Etiket arşivi: hicri takvim

Takvim ve saat devrimimiz!

Selçuklular ve Osmanlılar, diğer Müslüman milletler gibi “Hicri Takvim” kullanırlardı. Bu, Âlişan Efendimiz’in, 622’de Mekke’den Medine’ye göç ettiği tarihi, zamanın (yılın da tabii) başlangıcı olarak kabul eden bir zaman sistemiydi.

Bu sisteme Sultan I. Mahmud döneminde yeni bir şekil verilerek “Rumi Takvim”(Anadolu Takvimi) dendi ve mali konularda yakın zamana kadar kullanıldı.

Rumi Takvim de tıpkı Hicri Takvim gibi “güneş yılı” esasına dayanıyordu. Bu itibarla köklü bir değişiklik yoktu.

Köklü değişiklik 01 Ocak 1926’da yapıldı: Yeni takvim ve saat sistemi yürürlüğe kondu. Başka bir deyişle, bu tarihte “Takvim ve Saat Devrimi” gerçekleştirildi…

Gerekçe hep aynı idi: “Uygar milletler gibi olmak…” 

Yani Avrupa’ya benzemek…

Benzedik mi, benzedik! Bu benzerliğimiz sebebiyle Avrupa bizi kendinden saydı mı? Saymadı. Peki, o zaman neden benzedik?

Şaka gibi, ama zamanında “Takvim Devrimi” de diğer devrimler kadar önemsenmişti. Uğruna kavgalar verilmiş, sert tartışmalar yapılmıştı…

Şimdi tuhaf duruyor ya, “Takvim Devrimi”ni savunan milletvekilleri, bu sayede “uygar milletlere katılacağımızı” savunmuşlardı.

Sonunda devrim gerçekleşti. Âlişan Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretini esas alan “Hicri Takvim” bırakıldı, yerine “Gregoryan stili Miladi Takvim” kabul edildi. 

Saatler de “Alaturka”dan (Türk usulü) “Alafranga”ya (Frenk usulü) çevrildi. Gün batımına (akşam ezanına) ayarlanan saatler, artık Batı’ya ayarlanacaktı! 

Bu sadece bir “saat ayarı” değildi, çünkü bu “ayarlama” ile zamanın ibadetle irtibatı kopmuştu. Eski saate göre her akşam 12.00’de okunan akşam ezanı artık muhtelif saatlerde okunacaktı.

Zamanın namazla irtibatı kopmuştu!

Ayrı süreçte ay isimleri de değişecek, muharrem, cemaziyülevvel, cemaziyülahır, safer, rebiyülevvel, rebiyülahır, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade, zilhicce diye saya geldiğimiz ay isimleri ocak, şubat, mart,nisan vesaire şekline girip anlamsızlaşacaktı…

“Ay isimleri” deyip geçerken, bazı ayların Kur’an’da, bazılarının hadislerde defalarca zikredildiğini unutuyoruz. Yani ayların dinle irtibatı var. Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan dediğinizde, bunları özellikleriyle hatırlarsınız. Meselâ Hicri Takvimde Ramazan hep ramazanda gelir. Oruç hatırlanır. Muharrem de, Recep de, Şaban da böyledir.

Açıkçası zamanın dinle irtibatı kesildi! “Avrupalılaşma-uygarlaşma” isteğimiz de yarım kaldı. Yakın tarih boyunca (teey Tanzimat öncesinden) her toplumsal değişimin önüne koyduğumuz “Avrupalılaşma”, Avrupalılar tarafından dikkate alınmadı. Avrupa’nın sınırını Meriç’ten çizip bizi sınırdışı ettiler. Avrupa Birliği’ne filan da almıyorlar. Biz ise hâlâ çabalayıp duruyoruz. 

Önce saltanat ve hilafeti kaldırıp rejimlerini, sonrasında alfabelerini, kılık kıyafetlerini, müziklerini kabul ettik…

Yetmedi: Dini kimliğimizle ve milli varlığımızla yüzyıllar boyu örtüşüp bütünleşmiş dua içeren selamımızı terk edip “İyi sabahlar” anlamındaki Fransızca “bonjoure”un(bonjuğ) tercümesi olan “günaydın”ı selam yaptık.

İşe yaramadı: Hep ötekileştirildik. Derken, envaı çeşit ayak oyunlarıysa savaş açtılar. Biz güneyimizde Avrupa (ve tabii ki Amerika) ile savaşıyoruz!

Bilin bakalım: Biz bu işi neden yaptık? 

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Kutlu Doğum: Devam mı, fitneye teslim olmak mı?

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili olarak bazı fitne odaklarınca çıkarılan yaygaraya değer vermek, arkadan gelecek çok daha büyük problemlerin önünü açacaktır; bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmalar üzerine Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un yaptığı açıklama, bir taraftan kamuoyunu rahatlatırken, diğer taraftan da zihinlerde bazı tereddüt ve endişelere yol açtı.

Kurtulmuş, açıklamasında “Kutlu Doğum Haftası, Mevlid-i Nebînin bir alternatifi değildir” diyerek, konuyu farklı ve aldatıcı bir şekilde sunma teşebbüslerine karşı, kamuoyunu rahatlatıcı ve doğru bir duruş sergilemiş oldu.

Aynı açıklamanın devamında, Kurtulmuş, konunun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilmî bir toplantıda ele alınacağını da haber verdi.

Ancak bu ifadenin hemen arkasında, “Kutlu Doğum Haftasının Hicrî takvime göre sabitlenmesi” yönünde bir temennî de yer aldı.

Bu temennî ise, bazı çevreleri, gelecekte yapılacak bir ilmî toplantıya peşin bir karar ısmarlandığı yönünde ümitlendirdi. Söz konusu çevrelere ait yayın organları, haberi zafer çığlıkları arasında duyurdular.

NİÇİN HİCRÎ TAKVİM?

Şimdiye kadar çeşitli vesilelerle açıklandığı gibi, Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu kutlamanın Hicrî takvimle yahut başka bir tarihle hiçbir ilgisi bulunmuyor. “Rabbinin nimetini yâd et” (Duhâ, 93:11) meâlindeki âyetin mânâsı gereğince Resulullah’ın (s.a.v.) doğumunu kutladığımızı hatırlatan ve “Başka hangi İlâhî nimet bundan daha büyük olabilir?” diye soran merhum Muhammed Hamîdullah’ın isabetle işaret ettiği gibi, biz Müslümanlar, üzerimizdeki bu en büyük nimetin şükrünü bir nebze olsun dile getirebilmek ümidiyle, yüzyıllardır pek çok vesilelerle Fahr-i Kâinat Efendimizi anıyor, bu arada onun doğum yıldönümünü de mevlidlerle, duâlarla, salâvatlarla, onun bize öğrettiği ibadetlerle kutluyoruz. Bu konuda tartışacak olanların dikkate alması gereken hususlardan:

Birincisi: Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu Mevlid kandili ile veya başka bir vesileyle kutlamak şeklinde bir gelenek dinin hiçbir kaynağında emredilmiş de değildir, yasaklanmış da değildir.

İkincisi: Bu ümmet, nail olduğu en büyük İlâhî nimeti yad etmek üzere, fıtrî bir şekilde ve ittifakla bir Mevlid kandili geleneğini oluşturmuştur.

Üçüncüsü: Ümmeti bu fıtrî davranışından alıkoymak bugüne kadar hiçbir İslâm âliminin aklının ucundan geçmediği gibi, Peygamberimizi anmayı ve onun doğumunu kutlamayı sadece belirli bir zamana hasrederek başka türlü anma teşebbüslerini buna karşı bir rekabet olarak görmeye ve reddetmeye de dinin hiçbir kaynağında hiçbir gerekçe bulmak mümkün değildir. Bu tür iddiaları haklı gösterecek ifade ve davranışlar, ancak cehaleti ilme, vehimleri hakikate, hurafatı İslâm’ın tertemiz irşad ve hükümlerine tercih etmek anlamına gelir.

FİTNEYİ ÇIKARANLAR KİM?       

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmaları başlatan topluluğun sabıka defteri, birkaç madde ile özetlenemeyecek kadar kalabalık kayıtlardan oluşuyor. Başta “Seâdet-i Ebediyye” olmak üzere, bu topluluğun muhtelif yayınlarının “zihinleri teşviş edici ve okuyanları yanıltıcı mahiyette olduğuna” dair Din İşleri Yüksek Kurulunca ittifakla alınmış kararlar bulunuyor.

İmam-ı Gazalî’nin kitabında tahrifat yapmak ve kendisinden asırlarca sonra yaşamış olan Seyyid Kutub aleyhinde iftiraları İmam Gazalî’nin ağzından bu kitaba ilâve etmek gibi marifetler, yine bu topluluğun sabıka kayıtları arasında.

Millî şairimiz Mehmet Akif başta olmak üzere ümmetin pek çok değerli ismine karşı husumet beslemek ve onlar hakkında şenî’ ithamlarda bulunmak; vakıf mallarını şahıslara peşkeş çekmek için Yahudilere parmak ısırtacak fetvalar uydurmak; on binlerce Müslümanı dolandırmak da yine bu topluluğun alâmet-i farikası haline gelmiş marifetleri arasında yer alıyor.

KARAR NASIL ÇIKACAK?

Başbakan Yardımcı Numan Kurtulmuş’un açıklamalarından, konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca karara bağlanacağı anlaşılıyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu şimdiye kadarki geleneğine uygun bir şekilde konuyu ilmî bir şekilde karara bağladığı takdirde, zaten devam etmekte olan ve millete mal olmuş bulunan Kutlu Doğum Haftası uygulaması aynı şevkle ve aynı istikametteki olumlu sonuçları vermeye devam edecek şekilde kutlanmaya devam eder.

Eğer konuya sadece ilmî açıdan değil de bazı siyasî rüzgârların tesiri altında yaklaşılıp da bazılarının vehimlerini tatmin edecek bir yol arayışına gidilirse, böyle bir arayış, ilmin ve hakikatin cehalete ve kara propagandaya teslim olması anlamına gelecektir. Hattâ, bir anlamda, bunu mahut topluluğun Diyanet İşleri Başkanlığına evvelce almış olduğu kararları “yedirmek” şeklinde bir algı operasyonunun malzemesi olarak kullanacağından şüphe edilmemelidir.

Ümit Şimşek