Etiket arşivi: Hatice Başkan

Saadet Devri

Yıllar sonraydı, Mekke fethedilmiş, İslam tüm ihtişamıyla Arabistan yarımadasına hakim olmuştu.

 

Mekke halkı guruplar halinde Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in huzuruna gelip müslüman olmuştu.

 

 Hz. Ebu Bekir’in yüreğinde bayram sevinci vardı.

 

Ama bir köşesi yine sızlıyordu.

 

Herkes ister istemez.

 

İslam’ın saadetli sinesine koşarken yaşı doksana ulaşmış babası hala evinde bu saadetten mahrum oturuyordu.

 

Yüreğindeki bu acıyı da yok etmeliydi.

 

Yaşlı baba Ebu Kuhafe’nin gözleride görmez olmuştu artık.

 

Eve vardı ve babasının elinden tutup Peygamber Efendimizin huzuruna getirdi.

 

Efendimiz (s.a.v) üzüldü:

 

 “Ebu Bekir” dedi.

 

 “Neden ihtiyarı yorup getirdin.

 

Onu evinde ziyaret etseydik olmazmıydı?”

 

Bu sözleri hem nezaket ve alçak gönüllüğünün hemde “bir göz hatırı için, çok göz sevilir” gerçeğinin bir ifadesiydi.

 

Hz. Ebu Bekir’i seviyordu, dolayısıyla babasınında hatırını ondan dolayı sayıyordu.

 

Ama O’ndan dersini alan Hz. Ebu Bekir da babasının yanına gelmesini uygun bulmuştu.

 

 “Ey Allah’ın Resülü! Senin, onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha uygundur.”

 

Efendimiz (s.a.v) mübarek ellerini Ebü Kuhafe’nin göğsüne koydu ve:

 

 “Müslüman ol, ey Ebü Kühafe” dedi.

 

Mübarek elinin dokunduğu yerde neler bitmezdiki!

 

O ana kadar bir türlü hakka ısınmayan Ebu Kühafe’nin gönlüne iman nimeti birden bitiverdi ve onu İslam’ın saadetiyle buluşturdu.

 

 Fakat sevinmesi gereken Hz. Ebu Bekir bir köşeye çekilmiş hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

 

Şaşırmıştı herkes Efendimiz (s.a.v) ise merak edip sordu:

 

 “Neden ağlıyorsun ey Ebu Bekir?”

 

Gözyaşlarını sildi.

 

 “Ey Allah’ın Resülü, babamın müslüman olmasını çok istiyordum.

 

 Nasip bu günmüş.

 

Ancak ben, bugün babamın yerinde amcanız Ebu Talib’in olmasını ne kadar çok isterdim.

 

Zira sende onun iman etmesini çok istiyordun.

 

Bunu hatırladım da gözyaşlarımı tutamadım.”

 

Sevmek buydu, aşk ve sevda buydu.

 

 Hz. Ebu Bekir’i yüce kılan buydu.

Sadakatte Zirve Hz. Ebu Bekir (r.a)

Biz şu zamanda bu sevgiden böylesine sevebilmekten meğer ne kadar uzakmışız bir  damla göz yaşımızı bile bu kutlu sevda yolunda  dökemiyoruz…

Sevmek  Hz. EBU BEKİR (r.a) gibi HZ. ÖMER-ÜL-FÂRÛK gibi biri SAĞ yanında diğeri SOL yanında ya biz ya biz ?

RABBİM! PEYGAMMERİMİZİN (KARDEŞLERİM) DEDİĞİ ZÜMREYE BİZLERİDE DAHİL ETSİN HAKKI İLE  İNŞAALLAH…

BİNLER SELAM VE DUALAR İLE…

Hatice Başkan

www.NurNet.org

Esmaül Hüsna

Arapça’da “isim” kelimesinin çoğulu olan “esmâ” ile “güzel, en güzel” anlamındaki “hüsnâ” kelimelerinden oluşan “esmâu’l hüsnâ” terimi Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala’ya nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur’ân’da geçen ilâhî isimler 100’den fazladır; muhtelif hadislerde Allah’a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâu’l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.

Esmâu’l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi “güzel” mânasında sıfat veya “en güzel” anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah’ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez. İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî şöyle sıralamaktadır:

1. Esmâu’l hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.

2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.

3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.

4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ’ul hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.

5. Esmâu’l hüsnâ Allah için vacip (olması gereken), caiz (olması uygun) ve mümteni’ (olması imkansız) olan sıfatları içermesi sebebiyle O’nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.

İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından O’nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi bakımından tanınabilir. Bundan dolayı esmâ’ul hüsnâ bilgisi, Allah-âlem ilişkisine ışık tutması ve sonuçta Allah’ı tanıtması açısından önem taşımaktadır.

Şunu da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlalleri yanında gönül hayatı bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında esmâ’ul hüsnânın vazgeçilmez bir rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren sebeplerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber’den rivayet edilen duâ metinlerinde esmâ’ul hüsnânın çokça yer alması dikkat çekicidir.

İbnü’l-Arabî’nin de belirttiği gibi her dindar insanın manevî yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu şüphesizdir. O’nunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz olup bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağın da katılması lâzımdır. Dil O’nun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar.

En önemli konusunu Allah bilgisinin oluşturduğu ilâhî dinler içinde İslâmiyet Allah’ın isim ve sıfatlarına ayrı bir önem vermiş, tevhid inancının açık bir şekilde anlaşılabilmesi için yaratanla yaratılmışların niteliklerinin açıklığa kavuşturulmasını fevkalâde gerekli görmüştür. Allah’ın zâtının bilinmesi isimleri ve sıfatlarıyla mümkün olacağından Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın güzel isimlerinin bulunduğu, O’na bu isimlerle dua, niyaz ve ibadette bulunulması gerektiği, bu konuda doğru yoldan ayrılanlara itibar edilmemesi lâzım geldiği (A’râf 7/180), ayrıca esmâ’ul hüsnânın hangisiyle olursa olsun dua edilebileceği (İsrâ 17/ 110) belirtilmiş ve son inen sûrelerden birinde de on altı kadar isim bir arada zikredilmiştir (Haşr 59/22-24).

Hz. Âişe anlatıyor: Rasülullah (sav) şöyle yalvardı:

Allah’ım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan, onunla dua edildiği takdirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla Rahmetin talep edilince kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum.

Hz. Aişe’nin belirttiğine göre bir başka gün Rasülullah (sav)’in kendisine “Ey Âişe, kendisiyle dua edildiği takdirde icabet ettiği ismi, Allah’ın bana gösterdiğini sen biliyor musun?” diye sormuştu.

Hz. Âişe “Ben: Ey Allah’ın Rasûlü, Anam babam sana feda olsun, onu bana öğret” dedim.”

“Ey Âişe, onu sana öğretmem uygun düşmez.” buyurdu. Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma oturdum. Sonra kalkıp başını öptüm ve “Ey Allah’ın Rasûlü O’nu bana öğret” diye ricada bulundum. O yine “Onu sana öğretmem uygun olmaz Ey Âişe; onunla senin dünyevi bir şey talep etmen uygunsuz olur.” buyurdu.

“Ben de kalkıp abdest aldım, sonra iki rekat namaz kıldım, sonra:

Allah’ım sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua ediyorum. Sana bildiğim, bilmediğim güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle” diye dua ettim. Bu duam üzerine Rasülullah (sav) güldü ve “İsmi Âzam senin yaptığın şu duanın içinde geçti.” buyurdu.” (Kütüb-i Sitte 17/506)

Her şeyde O’nun isimlerinden bir isim mevcuttur, her şeyin ismi O’nun ismindendir. (Abdulkadir Geylani k.s)

Rabbim o kadar merhametliki  Esmaül Hüsna’nın hürmetine merhamet kapılarını bizlere açıyor bize düşen temiz bir niyet ve tevbe istiğfar ile RABBİMİZ el acıp dua etmek ..

Dualar da buluşmak temenlisi ile Binler selam…

Hatice BAŞKAN

www.NurNet.org

Fert, Aile ve Toplum Ahlâkı

Kur’an’da ahlak, nazari ve ameli boyutuyla birbirinin ayrılmaz parçası olarak görülmüş ve iç içe incelenmiştir. Bir başka ifadeyle, Kur’anda ahlak, soyut bir kavram ve bilim konusu değil, hayata uygulanması gereken değerler manzumesi olarak sunulur. PRATİK AHLAK’la ilgili olarak Kur’an’da fert, aile sosyal ve siyaset ahlakı ile ilgili çok geniş malzeme ve esas bulmaktayız.

Kur’an, ferdin görevlerini çeşitli ayetlerde hatırlatmış ve bunları yer yer tarif ve tahlil etmiştir. “Ey iman edenler, nefislerinizi düzeltmek üzerinize vacibtir” (Maide, 5/105) ayetinde her ferdin kendine karşı vazifelerini bilip yapması istenmiştir.

Kuran-ı Kerim’de ferdin beden ve ruh yapısının korunmasını, geliştirmesini zaruri bir vazife saymıştır. Kur’an, temizliğin önemini “Allah temiz olanları sever” (Tevbe, 9/108) ayetiyle açıklarken, iç veya ruh temizliğinin yanı sıra, beden, yiyecek, giyecek, mesken ve çevre temizliği üzerinde durarak temizliğin faydasını ve güzelliğini, buna karşılık pisliğin zararlarını ve çirkinliğini çeşitli benzetme ve kıyaslamalarla anlatmaktadır.

2. Aile ahlakı: Kur’an, aile ahlakıyla ilgili sağlam ölçüler koyar ve çeşitli tavsiyelerde bulunur. O, sosyal birliğin en üstün ve en sağlam şekliyle sevgi, bağlılık, merhamet, dayanışma, yardımlaşma, doğruluk, insaf ve Allah korkusunu gözeterek aile kurumuyla korunmasını ve sürdürülmesini hedef alır. Ailenin dünya hayatının düzeninde olduğu gibi, ahiret hayatında da önemi vardır. İyilerin erişecekleri saadet ve Cennet müjdelenirken onların yanında atalar, zevceler ve soylarından salih olanların bulunacağı, buna karşılık Cehenneme girerken hüsrana uğrayanların kendilerini de ailelerini de ziyana uğratacakları haber verilmiş, sevap ve azapta ailenin rolüne işaret edilmiştir. “Ey inanlar, kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz” (Tahrim, 66/6) emriyle ailenin korunması ve yüceltilmesi istenmiştir.

Kur’an’da anne-babanın çocuklara karşı görevler de belirtilmiştir. Onları sevmek ve değer vermek, onlara bir emanet ve denenme – imtihan vesilesi gözüyle bakmak, yetişmeleri ve eğitimleriyle ilgilenmek, dünya ve ahiret tehlikelerinden korumak gerekmektedir.

Anne baba iyiliğe layık kişilerdir. Kur’an, Allah’a ibadetten hemen sonra anne ve babaya iyiliği emretmiş, onları iyilik ve yardım edilmesi gerekenlerin en başında saymıştır. (İsra, 17/23-24; Bakara, 2/215; Nisa, 4/36; Nahl, 16/151; Lokman, 31/14; Ahkaf, 46/15, 17-18) Anne-babaya iyilik ve itaatin yanı sıra, kötülük yapmaktan kaçınmak ve onların öğütlerini dinlemek gerekir.

Kur’an, çekiştirme, çekememezlik ve anlaşmazlıktan uzak, yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir kardeşlik ahlakını hedeflemektedir. Ayrıca, akrabalık görevini yerine getirenleri övmüş, aile çevresiyle ilgiyi kesmeyi münafıklık ve fasıklık olarak nitelemiştir. (Bakara, 2/27; Ra’d, 13/21, 25; Muhammed, 47/22) Akrabaya ve çevremizdekilere, manevi yardımla birlikte maddi yardımda bulunmak da gerekmektedir: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver!” (İsra, 17/26; Rum, 30/38) mealindeki ayetlerde yardım, kesin bir emir halinde yer alan, ahlaki zorunluluktur.

3. Toplum ahlakı: Kur’an-ı Kerim, bir yandan insan ve onun yeryüzündeki halifeliğinden bahsederek, ferdin üstünlüğüne yer verirken (En’am, 6/165; A’raf, 7/10, 24; Hud, 11/61; Enbiya, 21/105; Nur, 24/55) diğer taraftan, toplumun önemine ve gereğine değinerek, ahlaklı ve ideal bir toplumu gerçekleştirme yollarını belirler. Müslüman toplum, belli ahlaki görevlerle yükümlü, seçkin ve şerefli bir ümmettir. İnsanlar birbirini tanıyabilmeleri için, millet ve kabilelere ayrılmışlardır. (Hucurat, 49/13; Bakara, 2/143; Al-i İm

İhsan ise, bir işi her yönüyle güzel yapmaktır. O, dünya ve ahirette insana hayır ve kurtuluş sağlayan, ecri büyük bir davranıştır. Onu bir ticaret benzetmesiyle ifade edecek olursak, adalet sermaye, ihsan ise kar hükmündedir. “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de iyilik et” (Kasas, 28/77), “İyilik ediniz; çünkü Allah, iyilik ve ihsanda bulunanları sever” (Bakara, 2/195) ayetleri ihsanı emretmektedir. İhsan, öfkeyi yenme, affetme, secde, sabır, takva ve cihad konularında beliren ve övülen bir özelliktir. (Al-i İmran, 3/134; Maide, 5713; A’raf, 7/161; Hud, 11/115; Yusuf, 12/90, Ankebut, 29/69) Onun uygulama yerleri, kısas, talak, anne ve baba olmak üzere toplumu ve aileyi içine alan sahadır. (Bakara, 2/83, 178, 229, Nisa, 4/36;En’am, 6/151; İsra, 17/23)

Toplumda fertlerin birbirine karşı görevleri emirlere uyma yasaklardan kaçınma şeklinde belirir. İyiliği emir-kötülüğü nehiy, yardımlaşma, affetme, güvenilir olma, sözünde durma, birlik, sevgi ve kardeşlik, nazik olma, kibar davranma gibi hususlar Kur’an’da belirtilen ve istenen ahlaki emirlerdir. Buna karşılık, öldürme, hırsızlık, aldatma ve haksızlık, hıyanet, zulüm ve fesad, gıybet ve alay da ahlakı nehiyler veya yasaklardır. Bize düşen, gerek ferdi hayatımızda, gerekse aile ve toplum alanında olsun, Kur’ân’ın öngördüğü ahlakî güzellikleri yaşamak, nehiylerden kaçınmak olacaktır.

Selam ve dualar ile fiemanillah….

Hatice BAŞKAN

Mu’cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) (Risale-i Nur ve Hadislerle)

BU RİSALE, üç yüzden fazla mu’cizâtı beyan eder. Risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) mu’cizesini beyan ettiği gibi, kendisi de o mu’cizenin bir kerametidir. Üç dört nev ile harika olmuştur:

Birincisi: Nakil ve rivayet olmakla beraber, yüz sahifeden fazla olduğu halde, kitaplara müracaat edilmeden, ezber olarak, dağ, bağ köşelerinde, üç dört gün zarfında, her günde iki üç saat çalışmak şartıyla, mecmuu on iki saatte telif edilmesi, harika bir vakıadır.

İkincisi: Bu risale, uzunluğuyla beraber, ne yazması usanç verir ve ne de okuması halâvetini kaybeder. Tembel ehl-i kalemi öyle bir şevk ve gayrete getirdi ki, bu sıkıntılı ve usançlı bir zamanda, bu civarda, bir sene zarfında yetmiş adede yakın nüshalar yazıldığı, o mu’cize-i risaletin bir kerameti olduğunu, muttali olanlara kanaat verdi.

Üçüncüsü: Acemî ve tevafuktan haberi yok ve bize de daha tevafuk tezahür etmeden evvel onun ve başka sekiz müstensihin birbirini görmeden yazdıkları nüshalarda, lâfz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesi, bütün risalede ve lâfz-ı Kur’ân beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki, zerre miktar insafı olan, tesadüfe vermez. Kim görmüşse kat’î hükmediyor ki, bu bir sırr-ı gaybîdir, mu’cize-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir kerametidir.

Şu risalenin başındaki esaslar çok mühimdirler. Hem şu risaledeki ehâdis, hemen umumen eimme-i hadîsçe makbul ve sahih olmakla beraber, en kat’î hâdisât-ı risaleti beyan ediyorlar. O risalenin mezâyâsını söylemek lâzım gelse, o risale kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları, onu bir kere okumasına havale ediyoruz. (on dokuzuncu mektup)

*HADİSLERLE*

Resulullah efendimizin mucize olarak gelecekten haber verdiği (Bir zaman gelecek) diye başlayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

(Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]

(Rüşvet, hediye adı altında verilecek, gözdağı için suçsuz kişiler öldürülecek.) [İ. Gazali]

(Âmirler, imamlar, namazı öldürecek, vaktinden sonraya bırakacaklar.) [Müslim]

(Peygamberim diyen yalancılar çıkacak, benden sonra peygamber gelmeyecek.) [Mişkat] (Peygamberim diyen birçok yalancı çıkmıştır.)

(Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak.) [Deylemi]

(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]

(Kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanları kötülemek için delil olarak kullanacaklar.) [İbni Ömer] (Vehhabiler, müşrikler hakkında inen âyetleri Müslümanlar için, rafiziler de münafıklar hakkında inen âyetleri Eshab-ı kiram için delil gösterdiler. Resulullahın mucizesi meydana çıktı.]

(Sünnet, bid’at gibi çirkin, bid’at da sünnet gibi rağbet görecek. Sünnete uyan garip olacak, yalnız kalacak. Bid’ate uyan, çok yardımcı bulacaktır.) [Şir’a]

(Kur’an, dünyalık için okunacaktır.) [Ebu Davud]

(Camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mümin bulunmayacak.) [Deylemi]

(Âlimler fitne unsuru olacak, camiler ve hâfızlar çoğalacak, ama hakiki âlim hiç bulunmayacak.) [Ebu Nuaym]

(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.) [Asakir]

(Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.) [Taberani]

(Din âlimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışacak.) [Buhari]

(Din adamları, halkın istediği yönde fetva verecek, helale haram, harama helal diyecekler, dini ticarete, menfaate alet edecekler.) [Deylemi]

(Hacca, hükümdarlar [devlet başkanları] gezi için, zenginler ticaret, fakirler dilenmek, din görevlileri de gösteriş için gidecekler.) [Hatib]

(Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek.) [Taberani]

(İnsanın bütün kaygısı midesi olacak, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olacak.) [Sülemi]

(Her asır, öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar hep bozulacak.) [Hadika]

(İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir, askerleri ne güzel askerdir.) [Hakim, İ. Ahmed, İ. Süyuti]

(Ey dağ, sallanma, üstünde bir peygamber, bir sıddık, iki de şehid var.) [Buhari] (Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’ın şehid olacağını haber verdi.)

(Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.) [Hâkim] (Aynen vaki olmuştur.)

(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]

(Anarşi ve ölüm çoğalacak.) [İbni Mace]

Kıyametin kopması ile ilgili hadis-i şerifler:
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmayacak.) [Hatib]

(Lutilik mubah sayılmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmayacak.) [Buhari]

(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

(Kötüler dünyaya hâkim olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Tirmizi]

(Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Müslim]

(Allah’a inanan Müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.) [Müslim]

Yukarıda bildirilen küçük alametlerin çoğu çıktı. Henüz çıkmamış olan küçük alametlerden bazıları şunlardır:
(Kişi yol kenarında kadınla beraber olacak.) [Hâkim]

(Konuşan hayvanlar olacak.) [Tirmizi]

(Kıyamet alametidir ki, erkek evde yokken kadının yaptıklarını ayakkabısı haber verecektir.) [İ. Ahmed]

Kıyametin büyük alametleri de şunlardır:
(Mehdi gelecek.) [Ebu Nuaym]

(Deccal gelecek.) [İ.E. Şeybe]

(İsa gökten inecek, duman çıkacak, Kâbe yıkılacak.) [Buhari]

(Dabbet-ül-arz çıkacak) [Tirmizi]

(Yecüc ve Mecüc çıkacak.) [İbni Cerir]

(Ateş çıkacak, güneş batıdan doğacak.) [Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.) [Buhari
Allah’ım yaradılışımı güzel takdir ettiğin gibi, ahlakımı da güzel eyle.

Kulağımdan ve gözümden beni ölünceye kadar faydalandır. Dinimde ve bedenimde bana sağlık ve güvenlik ver. Hakkımı alıncaya kadar zulmedene karşı bana yardım et…

Allah’ım bana öğrettiğinden beni faydalandır. Fayda verecek bilgiyi bana öğret ve ilmimi arttır. Fayda vermeyen ilimden, bizleri muhafaza eyle RABBİMMM…(AMİN)
SELAM VE DUALAR İLE..

Hatice Başkan

www.NurNet.org

Cüz-Cüzi, Küll-Külli, Harama Bakmak

İnsan denildiği zaman bütün bir insanlık âlemi hatıra gelir. Bu topluluktan birisine insan denilmesi diğerine de denilmesine mâni değil. Yani bu küllî mânâ, ortaklığı men etmez. Ama cüzî, ortaklığı men eder; ismi Hasan olan birisine Osman diyemezsiniz. Hasan da Osman da ortaklığı kabul etmeyen müstakil isimlerdir.

Şu cümle dikkatle incelendiğinde küllînin ıstılah mânâsı çok daha iyi anlaşılıyor:

“Şu kâinatta, şu görünen tasarrufat ve ef’âl ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten, en büyük küll en küçük cüz’ kadar kolay gelir. Efratça kesretli bir küllînin icadı, bir tek cüz’înin icadı kadar sühuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kıymet-i san’at gösterilebilir.” (Sözler)

En büyük küll olarak bütün bir kâinatı, en küçük cüz olarak ise bir atomu alabiliriz. İkisinin yaratılışı arasında İlâhî kudret için bir kolaylık, yahut zorluk söz konusu değil.

“Efratça kesretli bir küllî,” ifadesi üzerinde önemle durmak gerekiyor. Demek ki, küllînin fertleri var. Küllün ise fertleri değil parçaları, kısımları vardır.

İnsan dediğimiz zaman bütün insanları içine alan küllî bir mânâ hatıra gelir. Her bir insan bu küllînin bir ferdidir. Bu ifadeye göre bütün insanların yaratılmasıyla bir insanın yaratılması arasında fark olmadığı anlaşılır. Nitekim Kur’an şöyle der:

“Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir.” (Lokman Suresi, 31/2)

Aynı mânâyı diğer küllî ve cüzîlere de tatbik edebiliriz. Bütün çiçeklerle bir çiçeğin, bütün yıldızlarla bir yıldızın, bütün atomlarla bir atomun yaratılışı arasında fark yok.

Küllî, bir cins, bir topluluk, bir şahs-ı manevî; cüzî ise o küllînin bir ferdidir. Küllî ile cüzî aynı isimle anılırlar, ama küll ile cüze aynı isim verilmez. İnsan küllî bir mânâ, bir tek insana da insan diyoruz. Ama tek bir insanı bir küll olarak düşündüğümüzde onun, meselâ, koluna insan diyemiyoruz; bir ağacın yaprağına yahut dalına ağaç diyemediğimiz gibi.

Bir küllün parçaları yahut küllînin fertleri ayrı İlâhlara isnat edilemez. Parçayı kim yaratmışsa bütünü de o yaratmıştır; fert kimin mahlûku ise nevi de onun mahlûkudur.

Nur Külliyatı’nın bazı cümlelerinde küllî ile küllün, yahut cüzî ile cüz’ün birlikte kullanıldığını görürüz. İlk bakışta aralarında bir fark yok gibi gelir. Ama kanaatimizce bunları tariflerine uygun olarak değerlendirdiğimizde bazı farkların mevcut olduğu anlaşılır.

Bir misâl:

“Evet ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarîyle; sağir bir cüz, hakir bir cüz’î, fakir bir mahlûk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun.” (Sözler)

 

Harama Bakmak, Sure

“Mü’minlere söyle gözlerini sakınsınlar.”(1)

Mü’min kadınlara da söyle gözlerini (yere) indirsinler (erkeklere bakmasınlar), namuslarını korusunlar.”(2)

Burada yüce Allah’ın kadınlara özel olarak hitap etmesi te’kid içindir. Çünkü “Mü’minler’e söyle” sözü yeterlidir. Bu kelime âm (genel) bir lafız olup kadın-erkek bütün mü’minleri kapsar.”(3)

“Ben ve Meymûne ikimiz birlikte Rasulullah (sav)’in yanındaydık. Yaşlı, âmâ (gözleri görmeyen) bir ihtiyar olan Abdulah ibni Ümmi Mektum bize doğru yöneldi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) bize:

“Kalkın ve hicaplanın (örtünüze bürünün)” dedi. Ben dedim ki:

“Ey Allah’ın Rasulü, o bizi görmeyen ve bizi tanımayan bir âmâ değil mi?” Rasululah (sav):

“O âmâ, peki yâ ikiniz? Sizler onu görüyor değil misiniz?” buyurdu (4)

“Peygamber (sav) bir gün Hz. Ali (r.a.) a şöyle dedi:

“Ey Ali muhakkak ki cennette senin için bir köşk vardır. Bir bakışa ikincisini ekleme. Birincisi senin için mubahtır. Fakat başkaca bakma hakkın yoktur.” (5)

“Rasulullah (sav)’e ansızın bakış nedir, diye sordum. Bana dedi ki:

“Bakışını çevir.”  yani ikinci kez bakma. Çünkü fitne ve şehvetten emin olamazsın. (6)

Rabbim bizleri iffet ve takva sahibi salih kullardan eylesin… (Amin

Selam ve Dualar ile…

Hatice BAŞKAN

 www.NurNet.org

(1)    Nur, 31

(2)    Nur, 31

(3)    Kurtubi, Tefsir, XII/226; El-âmiri. a.g.e. 262 (dipnottan)

(4)    Ebu Dâvud, Sünen, Libas, 4112; Tirmizi, Edeb, 1778; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/296

(5)    Tirmizi, Edeb, 2777; Ebu Dâvud, Nikâh, 2149; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/353, 357; Deylemî, Müsned, 8312

(6)    El-Âmiri, a.g.e. 266