Etiket arşivi: hanımlar rehberi

Hanımlar Rehberinde Hanımların Vazifeleri

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Telif Ettiği Hanımlar Rehberinden

Kadının Vazifeleri;
1-Kendini sevdirmek sf 49
2-Nefret ettirmemek sf 49
3-İstiskale maruz kalmamak sf49
4-Başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek sf 52
5-Onu darıltmamak sf52
6-Kıskandırmamak sf52
7-Kendi mehasinini onun nazarına tahsis sf52
8-masum evlatlarınızla masumane sohbet sf 14
9-Muhabbetini ona hasretmesi sf 52
10-Bahtiyardır o kadın ki kocasının diyanetine bakıp ebedi arkadaşımı kaybetmeyelim diye takvaya girer sf 52
11-Kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz sf 53
12-Kocasını inhisar altına alamaz sf 55
13-Şefkat etmek
14-Acımak
15-Merhamet etmek sf 8
16-Sadakat
17-Emniyet sf 12
18-Hakiki ihlas ile hakiki bir fedakarlık taşıyan validelik sf 8
19-Hürmet ve merhamet ile birbirine mukabele etmek sf 11
20-Tam mütedeyyin olmak sf 11
21-Kocasının kusurunu ıslaha çalışmalı sf 12
22-Çarşaf altında saklanmak
23-Müdür-ü dahili
24-Kocasının bütün malına, evladına ve her şeyine muhafaza memuru
25-Daire-i meşruadaki keyfe iktifa sf 14
26-Kanaat

Hanımlar Rehberi Okumak için tıklayınız

www.NurNet.org

Ailenin Temeli Nasıl Atılır?

Kadın dört hasleti için nikahlanır: Malı için, soyu için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul.” (Hadis)                                                                                                

Tarih içinde çeşitli nedenlerle evlilikler yapılmıştır. Her devirde öncelikli nedenler kişilere, onların toplumsal statüsüne göre değişebilir. Halktan birinin evliliğiyle kralların, beylerin veya padişahların evlilikleri arasında farklar vardır.

Bir ailenin sağlıklı olabilmesi, ilk baştan onun doğru kurulmasına bağlıdır. Genelde evlenecek çiftlerden her biri kendi kazanımları ve ailelerinden getirdikleri kurallar ile yeni bir yuvanın temelini atarlar. Ailenin idaresinden çocukların terbiye ve eğitimine kadar her şey atılacak bu temele bağlıdır.

Karşılıklı sevgi, şefkat, fedakârlık ve merhamet duygularının suya atılan bir taş misali giderek büyüyen halkaları, yeni kurulacak bu ailenin temelini oluşturmalıdır. Güzellik, zenginlik veya ekonomik güç gibi ölçütlerin ön planda olması sağlıklı aile kurulması için olmazsa olmaz şartlar değildir. Günümüzde yapılan evliliklerde boşanma oranları eskiye göre çoktur. Sürdürülen mutsuz evliliklerin sayılarını ise kimse tam bilemiyor. Onun için ailenin temelini, ta baştan doğru atmak gerekiyor.

İnsanın yaşadığı aile onun için çok önemlidir. Günümüzde anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aileler eski büyük ailelerin yerini alırken küreselleşme adıyla devam eden modernleşmenin sebep olduğu savrulmadan, aileler de nasibini fazlasıyla aldılar.

İslamiyet düşmanları tarih boyunca kendi şahsi ve ulusal menfaatlerini korumak uğruna, İslam toplumlarına “böl, parçala ve yönet” metodunu uygulamışlardır. Onları bölmek için de “Gençler ve Kadınlar” üzerinde özellikle stratejiler geliştirirler. Çünkü toplumun dinamikleri bu iki grup üzerinden kurulur. Onlara hâkim olan, toplumu şekillendirebilir. Günümüzde bu iki gruba hitap eden yazılı ve görüntülü yayınların çokluğu bunu ispat eder. İnternet aracılığıyla bütün dünya artık yanı başınızda, evinizin içine kadar girmiş vaziyettedir.

*İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. (LEMALAR, 24.Lema)

*mübarek taife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefahatte dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mesut bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlûkturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! (LEMALAR, 24.Lema)

 Bediüzzaman ailenin temelinde annenin görevlerini çok önemser, birinci rolün onlarda olduğuna inanır ki onları bekleyen tehlikelere karşı önerilerini “Hanımlar Rehberi” isimli kitabında toplamıştır.

*hanımlar tâifesi, gençlerden daha ziyâde bu zamanda öyle bir rehbere muhtaçtırlar. (H.REHBERİ)

Genç kızlar evlilik çağı geldiğinde, bazen evleneceği kişinin ahlaki durumunu, batılılar gibi yaşantısına ve serserice yaşam biçimine bakmadan onun zenginliğine bakarak evlenirlerse onları ilerde tehlikeler bekler. Yoksa boşanmak için mahkemelerin kapısına koşacaklardır.

*Maişet derdi için, serseri, ahlâksız, frenkmeşrep bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisat ve kanaatle, köylü mâsum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nevinden kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız. Şayet size münasip olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. İnşaallah, rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa, şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz. (LEMALAR, 24.Lema)

Erkekler için evliliklerde bazen ilk planda kadının güzelliği gelir, halbuki güzellik geçicidir. Öyleyse o büyüleyici güzellik geçince ne olacak? Eşler arasındaki sevgi yalnızca bu güzellik ve gençlik zamanında kalırsa yaşlılık ve çirkinlik vakti gelince bu evlilik nasıl sürdürülecektir? Kadın da kendi gençliğindeki güzelliğini yalnızca hayat arkadaşına saklamaz, başkalarına da göstermek isterse ne olacak? İşte yalnızca güzellik temelli bir evlilik sağlıklı bir yuva kurmaya yetmeyecektir. Öyleyse erkekler eşlerini yalnız gençlik ve güzellik dönemlerinde değil, ihtiyarlık ve çirkinlik durumlarında da sevebilmelidir. Kadınlar da, gençliklerindeki güzelliğini yalnızca eşine göstermekle mutlu olmalıdır.

*Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder. (LEMALAR, 24.Lema)

Evlenirken dikkat edilecek en önemli faktör, eşlerin birbirine uygun olup olmadıklarıdır. Ekonomik güç, tahsil seviyesi, kültür düzeyi gibi faktörler önemli de olsa, en önemli denklik; dindarlık anlayışı ve yaşamda bunu gösterme derecesinde olmalıdır.

*Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.  (LEMALAR, 24.Lema)

Kadınlar; yaratılış icabı zayıf, nazik, annelik duygusu güçlü, çocuklarını canı pahasına koruyan ve eşi tarafında sevilmekten ve korunmaktan hoşlanan nazenin varlıklardır.

*kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var. (LEMALAR, 24.Lema)

Kadınla erkek yuva kurarken aralarındaki en önemli bağ, sevgi bağı olmalıdır. Bu sevgi öylesine derin olmalıdır ki yalnız bu dünya ihtiyaçları için değil ebedi hayatta da bu arkadaşlık devam etmelidir.

*Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. (LEMALAR, 24.Lema)

Bir ailenin temeli atılırken eşler arasındaki karşılıklı güven, saygı ve sevgi o ailenin mutluluğunu sağlar. Namus kavramı da evlenecek çiftler açısından çok önemlidir. En serseri, bir genç bile eşinin dürüst ve namuslu olmasını ister, bulamazsa bekâr kalır belki de fuhşa sürüklenir ama asla evlenmez.

*Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. (LEMALAR, 24.Lema)

*en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder. (LEMALAR, 24.Lema)

İslami terbiye dışında günümüz medeniyet anlayışına göre özgürce, hayvanlar arasındaki gibi geçici birlikteliklerle çiftler bir arada yaşarlarsa, o birliktelikler kısa zamanda yıkılır, erkekler çekip gider ve sonunda kadını mağdur ederler. Bunun yüzlerce örneğini herkes duymuş veya bizzat şahit olmuştur.

*Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir mufarakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor. (LEMALAR, 24.Lema)

*erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. (LEMALAR, 24.Lema)

Değişen dünyanın içinde ailedeki değişim ve sorunlar çok şeyin göstergesidir. Savaş, göç gibi sosyoekonomik sonuçları olan olaylar, aileleri de etkilemektedir. Ailelerin temellerini yalnızca sağlam atmak yetmiyor, duvarlarını ve çatısını da sağlam malzemelerle kurmak lazımdır ki sosyal depremlere dayanaklı olsun. Evlilikleri kurduktan sonra onu yürütmek de gayret ister sabır ister.

Evliliklerde beklenmedik krizler her zaman çıkabilir, kadınlar eşlerinden bazen kötü muamele ve sadakatsizlik görebilirler. Şimdi kadınlar ne yapmalıdır? Onlar da aynı şekilde karşılık verirlerse, aile hayatı hemen çöker. Ama kadınlar asil varlıklardır, asilce davranıp kocanın kusurunu düzeltmesine çalışsalar belki ebedi hayat arkadaşlığına çıkılan bu yolda, eşleri, yuvayı ve çocuklarını kurtarabilirler. Denemeye değmez mi? Yuvayı yıkıp gitmeden önce böyle bir adım atabilseler, belki de değer. Yıkmak kolay, yapmak zordur demişler.

*aile hayatında en mühim nokta budur ki; kadın, kocasında fenalık ve sadakatsızlık görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa; aynen askerîdeki itaatın bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. (H.REHBERİ)

Kadın yuvanın idaresinde bir müdür görevi görür. Tehlikelere karşı çocuklarını, eşinin bütün mallarını ve her şeyini koruma altına alır. Ancak erkeklerde bulunan cesaret ve cömertlik özellikleri, kadınlarda ön plana geçse eşler arasındaki güven duygusunu sarsılabilir. Bu nedenle kadın evin müdürlüğü görevini yaparken gereksiz cesaret ve yardımseverlikten uzak durmalıdır.

*kadının-aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan-en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir(LEMALAR, 24.Lema)

*erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. (LEMALAR, 24.Lema)

Kadınlar bu dünyada mutlu olmak istiyorlarsa İslamiyet dairesi içindeki dini terbiyeyi almalıdırlar, Rusya’da kadınların başına gelenler buna bir örnektir. Bu terbiye onların ahretlerini de kurtarır.

*Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozul­maktan kurtulmanın çâre-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o bîçâre tâifenin ne hâle girdiğini işitiyorsunuz. (H.REHBERİ)

Kişilik; bireylerin doğuştan getirdiği özellikler ile sonradan çevreden kazanılan özelliklerin toplamıdır. Çocuklar, kişilik özelliklerinin bir kısmını genetik olarak anne babadan alırlar. Ama çocukluk çağı ve ergenlik çağı kişilik gelişiminde çok önemli bir yer tutar. Sorunsuz bir gencin anne babası olmak isteyenler onu ta küçük yaşlardan itibaren desteksiz, sahipsiz, şefkatsiz bırakmamalıdır.

Bin yıllar boyunca insanın genetik yapısı pek değişmemiştir. Fakat en çok değişen şey, çocuk yetiştirme tarzıdır. Bir insanın ileriki yıllarda olumsuz düşünmesi veya olumsuz duyguların etkisinde kalması,  çocukluğunda anne-babasından aldığı olumsuz programlarla ilgilidir.

*İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.(LEMALAR,24.Lema)

*Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce’, bir tahassüngâh ise, âile hayatıdır. Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve âile hayatının hayatı ve saadeti ise, samimi ve ciddî ve vefâdarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve dâimî bir refâkat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münâsebetlerin bulunmak fikriyle, akîdesiyle olabilir. (SÖZLER,10.Söz)

Ailenin yaşadığı ev ne bir otel ne de bir lokantadır. Orası; aile bireylerin sığınağıdır, dünyadaki cennetidir. Sağlıklı bireylerin yetişmesi aile ilişkilerinin düzgün yürütülmesine bağlıdır.  Sağlıklı toplumun şifreleri de orada yazılır. Bir çocuğun hayatla ilişkileri anne- babasıyla başlar. Anne babanın her hareketi çocuğun kişiliğini etkiler. Herkes bu bilinçle hareket etmelidir ki huzurlu bir aile ortamı sağlanabilsin.

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Risale-i Nur ve Psikoloji

Ümmeti fesada uğratan ahirzaman fitnesinin ruhlarımızda yaptığı tahribatla, Müslümanlarda feryad ü figânların ne denli yükseldiğini az çok biliyorsunuz. Toplumda ve cemiyeti oluşturan sınıflardaki ruhî ıztıraplarla insanlarımızın 12 Eylül ihtilâlinden sonra haricî dinsizler ve dahilî mülhidlerle Türkiye’de yaygınlaştırılan “dinsiz psikolojik destek” kurumlarına maalesef yöneldiklerini birlikte görüyoruz. “Dinsiz psikolojik destek” ibaresi hoşunuza gitmeyebilir.

Daha önceki yazılarımızda belirtiğimiz gibi, aktüel psikolojinin ne İslâmiyetten ve ne de Hıristiyanlıktan hiç, ama hiç destek almadığını, bu kaynaklara hiç müracaat etmediğini bildiğimiz halde. Freud´dan, Jung´dan, Vera Schmidt’ten ve Wilhelm Reich’tan tevarüs ettiğimiz metodlara “dinsiz” demeyeceğiz de, ne diyeceğiz?

Türkiye’mizin ve âlem-i İslâmın ifsadı çabalarında 12 Eylül ihtilâli önemli bir kilometre taşıdır. Ruh ve kalplerimizin sistematik olarak taarruza tâbi tutulduğu ve giderek tahribatın arttırıldığı bu tarihe fıtrî sebepler de ilâve edilebilir. Dünya genelinde görülen ulaşım, komünikasyon ve haberleşme inkılâbının sefih, dinsiz ve insaniyet karşıtı organizeli global güçlerce kullanılması, Müslümanı enfüsî dünyasında binlerce dert ve problemle karşı karşıya getirmiştir.

Bizim en uzağımızda cereyan eden savaş, problem ve felâketleri medya gözümüze ve kulağımıza sokunca, insanlarımız ekseriyetle kalben ve ruhen hastalandı. İslâm âlemine hükmeden istibdat, cehalet ve zaruret; Müslümanların ruhî ve kalbî hastalıklarına çareyi kendi kaynaklarında aramalarına imkân vermeyince de; dinsiz ve sefih felsefenin paketler halindeki psikolojik destek programlarını önümüzde bulduk. Ruhlarındaki ıztırapla dinsiz felsefenin alet ve efkârına sarılan dindarlarımız, denizden kurtulmak için yılana sarıldılar, diyebiliriz.

Halkımızın güzel bir sözüdür: “Derdi veren dermanı da verir. Musîbeti gönderen sabrını da gönderir.”  Önemli olan zamanımızı ve içinde bulunduğumuz şartları tanımaktır. Dermanımız hastalıklarımızın farkına vardığımız yerdedir. Bediüzzaman;

“Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risâle-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.

Çünkü bunlar, Risâle-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemal-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musîbetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler” diyerek en doğru bir teşhiste bulunuyor.

Bulunduğumuz zamanda ve gelecek zamanlarda musîbetzede insanlığa Kur’ân´ın eczahânesinden mücerreb ilâçlar sunan Bediüzzaman, meseleyi teori ve iddiada bırakmıyor.

Herşeyden önce psikoloji ilminin ilgilendiği sahayı ve problemleri az çok biliyoruz.

Kabre yaklaştıkça korkuları hastalığa dönüşen insanlarımız ve bilhassa ihtiyarlar, hastalıktan dolayı sıhhat özlemi çeken ve yine ölümden ürperen hastalar, bir-iki dakikalık duygusal mağlûbiyetlerinden dolayı hapishaneye düşmüş mahpuslar, genel ahlâkın çöküşüyle hayattan en fazla tokat yiyen kadınlar ve kanları galeyanda olduğundan serkeşlik edip zayıflara hayatı yaşanmaz hale getiren gençler genellikle modern psikolojinin ilgilendiği sınıflardır.

Devletimizin de “çare” zannettiği ve büyük masraflara mal olan bu Avrupaî tedavi metodunun genellikle neticesiz kaldığını neşredilen istatistikler ortaya koyuyor. İnsanlık; ümit yerine şarlatanlığı, samimiyet yerine riyakârlığı, doğruluk yerine yalancılığı ve iktisat yerine israfı prensip edinmiş bu metoda karşılık “yeni bir çare” arayışına girmiş durumda. Zengin-fakir, tahsilli-avam, kadın-erkek ve hatta din-dil-ırk ayrımı yapmadan derdine derman olacak psikolojik tedavi usullerini arıyor.

Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Sünnetten kaynaklanan Risâle-i Nur eserlerini, müellifin hayatını ve talebelerinin kendisine yazdığı mektupları bir bütün olarak mütalâa edenler, “mu’cizevî psikolojik tedavî çarelerine” rahatça ulaşabilirler.

Serseri ve asi gençleri “Gençlik Rehberiyle,” ümitsiz mahpusları “Meyve Risâlesiyle,” kabre yaklaşırken çocuklaşmış yaşlıları “İhtiyarlar Risâlesiyle,” maddî manevî ıztırap ceken hastaları “Hastalar Risâlesiyle” ve sosyal hayatın en mağdurları olan kadınları da “Hanımlar Rehberi” kitabıyla hem tesellî, hem terbiye ve hem de tedavi eden bir Bediüzzaman´ı görmeyen modern psikolojinin gözlerine Risâle-i Nur Külliyatını sokmak gerekmez mi?

Yukarıdaki ifadeler yalnızca bir iddia değildir. Bediüzzaman’ın kendisine müracaat eden söz konusu sınıfları yüzde yüze yakın bir başarı ile tedavi ettiğine, onları Kur’ân ve Sünnetin yardımıyla eski hallerinden daha sağlıklı bir şekilde cemiyete kazandırdığına on binlerce şahit gösterebiliriz. Nurlarla maddî manevî sıhhatlerine kavuşanların Said Nursî’ye gönderdiği teşekkür mektuplarını dikkatlice okuyanlar, söylediklerimizin serapa hakikat olduğunu göreceklerdir.

Çocukları da yukarıdaki sınıflara dahil edebiliriz. Modern psikolojinin anne babaların ümitlerini istismar edip umutlarını bitirdiği yerde, aile hayatımızın Risâle-i Nur’la yeniden yeşerdiğini göreceklerdir.

Risâle-i Nur’u araştıracak Müslüman psikologlar, Avrupalı meslektaşlarının da istifade edebileceği yep yeni teşhis ve tedavi metodlarını keşfedebilirler.

Şükrü Bulut