Etiket arşivi: Hidayet Öyküsü

Anh Nguyen; “Risale-i Nurlar, İslamı Anlamak İçin Geniş Bir Yol Açtı!”

Vietnam’dan bir hidayet öyküsü… Kardeşimizin adı Anh Nguyen. Finans sektöründe çalışıyor. Sidney’de çalışırken, Melbourn’da bulunan eşinden bir telefon alır. “Aradığımız şeyi buldum. Hemen Melbourn’a gelmelisin” der. Kendi tabiriyle, hep hayalini kurduğu işte çalışıyordu. Ama eşinin heyecanlı sesinden anlar ki, kendilerine sadece helâl ve haramlardan ibaret olarak anlatılan İslâmı, daha iyi anlamalarına ve yaşamalarına yardımcı olacak bir şey bulmuştur. İşinden istifa edip Melbourn’a gelir. Eşiyle beraber katıldığı sohbette her sorusuna sadırdan değil, satırdan cevap verilir. Çok etkilenir, işte aradığı şey budur: Risale-i Nur…

İslâmı nasıl tanıdınız?

İslâmı, üniversitedeyken tanıdım. Lisans öğrencisiyken, Hıristiyan bir grup sayesinde ‘tanrı’ fikriyle tanıştım. Kiliseye gitmeye başladım ve ‘tanrı’ konulu bir çok müzakereye katıldım. Bu arada, üniversitedeki Müslüman öğrencilerle de tanıştım ve onlarla gezmeye başladım. Onlarla konuşuyor ve tanrıyla alâkalı bir sürü soru soruyordum. Bir gün birisi, sorularının cevaplarını bulmak istiyorsan Kur’ân oku, dedi ve bana Kur’ân verdi. Okumaya başladım.

Kur’ân okuma sürecinizden bahseder misiniz?

Kur’ân’ın tercümesini anlamak zor olduğu için, biraz zorlandım. Ama şunu diyebilirim ki, Allah bana karşı çok merhametliydi. Kur’ân’dan önce İncil okuduğum için biraz bilgim vardı. Önce kısa surelerden başlayıp, uzuna doğru gitmem konusunda tavsiyeler aldım. Üniversite arkadaşlarımdan çok destek gördüm. Ne zaman istesem onları arayabiliyordum. Memnuniyetle benimle buluşuyorlar, sorularımı cevaplıyorlardı.

Müslüman olmaya nasıl karar verdiniz?

Bu, kolay bir karar değildi. Fakat, ‘aman Allah’ım, bütün hayatımı değiştirecek’ diye düşündüğüm bir şey de değildi. Okudum, araştırdım ve Allah kim, anlamaya çalıştım. Bir gün artık zamanın geldiğini hissettim ve Müslüman oldum. Onun için bunun fıtrî olduğunu düşünüyorum. Gayet yerinde bir adımdı. Doğru zamanda doğru yerdeydim.

Aileniz ve arkadaşlarınız Müslüman olmanıza nasıl tepki verdiler?

Tepkileri pek olumlu değildi. Ailem hâlâ, Müslüman olmamın hayatımdaki en yanlış karar olduğunu düşünüyor. Daha doğrusunu söylemek gerekirse; aileme göre Müslüman olmam hariç, mükemmel bir çocuğum. Aslında, ailemle daha da yakınlaşmaya başladım ve hayata bakış açım konusunda kendimi daha olgun hissediyorum. Onlar da benim kim olduğumu görüyorlar ve rahatlamaya başladılar. Ama başlangıçta pek de hoş karşıladıkları söylenemez.

Risale-i Nurla nasıl tanıştınız? İslâmla ilgili düşüncelerinize Risale-i Nur’un katkısı ne oldu?

Arkadaşlarıma her zaman, İslâm’da benim için iki kurtuluş olduğunu söylerim. Birincisi, Müslüman olmamdı. İlk zamanlar, arkadaşlarım bana İslâmla ilgili birçok bilgi verdiler. Bunların hepsi İslâmî kurallarla ilgiliydi. İslâmda ne kadar çok kural var, diye düşünüyordum ve ben, İslâmın amelî tarafını benimsemeye henüz hazır değildim. Bütün bu kurallara uymak yeni Müslüman olmuş biri için çok zordu. Bir süre etrafımdaki Müslümanların uygulamalarını gözlemledim ve herşeyi sorguladım. Allah’ın varlığını değil ama ibadetleri sorguluyordum. Müslüman olmanın çok zor olduğunu düşündüm ve vazgeçmek üzereydim. Ailem Müslüman değildi ve örtünürsem iyi bir iş bulamam, diye düşünüyordum ki bu benim için çok önemliydi. İşte böyle bir zamanda Risale-i Nurla tanıştım. Risale-i Nur aradığımız her şeydi. Biz, yani eşim ve ben, körü körüne bir inançtan ziyade, anlayarak uygulayabileceğimiz bir İslâmî form arıyorduk. İşte, Risale-i Nur ikinci kurtuluştu benim için. Beni tekrar İslâma döndürdü. Öncekinden farklı olarak, İslâmı benimsememe ve gerçekten onun bir parçası olmama vesile oldu.

Risale-i Nurdan önce, İslâmı doğru anlayamamıştım, herkes bana bakacak ve Müslüman olduğum için tuhaf olduğumu düşünecek diye Müslüman olduğumu kimseye söylemiyordum. Risaleler vasıtasıyla kim olduğumu anladım. Nurlar, İslâmı anlamak için geniş bir yol açtı bana. Artık bir Müslüman olarak rahat ve kim olduğumla mutluyum.

Sizce Risale-i Nur’un en önemli özelliği nedir?

Zor bir soru. Çünkü, Risale-i Nur çok geniş kapsamlı. Sanırım, beni tatmin eden şey izahların akla uygun oluşu ile şefkat ve iman anlayışı. Çok geniş bir bakış açısı. Bu nedenle hayatla ilgili her soruya cevap verebilir.

Risale-i Nur okumak neden önemli sizce?

Çünkü Risale-i Nur, bu zamandaki en emniyetli ve umumî yol. Risale-i Nurda, tarikat mesleği ve Risale-i Nur’un karşılaştırması yapılıyor. Kalp ve hayal yolu bu zamanda çok tehlikeli olabilir. Çünkü pek çok karışık fikirler ve tartışmalar var. Eğer sadece bir yola güvenirsen (akıl veya kalp), tehlikeli olabilir. Risale-i Nur en geniş yol. Hakikat yolu. Sizi bu dünyada imanla donatıyor. Böylece, dünyayı ve tabiatı anlıyorsunuz ve sizi toplumunuzun ve dünyanın aktif bir üyesi yapıyor. Çünkü Müslümanlar dünyanın ışığı olmalı. Risale-i Nur, bunu gerçekleştirmemiz için bizi donatıyor.

Risale-i Nur, İslâm inancının ve İslâmî yaşayışın, bu zamandaki en temel meselelerine dokunuyor. Bizler bu gün özgüveni olan Müslümanlarız. Eğer bu bilgilere ve özgüvene sahip olmasaydık aşırı uçlardaki İslâmî gruplar gibi olurduk. İşte Risale-i Nur bize pozitif yolu gösteriyor.

Nisa Okur / Yeni Asya

İslâm’la İlk Tanışma – İşaretler (Barihudâ Tanrıkorur)

İslâm’la İlk Tanışma – İşaretler

O sıralarda yukarıdaki komşuma bir zât geldi: Pir Vilâyet Han… Pakistanlı. O zaman ben üniversitede hocalık yapıyordum. Komşum beni çağırdı:

“-Sizi biriyle tanıştıracağım!..” dedi.

Komşum bir sûfîydi. Bir anda kendimi zikir toplantısının ortasında buldum:

“Lâ ilâhe illallâh, Mûsâ Rasûlullâh”, “Lâ ilâhe illallâh, İsâ Rasûlullâh”,“Lâ ilâhe illallâh, Muhammed Rasûlullâh” diye zikir yapılıyordu.

Ben bir taraftan da ilâhî bir işâret bekliyordum. Derken bir işâret geldi: Pir Vilâyet Han, benim kaybolmuş yüzüğümü buldu. Şaşırdım. Bunun aradığım işâret olduğunu düşündüm. O topluluğun içine girdim.

Pir Vilâyet Han, İngilizce’yi çok iyi biliyordu. Peygamberlerin hayatını, Hazret-i Mevlânâ’nın, Bayezid-i Bistâmî’nin, İbnü’l-Arabî’nin hayatlarını ve «Esmâü’l-Hüsnâ»yı hep ondan öğrendim. Onlar Çistiyye tarikatından gelen bir kola mensuptular. Kendilerinde zikir var, ama abdest-namaz ve itikad yoktu. Onların bâtıl bir tasavvuf akımı olduğunu 3 yıl sonra anladım. İlk başladığım zamanlar bilmiyordum, tabiî…

Şimdi anladığım kadarıyla bunlar Halvetiyye’nin bir kolu idiler ve onların pîri Hindistan’da yatıyordu. Bunlarda her peygambere iman vardı, ama son peygamber olan Hazret-i Muhammed’in şeriatını uygulamıyorlardı. Onlarla üç sene süren birlikteliğim, hep imtihanlarla geçti. Kalbî hazırlık safhasındaydım sanki… Onlardan kalb temizliğini, zikri, istiğfârı öğrendim. Şâyet onlardan bu tasavvufî temrinleri öğrenmeseydim, belki İslâm’ın itikad ve amelini anlamayabilirdim. Allah, âdeta onların eliyle kalbimi temizleyip, İslâm’a hazırlamıştı beni…

Çok ilginçtir, Pir Vilâyet Han’la ilk tanıştığım gün, apartmandan aşağı indim. Durakta otobüs bekliyordum ve esmer tenli bir adam bana doğru yaklaştı. Bu adamı daha önce hiç görmemiştim. İyice yanıma kadar yaklaştı ve:

“-Sen ya Müslümansın, ya da Budistsin!..” dedi.

Ben çekindim. Hiç tanımadığım birisi, yabancı bir erkek, bana niye böyle diyor ki, diye düşündüm içimden…

Adam:

“-Sen, yoksa o yukarıdaki pis ve yanlış yolda olanların yanında mısın?” diye sordu. Sonra da:

“-Gel, seni bizim evimize götüreyim, seni hanımımla tanıştırayım da sana salâtı (namaz kılmayı) öğretsin!..” dedi.

Fakat ben iyice şaşırdım ve korktum. İlk otobüse bindim ve oradan ayrıldım.

Çok gariptir, bir sene sonra aynı adamı tekrar gördüm. Bir parkta otururken, bu adam da parkın bir kapısından girdi ve önümde namaz kılmaya başladı. Secdeye vardı. O adamın yaptığı hareketlerin namaz kılmak olduğunu, ancak müslüman olduktan sonra öğrendim. Sonra elini açtı ve benim duyacağım şekilde -belki de bana duyurmak için- yüksek sesle duâ etmeye başladı:

“-Allah’ım, bu kız çok temiz bir kız!.. Ne olur, doğru yola ulaştır!.. Bu insanlardan onu kurtar!.. Doğru yolu bulsun!..” dedi.

Her yerde hidâyete götüren işâretler ortaya çıkıyordu. Allah Teâlâ, âdeta bana, sırayla bu insanları gönderiyordu, kendisine yaklaşmam için… Hani âyet-i kerîmede, “Allah kendisine yönelene hidâyet eder…” (er-Ra’d, 27) buyruluyor ya… Ben, Allah’tan bunu istemiştim, O da sebeplerini yaratıyordu.

Çile Devri

Tam bir çile devri dolduruyordum. İçinde bulunduğum tarikatın şeyhi Pir Vilâyet Han, bana bir gün:

“-Sen, bizden değilsin!.. Senin mânevî âilen çok uzaklarda!.. Sen burada garipsin. Sen bu dünyaya garip geldin. Doğduğun yerde de seni kimse anlamadı. Şimdi etrafındakiler de seni anlamıyor. İnşâallah duâ edelim, er-geç mânevî âileni bulacaksın. Biz senin son durağın değil, başlangıç durağınız. Mâneviyat dünyanın ilk basamağıyız. Ama bizim yanımızda kalabilirsin. Bu, yalnız başına kalmaktan daha iyidir. Merak etme, bir gün gerçekten mânevî âileni bulacaksın; görünce de onları tanıyacaksın!..” dedi.

Onların yanında çok hizmet ettim.

* * *

Pir Vilâyet Han’la birlikte, 1975 yılında Fransa sınırında Alp Dağlarında Chamoni (Şamani) denilen bir yerde inzivaya çekildik. Çile ve riyâzet dönemi altı hafta sürdü. Herkesin küçük, ayrı ayrı çadırları vardı. Her sabah kalkar, kendi kendimize zikir yapardık. Kimse, kimseyle konuşmazdı. Ayrıca her gün oruç tutardık.

Bir gün onlarla birlikte Alp dağlarında kampa çekildiğimizde, şeyhime müracaat ettim ve:

“-Benim soyadım Moo; ama bana seslendiklerinde «Hû!..», «Hû!..» gibi geliyor. Bu zikri duyunca da, dünyadan sıyrılmak istiyorum. Sanki ben, öbür dünyaya doğru çağrılıyormuşum gibi hissediyordum. Artık dayanamıyorum, bana bir isim verin!..” dedim.

Şeyhim yanıma geldi ve:

“-Öyleyse ismin «Bari» olsun!..” dedi.

Bir şeyler daha söyledi, fakat gerisini anlamadım.(1) Böylece beni rahatsız eden “Moo” şeklindeki soyadımdan da kurtulmuştum.

Esrarlı Bir Rüya

Riyâzâtımızın beşinci haftasında bir rüya gördüm. Bu rüya için, hayatımı değiştiren, beni İslâm’la buluşturan bir rüya diyebiliriz. Rüyamda bir ses duyuyordum. Parmağımdaki yüzüğüm kastedilerek:

“-O yüzüğü Davud’a ver. Konya’da içine «Lâilâhe illallâh» yazdırsın!..” deniyordu.

Davud Bellak, o kampta aşçılık yapan bir Amerikalı idi. Uyandım.

“-Bu ne garip bir rüya!..” dedim. “O adamı tanımam ki, nasıl gidip yanına böyle bir şey söyleyeceğim şimdi!..”

Yemeğin ardından Davud’un yanına gittim ve:

“-Konuşabilir miyiz?” dedim.

Şaşkınlıkla:

“-Tamam.” dedi.

“-Ben bir rüya gördüm. Sanırım seninle alâkalı…” dedim ve rüyamı anlattım. Birden yüzü değişti.

“-Altı haftadır buradayım ve ben niye buraya geldim, diye düşünüyor; bir işâret bekliyorum. Demek ki, ben, senin için buraya gelmişim.” diyerek anlatmaya devam etti:

“-Ben geçen sene Konya’da şeyhimin yanındayken bir rüya görmüştüm. Rüyamda, bu Alp dağlarında her tarafı karlar bürümüştü. Dağda, uzun beyaz elbiseli, uzun saçlı bir kadın vardı. «Bana yardım et!.. Bana yardım et!..» diye beni çağırıyordu. Rüyamı, hizmetinde bulunduğum Süleyman Efendi’ye anlattım. Şeyhim Süleyman Efendi:

«-O seni çağıran Fahrünnisâ Hatun’dur.»(2) dedi. Sonra devamla:

«-O’nun rûhu, batıdaki kadınlarda doğuyor. Sen onlardan birine yardım edeceksin ve hidâyetine vesile olacaksın…» diyerek size işâret etmiş demek ki… Ben Konya’dan dönünce Norveç’te çalışmaya başladım. Bir reklam kağıdı geldi. Üzerinde Chamonix-Alp dağlarının resmi vardı. İçimden, işte rüyamda gördüğüm dağlar dedim ve bir işâret olduğunu düşünerek reklamdaki o işi kabul ettim. Şimdi verin yüzüğünüzü, seve seve «Lâilâhe illallâh» yazdırayım. Onu, Konya’ya bizzat götürürüm.” dedi.

Ben de yüzüğümü çıkarıp kendisine verdim. Kamp bitti. Oradan ayrıldık. Sonra Davud’la mektuplaşmaya başladık. Kendisine yüzüğümü soruyordum hep; o da henüz Konya’ya gitmediğini söylüyordu…

( Devam Edecek.. )


1-Yıllar sonra tanıştığım Konya’daki şeyhim, ismimin “Bâri” olduğunu öğrenince, onu “Barihudâ” olarak değiştirdi. Çünkü Barihudâ, Allâh’ın (husûsî olarak) hidâyet verdiği kimse demekmiş.

2 -Fahrünnisâ Hatun, Mevlânâ Hazretleri’nin en büyük hanım müridiymiş.

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi