Etiket arşivi: Halil İbrahim DEDE

HEP DAHA DA FAZLA!

Hep daha bir ileri; daha fazla; en çok diyesimiz var değil mi?

Ulaştığımız yeri beğenmeyip, hep daha da fazlasını isteyesimiz var, değil mi?

Siz de şahit olmuşsunuzdur.

Hatta kendi nefsinizde de hissediyorsunuzdur hep daha fazlasını istemeyi.

Sözgelimi; en başta, okul kazanalım ondan sonra başka bir şey istemeyiz derdik.

Okulu kazandıktan sonra; okulu bitireyim başka bir şey istemem dedik.

Okul bitti; KPSS’yi kazanayım da başka bir şey daha da istemem dedik.

KPSS’yi de kazandık; yerleşeyim de vallahi başka bir şey istemem de dedik.

Yerleştik; yerleşmeden önce hayalleri süsleyen, duyunca aboo ne çok para dediğimiz rakamları maaş olarak almaya başladık ama onu da beğenmemeye başladık.

Hep bir beğenmeme hali, hep bir daha da fazla olsun arzusu…

Öyle birini tanıyorum. Yerleşeyim de yerleşeyim diye sızlanıyordu.

Öncesinde asgari ücretle çalışırken, şimdi asgari ücretin iki katından fazla para almaya başladı, sonra bir de baktım ki hep maaşından, çalışma şartlarından şikâyetçi…

Neden?

Çünkü biz kullar halimize şükretmiyoruz.

Hep bizden yukarısına bakıyoruz.

Hiç ibret almak ve halimize şükretmek için bizden az kazananlara bakmıyoruz.

Baksak hâlbuki halimize şükredeceğiz.

Atalarımızdan yadigâr bir deyim var. Yeri geldi söyleyelim madem;

“BİTİ KANLANDI”

Bu deyim fakir iken zengin olana değil.

Fakir iken zengin olup, fakiri hakir görene;

Geldiği yeri unutana ve geldiği yeri hakir görene;

Fakir geçmişinden utanana, anlatılmasını istemeyene;

O fakir dönemi yaşanmamış gibi sayana;

Fakirlik gördüğü ve fakirlikte çekilen zorlukları bildiği halde fakiri kollamayana, yardım etmeyene;

Zengin olduktan sonra, eski halini hatırlamayıp, şükretmeyene denir.

Zenginliği veren Gani olan Allah’tır;

Kulun “BENİM” dediği ve bütün benliğiyle sarıldığı eline geçen malın-mülkün sahibi de Malik-ül Mülk olan Allah’tır.

“BENİM” diyerek bütün benliğiyle sarıldığı malla-mülkle “var” olduğunu sanmak ta aslında zavallılıktır, ahmaklıktır.

Hz. Ebubekir (r.a.) bir gün, bir ceviz için kavga eden iki çocuğun arasına girer ve “durun ben size bu cevizi paylaştırayım” der. Cevizi kırınca cevizin içi boş çıkar ve çocuklara dönüp “işte uğrunda kavga ettiğiniz dünya bu” der.

Dünyanın geçici ve dünyalık peşinde koşmanın anlamsız ve değersiz olduğunu bizlere ders veren Yunus Emre’nin bu mısralarını da eklemeden geçemeyeceğim:

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan!..

 

Başa dönecek olursak; biz kullardaki hep daha fazlasını isteme hissi aslında Cenneti ve cennetin ebediyetini anlamamız için verilmiş, ama biz bunu dünyadaki maddi ve geçici şeyler için sarf ediyoruz, kullanıyoruz.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) buyurdular ki:

Hz. Musa (a.s.) Rabbine sordu: Derece itibariyle cennet ehlinin en düşüğü nasıldır?

Rab Teâlâ buyurdu: O, cennet ehli cennete dâhil edildikten sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine: “Cennete gir!” denilir.

Adam: “Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti, mekânlarını tuttu!” der.

Ona şöyle denilir:

Sana dünya meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?”

Adam: “Rabbim, razıyım!” der. 

Rab Teâlâ: “Sana bu verilmiştir. Onun misli, onun misli, onun misli, onun misli de.”

Adam beşincide: “Ey Rabbim razı oldum (yeter)!” der.

Rab Teâlâ: “Bu sana verildi, on misli daha verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa, sana hep verilmiştir!” buyurur.

Adam: “Rabbim razı oldum (yeter)” der… [1]

Bu hadisin bu kısmından da anlaşıldığı üzere; bu hissimizi ancak Allah’ın vereceği Cennet doyurabilir; dünya ve dünyalıklar değil.

Dünya ve dünyalık peşinde koşan kişiyi “deniz suyu” içene benzetiyor Hz. İsa (a.s.) “içtikçe susuzluğu artar, içmeye davam ederse helak olur” diyor.

Hadis-i Şerifte: “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.”[2] buyuruyor Peygamber Efendimiz (a.s.m)

Bunları bilmemize rağmen, hep daha!

Daha da fazla!

En fazla, diyoruz değil mi?

Peki, ne zamana kadar böyle demeye devam edeceğiz?

Bu gafletten ne zaman uyanacağız?

Hadis ile sabit: “İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü vadiyi de ister.”

Peki, ne zaman doyacak insanın gözü; ne zaman tamam bu kadarı yeter diyecek? Bu sorunu cevabı hadisin devamında:

Onun gözünü ancak toprak doldurur…” [3]

Yani kefenimize sarılı bir şekilde mezarımıza sağ tarafımız üzerine yatırılıp, kefenin üzerindeki bağlar çözülüp, üzerimize en yakınlarımız, en sevdiklerimiz tarafından topraklar atılmaya başlayınca yüzümüze gelen o toprak ile o an anlayacağız ve gerçek manada “tamam, artık bir şey istemem” diyecek; dünyalık kazanma ve biriktirme hırsımız ve arzumuz o an bitecek. Ama Allah muhafaza o halde ölür isek iş işten geçmiş olacak…

Hadisin devamında “Tövbe edenin tövbesini Allah kabul eder.” diyor.

Çaresi tövbe yani… 

Yüzüne toprak atılmadan tövbe ederek uyanan;

Üzerindeki bu gaflet yorganını atıp, tövbe edip uyanarak kurtulan;

Hâli ne olursa olsun, Allah’ın verdiklerine ve vermediklerine şükreden;

Dünyanın geçici olduğunu anlayan;

Fâni olduğunu unutmayan, verilen mala-mülke kalbini bağlamayan;

Allah’ın verdiği malı-mülkü Allah yolunda kullanan;

Allah’ın razı olacağı amelleri işleyen; aç doyuran, gariban kollayan, yetime kol kanat geren, verirken göstermeyen ve eli titremeyen kullardan olalım inşallah.

Üstad Bediüzzamanın Yirmi Yedinci Sözün Zeylinde geçen sualin cevabından aldığımız dersten istifade ile:

“Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçen;

Mevcudatı, esmâ-i İlâhiyenin âyinesi görüp, müştakane temâşâ edip bakan” kullardan olabilme gayretinde ve niyetinde de olalım inşallah…

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE – Facebook

17/05/2016 – Çorlu

 

 

[1][Müslim, İman 312, (189); Tirmizî, Tefsir Secde, (3196).]

[2][el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:368, Hadis No: 3662.]

[3][Müslim, Zekât 116]

MÂLİK-ÜL MÜLK (Şiir)

Gece de senin, gündüz de senin,
Gecedeki yıldız da senin,
Gündüzdeki güneşte senin,
Yüzümüzdeki göz de senin;

Üstümüzdeki gök kubbe de senin,
Altımızdaki küre-i arz da senin,
Üstündeki mahlûkat da senin,
İçindeki mahlûkat da senin;

Yerdeki karınca da senin,
Gökteki şems de senin,
Görmediğimiz zerrat da senin,
İhatası muhal kâinat da senin;

Gönlümüzdeki sevgi de senin,
Göğsümüzdeki kalp de senin,
Sevdiklerimizin sevgisi de senin,
Sevip de sevindiklerimiz de senin;

Okuduğumuz Mushaf da senin,
Kâbe-i muazzama da senin,
Mescid-i Haram da senin,
Mescid-i Aksa da senin;

Ağlayan göz de senin,
Ağlayan yetim de senin,
Ağlayan günahkâr da senin,
Ağlayan tövbekâr da senin;

Benim dediklerimiz de aslında senin,
Mâlik-ül Mülkü unutan kul da senin,
Tövbe kapısı da senin, tövbe de senin,
Kevser de senin, Firdevs de senin;

Cebrail de senin, Azrail de senin,
Mikail de senin, İsrafil de senin,
Mekke de senin, Medine de senin,
Kudüs de senin, Hira da senin;

Cennet de senin, Cehennem de senin;
Kabir de senin, berzah da senin;
Hesap da senin, mizan da senin;
Affetmek de senin, mağfirette senin…

Halil İbrahim DEDE – Facebook
28/04/2016 – Çorlu

Siz De Tükürün!

Bir önceki “TÜKÜRDÜM!” başlıklı yazıma yapılan tüm olumlu-olumsuz yorum ve eleştiriler için tüm okurlarıma teşekkür ederim.

Yapılan yorumlardan, müspet hareket etmenin ne demek olduğunun anlaşılmadığını; daha doğrusu, doğru anlaşılmadığını fark ettim.

Sorularla Risale sitesinde müspet hareket şu şekilde tanımlanmıştır:

Müspet hareket, en kısa ifadesiyle “yapıcı olmak”, ortaya bir eser koymaktır. Menfî hareket ise bunun zıddı olup yıkıcı olma manasına gelir. Menfî, nefy edilmiş, sürülmüş demektir. Müsbeti ortadan kaldırmaya yahut ona zarar vermeye yönelik her hareket menfîdir. (…)“Nefy-i nefy ispattır.” kaidesine göre menfîyi nefyetmek de, netice itibariyle, bir müspet harekettir. [1]

Bu tanımla, önceki yazımda ifade ettiklerimin ve yaptığımın menfî hareket olmadığı, hatta müspet hareket olduğu anlaşılıyor değil mi?

Zira menfî hareket, müspeti ortadan kaldıran hareket olarak ifade edilmiş. Ortada müspet bir durum yok ki o insan müsveddelerinin yanında duraksayıp yere tükürmem menfî hareket olsun. Kaldı ki ben duraksayıp yere tükürdüğüm zaman onlar kalkıp gittiler. Olan menfî durum son buldu.

Bunları söyleyince, Peygamber Efendimizin, menfî durumlara karşı tepki verilmesi gerektiği ile ilgili bir hadisi geldi aklıma:

“İçinizden her kim kötü bir şey görürse, onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse dili ile; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin ki bu; imanın en zayıf derecesidir.” [2]

Elimizle, yani fiilimizle değiştirebileceğimizi, engelleyebileceğimizi engellememiz gerekir. Önceki yazımda ifade ettiğim rezilliğe karşı yaptığım da buna uyuyor, değil mi?

İman’ın ve İslam’ın izzetine dokunan mevzularda yumuşak davranmak yanlış bir tutum gibi geliyor bana.

Hatırlayın. Zina etmek için izin isteyen gence, Efendimizin sorduğu ve gencin “hayır, asla” diye cevap verdiği soruları:

“Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi?

Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin?”[3]

Ne kadar damara dokunur sorular değil mi?

Üstad Bediüzzaman Said NURSİ hazretlerinin hayatında da İman’ın ve İslam’ın izzetini muhafaza etme örnekleri var:

Üstad Bediüzzamanın sarığını çıkartıp, şapka giydirmek isteyen dönemin Ankara Valisi Nevzat TANDOĞAN’a, hiddetle, boynunu gösterip “bu sarık bu başla beraber çıkar” diyerek, şiddetli bir şekilde reddetmesini hatırlayın;

31 Mart ayaklanmasında hiçbir suçu olmadığı halde, hatta isyanın son bulması için çaba gösterdiği bilinmesine rağmen, tutuklanıp, Divan-ı Harb-i Örfî’de, idam talebiyle yargılanırken. Hadiseye karışan on beş kadar kişi, mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunurken. Mahkeme başkanı Hurşid Paşa’nın, hiddetle “Sen de şeriat istemişsin?” sorusuna Üstad Bediüzzaman’ın verdiği cevabı hatırlayın: “Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!” O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraat edip, mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den Sultanahmed’e kadar, arkasında kalabalık bir halk kitlesi ile “Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!” nidâlarıyla ilerleyişini hatırlayın.

Rusların Kafkas Orduları Komutanı Grandük Nikola Nikolaviç’in, kampı teftişe geldiğinde, Bediüzzamanın önünden geçmesini ve onu tanıdığı halde ayağa kalkmamasını hatırlayın. Ve kalkmama sebebi sorulduğunda, oturduğu yerden, korkmadan verdiği cevabı hatırlayın. Ben bir Müslüman âlimiyim. İmanlı bir kimse, Cenâb-ı Hakkı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem”[4]

Bütün bu örnekler, imanın ve İslam’ın izzetine dokunan mevzularda yumuşak davranmanın anlamsız, gereksiz ve yanlış olduğunu ispatlamıştır umarım.

Biz, sessiz ve tepkisiz kaldıkça önceki yazımda belirttiğim haller, bulaşıcı bir hastalık gibi yaygınlaşıyor ve büyüyor; gittikçe daha da vahim ve daha da çirkin bir hale geliyor.

Bundan 10-15 yıl öncesini hatırlayın. Var mıydı öyle şeyler; yada bu kadar yaygın mıydı? Hayır! O zamanlar çok az olan bu gibi durumlara tepki verilmediği için zamanla arttı ve bu halini aldı.

Velhasılıkelam; arsızlıklarını sergileyen, namustan bihaber,  hastalıklarını bulaştırma gayesinde olan bu mahlûklarla karşılaştığınızda; siz de, kendinize göre, yani, yapabileceğiniz bir şekilde tepkinizi ortaya koyun, menfi durumun önüne geçmeye çalışın derim. Unutmayın ki; menfîyi defetmek netice itibariyle müspettir ve müspet bir harekettir.

Yok, eğer hiçbir şey yapamıyorsanız, yani yapılamıyorsa yada yapılaması imkansızsa, kalben buğz edip, “Allah sizi ıslah etsin, şerrinizden bizi muhafaza etsin” diye dua edin derim.

Selam ve dua ile..

 

Halil İbrahim DEDE  –  Facebook

29/03/2016 – Çorlu

 

[1] http://www.sorularlarisale.com/makale/1578/musbet_hareket_ve_mesveret.html

[2] Müslim İman 78

[3] (Müsned, V. 257)

[4] Tarihçe-i Hayat – İlk Hayatı

Tükürdüm!

Geçenlerde, işten eve doğru giderken, hiç karşılaşmak istemeyeceğim bir manzara ile karşılaştım.

Yolun kenarındaki bankta oturmuş, rezilliklerini, akılsız birer hayvan gibi, arsızca, namussuzca ve şerefsizce, ulu orta icra eden iki insan müsveddesi ile karşılaştım.

Onların o hâli beni kızdırdı, hiddete getirdi ve normalde hiç yapmadığım ve yapmayacağım bir şeyi yaptım;

Hizalarında duraksayıp yere tükürdüm!

Yere tükürdüm ama tükürüğüm yere değil, onların aldıkları edebe, olmayan arlarınaydı.

Tükürmemle o arsız insan müsveddeleri ile göz göze geldim, diyecek bir şey bulamamış olacaklar ki oturdukları banktan kalkıp, defolup gittiler.

Yere tükürmek yerine, yüzümü çevirip, buğz ederek, uzaklaşıp gidebilirdim ama önlerinden aileler ve bir sürü insan geçmesine rağmen namussuzluklarını, şerefsizliklerini, hayâsızlıklarını aşikâr bir şekilde ilan ve icra etmeleri, bana, bunu yaptırdı.

İçine düştükleri haram bataklığından ve içinde bulundukları fitneden kurtulmaları için onlara dua etmem ve acımam gerekirken, o anki hissiyatım ve o an aklıma gelen, Üstad Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) hazretlerinin “tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!” ifadesine dayanarak, bu hayâsız yaratıkların yaptıklarını apaçık bir zulüm olarak gördüğüm için böyle yaptım.

Sizce ben böyle yapmakla doğru olanı mı yaptım; yoksa böyle yapmakla hata mı ettim?

Siz olsanız ne yapardınız?

Selam ve dua ile…

 

Halil İbrahim DEDE – Facebook

01/03/2016 – Çorlu

İşte O Zaman İnsansın

Hiç unutmam; Edirne’de okurken, bir arkadaşım, İstanbul’dan bir kap dolusu kızartılmış tavuk budu getirmişti. Hepimiz bir iştahla sofraya oturup yemeye başlamıştık ki Selçuk isminde diğer arkadaşımız buttan bir lokma aldıktan sonra elinden bıraktı. Yüz ifadesinden moralinin bozulduğunu anladık.  Nedenini sorduğumuzda da bize, hamiyetperver bir eda ile “aç insanlar geldi aklıma, ondan dolayı yiyemedim” dedi.

Bizler, büyük bir merak ve hevesle, binlerce lira verip aldığımız akıllı telefonlarla; yüzlerce lira hesap ödeyeceğimiz lüks mekânlarda, önümüzde serili enfes yemeklerle ve yine yüzlerce, hatta binlerce lira verip satın alıp giyindiğimiz pahallı elbiselerle fotoğraf çekmekle ve bu fotoğrafı sosyal medyada paylaşıp gelen yorum ve beğenileri takip etmekle ve gelen yorumlara riyakârca cevap vermekle uğraşırken; yarım çay bardağı süt bulamayan bebekler açlıktan zayıf düşüp, hastalanıp, ölüyor.

Her gün, binlerce insan açlıktan zayıf düşüp, hastalanarak ölüyor ve bunun içerisinde daha hayatının en başında olan yüzlerce bebekte dâhil. Bizler ise buna uzaktan bakmayı, duymamayı, ilgilenmemeyi ve düşünmemeyi tercih edip, günümüzü gün etmeyi düşünüyoruz.

Nerden mi vardım bu kanıya?

Soralım kendimize Allah aşkına: sadece akıllı telefona verdiğimiz para miktarınca bu aç ve yardıma cidden ihtiyacı olan bu insanlara yardım ettik mi; akıllı telefona verdiğimiz paranın tamamı değil,  hatta yarısı da değil, çeyreği kadar bile olsa bu insanlara gönderdik mi?

Yardıma muhtaç bu insanlara ulaşabilen dernekleri, vakıfları araştırıp kaç tanesine yardımda bulunduk?

Kahvehanelerde gün boyu boş boş oturan emeklilerimizden kaç tanesi sabahtan akşama kadar boş muhabbetler etmekten vazgeçip, bu yardımları ulaştıran dernek ve vakıflara gönüllü yardım etmek için başvurdu?

Son istatistiklere baktığımızda dünyadaki aşırı kiloluların sayısı, dünyadaki aç insan sayısının iki katından fazla. Bütün hayatımızı nefsimizin istek ve arzularını düşünüp, hep daha da rahat yaşamak için harcıyorsak ve bu insanlar için bir şeyler yapma gayretinde değilsek, insanlığımızı sorgulayalım ve vicdanımız yerinde duruyor mu diye bir kontrol edelim derim.

Bu insanlara her ne şekilde olursa olusun yardım ettiğimiz zaman, işte o zaman gerçek manada insan oluruz.

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisinin sadece kapı komşumuzu kapsadığını düşünmeyin. Artık bir EFT ile bir kısa mesaj ile istediğiniz her yere elinizi uzatabilirsiniz. Ve her Müslüman da uzanabileceği, maddi gücü ve beden gücünün yettiği ve yetişebildiği yere kadar mesuldür, sorumludur.

Son bir şey;

Siz bu yazıyı okuduktan sonra; bu yazı vesilesiyle, zorda kalmış, yardıma muhtaç, açlık çeken, hastalıktan kıvranan, evsiz kalmış bir yetime, bir öksüze, bir dula ya da yaşlı bir çifte elinizden geldiği miktarca yardımda bulunmak niyetine girdiğiniz anda şeytan size bu miktarın çok fazla olduğunu, ilerisi için biriktirmeniz gerektiğini telkin etmeye başlayacak ve hatta sizi bu yardımı yapmaktan vazgeçirmeye çalışacaktır.

Uymayın, dinlemeyin.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE – Facebook

04/02/2016 – Çorlu