Etiket arşivi: Halil İbrahim DEDE

Dünyadan Allah’a Bakmak; Tefekkür

Gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği, burnumuzun kokusunu aldığı ve aklımızın algıladığı ve anladığı her şey ile Allah (c.c.) tüm şuurlu mahlûkatına birer mesaj, birer mektup veriyor. Oku diyor. Anla ve Beni tanı diyor.

Gözlerimizle gördüğümüz şu yaratılmış her şeyi ama her şeyi hikmet ve ilimle yaratan, ihtiyaçlarını gideren, rızıklandıran, intizam ve nizam içerisinde çekip çeviren, idare eden, gözümüzün gördüğü sebepler değil, Allah’tır. Sebepler imtihan gereği arada sadece birer perdedir.

Mesela bir portakal ağacının meyvesine bir bakalım. Rengine bakalım, rengi çok güzel. Kokusuna bakalım kokusu da çok güzel. Bir de tadına bakalım o da çok güzel. Bir de bu meyvenin geldiği yere, portakal ağacına bakalım; bu ağaç bizi tanımaz, neyden hoşlanacağımızı yada hoşlanmayacağımızı bilmez, bilemez. O zaman nasıl oluyor da aklı, şuuru ve ilmi olmayan portakal ağacından tadı, kokusu ve rengi ile hoşumuza giden hem faydalı, hem de ambalaj içerisinde, dilim dilim bir meyve çıkıyor? Demek ki o meyveyi o ağaç yapmıyor, bizi tanıyan ve bilen biri yapıyor. O da kim? Hiç şüphesiz bizlere odundan, portakalı ve diğer tüm meyveleri yediren ve bizleri besleyen Allah’tır (c.c.). Demek her bir ağaç ve her bir meyve birer mektuptur; beni oku diyor…

Her insan da ayrı ayrı birer mektuptur. Her insanın burnu, dili, gözleri, ayakları, midesi, kalbi, beynini ve diğer tüm organlarını aynı yerdedir, bir birlik içerisindedir. İşte bu birliği sağlayan sanatkâr her yarattığı insan üzerine bu birlik tuğrasını basıyor ve bu tuğrasını okumasını bilenler, sanatkârın kim olduğunu işte bu tuğralı mektupları okuyarak anlıyor. Demek bir insanı yaratan kim ise tüm insanları da yaratan Odur.

Mesela bedensel veya zihinsel engelli bir insan üzerindeki mektubu okuyunca şunları düşünmeye başlarsınız;  Allah beni sağlıklı ve sağlam yarattı, isteseydi beni de engelli yaratabilirdi. Halime şükretmeliyim. Bana vermiş olduğu nimetler için Allah’a şükretmeliyim, her türlü halime Elhamdülillah demeliyim ve demeliyiz.

Yani bedensel engelli bireylerin varlığının bir hikmeti de bizlere sağlam olduğumuzu fark ettirmektir.

Bedensel engelliler de şöyle düşünmeli, itikat etmeliler “benim bu halim Rabbimin bana bir imtihanıdır, bana düşen sabretmek ve benden kötü olanları düşünüp bu halime hamd etmektir.” Allahu Teala Kuran-ı Kerimde Bakara Suresi 286. Ayetinin bir kısmında mealen şöyle buyuruyor; “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez..” yani ne demek bu? Rabbim imtihan ettiği kişiye dayanma ve o imtihandan başarı ile geçme gücünü de beraberinde veriyor demektir. Allah kulunu kaldıramayacağı imtihan ile sınamaz demektir.

Zihinsel engelli kardeşlerimiz için de şunları söylemeden geçemeyeceğim; Zihinsel engelli bireyler zaten dini olarak mükellef değillerdir. Onlar sağlıklı ve engelli insanlara ibret olmak için dünyaya birer misafir olarak gönderilmiş birer ibret ve tefekkür mektuplarıdırlar.

Hadis-i Şerifte “Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” Buyuruyor Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm. Yani nafile ibadetlerden olan Teheccüd Namazı’nı ele alacak olursak. Bir sene hiç kaçırmadan Teheccüd Namazı’nı kılmak yerine bir saat tefekkür ederek daha sevaplı ve Allah’ın daha çok razı olacağı bir ibadeti yerine getirmiş oluruz.

Bizler, Allah’ın yarattığı bütün mahlûkatı tefekkürümüz için bir malzeme ve bir esin kaynağı olarak görüp tefekkür etmeliyiz,  tefekkürümüzü arttırmalıyız.

Bediüzzaman Said NURSİ hazretleri Mesnevi-i Nuriye’de “Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır.” Buyuruyor.

Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfında “Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev; mânâ-yı ismiyle sevme. Ne kadar güzel yapılmış de. Ne kadar güzeldir deme. Diyerek bize nasıl tefekkür etmemiz gerektiğini ders veriyor.

Risale-i Nur’da birçok yerde tefekkür ufkunuzu genişletecek, size tefekkür pencereleri aralayacak, hayret ederek iman mertebelerinde ilerlemenizi sağlayacak birçok misal ve konu vardır. Risale-i Nur Külliyatı’nı okuduktan sonra her sabah önünden geçtiğimiz ve sadece sıradan bir ağaç olarak gördüğünüz o ağacın, size ne kadar çok şey anlattığını anlayacak ve ne demek istediğini duyacak ve üzerindeki tuğralı mektupları okuyabileceksiniz.  Risale-i Nur Külliyatını okumanızı tavsiye ederim.

Allah, bizlere gönderdiği ve hayatımızın her anında önümüze getirdiği bu mektuplarıyla bizlere kendini tanıtıyor ve tanıtmasına karşılık bizlerden de tanımamızı ve itaat etmemizi istiyor.

Biz şuurlu mahlûklara da bu Allah’ın bizlere gönderdiği bu mektupları okumak,  anlamak ve mektupların sahibine itaat etmek düşüyor.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

28/04/2014 – Çorlu

www.NurNet.org

Neden Ki?

İyi bir insan olmak varken neden kötü bir insan olmayı tercih ederiz ki?

Neden iyilik yapmak gibi bir güzellik varken kötülük yaparız ki?

Komşularımız ile iyi geçinmek varken; neden komşularımızı rahatsız etmek için çaba harcarız ki?

İkram etmek, infak etmek varken neden hep kendimiz için biriktirir ve sadece kendimiz için harcayıp bencillik ederiz ki?

Neden sokakta gördüğümüz bir muhtacın ihtiyacını gidermek için çaba harcamıyoruz ki?

Bir fakiri, bir yetimi, bir garibanı soframıza davet etmek varken; neden hep zenginleri ve hiç ihtiyacı olmayanlara çeşit çeşit yemeklerle enfes sofralar sereriz ki?

Neden insanlarla yumuşak ve nezaketle konuşmak yerine kaba ve hakaretvari konuşuruz ki?

Çöp bidonu içinde kedi olabilir düşüncesiyle çöpümüzü çöp bidonunun içine yavaşça bırakmak varken; neden çöpümüzü balkondan güm diye çöp kutusuna atıp, etrafa çöpleri saçıp, çevreyi kirletip, insanları rahatsız ediyor ve hayvanların canını acıtıyoruz ki?

Yalnızca amellerimiz ve bir parça kefen ile neredeyse boyumuzu aşan derinlikte bir çukura koyulacağımızı bile bile neden dünyada ebedi kalacakmış ve ahret yokmuş gibi yaşıyoruz ki?

Dünyada o kadar aç insan varken neden bu kadar ekmek israf ediyoruz ki?

Dünyada sokaklarda yaşayan o kadar insan varken neden kirada bile olsa, rutubetli bile olsa, sobalı bile hatta tek göz bir ev bile olsa yaşadığımız eve şükretmiyoruz ki?

Neden hep kendimizden daha zengine daha mülklüsüne bakıp ta bizden daha kötü durumdaki insanları aklımıza bile getirmiyoruz ki?

Neden ilimde, fazilette, güzel ahlakta, takvada, amelde yarışmıyoruz da; malda mülkte gösterişte yarışıyoruz ki?

Neden insanların bizleri kıskanacağı hal ve hareketleri, gösteriş ve riyakârlığı yapıyoruz ki?

Neden nefsimizin istekleri vicdanımızın isteklerinden önde geliyor ki?

Neden yolda gördüğümüz bir çiviyi birinin ayağına yada bir arabanın tekerine saplanmasın diye alıp kenara koymuyoruz da bana ne diyoruz ki?

Neden günün birinde mutlaka öleceğimizi düşünmüyor ve kendimizde olan kötü huyları ve adet edindiğimiz günahları terk etmiyoruz ki?

Neden abdesti ile beraber toplamda bir saat bile sürmeyen ve ebedi hayatımız için çok önemli olan Namazı kılmıyoruz ki?

Neden senede bir ay mideye bir istirahat ve de nefse bir terbiye vesilesi olan Orucu hiçbir özrümüz olmadığı halde tutmuyoruz ki?

Neden Allah’ın bize verdiği maldan fakirin hakkı olan Zekâtı fakire vermiyoruz ki?

Neden mahallemizdeki yetime, dula, kimsesize, yaşlıya, düşkün ve yatalağa sahip çıkmayız; kollayıp desteklemeyiz ki?

Nasıl oluyor da dışarıda aç insanların önünde göstere göstere yiyip, içebiliyoruz ki?

İnsanlar yiyecek bir ekmeği bile bulamıyorken biz hazırladığımız enfes sofraların başında çektirdiğimiz neşeli fotoğrafları sosyal medyada paylaşmaktan neden hiç rahatsız olmuyoruz?

Bu nedenler ve niçinler yazmakla bitmez; düşündükçe, kendi iç muhasebemizi yaptıkça ve de etrafımıza baktıkça bu neden ve niçinler uzar gider; yani bu hamur çok su götürür.

Bütün bu neden ve niçinlerin İslam’ı tam olarak yaşamamaktan, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesini hayatımıza tatbik etmeyişimizden kaynaklandığını düşünüyorum.

Dünyaya geliş maksadımızı tekrar hatırlamalıyız ve bu düşünceyi zihnimizde her daim canlı tutmalıyız. Allah’ın bizler için yasakladıklarını yapmamayı, emrettiklerini de harfiyen yerine getirmeyi, ömrümüzü maksadına uygun şekilde Allah’ın razı olacağı manada harcamayı, Peygamber Efendimizi örnek alıp Ona benzemeye çalışmalıyız.  Bütün bunları yaptıkça yukarıda saydığım neden ve niçinler göreceksiniz bitecektir.

Selam ve dua ile…

Halil İbrahim DEDE

15/04/2014 – Çorlu

www.NurNet.org

Bir Bebeğin Gözünden Namaz

Sabah uyandığımda beşiğimden başımı kaldırıp babamın yatağına baktım. Babam yatağında yoktu. İşe gitmişti. Ben uyurken benim üstümü örtüp, beni öptüğünü hisseder gibi oldum ama babam ben uyanmayayım diye her zaman ki gibi beni dikkatli bir şekilde öpüp, üstümü örtüp işe gitmiş. Uyanırsam arkasında ağlayacağımı bildiği için böyle dikkatlice evden çıkar benim babam.

Çıkardığı sesleri ve üzerindeki renkleri çok sevdiğim çıngırağımı beşiğimin içinde buldum ve onunla oynayıp vakit geçirmeye başladım. Uyandığımı ve çıngırağımla oynadığımı fark eden annem beni beşiğimden aldı, benimle biraz oynadı ve altımı temizleyip beni tekrar beşiğime koyup mama hazırlamak için mutfağa gitti. Altımı temizlediği için çok rahatlamıştım. Birkaç dakika sonra annem hazırladığı mamayı getirdi ve bana yedirmeye başladı. Karnım hafiften doymaya başlayınca ağzımı kapatmaya ve mamayı dilimle itmeye, ağzımdan çıkarmaya başladım. Bunun üzerine annem beni kaldırdı, sırtımı sıvazlayıp hafif hafif vurarak gazımı çıkardı. Gazımı çıkarınca biraz daha yedirdi. Ondan sonra evin işleriyle ilgilenmek üzere beni beşiğime oturttu ve önüme o çok sevdiğim oyuncağımı koydu. Annem arada sırada yanıma uğrayıp beni kontrol etti. Derken öğlen oldu annem acıktığımı anladı ve bana mamamı yedirdi ve ardından uyumam için beni beşiğimde salladı ve bende yavaş yavaş uykuya daldım.

Öğle uykusundan uyandım. Sonunda hava kararmaya başlamıştı. Babam nerdeyse gelmek üzereydi. Her an zil çalabilir, babam kapıdan içeri girebilirdi… Evet, işte zil çalıyor ve babam sonunda işten gelmişti. Sevincimden yerimde duramıyordum. Babam yanıma biran önce gelsin ve beni yanına alsın diye hareketlenmeye ve sesler çıkarmaya başladım. Babam hemen yanıma geldi, beni kaldırıp kucağına aldı öptü, öptü yüzüme baktı, bende sevincimden dizleri üzerinde zıplamaya başladım. Babam benimle konuşup beni güldürmeye çalışıyordu. Mutluluktan uçuyordum ki birden dışarıdan güzel bir ses geldi. Babam bu sesi duyar duymaz beni beşiğime oturttu ve banyoya koştu. Elini, yüzünü yıkamaya başladı, hatta ayaklarını bile yıkadı. Bütün bunları yaparken babamın dudaklarını oynattığını gördüm, bir şeyler söylüyordu, sesi bana gelmiyordu bu yüzden ne dediğini, neden böyle yaptığını anlayamıyordum. Ne güzel eğleniyordum babamla hem daha geleli çok az bir zaman geçmişti. Banyodan çıktıktan sonra eline küçük bir kilim aldı ve hemen beşiğimin yan tarafındaki boş yere serdi. Bu kilimin üzerine beraberce oturacağımızı düşünüyordum ki birde baktım babam başına şapkaya benzer bir şey taktı ama bu şapka daha önce gördüğüm şapkalara hiç benzemiyordu; önünde güneşten korusun diye bir şey yoktu. Sonra babam o serdiği kilim üzerinde ayakta durdu ve bir şeyler söyleyerek eğilip kalkmaya, sonrada alnını yere değdirmeye başladı. Ben yanıma gelsin diye sesler çıkarmaya başladım ama babam adeta beni duymuyordu, gözünün ucuyla bile bana bakmıyordu, gözünü bir noktaya odaklamıştı. Babamı daha önce böyle bir şey yaparken hiç görmemiştim. Hareketlerinden anladığım kadarıyla önemli ve ciddi bir şey yapıyordu. Ne olmuştu babama anlayamadım. Bu böyle devam etti ve sonunda babam sağına ve soluna bakarak bir şeyler söyledi. Sonrada eline ipe dişilmiş boncuktan kolyeye benze bir şey aldı ve tanelerini saymaya başladı o da bitince en sonunda da ellerini bir şey ister gibi açtı ve bir süre yine bir şeyler mırıldandı. Sonunda yanıma geldi ve benimle oynamaya devam etti. Babam ne yapmıştı öyle hiç anlamadım. Yaptığı şey her ne ise çok özenerek, severek, önem vererek ve dikkatli bir şekilde yaptı. Bu yaptığı şeyi yaparken babamın yüzünde ayrı bir güzellik fark ettim. En sonunda annem de yanımıza geldi ve annem babama “Allah mübarek etsin, demek namaza başladın bey” dedi yüzünde memnun bir ifade ve tebessümle. Babam da anneme “evet hanım namaza başladım. Bunca zaman gafletteydim, namazı kılmıyordum ama bundan sonra Allah’ın izniyle son nefesime kadar, Allah rızası için namaz kılacağım” dedi ve ekledi “şimdiye kadar kılmadığım namazlarımı da kaza edeceğim Allah izin verirse” dedi.

Demek babamın yaptığı şeyin ismi namazmış ve namaz ertelenmemesi gereken önemli bir işmiş ve namazdan önce yaptığı şeylerde namaza hazırlıkmış, namaz Allah rızası için yapılan bir şeymiş…

Bende büyünce babamın namazda okuduklarını öğrenip, kazaya bırakmadan namaz kılacağım. Kazaya bırakmayacağım çünkü babam namaz kılmadığı zamanları “gaflet” dedi.

Halil İbrahim DEDE

02/04/2014 – Çorlu

www.NurNet.org

Gerçek Dost

“Gerçek dost, ayıbını görüp nasihat eden, gıyabında seni koruyan ve seni kendisine tercih edendir.”

Hazreti Ali’nin (r.a.) az sözle çok şey anlatan, insanı düşünmeye iten, gerçek dostta olması gereken hususları belirten ince manalı bu sözünden şunları anlıyorum;

Ayıbınızı görüp sizi kırmadan, rencide etmeden yanlış yolda olduğunuzu, yanlış yaptığınızı size fark ettiren, sizi doğru yola sevk eden, doğruyu yapmanıza yardımcı olan…

Hakkınızda her zaman iyiliği düşünen, “nasıl dostuma daha faydalı olurum, dostumu bu kötü huyundan nasıl vazgeçirtirim, dostum namaz kılmıyor, onu nasıl namaza başlatabilirim, haramlara batmış durumda, onu nasıl bu bataklıktan çıkartabilirim, tesettüre bürünmesi için nasıl yardımcı olabilirim? Diye sizin için her zaman iyiliği düşünen…

Yanında sizin hakkınızda kötü konuşulduğunda, söylenen kötü sözleri kendisine söyleniyormuş gibi hissedip, sizi konuşanlara karşı savunan, gıybetinizin yapılmasına asla müsaade etmeyen…

Kendisi muhtaç iken sizi düşünen, elindeki bir parça ekmeği ikiye bölüp “yarın ben de ekmeksiz kalırsam o da bana verir” düşüncesini taşımadan, hiçbir menfaat beklemeden sizinle paylaşabilen…

Size görünmesi bile ruhunuzda uyanmaya sebep olan. Konuştuğu zaman ruhunuza hitap edebilen, kalbinizi okşayabilen, bir tebessümü, bir “Nasılsın kardeşim” demesi bile çölde susuz kalmış ruhunuza su veren, tüm sıkıntılarınızı size unutturan, Allah rızası için sevdiğiniz ve sizi de Allah rızası için seven bir dost.

Dostluk adına daha başka meziyetler de sıralanabilir, çoğaltılabilir. Çok az insana nasip olan böyle bir dostunuz varsa Rabbim size büyük bir nimet vermiş demektir. Bu nimetin şükrünü eda edin ki beka bulsun, dostluğunuz daimi olsun.

Evet, ahir zamandayız, kıyamet alametlerinin birçoğunun gerçekleştiği ve dostluğun kişilerin cüzdanındaki paraya göre şekillendiği, âlimin değil de zenginin hürmet gördüğü, sirete değil de surete önem verildiği, menfaat, maddiyat ve nefsaniyet asrındayız. Yukarıda saydığım özelliklere sahip insanların günümüzde olmadığını, türü tükenmiş ya da sayısı oldukça az olduğunu söylediğinizi de duyar gibiyim.

Düzeltemeye kendimizden başlarsak etrafımızda bu tür çiçek misal insanların filizlendiğini göreceğiz. Kendimizi elekten geçirelim, iç muhasebesi yapalım. Bizde olan kötü huy ve davranışları tespit edelim. İnsan kendisine dıştan bakamaz. Fikrine güvendiğimiz insanlara kendimizi soralım. Bende kötü gördüğünüz yada sevmediğiniz yahut değiştirilmesinin benim hakkımda hayırlı olduğunu düşündüğünüz bir huyum, davranışım var mı? Diye soralım. Hastalığımızı öğrenelim ki tedavisini belirleyip ilacıda ona göre seçelim. Kâmil insan olma gayreti içerisinde olursak kemâlât mertebelerinde ilerleyecek, gerçek dost olma liyakatinde oluruz. İşte o zaman gerçek dostların bizleri bulacağını, var olan dostlukların daha da iyi hale gelmesi gerçek dostluğa inkılâp etmesi ve yanlış temelde olan dostlukların bitmesi ile ayıklanması sağlanmış olur.

Rabbim gerçek dostluğu (Halilliği) bizlere nasip etisin. Âmin.

Halil İbrahim DEDE

11/03/2014

www.NurNet.org