Etiket arşivi: Hidayet

İftardan Sonra Müslüman Oldular (Filipinler’den Haberler)

Filipinler, Asya’nın Ayasofya’sı diyorduk ya! Ayasofya’mız peyderpey mescide tebeddül ediyor. Pek yakın bir istikbalde yakınımız var, istikbal semalarıyla Asya’nın zemini teslim olacak yedi beyzayı İslam’a demiyor muyduk? Teslim başladı. Bakın ey Müslümanlar bu söz nasılda tahakkuk ediyor, bu mana nasılda vücut buluyor, o beşaret nasıl hayatlanıyor…

Dem bu demdir. Bu dem son asrı furkanının beşere bihakkın ve bitamamiha hükümran olacağı cennet-asa bir bahar demidir. Âdem’e mağfiret ikliminin yaklaştığı demdir, Nuh’un ufkunda Cudi’nin şahikasının belirdiği demdir. İbrahim’e yıldızlar kadar ümmet muştusunun duyurulduğu demdir. İsmail’in zemzemi bulduğu demdir. Yakub’a Yusuf’un gömleğinin kokusunun geldiği demdir. Yusuf’un rüyayı tabire başladığı demdir. Eyyüb’e hayat ırmağının şifa sunacağı demdir. Musa’ya selvanın nüzul ettiği demdir. Yuşa’nın mukaddes topraklara girmek üzere olduğu demdir. Zekeriyya’ya Yahya’nın müjdelendiği, İmran’a Meryem’in ihsan edildiği, Meryem’in melekten müjdeyi aldığı ve İsa’nın yeniden nüzul etmekte olduğu demdir.

Dem bu demdir. Ve nihayet Nebiler Nebisinin Mekke’yi fethetmek üzere sefere çıktığı demdir. Bu dem Şam’ın, Mısır’ın, Yemen’in, İran’ın, İstanbul’un, Basra’nın, Küfe’nin, Kafkaslar’ın, Buhara’nın fethedilmek üzere olduğu demdir. Ve bin senedir beklediğimiz, Davayı Nübüvvetin hamili ve varisi Şahsi Maneviyi Nuriyenin cihanın etrafı erbaasında pertevefşan olmaya başladığı demdir. Dem bu demdir…

Dün akşam, Filipinlerin Mindanao bölgesi Cagayan De Oro şehri, Nazaret Mahallesi, Datu Dağı ve Türk Şehitliğimize ziyarette bulunduk. Çare Derneği gönüllülerinin vesile olduğu iftara iştirak ettik. Bu kabile 5-6 sene evvel Müslüman olan Higaunun Kabilesinin Datu Jumoya bağlı olan kolu. Bu 5-6 senede Müslüman olan aile sayısı yüzleri geçti. İHH Hollanda ekibi bu kabileye Ramazan yardım paketleri göndermiş. Çare Derneği de 100 aileye iftar vermişti. Fakat iftara gelenlerin içerisinde kabile mensubu olup hala Müslüman olmayanlar vardı. Peyderpey kabile hidayet şerbetini içiyor, bu hidayet kervanına iftardan sonra 3 ablamız 5 abimiz Müslüman olarak katılıyor. Hamd olsun, biz bilemedik iftar zamanında yediğimiz pirinç lapası ile tavuğumuz mu lezzetliydi yoksa şu hidayet şerbetlerini tadanlara şahitlik etmek mi?

Böylece Datu kabilesinde Müslüman olanların sayısı 500’u geçmiş oluyor. İnşallah bu ekilen Nur tohumları ve hidayet fidanlığı zeminimizde; dağlarvari ormanlar ve gülistanlar meyveleri verecek. Bizler de şehitliklerimizden kemali memnuniyetle seyreyleyeceğiz. Ramazan bir hidayet olan Kuran’ın nazil olduğu aydır, bu ayeti hakkalyakin tasdik edip yaşamak isteyenleri Filipinler’e davet ederek ve sizlerden pek makbul dualarınızı istirham ederek yazıma son veriyor, bir kez daha Uzakdoğu’da, Filipinler’de bizleri mahzun bırakmayan Çare Derneği’ne ve yardımseverlerine minnet ve şükranlarımızı arz ediyoruz.

M. Rıza Derindağ, Filipinler, Temmuz 2012

(Çare Yardımlaşma ve Kalkınma Derneği, www.care.org.tr , 02163283234)

 

Öldükten sonra dirilme inancı Müslüman olmamı sağladı!

Manavgat’a bağlı Side’de yaşayan Alman emekli muhasebeci Annelie Edelgard Baksic (66), Müslüman olduktan sonra kendisini 3 yaşında bebek gibi hissettiğini söyledi. Baksic, ilk orucunu 3 yıl önce Side’de tuttuğunu ve iftar vakti geldiğinde duygulanarak ağladığını belirtti.

Baksic, geçirdiği mide rahatsızlığı ve şeker hastalığı nedeniyle bu sene oruç tutmadığı için üzgün olduğunu ifade etti.

Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı Side beldesinde yerleşik yaşayan Alman emekli muhasebeci Annelie Edelgard Baksic, Müslüman olmadan önce ateist olduğunu ve İslam dinini seçmede, 12 yıl önce hidayete eren Alman arkadaşı sosyolog Doç. Dr. Andrea Kronenthaler (Hatice)’nin vesile olduğunu ifade etti. Baksic, Müslüman olmasına vesile olan Alman arkadaşına her namaz sonrası dua ettiğini kaydetti.

Müslüman olmadan önce Alman arkadaşının tavsiyesi üzerine Almanca Kur’an’ı bir defa okuduğunu belirten Baksic, kelime-i şahadet getirdikten sonra Fatma Nur ismini aldığını söyledi. Baksic, ‘Müslüman olmadan önce öldükten sonra ne olacağım diye hep düşünürdüm. Vücudumun toprak olmasını hiç bir zaman kabullenmedim. Kur’an-ı Kerim’i okuyunca ahiret inancı beni çok etkiledi. Öldükten sonra yeniden dirilme inancı beni Müslüman olmaya sevk etti. 3 yıl içinde 3 defa Almanca Kur’an okudum. Namazımı kılacak kadar namaz surelerini ezberledim. 2 yıldır namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyorum. Bu sene, rahatsızlığımdan dolayı orucumu tutamadığım için çok üzgünüm.‘ dedi.

Cihan

Rus Turizmci: Müslüman Olduktan Sonra Kur’an’ı 6 Defa Rusça Okudum

Üç yıl önce Antalya’nın Manavgat ilçesinde cami ziyareti sonrası Müslüman olan Rus turizmci, 3 yıl içinde 6 defa Kur’an-ı Kerim’i Rusça okuduğunu, oruçlarını hiç kaçırmadığını belirtti.

Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Sahibi Andery Baranov (Ahmet), Müslüman olmadan önce ateist olduğunu ifade etti. 3 yıl önce 11 ayın sultanı Ramazan ayının 6’ncı gününde bir Türk arkadaşının, Manavgat’ta Külliye Camii’ni gezdirmesi sonrası Müslüman olmaya karar verdiğini belirten Baranov, Müslüman olduktan sonra önce alkolü hayatından çıkardığını kaydetti. Müslüman olmadan önce aşırı alkol kullandığını belirten Baranov, kelime-i şahadet getirdikten 2 gün sonra ilk orucunu tutmaya başladığını söyledi.

Baranov, ‘İlk orucumu tutacağım zaman çok heyacanlandım. Türk arkadaşımın ailesiyle birlikte sahura kalktığımda içimden Allah’ım ben akşama kadar hiç aç ve susuz kalmadım. Bana yardım et diye içimden dua ettim. İlk gün sadece susuzluk çektim. Üç günün ardından Allah tarafından verilen güçle hiç zorlanmadım. İftar vakti yaklaşınca sofrada türlü türlü nimetler var yiyemiyorum. O zaman dünyada açlık çeken binlerce insanı hatırladım. Ardından da 35 yıl midemi gereksiz yiyeceklerle doldurduğuma üzüldüm.‘ dedi.

Namazlarda okuyacak kadar namaz suresi bildiğini aktaran Baranov, Müslüman olduğunu ailesinden 5 ay gizlediğini söyledi. Baranov, annesinin din değiştirdiğini duyunca çok üzüldüğünü, bunu niçin yaptın diyerek boynuna sarılarak ağladığını söyledi. Baranov (Ahmet), şöyle dedi:

‘Müslüman olmama babam bir şey demedi. Sen bilirsin oğlum dedi. Annem Ortodoks dindar bir kadın. Çok üzüldü ve ağladı. Ben de anneme Müslüman olduğum için mutlu olduğumu söyledim. 4 yıl önce Ukraynalı eşimden boşandığım ve oğlu Nikita’yı göremediğim için kendimi içkiye vermiştim. Annem Müslüman olduktan sonra içki içmediğimi görünce şaşırdı ve çok sevindi. Dinimin emir ve yasaklarını iyi bir şekilde öğrenmek için Kur’an-ı Kerim’i 3 yıl içinde 6 defa Rusça okudum. Okudukça gençleştiğimi hissettim. Kur’an-ı Kerim’i nazil olduğu gibi öğrenmek için Moskova’da bir din adamından kurs alıyorum.’

Kaynak: Cihan

Hidayet Öyküleri – Barihudâ (Tanrıkorur) Hanım

“Allah, Kendisine Yönelene Hidâyet Eder”

 İnsan, Cenâb-ı Hak’tan samimiyet ve ısrarla isterse, Allah ona cevap verir.

Barihudâ Tanrıkorur

İlk adı, Charmaine Angele Moo. Şimdiki ismi Şermin Barihuda Tanrıkorur. Ûdî bestekâr, yazar, merhum Cinuçen Tanrıkorur’un hanımı… 1946 yılında Jamaika’da doğdu. Üniversite eğitimi için Amerika’ya gitti. 1972-1975 yılları arasında Kaliforniya Eyâlet Üniversitesi’nde (Amerika) Güzel Sanatlar Bölümü’nün Heykeltıraşlık ve Tasarım kısmında yardımcı doçentlik yaptı. Daha sonra Türkiye’ye geldi. Sekiz yıl Konya’da yaşadı. Türkiye’de Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Bilkent ve Selçuk Üniversitelerinde İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyeliği yaptı. 1984-2000 yılları arasında “Türk-İslâm Sanat Tarihi” üzerinde çalışarak “Mevlevî Mimarisi” adlı tez ile doktorasını tamamladı. 1995’ten beri İslâm Ansiklopedisi’ne Mevlevîhâne Mimarisi ve Mevlevîlik üzerinde maddeler yazmakta olan Barihuda Hanım, ayrıca üniversitelerin düzenlediği panel ve sempozyumlara katılarak tebliğler sunmaktadır. 2004-2005 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen UNESCO’ya takdim edilmek üzere «kültür mirası dosyası»nın hazırlanmasında görevli 65 kişilik ekibin başında bulundu. Bu heyetin hazırladığı “Mevlevî Âyin-i Şerifi” adındaki bu dosya, UNESCO tarafından dünya şâhseseri seçildi.

Doğduğum Yer

Ben Jamaika’da 1946 yılında doğdum. Âilece hıristiyandık. Âilem doğudan gelmişler. Annem de, babam da aslen Çinli… Beş çocuklu bir âilenin tek kızıyım.

Jamaika, 1,5 milyon nüfuslu bir ada… Orta Amerika’da, Antilles (Antilya) adaları arasında, Karayip denizinin içinde… Bizler, tabiatın içinde yaşadığımız için Allâh’a olan inancımız çok kuvvetliydi. Çünkü yaşadığımız yerde çok sık bir şekilde kasırga, sel, deprem gibi tabiî felâketlerle karşı karşıyaydık. Her zaman toptan yok olma tehlikesi vardı. O yüzden burada yaşayan insanlar, pek çok ölümlere çok yakından şâhid oldukları için Allâh’a duâları ile ayakta duruyorlar. Bu felâketlerin sonunda, insanlarda kadere teslimiyet, şükür ve tefekkür duyguları gelişiyor ve oradaki insanlarla Allah arasında güçlü bir bağ oluşmasına sebep oluyor. Bu hâdiseler bize Allah için imkânsız bir şeyin olmadığını, Allah’ın kudretini ve insanlara merhametini, duânın gücünü, kısacası Allâh’a îmânı öğretiyordu.

Memleketim Jamaika, İngiliz sömürgesi altındaydı. Okulumuzda İngiliz tarihi ve edebiyatı dersleri vardı. Bütün hocalarımız İngiltere’den geliyordu. Ancak kreşten üniversiteye kadar bütün eğitim hayatım boyunca, İngiliz sömürgesi altında bulunmamıza rağmen kız ve erkek okulları birbirinden ayrıydı. Daha sonraki yıllarda Türkiye’ye geldiğimde, kız ve erkeklerin karışık bir şekilde eğitim görmeleri beni çok şaşırtmıştı.

Okul yıllarımda okuduğum şiirleri hatırlıyorum da, tevhid inancının izleri vardı içinde… Şimdi geriye doğru bakınca anlıyorum ki, içinde bulunduğum toplumun tabiatla haşır neşir olması, insanlardaki Allah’a bağlılık, çocukluk yıllarındaki tevhid izleri, âdeta beni İslâm’a hazırlamış. Hazırlamış diyorum, çünkü bulunduğum adada İslâm dininin adını bile duymamıştık. Çünkü memleketime İslâm’a dâvet eden hiç kimse gelmemiş. Câmi yok, hoca yok!.. 1973 yılına kadar İslâm’dan haberim yoktu.

Amerika ve Arayış Yıllarım

1973’te Amerika’ya Los Angeles’a gittim. En çok din arayışına yönelişim bu zamanlarda oldu.

Kendi kendime soru sormaya başladım: Amerika’da her şey var, ama insanlar neden huzursuz ve bir arayış içinde diye… İnsanlar, bilhassa üniversite gençliği maddî şeylerde huzur bulamayınca, mânevî şeylere yönelmişler; onlarda huzur arıyorlar.

Her türlü din hakkında bilgi topluyor, düşünüyordum. Âdeta mânevî bir süpermarkete döndüm. Bazen de beni ısrarla kendi mensup oldukları din ve mezheplere çekmeye çalışan insanlar peşime düşüyordu.

Herkes âdeta kendi dininin satıcısı olmuştu. Budistler geliyor, dinlerine dâvet ediyor. Hinduizm’in temsilcileri geliyor:

“-Bizim dinimiz daha güzel!..” diyor.

Hepsi bende mânevî bir istidat gördüklerini söylüyorlardı. Gerçekten küçüklüğümden beri ben de bazı fevkalâdelikler yaşıyordum. Mesela olacak bir hâdiseyi, 3-4 gün öncesinden rüyamda görüyor ve etrafımdakilere haber veriyordum. Bunu fark eden herkes yanıma yaklaşıyor ve beni kendi dinine dâvet ediyordu.

Peşime düşen insanlar ve iç dünyamda yaşadığım sıkıntılar, artık dayanılmaz bir noktaya gelmişti.

“-Ben bittim, artık!..” dedim ve bir odaya kapandım. Üç aydan fazla kimseyle görüşmedim. Durmadan Allâh’a yalvardım:

“-Allâh’ım!.. Kaderimde hangi dini benim için yazdıysan, hangisi benim için hayırlıysa, beni o dine ulaştır. Ve bunun için bana bir işâret göster. Burada bütün dinler var. Ama hangisi gerçekten doğru bilemiyorum. Kaderimde ne yazıldıysa bana açıkla ve o çizgiye teslim olayım!..”

Bir yandan da sürekli düşünüyordum.

“-Dünyaya niçin geldim? Allah benden ne istiyor? Dünyada ne yapmalıyım?”

Biliyordum ki, ilâhî irâde ile cüz’î irâdem aynı istikamette olursa, o zaman gerçek huzur ve selâmete ulaşacaktım. Bunda muvaffak kılması için Allah’a çok yalvardım…

( devam edecek.. )

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Ayasofya ne zaman tekrar cami olacak?

Bir 29 Mayıs daha geldi ve geçiyor; İstanbul’un 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinin bir yıldönümü daha.. Fethin sembolü Ayasofya’nın fetihten sonra asırlar boyunca İstanbul’un en mühim camisi olarak ibadete açık olmasından sonra, yakın geçmişte içinde namazın yasaklanmasının üzüntüsünün daha fazla deşildiği bir tarih de oldu 29 Mayıs’lar..

Niçin her şuuru uyanık Müslüman’ın kalbi, Ayasofya denilince burkuluyor, imanî bir ıstırap ifadesi yüzünde beliriyor? Niçin Ayasofya’nın cami olarak açılması için en fazla mücadele edenler bile, hâlâ Ayasofya’nın esaretini giderebilmek meselesinde vazifelerini yapmış olmanın huzurunu hissedemiyorlar?

Kimbilir, belki ortada sadece Ayasofya’nın esareti olarak ona ait bir dava değil, Ayasofya’nın esaretinin ve aslına aykırı kullanılma davasının âbidesi haline geldiği Ayasofya’dan çok daha mühim bir dava olduğu için.. Ayasofya da, bu davaya günümüzde bir sembol olabildiği için.

Taş, kireç, kumdan mamul bir mimarî eserin, Fatih’in cami olarak kullanılması ferman ve vasiyetine rağmen, içinde namaz kılmanın yasaklanıp müze olarak kullanılmakta devamına karşı, Müslümanların direnişle, itirazla, Hak’tan bahisleri onlara vazifelerini yapmış olmanın huzurunu veremiyorsa, bunun sebebi; diğer tarafta et, kan ve kemikten mâmul ve Kâinatın Efendisi Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s), İslâm imanını taşımak ve İslâmiyet’i her haliyle yaşamak vasiyetine rağmen, nüfus kâğıdındaki «Müslüman» kelimesinin manâsından bile habersiz, maneviyatça içi boş insanların mevcudiyetinin çokluğundandır.

Ayasofya’nın tekrar camî olarak açılmasını, fethin sembolü olarak içinde İslâmiyet’in tekrar dirilişini isteyen Müslümanların etrafında, bizim etrafımızda, her gün, her yerde şimdiki Ayasofya misâli milyonlarca insan dipdiri meyyitler gibi konuşur, gezer ve ömür sermayelerini tüketirken, onların içlerinde İslâmiyet’in dirilebilmesi için hakkı tebliğ vazifesi gerektiği gibi yapılmadığı içindir.

Evet, mahzun Ayasofya.. Dört minaresiyle gören ona camidir dese ve içinde namaz kılmağa teşebbüs etse, müze idarecileri onu menederler; Ayasofya’nın halen cami değil, bir müze olarak halka açık olduğunu söylerler. Aslında, müze kelimesi de Ayasofya’nın şimdiki durumunun tam hakikatini ifade etmez. Şimdiki haliyle Ayasofya, bir Müslüman’ın, zevâhirin ardındaki aslîyi görmek melekesi varsa onunla idrâki yönünden, bir semboldür. İçlerinde İslâmiyet’in diriltilmesi icabeden ve nüfus kaydında «Müslüman» da yazılı olmasına rağmen, Müslümanlığı yaşamayan, içi maneviyatça boş insanların sembolü. Sanki o, asrımızda bu durumdaki Müslümanların îmanları kurtarılmağa şiddetle muhtaç hallerine dikkati çekmek istercesine, Kur’an ve iman davasının ehemmiyetine, cesâmet ve ihtişamiyle dikkati çekmeye çalışan bir âbide: Ayasofya Âbidesi!..

Ayasofya’ya yalnız hüzünle değil; içi maneviyatça boş insanlara yapılması gereken hakkı tebliğ vazifesini ikaz edecek bir âbide gözüyle de bakmalıyız. Sultanahmet’ten geçerken veya resimleriyle gözümüze ilişince, dışından veya içinden onu baktığımız zaman, Fatih’in mirâsı olan Ayasofya’nın vakfiyesine uyulup cami olarak tekrar açılarak Fatih’in vasiyetinin tahakkukunun lüzumunu düşünürken, zihnimizi bundan daha mühim düşünceler de istilâ etmelidir.

Peygamberimiz’in (s.a.s) bize emaneti olan İslâm’ı yaşamayan insan cismindeki Ayasofya’ların içlerinde İslâmiyet’in diriltilmesinin lüzumunu ve ehemmiyetini de düşünmeliyiz. Taş, kireç ve kumdan Ayasofya’yı, kendilerinin bir sembolü olarak âbideleştiren, et, kan ve kemikten mâmul, insan bedeni şeklindeki Ayasofya’ların, vakfiyelerine ve emanet şartlarına uygun olarak kullanılmaları için de mücadele etmeliyiz. Yalnız Ayasofya Âbidesi’nin içindeki İslâmiyet’in dirilişi için bu emanetin şimdiki sahiplerine müracaat etmek, elbette ki bu mevzuda vazifemizi yapmış olmanın huzurunu duymamız için kâfi değildir. İslâm imanından ve yaşayışından uzak insan kalıbındaki cesetlerin İslâmiyet’i hakikî bir imanla kabul etmeleri ve yaşamaları için, içlerinde İslâmî dirilişi temîne çalışmazsak; elbette ki bu mevzuda vazifemizi tam yapmış sayılamayız.

Ayasofya Âbidesine acımaktan çok, içinde bulunduğumuz âhirzaman şartlarında sayıları çok artmış olan insan bedeni şeklindeki Ayasofya’lara acımalıyız ve yalnız Ayasofya’nın değil, onların kurtuluşu için de çalışmalıyız. Ayasofya Âbidesini de, bu çok mühim ve farz-ı kifaye olmaktan çıkıp farz-ı ayn haline gelmiş hakkı tebliğ vazifemizi cesameti ve hüznüyle bize ikaz eden bir âbide gibi görmeliyiz.

Kurtuluş bekleyen insan bedeni şeklindeki Ayasofya’lar, emanetçileri tarafından vakfiyelerine uygun olarak kullanılmağa başlanınca; nüfus kâğıdı Müslümanları, İslâmiyet’i hakikî bir imanla kabul edip onu bütün icaplarıyla yaşamayı kendilerine gaye yapınca, Ayasofya’nın da hakkı tebliğ vazifemizi ikaz eden büyük bir “âbide” olmak vazifesi tamamlanacak; vaktiyle tezatlı hallerini sembolize etmeğe çalıştığı insanları, bu inkılâbdan sonra namaz safları halinde bağrına basacağı “Ayasofya Camii” haline geliverecektir.

 Prof. Dr. Mustafa NUTKU