Etiket arşivi: haram

Haram Yiyenin Basireti Kapanır

Haram Yiyenin Basireti Kapanır

“Haram yemek” deyince aklımıza faiz, kumar kazancı ya da hırsızlık gibi belli başlı şeyler geliyor. Oysa haram yemek sadece bunlardan ibaret değildir. Haksızlıkla elde edilen her mal haramdır. Meyvenin iyisini üste, bozulmuşunu alta saklayıp satmak da haramdır.

“Bizi aldatan bizden değildir.” diyen bir Peygamberin dinine mensubuz. Fakat küçük büyük o kadar sahtekarlık haberleri duyuyoruz ki Müslüman bir ülkeye hiç yakışmıyor. Büyük bir ahlaki bozulma yaşıyoruz.

Hakkın da haramın da sınırlarını Allah (c.c) belirlemiştir. Haram yiyen dünya ve ahirette iflah olmaz. Müslümanı haram yemek kadar bozan bir şey yoktur. Haramın içinde başkasının hakkı vardır. Haram yemek de hırsızlığın bir çeşididir. Haram yiyenin basireti kapanır, gözünün önünde en basit gerçekleri görmez olur, yere çakılana kadar gider. Haram yiyen vicdanının sesini duyamaz, merhametini kaybeder. Maalesef buna günümüzde çok şahit oluyoruz.

Haram konusu çok geniş bir mevzu. Bu yazının konusu özellikle gözden kaçan haramlardan miras ile ilgili olacak. Eskiden biri ölünce hemen hocaya, müftüye gidilir miras taksimi onların fetvaları ile yapılırdı fakat maalesef ki artık çoğunluk beşeri kanunlara göre miras alıyor. Dini dikkate almayanlardan bahsetmiyorum. Tam aksi dindar olma iddiasında olanlar arasında konu para mal mülk olunca maalesef ki din ve dünya ayrılıp hemen laikliğe bağlantı yapılabiliyor.

Miras ilmine “Ferâiz”deniyor. Bunun sebebi Nisa süresi 11. âyet-i kerimede: “Bu hisseler Allah’tan birer farîzadır” buyrulmasındandır. Fariza feraizin tekili “farz, takdir ve tayin edilmiş olan, belirli pay, hisse” anlamındadır.

Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Ferâiz öğrenin ve öğretin, çünkü ferâiz ilmin yarısı olup unutulacaktır. Ümmetimden çekilip alınacak ilk ilim de odur.”

“Günümüzde İslam hükümleri uygulanmadığı için miras, nafaka gibi konularda mevcut kanunlara uyulabilir ve kanuna göre hisse alınabilir.” gibi sözleri kendini dindar diye tanımlayan kişiler söylüyorlar. Hatta ilahiyatçılardan söyleyenler var.

Öncelikle sormak lazım ki bu fetvayı hangi âyet-i kerimeden ya da hadisi şeriflerden çıkarmışlar. Devletin izin verdiği helal olacaksa o zaman bu kafayla bakarsak faiz de alınabilir, şans oyunları denen kumar da oynanabilir. Bunların hepsi devletin izin verdiği şeyler.

Devletin kanunları ile Allah’ın kanunları çatıştığında biz kendi özel yaşamımızda hangisini seçeceğiz? Eğer beşer kanunlarını seçiyorsan Allah’ın kanunlarının hükümlerinin kalktığını da içsel olarak kabul etmişsin demektir. İslam’a göre yediğin haramdır, kendin uydurduğun dine göre bunu helal sayabilirsin bununla da sadece kendini kandırabilirsin.

Bir de değişen günümüz şartlarına göre Kur’an-ı Kerim’deki miras paylaşımının bu çağa uymadığı değişen şartlar yüzünden kanunlara göre mal paylaşımı ya da boşanma sonrası nafaka alınabileceğini savunan kişiler var. Bunu savunanlar da din karşıtı insanlar değil, tam aksi görünüşte dindar gibi görünen kişiler. Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir, ilahi bir kitaptır ve kıyamete kadar bakidir, içindeki hükümler de kıyamete kadar geçerlidir. Hükümleri açık âyetlerin üzerine bir Müslüman söz söyleyemez. Miras ve nafaka hükümleri son derece açık ayetlerdir.

Bir de “İslam mantık dinidir, bunu benim mantığım almıyor” diyenler ve kendi mantığına göre ayetlerin açıklamasını yapanlar var. Öncelikle “mantığım almıyor” dediği şey “işime gelmiyor nefsim kabul etmiyor” demektir. Bir ilahiyatta hoca öğrencilere demiş ki “Bir erkek öldüğünde önce mirasının yarısı karısına verilmeli, kalan yarısı da çocuklarına paylaştırılmalı.” Bu bazı kız öğrencilere mantıklı gelmiş.

İslam akla dayanan bir mantık dini değildir. İslam kalbe dayanan bir mantık dinidir. “Akletmez misiniz?” sorusu aynı zamanda kalbe de hitaptır. İslam da akıl ile açıklayamayacağımız pek çok şey vardır. Akıl nakıstır, sınırları dardır. İslam gönül dinidir, teslimiyet dinidir. İslam gönülden kabul edildiğinde akıl da nasiplenir. Akıl ile kabul etmeye çalışanların gönlü kör kalır.

Günümüzde başörtülü kadınlar arasında gizli feminizm yaygınlaştı. Feminizm belasına tutulmuş olan kadınlar ve onların şakşakçısı erkekler miras âyetlerinde erkeklere iki, kadınlara tek hisse olmasını kabul edemiyorlar, boşanma sonrası üç aydan fazla nafaka olmamasını kabul edemiyorlar ve bu zehirli fikirleri onları bazı âyetleri dolaylı olarak inkara kadar sürükleyebiliyor. Heva ve hevesini ilah edinmekten ve şirke düşmekten Allah (c.c) cümlemizi korusun.

Kendine fetva uydurup bilerek haram yiyenler dışında bir de eksik bilgiden dolayı haram yiyenler var. Cahilliğinden dolayı haram yiyen de dinini iyi öğrenmediği için ayrıca vebaldedir fakat ülkemizde din işlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı da halkı yeterince bilgilendirmediği için vebaldedir.

Miras konusunda en çok yapılan hatalar, haram ya da harama kapı açan yanlışları konuyu bilmeyenlere hatırlatma babında yazmak istedim.

1-Mirasın hemen paylaşılmaması. Çokça yapılan bir hata; baba ölüyor anne diyor ki “Ben ölene kadar mirası paylaşmayın böyle dursun ben ölünce ikimizinkini bir paylaşırsınız” Anne mirası kendi kontrolünde tutup istediği gibi hareket ediyor. Kocasının mirasını istediği gibi kullanıyor hatta bir evladına daha çok vererek onun haram yemesine de sebep olabiliyor. Annenin mirası bekletme hakkı yok, yaptığı da haramdır. Böyle yaparsa hem kendi haram yemiş olur hem de evlatlarına haram yedirmiş olur.

2-Miras hukukunun inceliklerinin bilinmiyor olması. “Dini hükümlere göre paylaşıyoruz” diyenlerin payda erkeğe iki, kıza bir alanların bile dikkat etmedikleri hususlar oluyor. Miras; ölenin eşi ve çocukları arasında paylaşılıyor. Oysa İslam’da miras konusu böyle çekirdek aileye göre planlanmamış. Ölenin anne-babasına da miras düşüyor. Hatta babası ve oğlu yoksa dayıya ve amcaya da miras düşüyor.

Anne-babanın durumu iyi olur gönlüyle istemez o başka fakat istiyorsa zengin de olsa anne-babaya ölenin mirası verilmelidir.

Rabbimiz pay sahiplerini Kur’an-ı kerimde tek tek açıklamış. Miras ayetlerinin okunması ve anlaşılmayan hususların işin ehli hocalara ya da müftüye sorulması gerekir.

Miras âyetlerinde vasiyet ve borçtan sonra mirasın paylaşılacağı da vurgulanıyor. Malın üçte birini geçmemek üzere vasiyet bırakılabiliyor. Bu konular da pek bilinip uygulanmıyor.

3-Haramla hayır yapılmasını tavsiye edenlerin olması. Mesela kişi erkek kardeşine kırgın “malını kanunlara göre al, dinen ona düşen payı sadaka ver” ya da boşanma sonrası nafaka konusunda duyuyoruz “Sen eski kocadan al tazminatı, nafakayı içine sinmiyorsa sadaka ver” diyenler oluyor. Ya da “nafaka haram ama tazminat helal” diyenler oluyormuş. Bu fetvaları söyleyenler aldıkları sahih kaynakları da bir açıklasalar fakat kaynakları olmadığı için açıklayamıyorlar.

Haramdan hayır yapılmaz. Yapsan da hayrın sevabı olmaz bir de kendin yemiş gibi günahını üstlenirsin. Bir de Allah’ın açık hükümleri karşısında fetva uydurmaktan büyük günaha girersin.

Allah’u Teâlâ Nisa suresinde miras paylarını bildirdikten şöyle buyuruyor:

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, O da onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar ki; orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu en büyük kurtuluştur.” (Nisa:13)

“Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa, onu ebedî kalacağı ateşe koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa:14)

Görüldüğü gibi haramın azabı çetindir. Rabbim sakınanlardan eylesin.

Not: Miras âyetleri için internetten faydalanmak isteyenler dikkatli olsunlar. Fetva sayfalarının bir kısmında ehli sünnet dışında olanların sitelerinde yalan yanlış bilgiler var. Bu konuda “Sorularla İslamiyet” sitesinden faydalanılabilir.

 

Kaynak: www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Yaklaştıkça yaklaşası gelir insanın Rabbine, uzaklaştıkça uzaklaşası…

Uyudukça uyuyası gelir insanın. Yürüdükçe yürüyesi gelir. Yedikçe yiyesi, yemedikçe yemiyesi gelir. Okudukça okuyası, yazdıkça yazası gelir.
Evde oturmaya alışınca, dışarı çıkmaya zorlanır insan. Sık sık dışarı çıkan evde oturamaz olur.
Mal biriktirmeyi severse insan, biriktirdikçe biriktiresi gelir. İnfak etmeye alışınca da, verdikçe veresi gelir…
Katiller öldürmeye doymazken, kimileri hayvanların canını bile dert eder.
İman bir kuştur yürekte. Zikirle ibadetle beslenirse büyür, yüreğin tüm hücrelerine doğru kanat çırpar. Zikirle beslenmeyen kuşlar uçar gider yürekten. Hiç haber vermez. Zaten ilgilenilmediği için gidişi de fark edilmez…
Namazı daima kılan bir mümin için, bir vakti bırakmak fikri bile korkunçtur. Namaz kılmadıkça kılmayası gelir insanın. İlk bıraktığı zamanlarda duyduğu iç huzursuzluğu zamanla kaybolur.
Biz bir adım gidersek, on adım gelir ya Rabbimiz, bir yürürsek koşar ya; *Öyledir işte, yaklaştıkça yaklaşası gelir insanın Rabbine, uzaklaştıkça uzaklaşası…*
Kimileri namahremin elini tutamaz, gözüne bile bakamazken, kimisi zinaya alıştıkça gözünde normalleşir.
Açıldıkça açılası gelir kadının, kapandıkça kapanası gelir. 10 sene önce diz üstü giysi giyemeyen bir kadın, bir bakarsınız kısa şortlarla geziyor.  Bu yüzden deniz tatilinden dönen bir kadın daha açık kıyafetler giymeyi normal görür. Yırtıldıkça yırtılır haya perdesi. *Önemsenmedikçe kaybolur…*
Tesettür ayetlerini içselleştirmiş kadınlar, daima bir adım ileri gitmek isterler. Çünkü tesettür bazılarının sandığı gibi kadını tutsak değil, bilakis özgür kılar. Mümin kadın tesettürün içinde kendisini öyle huzurlu, öyle özgür hisseder ki, hep biraz daha kaliteli tesettürü arzular. “Ablacığım ellerimi, yüzümü bile yabancı erkekler görmesin istiyorum.” diyen kızı, ancak tesettür şuurunu yakalamış olanlar anlayabilir.
*Taviz verdikçe veresi gelir insanın. Dört parmak kısa pardesüden ne olur ki diye başlar, pardesü cekete, tuniğe döner…*
Peki bu nasıl olur?
Ra’d suresi 11. ayeti hatırlayın: “…Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” buyuruyor Rabbimiz. Kim hangi yolu tercih ederse, hangi yola doğru adım atarsa Allah da onun istidadını o yöne doğru çevirir. Çünkü kişinin iyiye veya kötüye doğru attığı adım, o kişinin fiili duasıdır.
*Kötülüğe meyleden insana, şeytan yaptıklarını süslü gösterir.* (Ankebût:38)
İmanını artırmak için çaba gösteren insana ise Allah yardım eder. “Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür.” (Bakara:257)
“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkar sakınırsanız; O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir kavrayış verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.”(Enfal:29)
*İşte bütün mesele bu. Hayırlı işler için gayret göstermek. Haramlardan sakınıp, helallere yönelmek.*
“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”(Muhammed:7)
İslam adına kıllarını bile kıpırdatmayan, inanıyorum dediği halde hayatlarında Kur’an ve sünnetten bir iz bulunmayanlar, günahlardan zifte dönmüş kalplerini temiz sanırlar. Besleyemedikleri için yüreklerinden uçup giden iman kuşunun kendilerini terk ettiğini hiç anlamazlar…
Ömer Bitlis

Tahribat ve günahlara karşı sığınak nedir?

Tahribat ve cazibedar hevesat zamanında yüzer günahın hücumuna karşı korunmak için neler yapılmalı?

Öncelikle ayetin“Yaklaşmayın!” uyarısına kulak vermek gerekir. Pek çok haram ve yasak öncesinde bu ikaz vardır. Haramın çekim alanına yaklaşmamak gerekir. Tez elden istiğfar ve tövbe ile ön tedbir alınmalıdır. İşlenen günahın ardındaki pişmanlığı küçümsememek lazımdır. Aksine nedameti etkin hâle getirerek davranışlarımızı tashih etmeliyiz.  Buradaki hassasiyetin kesinlikle sabır, gayret ve azimle zinde tutulması gerekir. Musîbeti şekva ile değil sabır ve hikmetle karşılamak gerekir. Kişi cisminin küçüklüğüne bakıp da günahları küçük görmemelidir. Kendisine karşı günah işlenen Zatın büyüklüğüne bakılmalı. Çünkü kalbin katılığından bir zerre, şahsî âlemin bütün yıldızlarını karanlığa tutturur.

Ayrıca Allah bir deyip de O’nun yerine yahut yanına koyduğumuz nice şeylerle gizli/açık şirke düşme ihtimalini de unutmamak gerekir. Bu zamanda özellikle sosyal medya marifetiyle de günah bir iken bin olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Nefsimizin her nevi şer ve kötülüğü işlemeye meyilli olduğunu bilerek, onu temize çıkarmayıp, avukatı olup savunmayıp aksine ıslahı için fiili ve kavli dua etmeliyiz. Her nevi iradenin ön kademesi olan hayalin kötü ve günahlı tahriklerden uzak tutulması lazımdır. İşte bütün bunlar için mevcut olan imanın bir an önce kuvvetlendirilerek takva ile muhafaza edilmesi lazımdır. Yapılan ibadeti, yasak savma pozisyonundan çıkarıp huşu ile icra etmek, huzurda hissetmek adına ruhanî ve manevî zevk ve hâl ile yapılmalıdır. İşte bütün bunları özetleyen ifade olan takva ve salih ameli ihlâsla yoğurup imanî derslerle uzun ömürlü hale getirilmelidir.

Tahribat ve günahlara karşı en mühim siper takvadır. İmandan sonraki işimiz budur. Bediüzzaman Hazretleri, gayet ehemmiyetli gördüğü hususu Kastamonu Lâhikası’nda bir mektupta dile getirir. Ahirzamandaki tahribat ve menfi cereyanın dehşetine karşı takvanın esas alınması gerektiğini söyler.

Takva, haram ve günahlardan Allah emrettiği için sakınmaktır. Günahtan kaçınmak Allah’ın emridir. Allah’ın emrini yerine getirmek, yasakladıklarından sakınmak ibadettir. O halde bir nevi menfi ibadet ismiyle de tanımlanan bu amelin özünde Allah rızası için yapmak anlamındaki ihlâs vardır ve olmalıdır. İfsat ederek yoldan sapmaya sebep olacak her nevi davranıştan sakınıp, büyük günahlardan uzak durmak gerekir. Bu anlayışın esas olduğu hayat; Allah’ın (cc) emrettiği, Resul-i Ekrem’in (asm) özendirdiği doğru davranışlarla tezyin edilmeli.

Ahlâkî ve Kur’anî terbiyenin sarsıntıya uğradığı, zulmetli bir anarşiliğin, zulümlü bir dinsizliğin ifsada başladığı bir zamanda doğrusu salih amelin her zaman işlenmesi mümkün gözükmemektedir. Bir haramın terki vaciptir, şarttır. Bir vacibin işlenmesi çok sünnetlere mukabil sevabı var. Böylesi dehşetli bir zamanda bir günahtan çekinmek anlamındaki takvalı davranışla işlenen vacip, çok sünnetlere bedel sevabı olan bir amel-i salihtir. İhlâsla kuvvetlendirilen takva sığınağına girenleri bekleyen bir başka manevi bir ortak sığınak daha var o da iştirak-ı a’mal-i uhreviye denilen ahirete ait işlerdeki ortaklık, bu zamanda ayrı bir kuvvetli koruyucu kalkandır. Birbirimiz hakkında yaptığımız dua ve teşvikler, takva kalesine yardım ederek kalkanın mukavemetini artırmaktadır.

Takva kalesinde bütün donanımlar yeniden ve her seferinde gözden geçirilir, yenilenir, güncellenir. Zira dışarıdaki ifsat düşmanı sürekli yenilenerek gelmektedir. Tek başımıza karşı koymanın yetersiz kaldığını idrak ederek cemaatî anlamdaki manevi ortaklık bu bağlamda da çok önemlidir.

Ve ahirzamanda yaşayan mü’minler olarak gıyabımızda dua almaya ve dostlarımıza da sürekli duaya devam etmek gerekir.

Mehmet Çetin

KADINLARA BAKMAK

KADINLARA BAKMAK

«Buhari 23. Mü’minûn Suresi’nin 19. âyetini zik­ret­miştir ki, meali şöyledir: Allah hem hain gözlerin (tecessüslerini) hem de (fâsid) gönüllerin gizle­diği te­ma­yülleri bilir…
İbni Ebî Hatem’in, Abdullah bin Abbas vasıta­sıyla ri­vayetine göre; âyetteki hain gözlerin tecessüs ve fasid gö­nül­lerin te­mayülü şöyle tasvir buyurulmuştur: Hain gözlü o kimsedir ki; o, bir cemaatla bir yerde otu­rurken yanın­dan güzel bir kadın geçerse, ya­hut girdiği bir evde gü­zel bir kadın görürse, yanındakilerden hır­sız­layarak kadına sinsi sinsi ba­kar. Yanındakiler ken­disine bakınca hemen gözünü ayı­rır. Fakat Allah bilir ki, o hain gözlü kimse, kadının da­ire-i mah­re­miyetine gir­meğe gücü yetse muhakkak girmek ve zina et­mek ister.
Bundan sonra Buhari’nin arka arkaya iki hadisi vardır ki, bunlardan birisi: Veda Haccında Resul-i Ekrem Medine’den hareket ettiğinde terkisine amcası Abbas’ın oğlu Fazl’ı almıştı. Yolda güzel bir kadın bir mes’ele sor­mak üzere yaklaştığında, Fazl ka­dına bak­mağa başladı. Kadın da son de­rece güzel olan Fazl’a bakıyordu. Bu manzarayı gö­rünce Hazret-i Peygamber Fazl’ın çene­sinden tutup öbür tarafa çevirdi.
Öbürüsü de: Resul-i Ekrem bir kere as­habı yol üze­rinde otur­maktan men et­mişti. Fakat bilahare bu­nun iktisadî hayat için lüzum ve zarureti arz olu­nunca; Resul-i Ekrem ge­lip geçen kadın­lara bakılmaması, kim­seye eza olunma­ması gibi şartlarla mü­saade buyurdu.» (Sahih-i Buhari Muhtasarı ci:12 sh:187)
Ebu Davud 12. Kitab-ün nikah 42. babı, kasdî ol­ma­yan ilk bakış müstesna, ka­dınlara bakmanın harami­yeti hakkında­dır.
Bir hadis-i kudsîde mealen şöyle buyuru­luyor:
«Namahreme bakmak, İblis’in okla­rından bir ok­tur ki, her kim benden kor­karak onu bırakırsa, (harama bak­mazsa) o haramın zevkine bedel ona bir iman veririm ki, o imanın celadet ve hala­vetini kal­binde duyar.» (İlahî Hadisler (H.Hüsnü Erdem, D.İ.Bşk. Yayınları) ve K.H. hadis:2864)
Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı ha­ram ve teset­tür-ü nisvan meseleleri üze­rinde ehemmiyetle durmuş­tur. Ehemmiyetine binaen tekrar alıyoruz. Bunlardan bir kaç cü­z’î örnekler:
«Kur’an merha­meten, kadın­ların hürme­tini muha­faza için, haya per­desini takmasını emreder. Ta heve­sat-ı rezile­nin ayağı altında o şefkat madenleri zil­let çekmesinler; âlet-i he­vesat, ehemmi­yetsiz bir meta’ hük­müne geçmesinler.
Medeniyet ise kadınları yuva­larından çıkarıp, perde­le­rini yırtıp, beşeri de baş­tan çıkar­mıştır. Halbuki aile hayatı, ka­dın-erkek mabey­ninde müte­kabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhab­beti izale edip ailevî hayatı zehirle­miştir. Hususan suretpe­restlik, ah­lâkı fena halde sars­tığı ve sukut-u ruha se­bebi­yet verdiği şu­nunla anlaşı­lır: Nasılki merhûme ve rah­mete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şeh­vet ve he­vesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretle­rine ve­yahut sağ ka­dınların küçük cena­zeleri hükmünde olan suret­lerine heves­perverane bak­mak, derin­den de­rine his­siyat-ı ul­viye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.» (Sözler sh: 410)
«Bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi, dedi: “Bende unutkanlık has­talığı tezayüd ediyor, ne ya­payım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça na­mah­reme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafiî’nin (R.A.) de­diği gibi: Haram nazar, nisyan ve­rir.
Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziya­deleştikçe, he­ve­sat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i is­timalat( ile is­rafa girer. Haftada bir kaç defa gusle mec­bur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir.
Evet bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su’-i na­zardan su’-i istimalat, umumi bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlı­yor. Herkes cüz’î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumi hastalığın tezayü­diyle, ha­dis-i şerifin verdiği müdhiş bir habe­rin te’vili ucunda görü­nüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzaman­da, hâfızların göğ­sün­den Kur’an nez’edi­liyor, çıkı­yor, unu­tulu­yor.” Demek bu hastalık dehşet­lene­cek, hıfz-ı Kur’an’a bu su-i na­zarla bazı­larda sed çekilecek; o hadisin te’vi­lini gösterecek.» (Kastamonu Lâhikası sh: 133)
Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haramdan ic­tinab etmekteki hassasi­yetini şöyle anlatır:
«Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Ellibeş sene ev­vel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürme­tiyle kaldım. Onun altı adet kız­ları vardı. Üçü küçük, üçü bü­yük. Ben, üç büyük­leri iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dik­kat etmiyordum ki, bileyim. Hatta bir âlim misa­firim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, ta­nıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek bana sordu­lar: “Neden bakmıyor­sun?” Derdim: “İlmin izzetini muha­faza etmek beni baktırmıyor.”
Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kağıthane şen­li­ği­nin yevm-i mahsu­sunda, Köprü’den ta Kağıthane’ye kadar, Haliç’in iki tarafında, binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizil­dikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O ka­dınların yanların­dan geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tec­rübeye karar ver­dikleri ve nöbetle beni taras­sud ettik­le­rini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın!” Dedim: “Lüzumsuz, ge­çici, günahlı zevk­lerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.”» (Tarihçe-i Hayat  sh: 519)
Açık-saçıklık âdet olmuş büyük şe­hirler ve çarşı-pazarlar, nazar-ı harama en çok tahrik edici yer­lerdir. İki hadis-i şerif mealinde şöyle buyuruluyor:
«Gücün yeterse sen çarşıya girenlerin ilki ve çar­şıdan çıkanların sonuncusu olma.(Yani: Mümkün ol­duğu kadar çar­şılarda az bulun) Çünkü, çarşı şeytanın harb yeri­dir. (Günahların çok olduğu yerdir.) Şeytan sanca­ğını çar­şıda diker. (Yani hâkimiyetini icra eder.)» (Sahih-i Müslim cilt: 7 sh:363 hadis: 2451)
«Beldelerin Allah’a en sevimli olan yer­leri, mes­cid­ler­dir (ilim ve ibadet yerleri­dir). Beldelerin, Allah’a en sevimsiz ve buğz ettiği yerler de çarşı-pazarları­dır.» (Ramüz-ül Ehadis sh: 16)
«İmam-ı Rabbani demiş ki “Bid’a olan yerlere gir­me­yiniz.” Maksadı, se­vabı olmaz demektir; yoksa, namaz bat­tal olur değil. Çünki selef-i salihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların ar­kasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gel­mekte kebaire maruz kalırsa, halvethane­sinde bulunması lâzımdır.» (Kastamonu Lâhikası 247)
Diğer bir rivayette de: âhirzamanda (bid’atlar ve hevanın yaygınlaştığı za­manda) köy ehlinin ve sa­liha ihtiyarelerin hayatı tavsiye ediliyor. (Ramuz-ül Ehadîs: 61)
Selam ve Dua ile
Muhammed Numan ÖZEL
www.NurNet.Org