Alarmın sesiyle gözlerini açtı.
Kolunu yan tarafa doğru uzatıp kocasını kontrol etti. Yerinde yoktu. Demek ondan önce kalkmıştı.
Düşündü. Acaba çayı demlemiş miydi?
Hemen maske çantasını açtı, yanına “mutlu” ve “hırçın” maskelerini aldı. Mutfağa gittiğinde çayın hazır olduğunu görünce mutlu maskesini takıp kahvaltı hazırlığına girişti.
Kahvaltıyı hazırlarken bir ara küçük oğlunu uyandırmaya gitti. Odaya girerken “sevecen” maskesini taktı. Çocuğu uyandırıp kreş için hazırlarken, içindeki bezginlik ve şefkat duygularının savaşını çocuktan gizliyordu yüzündeki maske.
Kahvaltıdan sonra hazırlanıp işe gitmek üzere yola çıkarken “boyalı” maskesini taktı. Asansörde komşusuyla karşılaşınca hemen “ilgili” maskesini suratına geçirip sordu.
- Geçen gün sizin kız biraz öksürüyor gibiydi. Nasıl, iyi oldu mu?
Asansör inene kadar süren ve sokağa çıkana kadar da devam eden bu sohbet vedalaşma faslıyla bittikten sonra tekrar bir önceki maskesine dönmüştü.
İş yerine geldiğinde ilk önce güvenlikçi ile karşılaştı. Konumunun da etkisiyle biraz yukardan bir selam verirken “kibirli” maskesini suratına geçirmişti bile.
İşi gereği akşam oluncaya kadar muhatap olduğu türlü insanlar için türlü türlü maskeler taktı çıkardı suratına.
Kimine tatlı dilli, kimine ciddi, kimine sert, kimine kibar, kimine samimi, kimine de soğuk maskelerini gösterdi.
İşten çıkıp eve dönerken yine yüzünde olan boyalı maskesi, yüzündeki yorgun ve bitkin ifadeyi zorlukla örtebiliyordu.
Her akşam olduğu gibi yine caminin önünden geçecekti. Yılın bu günleri genellikle caminin önünden geçişi hep namaz çıkışına rast gelirdi. Of! Yine kalabalığın arasında kalacaktı.
Tahmin ettiği gibi tam camiye yaklaştığında cemaat akşam namazından dağılıyordu. Önde çocuklar ve gençler, peşinde orta yaş kuşağı, en arkada da amca ve teyzeler camiden dağılıyorlardı.
O kadar yorgundu ki, kimseye dokunmadan o kalabalıktan geçmek istiyordu. Sanki birine dokunsa oracığa yığılıp kalacaktı.
Bir an kendini nehirden karşıya geçmeye çalışan ama ayaklarının ıslanmasını istemeyen bir yolcu gibi hissetti.
Gözünü karartıp kalabalığa daldı. Kalabalığın arasından geçerken çok tuhaf bir şey dikkatini çekmişti. Namazdan çıkanların neredeyse hepsinin yüzünde aynı maske vardı. Çok fazla bilmediği bu maske çok hoşuna gitmişti.
- Bu maskeden istiyorum.
dedi kendi kendine. “Baksana, kim takmışsa yakışmış.” Ve başladı bu maskeyi aramaya. İnternete girdi, arkadaşlarına sordu, kitapları karıştırdı ama bir türü bu maskeyi bulamadı.
Acaba bu maskeyi camide mi dağıtıyorlardı?
Öyle olmalıydı. Bu konu artık meraktan öte bir takıntı haline gelmişti. Ne yapıp edip öğrenmeliydi.
Günlerin biraz daha uzamasıyla artık iş çıkışında caminin önünden geçişi, cemaatin namazdan çıkışına değil namaza giriş vaktine kadar gelmişti. O gün merakı onu cemaatle birlikte camiye soktu. Arkalarda bir yerlerde oturup izlemeye başladı. Erken geldiği için cemaat yeni yeni camiye giriyordu. Gelenlerin yüzlerine baktı. Pek çoğunda o maske yoktu. Demek içerde dağıtılıyordu bu maskeler.
Ezan ve kametin ardından insanlar imama uyup namaza durdular. O da arkadan onları izliyor ve maskelerin dağıtılmasını bekliyordu.
Acaba bu maskeler için para isterler miydi? İsterlerse ne kadardı? Selam verince mi dağıtacaklardı yoksa çıkışta mı?
Namaz kılanları arkadan izlerken bu düşüncelere dalmış gitmişti. Bu arada da cemaat farzın sonuna geldi. İmamın ardından cemaat selam verince yüzleri gördü ve şaşırıp kaldı. Herkes maskesini takmıştı bile.
“İyi ama ne zaman dağıttılar bunları? Acaba ben başka şeyler düşünürken gözümden mi kaçtı?” diye düşündü. Fakat biliyordu ki namaz sırasında başka şeyle ilgilenilmez, maske de değiştirilmez.
Kafasında camiye girerken mi çıkarken mi daha fazla soru olduğunu düşünerek camiden çıktı. Eve gittiğinde de hala düşünmeye devam ediyordu. En sonunda bu işin namazla bir bağlantısı olabileceğine karar verdi. Çocukluğunda ona da nasıl namaz kılınacağı öğretilmişti ama aradan o kadar zaman geçmişti ki…
Oğlunu yatırdıktan sonra internetin başına geçti. Namazla ilgili unuttuklarını hatırlamaya çalıştı. Kısa bir çalışmayla dualar geri gelmişti bile.
Duaları hatırlamıştı ama namazın mahiyetini, neden namaz kılındığını hatırlamamıştı. Çünkü çocukluğunda namazın nasıl kılınacağı ve okunacak sure ve dualar ezberletilmişti ama neden kılındığı ile ilgili bir bilgi verilmemişti.
Kısa bir araştırmayla namazın bir Müslüman için olmazsa olmazlardan olduğunu öğrendi. İnsanın günde beş defa, kendisini yaratan, başta hayat, akıl, iman, sağlık ve rızık gibi sayısız nimetleri veren rabbinin huzuruna çıkıp, şükran ve bağlılığını bizzat ifade etmesiydi namaz.
Abdestini aldı seccadesini serdi. Alıştığı üzere hangi maskeyi takacağına karar vermeye çalıştı.
Bir tanesini aldı taktı ama olmadı. Çünkü Rabbi onun doğru olmadığını biliyordu. Sonra başkası, bir başkası… Sonuç hep aynıydı. Hepsini aynı sebeple çıkardı. Rabbi maskenin altını biliyordu.
Sonunda maskesiz olarak namaza durdu. Namaz boyunca da Rabbini düşündü.
Namazın sonuna gelmişti. Rabbena’ları okuyup selam verince yanında namaz kıldığı dolabın kapısındaki boy aynasında kendisi ile göz göze geldi.
- Ama bu maske!..
Hayır. O yüzünde gördüğü şey maske değildi.
Ona HUZUR deniyordu.
Muhiddin Yenigün
http://yenigun.name.tr