Etiket arşivi: Giordano Bruno

Mevlid, Bediüzzaman ve Halide Edip Adıvar

Bediüzzaman eserlerinde edebiyatımızdaki eserler ve şahıslar hakkında hükümler verir. Ama bir eseri tamamiyle gözden geçirip hükümler, yorumlar yaptığı zannedersem tek eser Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir. Bediüzzaman  Miraç hakikatı ile birlikte Mevlid hakkında sitayişkar beyanlarda bulunur, onu adeta alkışlar. Halide Edip, Mevlid’i romanında bir bahis haline getirmiştir. Onun icrasını anlatır, bir sinema sahnesi gibi. Üstelik bu eser Amerika’da yazılmış, hem ülkesine hem de kültürüne ve dinine olan hasreti hissettirir. Halide Edip, Mevlid’e “doğum şarkısı” der, Bediüzzaman ise çok tarif ve takdir cümleleri sarfeder ama en harikası “Müsamere–i Ulviye–i Diniye“ terkibidir. Bir sinema sahnesi gibi cümle. Miracı dinlemeyi anlatır Süleyman Efendi’den. ”İşte böyle bir zatın Mevlid ve Miracını dinlemek  yani terakkiyatının mebdei  ve müntehasını işitmek  yani tarihçe-i hayat-ı maneviyesini  bilmek, O Zatı kendine reis ve seyyid ve imam  ve şefi telakki eden  müminlere ne kadar zevkli, fahirli, nurlu, neşeli, hayırlı bir  müsamere-i ulviye-yi diniye olduğunu anla” 330

Halide Edip Adıvar birçok roman yazmış buralardaki tipler ayağı yere basmayan Avrupa ayarına akord edilmiş kişiler. Bu romanlarda  yazar henüz bir arayış içinde değil, ne zaman ki Halide Onbaşı olarak savaşa gider, ama savaşa sokulmaz. Daha sonra  kurucu kadronun batıyla ilişkilerini tercümeleririni  yapar, arkasından devlet kuruluşu sırasında bir takım kültürel konularda anlaşmazlıklar olur, Halide  Edip  kaçar gibi Avrupa’ya gider. Zor günler geçirirler, eşi bir arkadaşı ile bir paltoyu münavebeyle giyerler. İktisadi sıkıntı çekerler. Halide Edip  dersler vermeye başar , arkasından Amerika’ya gider. Orada meşhur bir yazardır artık. Konferanslar verir, üniversitelerde dersler verir. Orada Clown of Daugter adıyla bir İngilizce roman yazar.

Halide Edip artık bir sentezcidir. Bu romana kadar gelen kadın tipleri, kopya tiplerdir. Ama bu romanın kahramanı Rabia, İlhami Efendi  isimli bir imamın torunudur. İmam onu hafız olarak yetiştirmiş, kızcağız Sinekli Bakkal semtinde mukabele okur, sesi güzeldir, meşhur olur. Eser Osmanlı toplumunu ve değerleri iyi anlatan bir romandır. Mevlevilik, Galata Mevlevihanesi, Hazreti Mevlana, Vehbi Dede romanın kültürel artistik dini ortamını oluştururlar. Eser bir tasavvuf yorumudur da . ”Evren yaratıcı ressamın durmaksızın çizip bozduğu her an  yeni baştan yarattığı hayaller ve gölgeler geçidi. Buna inandıktan sonra herhangi bir hayat fırtınasını sessizce seyretmek gerekirdi. Soru sormayan inancını bulmak gerekirdi.”253

Halide Edip fikirleri uğruna sürgünü ihtiyar etmiş büyük bir insan. Büyük çilelere katlanmak her babayiğidin karı değil. Giordano Bruno , Hristiyanlığa başkaldırmış bir büyük adam, özellikle üçlü teslis yani tanrı inancını kabul etmez, düşündüklerinden hiç taviz vermez, Protestanlarla , Luthercilerle arası açılır, sonunda engizisyonun eline geçer. Yakılır. Günahta direnen  pişman olmayan  inatçı dik kafalı bir sapkındır. Ölüm gününün tanığı ölüm kararını dinlerken hiçbir zayıflık belirtisi göstermediğini söyler. Onlara şöyle cevap verir” Belki de siz bana ölüm kararını bildirirken  benim ölüme uğramamdan  daha fazla korkuyorsunuz” der. 17 Şubat 1600. Roma Campodi Fiori . Bundan önce sekiz yıl da  zindanda yaşamıştır.

Bizim de elimizde böyle bir kahraman var. Çarın elinden kurtarır Allah onu, sonra 31 Mart’ta Hurşit Paşa’nın zulme ayarlı mahkemesinden, devrin enönemli adamına “Namaz kılmayan Hain” dir der. Ölümle  burun buruna yaşamış ama yine hayatını bednamların eline vermemiş. Böyle bir kahraman bin yılımızda  yok arkadaş. Hani o anlatamadığımız adam. Kütrtlerle Türklerin birlikte yaşama iradesini savunan insan.  

Rabia hem hafızı Kuran hem de Mevlithandır. Alaturka musiki bilir. Tam ideal bir Müslüman kadın modeli. Biz edebiyat fakültelerinde böyle tipler yetiştirip insanların milletin arasına bırakabilirdik. Tekke, Halk ve yeni edebiyatı bilen öğrencilerimiz musiki de bilip mevlidler yönetebilirlerdi. Hani nerde… inşallah olur.

Rabia, Mevlid okuyucusu olmanın heyecanını yaşar.” Bugünlerde  Rabia’ya heyecana benzer bir şey veren  Vehbi Efendi’nin  ona baştan başa Mevlud okuyabileceğini söylemesi oldu. Şimdiye kadar hep ilahi okumakla kalmıştı. Genç yaşında Mevlüd okuyucusu olmak, gururunu okşayan bir şey. Fakat buna da sanatçılığının  yaratıcılığı  duygulanışlar karışıyor. Şimdiye kadar onun şöhreti  ve başarısı mukabele okumakta olmuştu. Hep yarım ve çeyrek seslerle hep ağır , derin tecvitli musiki .

Mevlid  Türkçe  sabahları rahlesinin üstüne  pembe kaplı  Mevlid’ini açıyor, özellikle doğum kısmını  dikkatle okuyor. Bunu herhangi Mevlud okuyan  gibi okumayacak  hazin değil tevcitli değil. Sevinçle , zaferle , gümbür gümbür atan bir üslupla  kimsenin okuyamadığı gibi okuyacak. Sabah saatlarında bütün varlığı ile Mevlid için yeni bir makam  düşünürken hep Peregrininin vaktiyle çaldığı şeyleri de hatırlamaya çalışıyor.

Rabia’nın anası Pembe, akşamları kızının yatsıyı kılışını seyreder sonra yatar. Anası Pembe de bir başka dünyadır. Cinler periler, dirilerle daha sıkı ilişkide , her dakika her evin içinde , her işle ilgiliydiler.Tezveren Dede’ye gider, konuşur onunla “Güya adın Tezveren hani ya? Cinler periler daha çabuk iş görüyorlar. Tevfik beni alsın diye sana kak defa mum adadım. Herifi bir de sürgüne yollattın. Bari herifi çabuk getir, ben Çingeneyim diye yapmıyorsan Rabia’yı düşün. Beş vakit namazında bir hafız. Romanda namaz da  bir değişmez ubudiyet tarzı.

Osmanlı konağında , Osmanlı istanbul’uda Mevlid okumak özel bir iş.Bunlar ilahi bir musikinin araçları canlı insanlar. İkinci mabeyincinin   konağında  her yıl Mevlid okuyan  Hafız Peyami Efendi ölmüş. Vehbi dede  beni tavsiye etmiş , ilk Mevludumu okuyacağım. Rabia’nın zihni Mevludu yeni bir makamda  kendi bulduğu  bir üslupta okumayı düşünüyordu. Bir zafer bir şevk nağmesi bulmak  gerekti.Bu alemde doğumdan büyük bir zafer var mıydı- Hele Peygamberimizin doğumu –Süleyman Çelebi nasıl tasviri resimler tiyatro gibi anlatır.

İndiler gökten melekler saf ü saf
Kabe gibi kıldılar evim tavaf

Hem hava üzre döşendi bir döşek
Adı Sündüs, döşeyen anı melek

Çün göründü bana bu işler ayân
Hayret içre kalmış idim ben hemân

Yarılıp çıktı divardan nagehan
Geldi üç huri banâ oldu ayan

Bazıları derler ki ol üç dilberin
Asiye´ydi biri ol meh-peykerin

Biri Meryem hatun idi aşikâr
Birisi hem hûrilerden bir nigâr

Geldiler lutf ile ol üç mehcebin
Verdiler bana selam ol dem hemin

Çevre yanıma gelip oturdular
Mustafayı birbirine muştular

Üç alem dahi dikildi üç yere
Her birisin edeyim nerden nere

Dediler oğlun gibi hiç bir oğul
Yaradılalı cihan gelmiş değil

Bu senin oğlun gibi kadri cemil
Bir anâya vermemiştir ol Celil

Ulu devlet buldun ey dildare sen
Doğuserdir senden ol hulki hasen

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır
Bu gelen tehvid-i irfan kânıdır

Bu gelen aşkina devreyler felek
Yüzüne müştakdürür ins ü melek

Bu gice ol gicedir kim, ol şerif
Nur ile alemleri eyler latif

Bu gice şâdân olur erbâb- dil
Bu giceye can verir eshab-ı dil

Rahmeten lil´alemindir Mustafa
Hem şefiu´l-muznibindir Mustafa

Rabia Mevlid’i nasıl okuyacağınadair alıştırmalar yapar. ”Sesi heyecanan kısıldı. Amine Hatun’un  ağrı çekerken  söylediklerini o hiçbir peygamber doğumuyla , ilgili diye düşünmemişti.Bütün doğuran hayatı çoğaltan  kudretlerin realitesi analığın realitesi . Bu onun yüreğıinin bam teline dokunmuştu.Bütün varlığını bu realite titretmişti. Eğildi ilk satırları önce gözleriyle  okudu. Sonra başını kaldırdı. Her kelimeyikendi yazmış gibi sesi özlemle kandinden geçerek  zaferle dalgalanarak söyledi.

Atık aradığı ahengi, zaferi, şevki  istediği gibi ifade edebilecek.

Merhaba ey asi ümmet melcei

Merhaba eş çaresizler eşfei.

Artık gözlerinden buruşuk yanaklarına yaşlar yuvarlanıyor.”

Rabia Mevlid’i okumaya başlar. “Rabia’ya orta salonda pencerenin önünde bir yer yapmışlar.Bir damasko yer minderi önünde rahle ve mumlar. İkbal Hanım onu ‘”destur, destur“ diye yol açarak götürürken , beyaz başörtülüler  sağa sola eğilerek  yüzünü görmeye çalıştılar.Arkasında krem zeminli mor laleli  yüzlü bir entari, aynı kumaştan  dikişli bir hırka . Orada hiç kimse böyle giyinmiş değil. Hepsinin etekliği , bluzu yahut entarisi az çok zamanın  modasına uygun. Fakat kimse onun elbisesiyle meşgul değil . Kumral ince derisi yüzünün kemiklerine yapışmış gibi , gözlerini şakaklarına çekiyor gibi. Bal rengi gözlerinin yeşil ışıkları  gerçi yanıyor , fakat kendisi olanca iradesiyle  dimağını cemaatten ayırmak , okuyacağı şeye bağlamak istiyor.

Dudaklarından  ilk dökülen perdelerle , beyaz baş örtülü cemaat , papatya tarlaları gibi dalgalandı. Hafif iç çekmeler tek hıçkırklar, konser halinde ağlaşıyor. Rabia bunlardan haberdar değil gibi , ağrı çeken bir kadının heyecanlarını ,  doğuran  bir ananın zaferini  kendi yarattığı makamda söylüyor.

Beyaz başlı cemaatin bu akşamki heyecanı dini olmaktan çok insani idi. Hepsi ve her biri ağrı çeken kadın heyecanını , doğurmanın zaferini  ya yeniden tattılar, veya geleceklerinin en büyük realitesi olacağını hissettiler. Doğum kısmı bitti..

Mevlutcu Vefat’a başlamadan sağındaki salonun sonunda bir perde gördü.Oradan birdenbire Ederun takımı ilahiler  okumağa başladı.Rabia’nın yıpranmış sinirlerini  bu musiki dinlendirdi. Biraz Vehbi Efendi usülünde heyecansız fakat insanı  murakebeye   vardıran bir üslup ,Erkekler hep böyle okuyorlar. Sanatlarında  kişisellik damgası yok. Rabia böyle düşünüyordu.

Gülsuyu , öd ağacı kokuları havayı ağırlaştırdıkça ağırlaştırıyor. Işıkhevnkleriyle beyaz başlar  arasında hafif bir duman var. Genç kızlar ellerinde gülabdanlar , herkesin eline gül suyu serpmek için e ğiliyorlar.Ta karşıda kalabalığın arkasında  üç iskemle var. Üstündekiler belli yere oturamayacak  kadar alafranga belki de ..Ortada oturanı Rabia nerede görmüştü? Mermer gibi bir baş , beyaz alnında altın kaküller.. kaşın biri kalkık..

Enderunlular susmuştu, Rabia hemen Vefat’a başladı.Cemaatin üstüne ölüm gölgesini salmış gibi . Geleneksel  pesyarım sesler, çeyrek seslerle ağır ağır , bir ilahi gibi okuyor. Peygamber için  ağlıyorlar.Belli ki kendileri  için ağlıyorlar.Belki de kendileri için  ölümü tatmak , yok olmak hepsinin , her birinin alnına yazılmış olduğu için ağlıyorlar.

Rabia sanatını ruhunu  son zirvesine kadar cemaata dağıtmıştı. Küçük bir odaya götürdüler, ancak orada yanındakilerin yüzüne baktı.

Bedeiüzzaman Mevlid’i toplumuzdaki yerini anlatırr ve takdir eder.

”Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunması, gayet nâfi ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtîf ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir. Belki, hakaik-i imaniyenin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki, imanın envârını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır. Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin. Ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara Cenâb-ı Hak rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın amin.

Halide Edip ve Bediüzzaman hep bu vatanın selameti için çalışmışlar, kader onları çok sevdikleri yerlerden yadellere atmış, ama onlar yılmamış, yine millete ümmete hizmet etmişler.

Himmet Uç

NurNet.Org