Etiket arşivi: genç

Bir Öğrenci Neden İntihar Eder?

Teknoloji geliştikçe insanların ihtiyaçları da artıyor. İhtiyaç olmayanlar belli zaman sonra ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Bundan 10,15 yıl önce cep telefonu lüks olarak görülürken şimdi zaruri ihtiyaç olarak hayatımıza yerleşti. Birkaç sene önce İnternet çok az kişi tarafından kulanılırken günümüzde önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Artık özel ve resmi bütün işlemler internet aracılığı ile yapılabiliyor.

Bu yoğun ve hızlı geçen zaman diliminde gençler de çok hızlı ve renkli bir hayat yaşamak istemektedir. Ailelerin beklentisi ise farklıdır. Aileler çocuklarından bazen kaldıramayacakları yükleri istemektedir. Çocuğu daha ilkokulun ilk yılarından itibaren yarış atı gibi görüp sınav maratonuna hazırlamaya başlarlar. Çocuk için artık ne var ne yok derstir sınavdır. Aileye göre dersi iyi olan çocuk iyi çocuktur.

Bu yanlış düşünceden dolayı çocuk, akranları gibi oynamak istediğinde bile aileler tarafından, dersine engel oluyor diye izin verilmez. Bu durumda çocuğun Eğitim Bilimcilere göre Bilişsel zekası(bilgi zekası) gelişirken Duyuşsal zekası (Duygu zekası) gelişememektedir. Zamanla duyuşsal zekanın gelişememesi gençlerde sorunlara neden olur. Hatta bazen intiharlara bile neden olur.

Aşağıda internet te geçenlerde gözüme bir gencin intihar mektubu ilişti. Mektubu okurken bahsettiğimiz nedenlerin ne kadar etkili olduğunu bir kez daha anladım.

Hayatının baharında  bir insan, neden intiharı düşünür? Başından geçen hangi olaylar, hangi duygular, hangi düşünceler onu hayattan bezdirir? Gencin bıraktığı İntihar mektubunda neden intihar ettiğinin sebepleri  satır aralarında var.

SEVGİLİ ANNECİĞİM VE BABACIĞIM;
Daha doğrusu anneciğim, hayatta seni hep incittim. Hiçbir zaman seni mutlu edemedim. Yine edemeyeceğim. Türkçe’den düşük not aldım. Ben sana söylemedim üzülürsün diye.

Ben seni hiç üzmek istemedim. Ben dünyanın en kötü çocuğuyum. Çünkü sen hiçbir zaman hiçbir şekilde mutlu olmadın. Bunun için çok üzgünüm. Anneciğim sen benim gibi bir çocuğu hak etmiyorsun. Hem ben artık hayatta kalmak da istemiyorum. Ben dünyanın en aptal çocuğuyum. Babamın paraları da boşa gidiyor. Çünkü ben hiçbir şey yapamıyorum.

Ayrıca benden hiçbir şey olmaz. Ne tiyatrocu ne de İngilizce öğretmeni. Okuldaki öğretmenlerim bile beni sevmiyor. Dershane öğretmenlerimin de benden şikâyetçi olduklarını biliyorum. Beni zaten bu hayat istemiyor, ben de istemiyorum.

Yani, anlayacağın, “Beni her iki taraf da istemiyor.” Ben de o abi gibi yapacağım. Günah olduğunu bile bile yapıcam. Ölüp bu hayattan ayrılmak istiyorum. Keşke doğmasaydım, size hiçbir faydam yok.”

Dikkatinizi çekmiştir, mektupta bahsedilen “ders başarısızlığı” normal şartlarda hiç de intiharı düşündürtecek önemde ve değerde bir konu değil esasında. Ancak ailenin çocuk üzerindeki derslerden yüksek not alma beklentisi çocuğu bunaltmıştır. Düşük not almayı büyük bir eksiklik olarak görmüştür. Derslerdeki başarıyı bir değer ölçüsü olarak görmüştür. Düşük not aldığında Öğretmenlerin bile onu sevmediğini zannediyor. Türkçe’den veya herhangi bir dersten zayıf not almak ile intihar fikri arasında o kadar uzun bir yol var ki. Ama yine mektupta görüleceği üzere, bu yol öğrencinin gönlünde döşenmiş ve seçenekler arasına intihar da alınıvermiş.

Biz Eğitimciler ve anne babalar olarak çocuklarımızın derslerden bağımsız olarak değerli olduklarını ve onları çok sevdiğimizi her zaman hissettirmeliyiz. Baba çocuğun eğitimi için harcadığı parayı çocuğa bir baskı aracı olarak kulanmamalı. Bir öğretmen öğrencilerin moralini bozacak, onları rencide edecek olumsuz kelimeler kulanmamalı. Kısacası bir ebeveyn olarak çocuklarımızı ve bir öğretmen olarak öğrencilerimizi sevdiğimizi onlara hissetirmeliyiz.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Parmağını Yakan Genç

Genç bir öğrenci bir gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktaydı. İlmî araştırmalara daldığı bir sırada kapısı çalındı. O vakitte birinin gelmesinin meydana getirdiği hayret ve gelen misafirin kimliği hakkındaki merakla kapıyı açtı. Karşısında genç ve güzel bir kızcağız durmaktaydı. Karşısındaki misafir, yolunu kaybettiğini ve etrafta başka bir ışık göremediği için onun kapısını çalmaya mecbur kaldığını söyledi.

Genç öğrenci, misafirini geri çevirip gece karanlığına ve sokağın soğuğuna terk edemeyeceği için çaresizce içeri aldı. Ona oturup dinlenebileceği bir köşe gösterdikten sonra da sabaha kadar dersine çalışmaya devam etti. Utangaç ve gizli-saklı nazarlarla onu seyreden kızcağız, genç talebenin bir haline oldukça şaşırmıştı. Genç, arada bir parmağını, önünde yanan mumun alevine tutmakta ve bir müddet öylece bekledikten sonra geri çekmekteydi. Bir defa ile de yetinmemekte ve bunu ara ara tekrarlamaktaydı. Bu hal üzere sabah olmuştu.

Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılıp evine döndü. Halkın yardımıyla yolunu bularak ulaştığı ev, Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıydı ve genç kız da vezirin kızıydı. Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sordu; çünkü bütün gece onu aramış ama bir türlü bulamamışlardı.

Genç kız başından geçenleri, gördüklerini ve özellikle de kendisini misafir eden öğrencinin tuhaf hâlini bir bir anlattı soranlara.

Bunun üzerine vezir, kızına yardım eden o genci sarayına davet etti ve ona niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu ve elini yaktığını sordu. Yusuf yüzlü genç şu güzel cevabı verdi vezire:

Yolunu kaybettiği için kapımı çalan bir misafiri dışarıda bırakamazdım. Bu sebeple onu kulübeme aldım. Nefsimin desiselerine karşı koyabilmek için de, elimi ara sıra mumun bana Cehennem’i hatırlatan alevi üzerine koydum. Şeytan beni kandırmaya yeltendiğinde, parmağımı ateşe tutarak, nefsime Cehennem azabını hatırlattım ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum.

İffet ve ismet şuuruyla ve bir gün vereceği azim hesabın korkusuyla parmağını yakan gencin bu hareketi vezirin çok hoşuna gitti. Vezir, ondan kızı ile evlenmesini teklif etti. Teklifi kabul eden genç bundan sonra “Damat Efendi” lakabıyla meşhur olan Mecmau’l-Enhür isimli Hanefî fıkıh kitabının yazarı Muhammed bin Süleyman’dan başkası değildi.

GENÇ’ken Tadılacak 50 Lezzet!

  • Hacer-ül Esved’i öpmek…
  • Sahura taze pide alıp, gelene kadar yarısını yemek…
  • Allah Rasulü’nün yanıbaşında Cennet Bahçesi’nde sıkışa sıkışa namaz kılmak…
  • Aç olduğun halde başka bir kardeşine yemek yedirmek…
  • Kabe’yi ilk gördüğünde hangi duayı edeceğine dair güzel bir kafa karışıklığı yaşamak…
  • Ülkemizi ziyaret eden turistlerden birine güzelce İslam’ı anlatmak ve o kişinin Müslüman olmasına vesile olmak.. Bunun ardından da Peygamber Efendimiz’in şu sözlerini hatırlayıp şükretmek: “Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.
  • Gece herkes uyurken tatlı yatağından kalkıp ibadetin zevkine varmak, uyuyanlara da dua etmek, hatta “onların defterine bir şey yazılmıyor, acaba benim defterime şimdi ne yazılıyor” diye derde düşmek…
  • Haklı olduğun halde susarak melekleri kendi safına davet etmek, Allah’ı vekil kılmak…
  • Eyüp’te sabah namazı kılmak, ardından simitle kahvaltı yapmak…
  • Kabe’nin kapısının eşiğine varıp “kapına geldim Allah’ım” diye sarılmak, sonra örtüsüne yapışıp ağlamak, ağlamak, ağlamak…
  • Üsküdar’daki Hüdayi Vakfı’nda gariplerle birlikte karavanadan yemek yemek…
  • Bir hafta da olsa bir Afrika ülkesinde bulunmak, oradaki kardeşlerimizle göz göze, diz dize gelmek…
  • Kuş sesleri eşliğinde çimlerin üzerinde huşu ile namaz kılmak…
  • Bir Kur’an tefsirini baştan sona tefekkür ederek okumak…
  • 30 Ramazan’ı 30 ayrı camide kılmak…
  • Kur’an’ı Kerim’i hatmetmek (Ezberlediyseniz size başka lezzete gerek yok…)
  • Hizmetten yorgun düşmüş bir bedenle yatağa girip, teheccüde kalkma planı yaparken uyuyakalmak…
  • Sükût sohbeti yapmak…
  • Çanakkale Sargıyeri’nde gece cemaatle namaz kılmak…
  • Size kötülük yaptığı hâlde o kişiye iyilik yapmak ve şu ayeti kerimenin bahsettiği tarifsiz lezzeti yaşamak: “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet 34)
  • Arefe günü Arafat’ta ümmete ağlayarak dua etmek…
  • İftar vakti herkes orucunu açarken iftariyelik dağıtmak…
  • İmanın halavetini kalpte hissetmek ve “iman varsa her zaman imkan da vardır” diyebilmek…
  • Herkesin birbirinin kusurunu gördüğü şu hengâmede Musa Topbaş hazretlerinin şu sözlerinden hisse alıp onunla amel edebilmek: “Cenâb-ı Hakk’ın, bir kuluna en büyük nîmetlerinden biri, o kuluna aczini bildirmesidir. Bu mâneviyat yolunda kazandığım belki de en büyük nîmet, hatâlarımı görmem oldu. Rabbime karşı müflisliğimi idrâk ettim. Böylece kimsenin hatâsını görmeye ve onunla uğraşmaya tâkatim kalmadı. Hamdolsun, bütün bunların şükrü içindeyim…
  • Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) rüyada görmek…
  • Sadece Allah’a olan sevgi ve saygıdan dolayı gözleri haramdan sakınmak ve bundan dolayı imanın helvadan daha tatlı olan tadını kalpte hissetmek…
  • Gece vakti Uhud Şehitliğini ziyaret etmek…
  • Reşit olduğundan bugüne kadar kavga ettiğin, cedelleştiğin, tartıştığın, dargın ayrıldığın bütün insanların çetelesini çıkarmak; onların ardından dua etmek. Mümkünse onları arayıp, kusurun varsa af dilemek…
  • Ravza’daki iftar sofralarına çuvalla ekmek taşıyıp, üç hurma ile iftar etmek, iftarı beklerken Ravza’nın bahçesinde, serin esinti ile ferahlamak..
  • Özel sakal-ı şerif bulup özel ziyaret yapmak…
  • Bir hastanın kişisel temizliği ve bakımı ile meşgul olup, onu ferahlatmak, sağlığın şükrünü bir nebze de olsun bu şekilde ödemek…
  • Bir defa olsun “Keşke Allah Rasûlü döneminde yaşasaydım da O’na inanan gençlerden biri de ben olsaydım, O’na destek olsaydım, ölene kadar O’nun yanında ve O’nunla birlikte bulunsaydım” diye içinden geçirmek… Tıpkı Horasan komutanlarından birinin içinden geçirdiği şu sözler gibi: “Keşke, bu ordumla birlikte Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem zamanında yaşasaydım da, Uhud gibi savaşlarda bu ordumla O’nu korusaydım ve O’na yardımcı olsaydım.”
  • Allah ve Râsulü’nün anıldığı bir sohbette bulunmak ve orada “Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla birlikte olanlar kendi aralarında merhametlidirler” ayetinden esintiler hissetmek…
  • İslamî değerlerin küçük görüldüğü, Allah’ın ayetlerinin alaya alındığı bir ortamdan vakârla kalkmak onlara “Selamâ” deyip oradan ayrılmak…
  • Birbiriyle küsmüş iki kişiyi sadece Allah rızası için her yolu deneyerek barıştırmak…
  • Âmâ bir kimsenin kolundan tutup gideceği yöne doğru birlikte en az “40” adım yürümek ve ardından o kimseye “sen bize emanetsin, sen bize nimetsin” deyip ayrılmak…
  • Hodkamlığın ve bencilliğin altın çağını sürdüğü bu devirde diğerkamlığa ve hasbiliğe talip olup dertlilerin derdiyle dertlenmek, en az bir gönüle girmek…
  • Allah dostu olabileceğini düşündüğün bir meczupla teşriki mesaide bulunmak..
  • Mütevazı da olsa küçük bir kütüphane oluşturmak ve her daim enginlik ve derinlik peşinde olmaya çabalamak…
  • Birkaç arkadaşla birlikte “şu yetimin her türlü ihtiyacını karşılayacağız” diye niyet etmek ve Efendimiz’in mirasına sahip çıkacak olmanın mutluluğunu yaşamak…
  • Soldurmayacak olduracak bir şekilde aşık olmak…
  • Anne ve babaya ne yapıp edip “Evladım, ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun.” dedirtmek.
  • Kavramların, kelimelerin sonsuz yolculuğuna çıkmak ve özellikle Kur’anî kavramların tarif edilemez güzelliğinde hayatı anlamlandırmak…
  • Milli ve manevi duygularımızı içeren meşhur 5-6 şiiri ezberlemek…
  • Evvelâ imanı, takvası, sonra güzelliği, soyu ve malı seçkin olan biriyle evlenmek…
  • Bir yetimin çaktırmadan başını okşamak…
  • Harçlıklarımızdan ayırdığımız önemli sayılabilecek bir miktarı bir zarfa koymak, zarfın üstüne yardımı yapacağımız garibin adını “felanca beyefendi ya da hanımefendiye…” şeklinde yazdıktan sonra zarfı büyük bir saygı ve teşekkür hissi ile takdim etmek…
  • Arafat’ta tuvalet kuyruğunda bekleyip sıra gelince koşturarak gelen birisine sıramızı ikram etmek…
  • Sevdiğimiz kardeşlerimizin ara sıra ellerinden tutup, gözlerinin içine ta yüreğimizden gelen bir derinlik ve muhabbetle bakıp “kardeşim seni Allah için seviyorum…” demek…
  • Teheccüd vakti gürül gürül Kur’an okumak…

 

Kaynak: Genç Dergisi

Namaz Dersinin Bereketi

Bu yıl Şirinevler hanımlar dershanesinde  genç kızlara  haftada bir olmak üzere “genç kızlar dersi” başlatıldı. Bu yeni dersin amacı gençlerin diliyle Risale-i Nur  ve ilmihal dersleri yapmak ve aynı mana için toplanmış bir arkadaşlık grubu oluşturmaktı. Çok şükür uzun bir zaman geçmeden bu mühim hizmet semerelerini vermeye başladı.

Yaklaşık üç  haftadır namaz dersleri işlenmekteydi. Dördüncü ve Beşinci sözün akabinde bu yeni genç dinamik  grup elhamdülillah  namaza başladılar.  Bizde; bu gençlerimize bu mühim adımlarında sebat ve ihlas için dua ediyoruz.