Etiket arşivi: genç

Öyle Bir Genç Ki..

Gençlik; yarınların umudu, geleceğin sermayesi, yaşlıların hayat kalitesi ve mutluluğunun niteliğine bağlı olduğu insan kategorisidir. Eğer nitelikli bir gençlik yetiştirirseniz, geleceğiniz parlak olur. Bu münasebetle hayal ettiğim gençliği tanıtmak istedim.

Öyle bir genç ki;

Kendini sever, çevresini sever, kâinatı sever. Bu sevginin kaynağını itikadından alır. Bu sevgi ile yüce Yaratan’ın rızasına kavuşmaya çalışır. Dolayısıyla her geçen gün daha da olgunlaşır, ruhu yücelir, yüce Yaratan’ın katında değeri artar, Cennetül firdevse varis olur.

Öyle bir genç ki;

Çevresiyle barışık, nitelikli, eğitimli, sağlıklı ve edepli. Etrafına güven veriyor, o tatlı tebessümüyle. Vakarlı duruşu, seviyeli yorumları, yerinde ve anlamlı konuşmaları, kalemi kılıçtan üstün tutan ancak, gerektiğinde zalime, zorbaya dur diyebilen bir genç.

Diyarbakır’ın bir sözü var;

“Baktın ki bela geliyor de dur!

Baktın ki eve giriyor o zaman vur”

Öyle bir genç ki;

Doğru konuşan, doğru yaşayan, doğruyu müdafaa eden “Kurtuluş Doğruluktadır” şiarını benimseyen, kendisi adil davrandığı gibi, adaleti savunan, yanlışa göz yummayan, zulme karşı hassas olup, Bil fiil müdahale eden, Sözle müdafaa eden, en azından kalben buğz edebilen bir delikanlı. Hakkı dile getirmekten çekinmeyen bir beyefendi.

Öyle bir genç ki;

Dünya ve ahret dengesini elinden geldiği kadar sağlamaya çalışıyor, dünyaya çalışırken; sadaka verecek duruma geleyim, Kard-ı hesen verebileyim, alan el yerine veren el olayım diye çalışıp çabalıyor. Dünyalık kazanan, ancak sevgisini kazanmayan, ihtiyaca binaen Allah rızası için çalışan, güçlü ve başkasına muhtaç olmayan, kazandıkça yüce Rabbi’ne şükür etmesini bilen, inanarak zekâtını hakkıyla veren, Helal kespten yorgun argın düşüp günahlarının mağfiretiyle yatmasını beceren bir genç.

Zühd Psikolojisiyle

“Eli karda,  gönlü yarda” olan mana adamı.

Öyle bir genç ki;

Aile kavramını önemseyen, anne babasının rızasını arayan, akrabalık münasebetlerinde birleştirici bir aktör olan, komşularına sıkıntı yerine katkıda bulunup güven veren, toplumda emin, güvenilir bir insan olarak varlığı insana ünsiyet, yokluğu ise sıkıntı veren kendisini özleten bir genç.

Öyle bir genç ki;

Yüce Allah’ı zikreden, zikrettikçe kalbi mutmain olan, dolayısıyla hayattan lezzet alan, bu dünyanın boşuna yaratılmadığını, canlı cansız bütün varlıkların yüce Allah’a ait olduğuna can-ı gönülden inanan, tasarruf hakkının geçici bir süre için insana verildiğini bilen, bu dünyayı vasıta ederek Allah’ın rızasına kavuşmayı hedefleyen, uyanık bir genç.

Öyle bir genç ki;

Kibirli değil ama vakarlı, gururlu değil ama onurlu, ne cimri ne savurgan, ikisi arasında denge kurabilen, yeryüzünde yürüyüşü bile model, izzetli gidişatını kıskanılan, meleklerin bile ayaklarının altına kanatlarını serdiği bir genç.

Böyle bir genç; yüce Allah’ın rızasını kazanmak için ilimle, irfanla, edeple yaşayan bir gencin niteliğini taşıyan bir gençtir.

İnanıyorum ki yeryüzünde milyonlarca bu özelliğe sahip gençler vardır. Ama dağılımı homojen değil. Keşke bu oran genelde ülkemizde, özelde şehrimizde daha fazla olsaydı. Önemli olan bizim de bu insanlık ordusuna katılmaya niyetli olmamız, bu medeniyet safına katılmak için çaba sarf etmemizdir.

Bunun için okullarımıza sahip çıkalım, çocuklarımıza neler öğretiliyor takip edip, bir terslik varsa hakkımızı arayabilelim.

Çocuklarımıza öğretilen okul müfredatı, bu nitelikte bir genci yetiştirmeye elverişli midir diye, üç kere düşünelim..

Acaba kaç tane veli bunu düşünüyor, önemsiyor, araştırıyor. Asıl sorun budur.

Çocuklarımızla ilgilenelim ki, yarının kaliteli gençleri olarak karşımıza çıksınlar.

Selam ve Dua ile.

Eyüphan Kaya

www.NurNet.Org

Genç Akademisyenler Said Nursi’yi ve Fikirlerini Konuştu

genc-akademisyenler-said-nursiyi-ve-fikirlerini-konustu2009’dan itibaren her yıl düzenlenen Uluslararası Genç Akademisyenler Konferansı’nın bu yıl beşincisi 8-9-10 Haziran 2013 tarihlerinde, Akgün Otel konferans salonunda gerçekleştirildi. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın düzenlediği konferansta, dünya genelinde Risale-i Nur ve Said Nursi üzerine çalışma yapan doktora ve master öğrencileri ile değerli bilim insanları buluştu.
Bu sene önceki yıllardan farklı olarak konferans tamamen İngilizce yapıldı. Arapça konferans, Haziran ayının sonunda (22-29) yapılacak ve bir hafta sürecektir. İngilizce konferans için Amerika, İngiltere, Filipinler, Hindistan, Cezayir, Etiyopya, Singapur ve Türkiye’den Nursi Çalışmaları alanında master veya doktora yapmakta olan 60’ı aşkın genç akademisyen katıldı. Bu genç akademisyenlere yol gösterici mahiyette Nursi Çalışmaları alanında uzman profesörler de birer sunum yaparak akademik makalelerin nasıl yazıldığını anlattılar.
Nursi Çalışmaları alanında başka örneği olmayan bu konferansta genç akademisyenler, Said Nursi ve Risale-i Nur ile ilgili çalışmalarına dair tebliğler sunarken; Amerika Birleşik Devletleri Virginia Teoloji Fakültesi’nden Prof. Dr. Ian Markman, İngiltere Durham Üniversitesi’nden Prof. Dr. Colin Turner ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. M. Sait Özervarlı ve Singapur Milli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Farid Alatas gibi bu alanda uzmanlaşmış bilim adamları, öğrencilere akademik anlamda yol gösterebilmek için seminerler verdiler. 3 gün süren konferansta, her gün sabah ile öğleden sonra olmak üzere ikişer oturum düzenlendi. Tüm sunumların yanı sıra, tartışma bölümleri de İngilizce olarak yapıldı.
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından geleneksel olarak düzenlenen bu konferans sonrası gala yemeği, Fatih Belediyesi Topkapı Sosyal Tesisleri’nde yapıldı. Gala yemeğinde akademik camiadan, iş dünyasından ve daha birçok sektörden bu işe gönül vermiş insanlar bir araya geldi. Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşayan talebelerinden ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın mütevelli heyet başkanı olan Fırıncı Ağabey’in de bir konuşma yaptığı yemek programında İcra Kurulu Başkanı Prof. Dr. Faris Kaya ve diğer akademisyenler de birer konuşma yaptı. Bunun yanı sıra Amerika’dan misafir olarak gelen 15 kişilik bir grup da programa iştirak ettiler. Çoğu Amerika’da kilise görevlisi olarak çalışan Amerikalı misafirler hem genç akademisyenler programına aktif olarak katıldılar hem de gala yemeğinde birer konuşma yaptılar. Genel olarak verdikleri mesaj; bütün dünyanın bir Kur’an-ı Kerim’in tefsiri olan Risale-i Nur’a ihtiyaç duyduğuydu.
İİKV

Hollandalı Genç Namazını Rektörün Odasında Kıldı

Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalnız tahsilsizler değil, entelektüel tabaka da, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi.

Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalnız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülillah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacaklarını  unutmasınlar. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş bazı Risale-i Nur eserleri eline geçmiş. Delikanlı o eserleri okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdürrahman koymuş.  İslam dininin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine: “Ben bu kitapların orijinalini, Yani yazıldığı dilin kendisinden okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş. Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Rahmetli Şahin Hocanın açtığı Kur’an Kursuna,Türkçeyi ve Kur’anı Kerimi  örenmek için Kur’an  kaydolmuş. Orada iki sene kalarak hem Kur’anı Kerimi  hem de Türkçeyi öğrenmiş.

Bir ara İstanbul’a geldiğinde. Tevafuk o gece Abdürrahmanı bir kardeş bizim evde ki sohbete getirdi. Dersten sonra  Abdurrahman başından geçen bazı hatıralarını anlattıktan sonra bizlere iyi bir ders yaptı, gençleri önüne alarak onlara dedi ki

“Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum, dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunları, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!”

Bu sözleri dinleyenlerede derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün rektörün önüne çıktım ona: Bana bir namaz yeri göstereceksin. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada namazını kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

Sonra üniversitede kalabalık öğrencilerde abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine rektörün önüne çıktım, rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp yani “Abdest” almam gibi bir vazife yapmak icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince? Kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. Anahtarı alıp kopyaladım, o işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk lık bir izin kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti profesörüme kağıdı göstererek, çıkıp namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım ve hak din olan İslamiyet ten aldığım bir lezzeti tarif edemem.!”Risale-i Nur eserleri beni böyle bir fedakarlığa sevk ederken,  bu vatanda yaşayan Türk gençleri  nasıl Risale-i Nur eserlerden eserlerinden uzak kalabilirler?

Abdülkadir Haktanır

İbrahim Ethem’den Gençlere “Günaha Girebilme Şartları!”

Halk arasında İbrahim Etem diye söylenen İbrahim’in babası Ethem, Belh sultanıydı. Sultan babasının yerine geçerek Belh hükümdarı olmuştu İbrahim.

Bir gün bir meçhul adamın teklifsizce sarayına girip kapının yanına oturduğunu görüp “Burası han değil, ne işin var burada?” diye çıkışınca meçhul adamın düşündüren cevaplarıyla karşılaştı.

– Senden evvel burada baban Etem vardı, ondan önce de öteki hükümdar oturuyordu. Ondan önce de bir başkası vardı. Bunların hepsi de burada bir müddet kalıp gittiler, şimdi de bir müddet kalma sırası sana geldi. Söyler misin burası yolcuların bir müddet dinlenip de gittiği han değil de nedir? Meçhul adam, “İşte benim istirahat müddetim de bitti, ben de gidiyorum.” diyerek çıkıp gözlerden kayboldu.

Belh hükümdarı İbrahim Etem, Hızır diye kabul ettiği bu meçhul zatın uyarısından sonra artık sarayını da, tahtını da terk ederek kendini tümüyle İslami hizmete verir. İmam-ı Azam gibi büyüklerden ders alarak kendini iyice yetiştirir, gençleri de yetiştirmeye başlar. İşte bu sırada gelen gencin biri İbrahim Etem’e sorularını şöyle sorar:

Nefsim beni günaha girmeye zorluyor, nefsime nasıl karşılık vereceğimi bilemiyorum, ne tavsiye edersiniz bana? der.

İbrahim Etem de kendine mahsus üslubuyla cevap verip açıklama yaparak der ki:

Önce günaha girmenin şartlarını hatırlat nefsine. Günaha girme şartlarını yerine getirebilirse günaha girebileceğini söyle, der. Genç heyecanlanır.

Günaha girmenin şartları da mı var? Öyle ise o şartları söyle de hemen yerine getireyim, der.

İbrahim Etem de anlatır günaha girmek için yerine getirilmesi gereken üç şartı.

Birincisi der, içinde günaha girme duygusu başlayınca kendisine karşı günah işleyeceğin Zat’ın mülkünden dışarıya çık, günahı orada işle! Sonra geri dönüp gel!..

– Bu mümkün mü, der genç. Her yer O’nun mülküdür. Mülkü olmayan yer yoktur ki, oraya gideyim de günahı orada işleyip döneyim!..

– Öyle ise der İbrahim, hem mülkünde oturacaksın hem de mülkün sahibine karşı gelmekten utanmayacaksın; senin gibi civanmert bir gence yakışır mı böyle saygısızlık?..

– Genç, sen ikinci şartı söyle, der. Onun mülkünün dışına çıkmam mümkün değildir.

İbrahim Etem de ikinci şartı anlatır:

– Öyle ise der, kendisine karşı günah işleyeceğin zatın verdiği rızkı da yememeye karar ver, ondan sonra ona isyana niyetlen!.. Genç, düşünmeye başlar:

– Bu da mümkün değil der. Ben Allah’ın verdiği rızkı yemeden yaşayamam ki?

– Öyleyse der İbrahim Etem, hem mülkünde oturacaksın, hem verdiği rızkı yiyeceksin hem de O’na karşı günah işlemekten utanmayacaksın, buna akıllı, insaflı civanmert bir gencin vicdanı razı olur mu?

– Olmaz, der genç. Sen üçüncü şartı söyle de bir de ona bakalım. İbrahim Etem de günah işlemenin üçüncü şartını söyler:

– İçinde günah arzusu kıpırdayınca hemen O’nun görmediği gizli bir yere git, günahı görmediği gizli bir yerde işle. Sonra geriye dönüp gel!..

– Genç, bu şartta der, öteki şartlar gibi imkânsız. O’nun görmediği bir yer var mı ki gidip günahı orada gizlice işleyeyim de sonra dönüp geleyim?.. İbrahim Etem de sözlerini şöyle bağlar:

– Öyle ise der, benim civanmert evladım, hem mülkünde oturacaksın, hem verdiği rızkı yiyeceksin hem de görmediği gizli bir yer bulamayacaksın, yine de ona karşı günah işlemeyi göze alacaksın, imanlı, insaflı, civanmert bir gence yakışır mı böylesine isyan ve itaatsizlik?

Genç, daha fazla dayanamaz, iki elini birden kaldırarak bağırmaya başlar:

– Teslim oldum ey İbrahim teslim! der. Bundan sonra nefsim beni günaha zorlayınca haykırarak diyeceğim ki:

Ey nankör nefis, utanmıyor musun, mülkünde oturduğun, verdiği rızkı yediğin, görmediği gizli bir yeri bulamadığın Zat’a karşı açıkça, alenen isyan bayrağı çekip de nankörce günah işlemeye?

Ne dersiniz? Gencin bu şartları bizim için de geçerli mi? Biz de Allah’ın mülkünde oturuyor, verdiği rızkı yiyor, günah için görmediği gizli bir yer bulamıyor muyuz? Öyle ise biz de bu genç gibi içimizden gelen bir feryatla bizi günaha zorlayan nefsimize, “utanmıyor musun” diye itiraz ederek üzerimizdeki baskısını yok etmeye çalışmalı mıyız?

 Ahmed Şahin / Zaman

Gençlerde Manevi Eğitimin Önemi

 

         Bir milletin gençliği onun geleceğidir. Eğitimli bir gençlik ise  bir toplumun gelecek için en önemli sigortasıdır. Maddi ve manevi  açıdan iyi yetişmiş sağlam bir gençlik temeli  sağlam bir gelecek demektir.

    Bizler gençlerimize çağın gerektirdiği  maddi eğitimi verirken yeterli manevi eğitimi verebiliyor muyuz?

    Matematik ,Fen,Fizik,Kimya,Coğrafya ile zihinlerini bilgi ile dolduruyoruz. Bununla kalmayıp birde bu çocuklarımızı yarış atı gibi görüp onların üzerinde  maddi baskı kuruyoruz.

    Bizler bu gençlere Matematikte logaritmayı öretirken onu dürüstlüğü öğretebiliyor muyuz?

    Gençlere Coğrafyada dağları ve nehirleri öğretirken dağlar gibi bir yüreği ve Irmaklar gibi akmaya namzet bir ruh halini kazandıracak eğitim verebiliyor muyuz?

    Gençlere Biyolojiyi öğretirken kalbin bir et parçası olmadığını yeri geldiğinde bütün insanlığı içine alabilecek bir sevgi ve hoşgörü deryası olduğunu öğretebiliyor muyuz?

    Gençlere tarihi öğretirken tarihimizin savaşlardan ibaret olmadığını ve tarihimizde zorda kalmış insanlara atalarımızın her zaman yardım ettiğini anlatabiliyor muyuz ?

    Gençlere kimyanın formüllerini öğretirken büyüklere saygıyı küçüklere sevginin formülünü öğretebiliyormuyuz.

    Bizler bu gençleri bilgi hamalı görüp onlara yüklenirken ruhsuz ve tamamen maddiyat ile iç içe girmiş,bencil,hazcı ve günü birlik yaşayan bir gençliğin filizlenmesini sağlıyoruz.

    Manevi yönden yoksun yetişen gençler zamanla bu ruh boşluğunu içki ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklarla doldurmaya çalışır. Bazen o kadar ileri gidilir ki çeşitli sapık inançlarla manevi boşluğu doldurmaya çalışır. Özellikle büyükşehirlerde ortaya çıkan Satanizm gibi sapık inançların artması bunun göstergesidir.

    Bir de Televizyon,İnternet,Basın gibi kitle iletişim araçlarında gösterilen aslında toplumdan tamamen uzak olan alışkanlıklar ve yoz ilişkileri hayatlarına aktarmaya çalışmaları ve bu aktarılan yoz ilişkiler sonucunda ortaya çıkan elim sonuçlar geleceğimizin teminatı olan gençler açısından acı bir durumdur. Bu yanlış alışkanlıklar ve ilişkiler sonucu ortaya çıkan olaylar nedeniyle gençlerin kimisi mezara, kimisi hapse, kimisi de tımarhane gibi bir sonla karşılaşmaktadır.

   Birileri çıkıp manevi eğitime karşı çıkabilir. Karşı çıkmaları normal karşılayabiliriz. Çünkü her zaman birileri gençleri kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır. Manevi yönü güçlü bir gençliği yönlendirmenin zor olduğunu bildikleri için manevi eğitime karşıdırlar.

   Sonuç olarak bir milletin sağlam ve güçlü bir geleceğe sahip olması için maddi ve manevi yönden zengin nesiller  yetiştirmesi lazımdır. Özelliklede manevi yönü eksik nesilleri olan bir toplumu karanlık bir gelecek beklemektedir. Vesselam…

Hamit Derman

 www.NurNet.org