Etiket arşivi: hamiyet-i milliye

Çanakkale Savaşında Milli ve Manevi Şuur

Toplumlar da insanlar gibidir.İnsanlar, ruhları ile nasıl canlı ise toplumlar da Milli ve manevi şuur ile canlı ve güçlü kalabilir.Milli şuurdan yoksun olan toplumlar sömürge olmaya ve tarihten silinmeye mahkumdur.Milli ve manevi şuurun önemi ile ilgili yakın tarihte yaşanmış bir anekdotu aktarmak istiyorum.

Bir dönem Cumhurbaşkanı Turgut Özal milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında , 1980 li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar.

Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog (Eğitim Bilimci) heyetini Türkiye’ ye davet eder. Alanında uzman olan bu heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde araştırmalar yapar, görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkarlar.

Eğitim alanında uzman olan heyetin kararı kısa ve kesindir.

Derler ki: “Sizin gençlerinizde milli ve manevi  şuur eksik” Bu karar, Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır.
Biraz şaşkınlık biraz da hayret içinde: “Nasıl yani…?” diyerek şu soru sorulur:…

“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli ve manevi şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?” Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı ve düşündürücü olan şu cevabı verirler:
“Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI” ( Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı.) ile eğitime giriş yaparız.

Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki: “Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.”

Daha sonra da bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri manzaralar onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine onlara deriz ki: “Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz,birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…”

Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de MİLLİ BİR ŞUUR kazanırlar.” Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerden biri: “İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’ miz yok ki” der. Bunun üzerine Japonlar der ki: “Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. Birinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metrekareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı bu bölge; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…”

Evet Milli şuur Kınalı kuzularını cepheye yollayan  annelere Haydi oğlum, haydi git; Ya gazi ol, ya şehit! sözlerini söyleten şuurdur.

Bu şuur Seyit Onbaşıya 250 kiloluk bombayı kaldırtan şuurdur.

Bu şuur savaşta gözlerini kaybeden Memiş’in; komutanın: “Vah evladım vah! Gözlerinden mi oldun?” demesine karşılık: “Üzülme paşam, üzülme! Bu gözler göreceğini gördükten sonra bu hale geldi!” sözlerini söyleten şuurdur.

Evet bu şuurla iman tekniğe meydan okumuştur.Öldü denilen bir Millet küllerinden doğarak sömürgecilere dur demiştir.Dünyanın en güçlü orduları karşısında milletimiz iman gücüyle karşı koymuş ve muzaffer olmuştur.

Bu şuurla Kimin himmeti (gayreti) milleti ise o kişi tek başına bir millettir.diyerek atalarımız  destanlar yazdılar.

Kısacası milli ve manevi şuur bizi biz yapan şuurdur.Kendimizi kaybetmemek için milli ve manevi şuurumuzu kaybetmemeliyiz.

Hamit DERMAN

Hamiyet-i Diniye mi, Yoksa Hamiyet-i Milliye mi?

İnsan birbiri ile uzlaşan ve kaynaşan birçok şeyin bir araya bir tanrısal mantık ile getirilmesinden oluşturulmuş vahiysel bir canlıdır. Çünkü insan vahyin de geliş nedenidir, bu büyük tevhidî canlının madde ve manasının kaynaşması onun bu madde ve manasının hayata ve davranışlara yansıması da tevhidî bir şekilde düzenlemiştir.

İnsanın müfekkiresinde, fikir dünyasında kalbinin denetimindeki duygularında, aklında, sair melekat-ı uzviye ve maneviyesinde bir tevhidin izleri vardır. İnsan maddi ve manevi bir birleşmeden oluşmuş ama ortadan bölünen yumurta gibi geometrisi izlenebilen bir duruş değil bu birleştirmenin nasıl olduğu ve nasıl durduğu konusunda bilimin çok şey bilmediği bir büyük terkiptir.

DİN MİLLİYET VE SERBESTİ FİKİRLER

Gerek batı düşüncesinde, gerek bizde dini hisler ile milli hislerin sınırları konusunda münakaşalar yapılmıştır. Fransız ihtilalinden sonra insanın bu armonik birliği bilinçli olarak çözülmüş milliyet, din ve serbesti fikirleri insan vücudundaki müttehid duruşuna aykırı olarak piyasaya, fikir arenasına sürülmüştür.

Bana göre bu yapılan ortaçağın her ne kadar eleştirilse de din ile milliyet arasında denge kuran yapısını dağıtmak sözde yeni bir modern toplum ortaya çıkarmak içindi. Ama hiç de öyle olmamış, Fransız ihtilali sadece kendi ülkesinde değil diğer milletlerde de bir büyük fikir ihtilaline neden olmuş ve bilinçli olarak fikir arenasına sürülmüştür.

KÜÇÜK HARPTEN BÜYÜK HARBE DÖNÜŞ

Bir kere Peygamberimiz Efendimiz’in hayatına bakınca onda üzerinde yaşadığı toprağı koruma konusunda büyük bir hassasiyet-i fevkaladesinin olduğunu görürüz. Mekke’nin fethinden sonra Hıristiyanların ona saldıracağını duyunca onların üzerine büyük bir orduyla gitmiş, ama onlar sahneye çıkmamışlardır. O durumda çok acele bir karar verilmiş ve bin kilometrelik bir yol yürünmüştür.

Dönüldüğünde çok yorgun olan ashaba milli bir duygu ile gidilen savaş benzeri bir hareket sonrasında kişinin kendi içindeki dini savaşı konusunda mukayese yapmış ve küçük harpten büyük harbe döndüğünü söylemiştir. Demek ki kişinin hamiyeti diniyesi ve milliyesi aynı kalpte ve aynı davranışlardadır. Bunu bıçakla keser gibi ayırmak imkânsızdır. Ama bizde onsekizinci yüzyıldan itibaren milli hisler ile dini hisler karşılaştırılmış, kimisi dini hisler tarafına, kimi de milli hisler tarafına yerleşmiş bir fikir maçı gibi o günden bugüne bu iki düşünce farklı insanları yetiştirmiştir.

DİNİ HAMİYET VE MİLLİ HAMİYET

Mehmet Akif hem dini hamiyet, hem de milli hamiyet konusunda hiç fark göstermeksizin ikisini de aynı anda uygulamış, Anadolu’da milli mücadelenin başlaması konusunda gerekeni yapmış, bu arada da Tefsir-i Celaleyn’i gittiği yerlerde okumuş ve ondan hareketle halka vaazlar vermiş, dini hamiyetini milli hamiyeti harekete geçirmekte kullanmıştır.

Ama bunun yanında Mehmet Emin Yurdakul ve Ziya Gökalp, daha sonra Ömer Seyfettin ve benzeri şahıslar ise ağırlıklı olarak milli hamiyet fikrini almışlar, onun hâkim olduğu bir perspektiften bakmışlardır olaya.

Bu farklı düşünce bizim neslin hayatında da tesirini göstermiş, milliyetçiler ve dindarlar diye iki grubun oluşmasını doğurmuş, birçok mücadele ve çekişmelere neden olmuştur. Aslında din ile milliyetin farklı alınması doğasındaki birlikteliğe uygun olmayan bir ayrıma neden olduğu için kavga ayrımdan sonra toplumsal ayrışmaya neden olmuştur.

Bugün de bunun uzantıları takib edilmektedir, ama bu ayrışmanın yeni dönemde ciddi bir kaynaşma ve birleşme içinde olması gerekir, yoksa milliyet tarafını tutan kavmî ağırlıklı düşünenler dine dolaylı ve tebei baktıkları için zaman içinde dindarlardaki sadece din ağırlıklı düşünmelerle aralarında büyük sürtüşmeler olabilecektir.

Bediüzzaman’ın, “Türk unsurunda kabil-i iltiyam olmayan bir inşikak çıkacak” demesi bu farklı düşüncelerin zaman içinde doğuracağı bir olumsuzluk olabilir. Bu yüzden Türk Kürt, Milliyetçi, Kürtçü, Dindar, Muhafazakâr gibi, ayrı gibi görünen unsurların kaynaşması gerekir. Unsurları savunanlar kendilerinden emin kılıç sallayabilirler, ama bu ayrışma açıların gittikçe uzlaşmaz biçimde büyümesini doğuracak ve kendini güçlü hisseden bu grupların bir çatışmasına neden olabilecektir.

Bu yüzden anayasada bu birlikteliği armonik ve tevhidi birleşimi temin etmek zorunluluğu vardır, hem çok kati olarak vardır.

Bedüzzaman’ın hayatında da Hamiyet-i milliye ve diniye arasında bir ayrışma yoktur. O Ermenilere karşı, Ruslara karşı savaşmış, milli mücadele için gayret etmiş, işgal İstanbul’unda İngilizler aleyhine çalışmıştır, dini hamiyeti gereği olarak da milletinin dini hislerini güçlendirmek için dünyanın en güçlü dini metinlerini meydana getirmiştir.

Ama bu anlayış talebelerine yansımalı ve anayasaya da yansımalıdır. Çünkü bu terkip bu toprakları asırlarca bir arada tutmuş ve Bediüzzaman sosyal eleştiri metinlerinde Muhakemat, Münazarat, Hutbe-i Şamiye’de bu birlikteliğin yeni dönemde de önemli olduğunu vurgulamıştır.

 Prof. Dr. Himmet Uç