Etiket arşivi: halk osmanlı

Osmanlı İnsanı Cahil Miydi?

Halkının ekseriyeti “cahil” olan bir milletin o kadar uzun süre zirvede kalması şöyle dursun, hatta yaşaması bile mümkün değildir. Osmanlı’nın ise 600 yıllık şanlı bir tarihi var!

osmanlı halk camiden çıkarkenİlkokula başlama yaşı meselesi çok tartışıldı. Hâlâ da tartışılıyor. İş bu noktada kalsa yine susacağım, çünkü eğitim meselesine vakıf pek çok uzman var ülkemizde.

Fakat hem bu, hem de harf inkılâbı bahanesiyle Osmanlı’ya saldırılmaya kalkışılması ve Osmanlı’da yaygın eğitim olmadığı, zaten Osmanlı alfabesinin okuma-yazmayı zorlaştırdığı, dolayısıyla Osmanlı insanının cehalete mahkûm bulunduğu şeklinde yalan yanlış şeyler söylenmesi, hakikat namına ortaya çıkmayı gerektirdi.

Önce, “beş yaşında çocuk eğitimden ne anlar?” diyenlere bir hatırlatma yapayım: Osmanlı’da ilkokula başlama yaşı dört ilâ altıdır. Bu zamana kadar çocuk ruhen eğitime hazırlanır, okula başlama günü geldiğinde de merasimle evinden alınır, bütün öğrencilerle, velilerle birlikte şarkılar, marşlar eşliğinde okula gidilirdi…

Buna “Âmin Alayı” denirdi.

İlkokul süresi dört yıldı. İlköğretim fakir çocuklara ücretsiz (artı iki öğün yemek, elbise ve cep harçlığı), varlıklı ailelerin çocuklarına ücretliydi.

Genel bir eğitim programı elbette ki vardı, ama her okul istediği konulara ağırlık vermekte özgürdü. Kimi musikiye, kimi lisana, kimi sanata, kimi din bilgilerine ağırlık verir, okullar vakıflar tarafından açıldığı için müfredat, vakıf sahipleri tarafından belirlenirdi.

Meselâ, bizim Feridun Bey olarak tanıdığımız edebiyatçımız Ahmed Feridun Paşa, vakfettiği “Muallim-hâne-i Sübyan”da (ilkokul) Türkçe, Arapça ve Farsça öğretilmesini şart koşmuştu.

Kabiliyetler ilkokullarda belirlenir, çocuklar buna göre eğitilirdi. Musikiye kabiliyeti olanlar musiki konusunda, hat sanatına yatkın olanlar hattatlığa yönlendirilir, ağırlıklı olarak bu derslerle ilgilenmesi sağlanırdı.

Meşhur bestekârlarımız Hamamizade İsmail Dede Efendi ile Hacı Arif Bey böyle bir okulda keşfedilmiştir.

Çocuklar, bize telkin edildiği gibi “cahil adam“lar tarafından eğitilmez, iyi yetişmiş bilge hocalar tarafından yetiştirilirdi.

Bunu ben söylemiyorum, Hellert söylüyor:

İlkokul öğretmenleri umumiyetle iyi yetişmiştir. İstanbul, dünyanın bütün başkentlerinden daha fazla eğitim ve öğretim kurumlarına sahiptir.”

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı Devleti’ni gezen Fransız gezginlerden Belon şöyle diyor:

Her köyde mutlaka bir mektep vardır ve yalnız erkek çocuklar değil, kızlar da okumaktadır.”

17. yüzyıl ortalarında İstanbul’da 2.000 civarında, Amasya’da 200, Erzurum’da 110 sübyan mektebi (ilkokul) vardı.

Bu sayıları şehirlerin o zamanki nüfusuna orantılarsanız, Osmanlı Devleti’ndeki okullaşmanın ne kadar yaygın olduğunu görürsünüz…

O kadar ki, Türkiye Cumhuriyeti, okullaşma ve eğitimdeki çocuk sayısı bakımından Sultan II. Abdülhamid dönemine ancak 1950’lerde ulaşabilmiştir.

Hal böyle iken, “Osmanlı insanı eğitimizdi, cahildi, okul yoktu, okur-yazar sayısı azdı” gibi ifadelerin, Cumhuriyet sonrasında başlatılan “kara propaganda“nın parçası olmaktan öte bir anlam ifade etmediği görülecektir.

Zaten halkının ekseriyeti “cahil” olan bir milletin o kadar uzun süre zirvede kalması şöyle dursun, hatta yaşaması bile mümkün değildir.

Dünyanın ilk “Kamu Yönetimi Okulu” sayılan Enderun ile ilk “Yatılı Kız Mektebi” harem bir Osmanlı buluşudur (Abbasilerde, Emevilerde ve Selçuklularda da harem olmakla birlikte, bunlar mahiyet itibariyle Osmanlı hareminden farklıdır).

Amerikalı uzman Leslie Peirce, harem hakkında arşiv belgelerine dayanarak on yılda hazırladığı doktora tezinde, “Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı, Sultan ailesinin hizmetkârları (cariyeler) için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir” diyor.

Amerikalı ünlü eğitimci Andreas Kazamias’ın “Platon’un ‘İdealimdeki okul’ dediği okul Enderun’dur” derken, Lewis Terman (Stanford-Binet adlı zekâ testini bulan kişi), “Öğrencilerin zekâ seviyesini ölçmek için ilk defa test sistemi Enderun’da uygulanmıştır” diyor.

Malum: Yabancılar söyleyince “bilim”, biz söyleyince “övgü” oluyor.

Yavuz BAHADIROĞLU