede oldu.

Chirac ne demişti tekrar hatırlayalım:”Afrika olmasaydı, Fransa 3.dünya ülkesi olurdu” …
Fransa’nın önceden sömürgesi olan Benin, Burkina Faso, Gine, Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Senegal, Togo, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo, Ekvator Ginesi ve Gabon, Fransa’ya hala sömürge vergisi ödeyen ülkeler. (1)

Evet aktardığımız bilgilerde görüldüğü gibi Fransa anlatıldığı gibi “medeniyetin beşiği” değil sömürgeciliğin, hırsızlığın ve haksızlığın başıdır.Şimdi ki parlak medeniyetleri başkalarının gözyaşları üzerinde kurulmuş medeniyettir.

Kaynakça:
(1): siliconafrica sitesi

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Gündemle İlgili Önemli Mesajlar

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Gazeteci Ahmed Arpat’ın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Fransa’nın Paris kentinde yaşanan olaylara, İslam dünyasında yaşanan gelişmelere, son yıllardan yükselen İslamofobik eylemlere dair görüşlerini açıkladı.  

Başkan Görmez,  insanlığın, dünyayı bir bütün olarak değerlendirerek, acılara, ızdıraplara, katliamlara, vahşetlere karşı birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde yaklaşması gerektiğini söyledi. Bütün insanların, birlikte yaşama ahlakının kriterlerini belirlemesi gerektiğine işaret eden Başkan Görmez, “Bizim bugün bütün dünyada, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, gayr-i Müslim, hangi inanca mensup olursa olsun, yeryüzünde barışı arzu eden bütün insanların, bir araya gelerek, birlikte yaşama ahlakı nasıl olmalıdır, bunun kriterlerini nasıl koyalım, bunun hukukunu yeniden nasıl inşa edelim, bunu konuşmamız gerekiyor.” diye konuştu.

Başkan Görmez’in verdiği mesajlardan öne çıkan başlıklar…

“Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan hadiseleri büyük bir ızdırapla izliyoruz…”

“Din hizmetini yürüten ve bütün dünyada bilinen bir kurumun başkanı olarak, bir mümin ve Müslüman olarak, bir insan olarak, son yıllarda, gerek coğrafyamızda, gerek bunun yansıması olarak başka dünyalarda meydana gelen hadiseleri, büyük bir ızdırapla izliyorum. Üstelik aynı gün, belki hiç konuşmadık, hiç kimse konuşmadı ve konuşmayacak ama, aynı gün Irak’ta bir fabrikadaki patlamada otuz beş kişi hayatını kaybetti. Nijerya’da dört yüz kişi, Yemen’de yirmi altı kişi öldü aynı gün. Yani sadece Fransa’da, bir dergide 12 kişi ölmedi. Bu coğrafyada, coğrafya acı çekiyor.

“Olaylarda dini simgelerin kullanılması, İslam dinini ve Müslümanları mağdur haline getiriyor…”

Izdırabımızı artıran, bunların bir kısmının dini simgelerle süslenmesi, Hz. Peygamberi savunma adına, intikam alma adına yapılması çok daha üzücü. Neden? Çünkü dini simgelerin bu tür olaylarda kullanılıyor olmasının, bizi endişelere sevk eden bir boyutu var. Bu, İslam dinini bütün bu olayların mağduru haline getiriyor. Avrupa’da yaşayan 30 milyon Müslümanın güvenliği tehlikeye giriyor. Birlikte yaşama kültürü yok oluyor. İnsanların birbirlerine komşu olması, komşuların birbirinin yüzüne bakması zorlaşıyor.

“Yeryüzünde zulmü, haksızlığı, ilahî rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı harekete geçirerek ortadan kaldırabiliriz…”

Yeryüzünden zulmü, haksızlığı nasıl ortadan kaldırırız? İlahi rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı, şefkat ve merhameti harekete geçirerek, Yaratıcının insana kazandırmak istediği onuru dile getirerek bunu düzeltebiliriz. Ama eylemleri gerçekleştirenler, bu imkanı elimizden alıyor. En azından bilmeyen insanların elinden bunu alıyor ve böylece dine müracaat ederek bunları düzeltme imkânımızı da ortadan kaldırıyor.

“Biz yeryüzünü ifsat etmeye değil; imar etmeye, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik…”

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz sizi topraktan yarattık ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedik” buyuruyor. Biz yeryüzünü ifsat etmeye gelmedik. Biz yeryüzünü imar etmeye geldik. Biz yeryüzünde, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik. Ama bütün bu hadiseler, yeryüzünü ifsat eden hareketler din adına yapıldığı için, elbette, hem inanan bir insan olarak, Müslümanların mesuliyetini yüklenen bir kurumunda çalışan insan olarak, gerçekten, büyük bir teessürle, büyük bir üzüntüyle, ızdırapla izlediğimi ifade etmek isterim.”

“Dini simgelerin insanları katledenlerin dilinde bir slogana dönüşmesini kabul etmek mümkün değildir…”

İslam’ın kabul etmediği, Kur’an’ın her kelimesinin reddettiği, Hz. Peygamberin hayatı boyunca mücadele ettiği bir kötülüğü yaparken, masum insanları katlederken yahut mabedin içerisinde canlı bomba olarak kendisini patlatırken dahi, Allah’ın, Peygamberin adını kullanmak, tekbirler getirmek son zamanlarda çok yaygınlaştı. Bu aslında modern zamanlarda ortaya çıkan, nevzuhur bir şey. Tekbir mesela. Tekbir, bir Müslüman için o kadar önemli bir ifadeki, Müslümanların dünyaya gelen her çocuğun kulağına fısıldadığımız ilk kelimedir. Çünkü çocuğun kulağına ezan okuruz. Günde beş defa, insanları Allah’a bu kelimelerle davet ederiz. Biz insanları ahirete yolcu ederken, tekbir getiririz. Bayram namazları, tekbirlerle süslüdür. Itrî’nin bestelediği tekbir, insanları katleden insanların dilinde bir slogana dönüştüğü zaman, gerçekten bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü gün, yüzlerce insan bombalarla katledildi”

Son yüzyılda, Dünyamızın pek çok yerinde, büyük yaralar açıldı ve o yaralardan kan akmaya devam ediyor. Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, kan durmuş olsa bile, yüreklerde, zihinlerde, kalplerde o acılar devam ediyor. Afrika’da, Ortadoğu’da,  Filistin’de, Şam’da, Bağdat’ta yaralar açıldı. Dünyayı bir insanın bedenine benzetecek olursak, bu bedenin farklı yerlerinden, yaralar açıldı ve kan akıyor. Üzülerek belirteyim, dünyanın bazı bölgelerinde insanlar, umursamaz bir tavırla, “Bana ne!” dedi. Bu hadisenin yaşandığı gün, dünyada olup bitenleri toplayıp masaya koyduğunuz zaman, bu tablo ortaya çıkıyor zaten. Coğrafyaların, toplumların birbirine empati yapmadığı ortaya çıkıyor. Aynı gün, yüzlerce insan bombalarla katlediliyor, ölüyor, öldürülüyor; ama bütün dünya iki gündür Paris’teki cinayetleri işliyor. Elbette, bu tür hadiseleri kınarken, ama ve fakat kelimelerini kullanmamak lazım. Ama ve fakat kelimelerini kullanmadan, herhangi bir insanın böyle bir yere girip insanları katletmesinin herhangi bir dinde izahı yoktur. Allah hiç kimseye böyle bir yetki vermemiştir. Hiç kimse yaratıcı adına, Peygamber adına böyle bir şey yapamaz. Bunu yapanlar, aslında İslam dinine saldırmıştır. Çünkü zihinlerde, kalplerde İslam’a olan sempatiyi yok ediyor. Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Peygamber adına intikam aldıklarını düşünenler bilsinler ki, en büyük haksızlığı, en büyük hakareti Peygambere yapmışlardır.

“İslamofobi endüstrisinin sahiplerince, İslam korkusu sürekli üretiliyor…”

“Kim yaptı” diye kimse aramasın. Çünkü İslamofobi endüstrisi tarafından bir korku üretiliyor ve pazarlanıyor dünyamızda. Bu endüstrinin sahipleri, böyle bir eylem yapıldığı zaman, elbette o korkuyu artırmak için İslam’ı adres olarak gösterecekler. Güpegündüz, Paris’in göbeğinde, filmlerle bile çekilmesi zor olan bir sahneyi, bütün dünyaya yaşatarak tekbir getirtecekler, yahut Peygamberin intikamını aldığını söyletecekler, sonra da Müslüman beldelerden geldiklerini gösterecekler. Bilhassa, sadece Fransa için, Batı dünyasında, üzerinde durulması önemli bir konu olduğu için söylüyorum. Sömürgelerinden Batı’ya göçen gençler, kadim acılarıyla beraber döndüler. Buralarda yüksek bir eğitimle, eşit insan haklarıyla, toplumsal ve kültürel hayata da eşit katılımla karşı karşıya kalmadılar. Dolayısıyla pek çok yerde meydana gelen hadiselerin temel sebeplerden birisinin bu olduğunu unutmamak lazım.

“Din, doğru anlaşıldığı ve Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir…”

Din, doğru anlaşıldığı zaman Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir. Ama yanlış anlaşılırsa, insanlar onu istismar ederse ki tarih boyunca nice insanlar, hegemonyalarını insanlar üzerinde kurmak, ticaretlerini geliştirmek için dini metinleri kullandılar; Peygamber adına sözler uydurdular; Allah’ın ayetlerin tahrif ettiler. Dolayısıyla bu sadece oradaki iki kardeşin, bu katliamı meydana getirirken başvurduğu bir yöntem değil. Bugün üzülerek belirteyim, bütün dünyada, İslam dünyasında, başka dünyalarda, son üç ilahi dinin mensupları arasında, karşılaştığımız en acı tablolardan bir tanesidir.

“Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor”

Dolayısıyla dini istismar ederek, din ile yanlış ilişki kurarak, dini yanlış yorumlayarak, dini tahrif ederek, kutsal kavramların içini boşaltarak, dinimizin temel kavramları rehin alınıyor. Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor, tekbir bizden çalınıyor. Vatanımızı, varlığımızı, özgürlüğümüzü, dinimizi, mukaddesâtımızı savunmak için tasvip edilen şahadet kavramı bizden çalınıyor. Medine müdafaasında, Bedir’de can verenlerin mertebesi, Çanakkale savaşında vatan savunması, iman savunması yaparken, can verenlerin mertebesi, bizden çalınıyor. Ne oluyor? Katliam yapanların, katledenlerin, katillerin bir argümanı, meşrulaştırıcı bir davranışına dönüşüyor. İslam dininde bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Avrupa’daki beş bin camide,  Cuma hutbelerinde sağduyu çağrısı yapıldı…”

Avrupa’daki beş bine yakın camide Cuma günü bütün insanlara sağduyu çağrısı yaptık. Avrupa’da okunan bütün hutbelerde, ilk cümle şöyleydi: “Dün yaşanan hadiseden başta Fransa halkı olmak üzere bütün insanlık ailesinin acılarını paylaşıyoruz.” Basın toplantısında yaptığım açıklama, aynı zamanda 5 bin camide okundu. Ülkemizde Cuma hutbesinde, tekbirin ne manaya geldiğini, ezanın ne ifade ettiğini, Allah-u Ekber’in bir mümin için ne yüce bir ifade olduğunu, Müslüman toplumların, kendi özgürlüklerini ifade etmek için, semaya doğru şahadetlerini ifade edildiği tekbir olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tepkilerde ölçü ne olmalı?

İslam’ın değerlerine tahkir, aşağılama ve benzeri yaklaşımlar Hollanda’da, Danimarka’da, başka ülkelerde tekrarlandı. İslam dünyasından bir kısmı olumsuz olmak üzere tepkiler verildi. O zaman hemen, Batı dünyasında insanların bunu dikkate alarak, “İslam’a veya İslam Peygamberine bir dil uzattığımızda, aşağıladığımızda, demek ki bu Müslümanları rencide ediyor. Biz o halde bundan uzak duralım” demeliydiler. Ama buna rağmen, buna karşılık yapılacak şey asla, karikatür krizlerine verdiğimiz tepki gibi olmamalı, asla bu mizah dergisinin de meydana gelen katliam gibi olmamalı. Nasıl olmalı? Peygamberi bir hikmetle cevap vermeliyiz.  Mesela, karikatür krizlerinden sonra, nice ülkelerde Hz. Peygamberi başka dillerde insanlara anlatmak için çok daha fazla kitaplar yazıldı, müstakil Hz. Peygamber kütüphaneleri kuruldu. Böyle bir karşılık vermenin, peygamberi tavra çok daha uygun olduğu kanaatindeyim.

“Birlikte yaşama hakkı, hukuku ve ahlakını tesis etmek için çalışmalıyız…”

Dünyayı bir bütün olarak görerek, bütün dünyada meydana gelen acıları birlikte paylaşarak bu konulara tepki verelim. Sadece Paris’e, Yemen’e, Nijerya’ya değil, dünyanın neresinde olursa olsun, insana yönelik bir şiddet, vahşet ve katliam yaşandığı zaman, aynı tepkileri vererek, bunu dünyamızdan ortadan kaldırmaya ve barışı ve kardeşliği, adaleti, hakkı yeniden inşa etmek için, birlikte yaşama ahlakı ve hukukunu inşa etmek için kafa yormalıyız diye düşünüyorum.

diyanet.gov.tr