Etiket arşivi: Güzel Gören Güzel Düşünür

Müsbet Hareket Mizacı

Risale-i Nur’un hizmet metodunda en önemli esaslardan biri olan “müsbet hareket esası”nı uzun zamandır düşünüyorum. Hakiki Nur talebelerinde gördüğümüz çöldeki vahalar gibi serinleten, ferahlatan halet-i ruhiyelerin temelini “müsbet hareket”in oluşturduğunu nurları mütalaamız neticesinde görebiliyoruz. Bazen bin ilaçtan daha fazla tesirli ve onarıcı; “yıkıldım” dediğimiz anda Ağrı dağı gibi, bizi dimdik ayağa kaldırıcı; “buraya kadar, pes” dediğimizde tekrar işe koyulmaya teşvik edici; bir kaç kelime veya bir gülümseme ile manevi vücudumuzda elektrik etkisi yapan bu nurlu halet-i ruhiyelerin temelini araştırdım.

Şener Dilek Ağabey’den:

Bir Nur Talebesinin idrakı ve hali Nurcu olacağı gibi, tab’ı yani mizacı da Nurcu olacak. Mizaç, Nurcu olunca sırr-ı ihlasa vasıl olunur. Risale-i Nurun kudsiyyet manası tab’a nüfuz etmezse, o Risale-i Nuru kendi mizacına uydurur. Fakat mizaca Risale-i Nur müessir olursa o vakit mizacı Risale-i Nurda esir olur. Makam-ı rızaya vusül, mizacını da Risale-i Nur’da eritmekle olur.” tesbitlerini de değerlendirince nurcu mizacın yani müsbet hareketin ne olduğu, nasıl kazanılacağını anlamaya başladım.

Ne demek mizacını nurcu yapmak?

Mizac insanın karakteri, bununla bağlı olarak huyları, eşya ve hadiseleri algılama, değerlendirme bakış açısı demektir. Kimimizde kötümser ve sabırsız bir algılama hakimken, kimimizde daha temkinli ve olumlu algılamalar olabilmekte. İşte Şener Ağabeyden nakledilen not bize mizacımızı nurcu, yani müsbet hareket edici bir seviyeye getirmemizi tavsiye ediyor.

Müsbet hareket: yapıcı, onarıcı, tamir edici fikir, his ve davranışlar içinde olmak; dolayısıyla kırıcı, bozucu, tahrip edici, iğneleyici halet-i ruhiye ve lafızlardan uzak durmak; problemi büyütücü değil, çözümleri üretici şekilde hareket etmek demektir. İsminden de anlaşıldığı gibi bu anlayış bir harekettir, yani uygulamada kendi gösteren bir bakış açısıdır. Manen hidayetin taşıyıcısı olan bir nur talebesinin en dar dairede etrafındaki insanların ve daha geniş dairede içinde bulunduğu cemiyetin problemlerine karşı sunduğu çözümler daima yapıcı, onarıcı, iyiye doğru yol aldırıcı nitelikte olmalıdır.

Neden müsbet hareket?

Bu asırda insanlık ve cemiyete en müessir hizmet ancak müsbet hareket yani “nurcu mizac” ile mümkündür. Çok fazla tahribatın olduğu bu asırda, kalp ve ruhların gerek günahlar gerekse enaniyetli tahakkümlerle ezilip yıprandığı asr-ı hazırda, insanlara “Allah’ın kulu ve yalnız Allah’ın kulu olduklarını” ihsas edebilmek öncelikle Allah’ın Rahmetiyle bağlantılarını onlara buldurmakla mümkündür. Bu yüzden nurların mesleği hadiselere ve kainata “hikmet ve rahmet” penceresinden baktırır. Yani hikmet ile akla kapı açar, kalbe rahmeti fark ettirir ve Halık’ını Rahmet tecellileriyle tanıttırır. İnsan ruhu rahmet ile teneffüs edemezse, nokta-i istinad (dayanma noktası) ve nokta-i istimdadsızlıktan (meded bulma noktası) dünyanın çalkantıları içinde güvenecek sağlam bir dayanak bulamadığı için vahşet-i mutlakada kalır; dünya ve hadiseler insanı tazyik eder, azap verir; giderek insan, ruhuna sıkıntı veren bu kadar çok hadiseyi yorumlayamaz hale gelir; yorumlayamadığı için aklı sebepler arasında dönüp durur, uzun vadede çözüm bulamaz ve üstesinden gelemezse  -Allah muhafaza- içsel dengenin tamamen yitirilmesi derecesine kadar gidebilir. Mutsuzluk, yeis, sıkıntı, bunalım gibi hallere giriftar olur.

İnsanı bu girdapta boğulmaktan kurtarmak için Risale-i Nur “insan”ı ilgilendiren problemlerin tamamında hikmet kapısından rahmeti gösteren çözümler sunar. İnsana Rahim ve Kerim Malik’ini buldurur, kadere teslimin verdiği emniyet ve ferah ile insandaki acizlik ve fakirlik yaralarını tedavi eder. Sebepler arasında dönüp durmak değil, hadiselerin asıl kaynağına yani bizim Rabbimizle olan irtibatımıza, yakınlığımıza nazarımızı çevirir. Yaşadıklarımızı dünya denen geçici okulumuzdaki uygulamalı dersler olarak görmemizi sağlar. O zaman hatalarımız dahi, eğer fark edip ders aldıysak, gelecekteki hatalardan bizi muhafaza ettiği için kıymetli ve eğitici olur; iç yakan pişmanlıklar böylece ferahlatıcı tevbe hallerine ve hayat tecrübelerine dönüşür. Mahiyetimize konulmuş ve muhakkak terbiye etmemiz gereken nefsimiz de bu muhasebelerle yumuşar, kusurunu anlar, dergah-ı İlahi’den af istemekle dehşetli Rablik iddiasından sıyrılır. “Hayat musibetlerle tasaffi eder, terakki eder” sırrı anlaşılır.

 Yaşadığımız hayata farklı pencereden bakabilmenin yolu olayları “müsbet şekilde değerlendirmek”ten geçer.

“Bu hadisede Rabbim neyi fark etmemi kast etmiştir?“ ya da “Rabbimle irtibatımda eksik olan hangi noktaya bu hadise vurgu yapıyor?” soruları ile aklımıza kaderin koyduğu hikmeti buldurmaya çalışmak gerektir. Abes, hikmetsiz hiçbir takdiri olmayan kader programı bize insaniyetimiz için en güzel eğitimi kast eder, bunu da hadiselerle bizi eğitmek suretinde gösterir. Bu bakış açısını öğrenmemiz için nurlar bize her hadisede rahmetin izini, özünü, yüzünü görmeyi öğretir. İnsanın bizzat yaşadığı hayat içinde Rabbisinin muhatabı olduğunu fark etmesi, ne kadar üzücü ve sıkıcı da olsa boş anlamsız şeyler yaşamadığını, tersine ebedi seyahatinde gerekli levazımatı almak için, gerekli idmanları yapmak için hadiseler zincirinden geçirildiğini anlaması Allah’ın rahmetiyle kurduğu en önemli ve daimi bağdır.

Rahmetin izini, özünü en zorlu hadiselerde de görmeyi bizzat Nurların Müellifi Bediüzzaman Hz(RA)’nde görüyoruz. “Konuşan yalnız hakikattir” isimli parçada Bediüzzaman Hz. (RA) yirmisekiz senelik tecrid, tahakküm ve sıkıntı ile geçen ömrünü “ihlası bozmamak” noktasında kaderin adaleti olarak yorumlamış, böylece kadere küsmemiş, her şeyde olduğu gibi bunda da rahmet ile muamele gördüğünü vurgulamıştır.  Üstelik nefsini de hissesiz bırakmamış, iki sünneti terk etmeği en büyük bir kusur addedip,  bilkuvve de olsa ihlası kaybetmek tehlikesine karşı kaderin adil muamelelerine maruz kaldığını ifade etmiştir. En sıkıntılı hallerde de “güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır” hakikatine ayine olmuştur. Kendi hayatına dair yaptığı bu hakikatli tahlil ve rahmeti görebilme talimi ile Üstad Hz. “müsbet hareket eden nur talebesi” kavramını en nihayet mertebesinde bize ders vermiştir. Kendisi hiçbir zaman ümitsizlik, bıkkınlık, hayata küskünlük hallerine düşmediği gibi tersine sıkıcı hallerin artmasıyla daha fazla İlahî Rahmeti fark ettiğini, acz ve dua kapısı ile rahmetten istifade ettiğini lahika mektuplarında ifade etmiş, adeta bizim de muhakkak onunkinden çok daha hafif olan sıkıntılarımıza “Rahmeti görmekle ferahlayın” çözümünü göstermiştir.

Müsbet hareketin ilk temelinde yer alan “rahmet ve hikmet penceresinden hayata bakabilmek” düsturunu yakaladık, inşallah Rabbimiz diğer esasları da fark edip anlamayı lutfetsin.

Hayatı güzel görebilmek duasıyla..

Hayırlı Ramazanlar

Nâbi

www.Nurnet.org

Hayata Güzel Bakabilmek

‘’Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’’diyor Bediüzzaman Hazretleri. Evet hayattan zevk almak için bu vecizeyi kendime düstur etmişimdir. Şu kısacık fani ömürde ,insan dünyaya hep güzel bir bakışla bakmalıdır.

Bir çok insan yaşadığı hayattan memnun olmaz. “Allah beni niye zengin yaratmadı?.. Neden beni  daha güzel veya yakışıklı yaratmadı?..” gibi soruları kendine sorar. Bu soruları sorarken hep kendinden üstün gördüğü ve üstün  kabul ettiği insanlara bakarak sorar. Bu durum  insanın bakış açısının yanlışlığını gösterir. Eğer bir kişi kendinden daha kötü durumda olanları görseydi belki bu yanlış düşüncelere kapılmazdı.

İnsanın bakış açısı onun mutlu veya mutsuz olmasında en büyük etkendir.İnsan dünyaya pembe bir gözlükle baksa pembe görür, siyah bir gözlükle baksa siyah görür.

Kişinin kalp  gözü de öyledir.İnsanının kalp gözü dünyaya pembe gözle bakarsa insan her şeyden zevk alır. Ama siyah bir gözle bakarsa insan hiçbir şeyden zevk almaz.Her şeyi yanlış ve karanlık görür.

Bakış açısıyla ilgili  Fransa da yapılan bir araştırmayı aktarmak istiyorum. Fransa’da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir.

Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar :

“Ne yapıyorsun?”

“Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır işçi.

Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum.Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.

Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar:

”Ne yapıyorsun?”

İşçi cevap verir: “Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum.Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.

Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler.

“ Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.

Görmüyor musun?” der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak.“ Bir katedral yapıyorum.

Bu hikayenin enteresan tarafı her üç işçinin de aynı işi yapıyor olmalarıdır. Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır.Evet yukarıdaki hikayedeki gibi her üç işçi de aynı işi yapmaktadırlar. Fakat her üç işçinin yaptıkları iş hakkındaki  düşünceleri  çok farklıdır. Bunun da nedeni üçünün de farklı bakış açısıdır.

Hayatta misafir olan bizler her zaman her şeyin güzel tarafına bakmalıyız. Bir gözümüz yoksa iki gözü olmayanı görüp şükretmeliyiz.Kısacası bardağın boş tarafını değil dolu tarafına bakmalıyız. Eksiklerimizi değil sahip olduklarımıza bakmalıyız. Böylece şu kısacık fani ömürden zevk almayı öğreniriz. Vesselam…

Hamit Derman

www.NurNet.Org