Etiket arşivi: Hafız Ali Kimdir

Bediüzzaman: O (Hafız Ali r.h.) Risale-i Nur talebelerinin bayraktarı!

Hafız Ali Kimdir? (Müstakil Yazı için tıklayınız)

Risâle-i Nur’la tanışmadan önce üç-dört sene Dinar köylerinde imamlık yaptı. Hafız Ali bir yandan imamlık yaparken, diğer yandan da insanlara Kur’ân okumayı öğretiyordu.

Baskıların en yoğun olduğu dönemlerde bile onun talebeleri hiçbir zaman eksik olmadı. Risâle-i Nur’u tanıdıktan sonra ise, meşguliyetlerine bir de Risâlelerin yazılması ve dağıtılması eklendi.

Hafız Ali, hayatını vakfettiği Risâle-i Nur’u el yazısıyla yazarak çoğaltan ve bu konuda gayret gösteren kahramanlardan biridir. Bediüzzaman, Eskişehir hapsinden çıkıp Kastamonu’ya sürgün edildikten sonra İslâmköy ve çevresi Nur Talebelerinden bir heyet teşkil etmiş ve durmadan çalışmıştır. Bediüzzaman, Nurların en çok yazılıp çoğaltıldığı yerlerden birisi olan İslâmköy’ünü “Nur fabrikası” olarak vasıflandırmış, Hafız Ali’nin de ihlâs ve hizmetlerinden dolayı o fabrikanın sahibi olduğunu belirtmiştir.

Her nefesi Allah yolunda harcanmış bir ömür 17 Mart 1944 tarihinde Denizli hapsinde şehitlikle tamamlandı. Vefatıyla Bediüzzaman’ı en çok ağlatan isimlerden biri, belki de birincisiydi Hafız Ali. Said Nursî’nin “benim bedelime şehid oldu” dediği Hafız Ali’nin vefatı şöyledir:

1943 yılında Bediüzzaman’ın bulunduğu Denizli hapsine sevk edilenler arasında Hafız Ali de vardır. Bediüzzaman hapiste gizli düşmanları tarafından zehirlendiği sırada Hafız Ali de aniden rahatsızlanıp hastaneye kaldırılır ve orada vefat eder. Bunun üzerine Said Nursî “Hafız Ali benim bedelime berzah âlemine seyahat eyledi” demiştir.

****

Hâfız Ali Ergun’un talebesi Hasan Ergünal anlatıyor:

YATSIYI TALEBELERİYLE KILAR FAZLA OYALANMADAN YATARDI

Hocam Hâfız Ali imamdı ve hâfızdı. Gayet güzel Kur’an-ı Kerim okurdu. Zamanında çiftçilik de yapıyormuş. Bizim evimiz burada, onun evi köyün (İslamköy) öbür tarafında idi. Risale-i Nur’a intisaptan sonra devamlı yazardı. Akşam namazından yatsıya kadar dualarını okur… Yatsıyı talebeleriyle kılar ve fazla oyalanmadan yatardı.

TESBİHAT HAFIZ ALİ’NİN EVİNDE HEP BİR AĞIZDAN SESLİ YAPILIRDI

Şafaktan evvel kalkar ve cevşenini okurdu. Sonra talebeleri gelir… Cemaatle kılınan namazdan sonra tesbihat hep bir ağızdan sesli yapılırdı. Kur’an ve dersler okunduktan sonra talebeler dağılırlardı. Hocamız Hâfız Ali Efendi köyümüz İslamköy’de 10–15 kadar çocuk okutuyordu… 4 tane de hâfız çıkardı. Bir kısmımıza da risalelerden yazdırıyordu. İşte o yazanlardan birisi de bizdik. Ben önce külliyatın büyüklerini, sonra da küçüklerini yazdım.

“BUGÜN KABRİSTANA GİTTİM” DEDİ VE BAŞLADI AĞLAYARAK ANLATMAYA…

Sene 1942. Bir gün 29. Söz’ü yazdım, hocamın yanına gittim… Yanına oturttu beni… Baktı baktı dedi:

“Kardeşim! Ben bugün kabristanı ziyarete gittim. Gördüm ki; çoluk çocuk meşgalesiyle, rızık toplamak, kazanmak dolayısıyla, keselerine, torbalarına ahiret azığı olarak bir şey yapamamışlar. Öyle vaveylâ ediyorlardı ki… Ben o acıyı gördüm, dağlara kaçsam unutamayacağım…”

Hocam bunları anlatırken ağlıyordu… Siz insan ölünce kurtuluyor zannetmeyin. Nasıl burası bir âlemse, o kabir de öyle bir âlemdir. Adem ve yokluk yoktur…

HOCAM HÂFIZ ALİ’DE VELÂYET VARDI, EHL-İ KEŞİFTİ…

Hocam Hâfız Ali’de velâyet vardı. Ehl-i keşifti… Çok defa gelip gidenlerin isimlerini söylerdi. Bazen yollarda gecikenlere, “nerede kaldınız?” derdi mübarek. Böyle bir veli zattı Hâfız Ali. Hatta Risalelerde okumuşsunuzdur. Üstad Barla’da iken:“Benim duama âmin diyor, Hâfız Ali burada mı?” diye soruyor.

Bazı zaman mektuplar gelmediği zaman Santral Sabri ağabeyin köyüne (Bedre) doğru: “Yââ İmam! Mektupları göndermezsen indallah mes’ûlsün” diye bağırır ve duyururdu. Kastamonu Lâhikasında, Üstadımızın Hâfız Ali ağabeyin velâyetine iş’ar eden ifadeleri vardır.

HAFIZ ALİ’NİN VELAYETİNE HZ. ÜSTAD İŞARET EDİYOR:

“Hâfız Ali Kardeşim! Bir zaman Barla’da Cuma gecesinde dua ederken, senin âmin sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım. Dedim: “Hâfız Ali ne vakit gelmiş.” Dediler: “O burada yoktur.” Ben şimdi o vakıadan diyebilirim ki; üç-dört saat mesafeden duama âminini işittirmesi, otuz günlük mesafeden buradaki zaîf davet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmîn hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi çok manidar bir tevafuktur.” (Kastamonu L. 30)

“…Hâfız Ali’nin bu mektubunu aldığımdan ya altı, ya yedi gün evvel, Karadağ’dan inerken birden diyordum: “Yahu! Ata et, arslana ot atma; arslana et, ata ot ver.” Bu kelimeyi beş-altı defa hoşuma gitmiş tekrar ediyordum. Ya Hâfız Ali benden evvel yazmış, bana da söylettirdi veyahut ben evvel söylemişim, ona yazdırılmış. Yalnız bu garib tevafukta bir farkımız var. O, öküze ot demiş; ben, ata ot demişim.” (Kastamonu L. 255)

(Denizli Kabristanında medfun Hafız Ali’nin (R.H.) mezar taşındaki yazı:

“Mahkeme-i Kübra-yı haşrî’de, Risale-i Nur talebelerinin bayraktarı, Şehîd-i merhum Hâfız Ali. Rahmetullâh-i Aleyh. Ebeden dâima.” 

Said Nursi

İhlas Kahramanı Hafız Ali (R.A) Kimdir?

Barla sıddıklarından Hafız Ali (Ergün), 1898 yılında İslâmköy’de dünyaya geldi.

Risâle-i Nur’la tanışmadan önce üç-dört sene Dinar köylerinde imamlık yaptı. Hafız Ali bir yandan imamlık yaparken, diğer yandan da insanlara Kur’ân okumayı öğretiyordu.

Baskıların en yoğun olduğu dönemlerde bile onun talebeleri hiçbir zaman eksik olmadı. Risâle-i Nur’u tanıdıktan sonra ise, meşguliyetlerine bir de Risâlelerin yazılması ve dağıtılması eklendi.

Hafız Ali, hayatını vakfettiği Risâle-i Nur’u el yazısıyla yazarak çoğaltan ve bu konuda gayret gösteren kahramanlardan biridir. Bediüzzaman, Eskişehir hapsinden çıkıp Kastamonu’ya sürgün edildikten sonra İslâmköy ve çevresi Nur Talebelerinden bir heyet teşkil etmiş ve durmadan çalışmıştır. Bediüzzaman, Nurların en çok yazılıp çoğaltıldığı yerlerden birisi olan İslâmköy’ünü “Nur fabrikası” olarak vasıflandırmış, Hafız Ali’nin de ihlâs ve hizmetlerinden dolayı o fabrikanın sahibi olduğunu belirtmiştir.

İslâmköy’ü kendi köyü olan Nurs’la bir tutan Bediüzzaman, bu beldeye ve Nur Talebelerine çok iltifat etmiş ve ilgi göstermiştir.

Bediüzzaman Kastamonu’ya sürgün edildikten sonra yazdığı risâle, mektup vs. ne varsa adres olarak Bedreli Santral Sabri’ye teslim edilmek üzere Eğirdir’deki Çilingir Ali Efendi adresine gönderilirdi. Sabri Efendi de onları alır, o gece yazar, ertesi gün İslâmköylü Hafız Ali’ye ulaştırırdı. Buradan da diğer yerlerdeki Nur Talebelerine dağıtımı yapılırdı. Santral Sabri bazen geç kaldığında, Hafız Ali Efendi evinin damına çıkıp yüzünü Bedre’ye çevirir ve şöyle seslenirdi: “Keçeli! Keçeli! İndallah(Allah katında) mes’ulsün!

Üstad Bediüzzaman, Hafız Ali’nin ihlâsını örnek olarak gösterdiği mektubunda şunları kaydeder:
Kardeşlerimizden İslâmköylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zat yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. ‘O daha çok hizmet eder’ dedim. Baktım ki, Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celb ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenâb-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor.” 1

Hafız Ali’nin yaşadığı evi dillere destandır. Dili olsa da o günleri bize anlatsa. Kim bilir neler gördü, neler yaşadı. Onun evi görünüşte eski bir köy evidir. Yani bir kaç merdivenle çıkılan, tahta, çamur karışımı ahşap bir ev… Duvarlarda boşluklar bırakılmış. Duvardaki tahta kaplamaların içinde gizli bölmeler yapılmış. Tabiî buralarda hazine veya para saklamak için değildi. Ya ne vardı, derseniz? Burada Halk Partisi zulmünden saklanan Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur eserleri vardı. Pencerenin altında hususî bölmeler yapılmıştı. Hafız Ali’nin vefatından sonra yıllarca el sürülmemişti. Duvarın enine ve derinliğine doğru yayılan kısmına bir bölüm daha eklenmişti. Burada bir hazine daha yer alıyordu. Kâğıt ve kitap hazinesi…

İslâmköylü büyük şehidin evi yıllar sonra didik didik arandı. Duvarları delindi, pencereleri yıkıldı. Devrin şerrinden teneke kutular içinde saklanan Risâle-i Nur eserleri, tozların toprakların arasından çıkarıldı.

1943 yılında Denizli hapsine götürülen Hafız Ali’nin yolda uğradığı hakareti merhum Refet Bey (Barutçu) şöyle anlatmaktadır:

“Bizi karanlık bir hayvan vagonuna doldurdular. Kalabalıktan oturacak yer yoktu. Başımızda iri yarı insafsız bir başçavuş bulunuyordu. Eline aldığı büyük bir dengi Hafız Ali’nin üzerine fırlattı. Hafız Ali az kalsın eziliyordu. İşte Denizli hapsine Hafız Ali böyle gitmişti. Ve oradan şehid olarak çıktı.”2

Hafız Ali’nin Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığı kahramanca savunmasından bir bölüm:

Ben Isparta hâkim ve müddeiumumîliğinde (savcılıkta) hak ve hakikatin bütün bütün aksine olarak Risâle-i Nur’a karşı asılsız bir ittiham gördüğümden Risâle-i Nur’dan kaçmak değil; belki o ittihamdan çekinmek için sordukları suallere ‘Ben değilim’ dedim. Hatta o müddeiumumî kanunsuz bana yemin vererek ‘Risâle-i Nur’da yazılı Hafız Ali sen değil misin?’ dedi. Sükût edip yemin etmediğim halde sorgu hâkimliğinde hamiyet-i İslâmiyeyi taşıyan âlî bir vicdan hissettiğimden adalet ve hakikatın tecelli edeceğini ümit edip ‘Risâle-i Nur’da yazılı Hafız Ali benim’ dedim. Ben Risâle-i Nur’u hakaik-i imaniye ve Kur’âniye ve kevniyeyi kat’î bürhanlarla izah edip insanların yüzünü âhirete çeviren, dünyadan ziyade âhireti sevdiren mukaddes bir eser bulup ondan binlerce menfaat görmüşüm…

“Evet, ben, Risâle-i Nur’un hemen ekser parçalarını anlayarak okuduğum gibi Üstadım Said Nursî’nin de on iki seneye yakındır en gizli ve en ince esrarına kendimi vâkıf biliyorum.

“Ben ne Risâle-i Nur’da ve ne de Üstadımda emniyet ve âsayişe zarar verecek bir emare, bir meyil görmediğim gibi âsayiş ve emniyetin temel taşlarını onlardan öğrenip müddet-i ömrümde mahkeme safahatını ancak bu def’a gördüğüm gibi; şu benim gibi suçlu olarak huzurunuzda bulunan cemaat-i nuraniyenin de ifadelerinden benim gibi olduklarını da anladım.

Her nefesi Allah yolunda harcanmış bir ömür 17 Mart 1944 tarihinde Denizli hapsinde şehitlikle tamamlandı. Vefatıyla Bediüzzaman’ı en çok ağlatan isimlerden biri, belki de birincisiydi Hafız Ali. Said Nursî’nin “benim bedelime şehid oldu” dediği Hafız Ali’nin vefatı şöyledir:

1943 yılında Bediüzzaman’ın bulunduğu Denizli hapsine sevk edilenler arasında Hafız Ali de vardır. Bediüzzaman hapiste gizli düşmanları tarafından zehirlendiği sırada Hafız Ali de aniden rahatsızlanıp hastaneye kaldırılır ve orada vefat eder. Bunun üzerine Said Nursî “Hafız Ali benim bedelime berzah âlemine seyahat eyledi” demiştir.

Risâle-i Nur’da birçok yerde ismi geçen Hafız Ali’nin Barla, Kastamonu ve Emirdağ Lâhikalarında pek çok mektubu bulunmaktadır.

Hafız Ali’nin yarım kalan hizmetini diğer Nur Talebeleri yanında refikası Ümmühan Hanım devam ettirmiştir.

Merhum Hafız Ali’nin Denizli kabristanında bulunan mezar taşında şunlar yazıyor:
“…İman ve Kur’ân hizmetinde manevî mücahedesinde Medrese-i Yusufiye’de şehid olan merhum, kahraman şehid, Ömer oğlu Hafız Ali. Isparta İslâmköy. Tevellüdü: 1313 (1898). Ölümü: 1944

Ruhuna Fatiha..

Dipnotlar:

1- Barla Lâhikası, s. 210.
2- N. Şahiner, Son Şahitler, c. 1, s. 312-313.

Risale-i Nur Enstitüsü