Etiket arşivi: hilafet

Hilafet Nedir? Halifelik Neden Kaldırıldı?

Hz. Muhammed, hem İslâm dininin peygamberi hem de kurduğu ilk İslâm devletinin devlet başkanı idi. Onun vefatından  sonra yerine geçen devlet başkanlarına halife denmiştir.

İlk dört halife, seçimle iş başına geldiler. Emeviler zamanında halifelik babadan oğula geçen bir saltanat haline geldi. Bu durum Abbasîler zamanında da devam etti 1517’de Memlûk Devleti’ne son veren Osmanlı Padişahları bu tarihten sonra halife unvanını kullanmaya başladı. Osmanlı Devleti Halifelik sayesinde İslâm dünyasında büyük ölçüde birliği sağlamıştı. 

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alındı.Daha sonrada 3 Mart 1924 tarihli, Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanunla Osmanlı haneda­nının 407 yıldır elinde tuttuğu halifelik  kaldırılmıştır.

Hanedan üyelerinin, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için yurt dışına çıkarılmaları kabul edilir. Sıra kararın halifeye bildirilmesi ve halline gelmiştir.

Dolmabahçe etrafını polisler çevirir ve Vali Haydar Bey saraya girerek kararı Halifeye okur. Halife Abdülmecid kararı tanımadığını söyler. Zor durumda kalan vali durumu Ankara’ya bildirdiğini söyleyerek halifenin zorla çıkarılması yönünde “hayali” bir telgraf okur. Halife 20 dakika buhran geçirdikten sonra görevliler eşliğinde saraydan çıkarılır. Saraydan çıkarken bir gazeteciye “Ben vatan haini değilim. Yine bu millete dua edeceğim” der. Çatalca’dan trene bindirilen halifeye İsviçre vizesiyle birlikte bin 700 sterlin verilir. Görevinden azledi­len Sultan Mehmed Vahidüddin, 17 Kasım 1922 tarihinde, Malaya isimli bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeyi terk etmesinin ardından 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrılmıştır.

Hilafetin kaldırılmasının Türkiye’de ve dünyada geniş yankıları olmuştur.

Tarihçi Arnold Toynbee, hilafetin kaldırılmasını Türk milliyetçilerinin sabırsızlığından, Ankara’nın halifeliği Vatikanlaştırmayı başaramamasından kaynaklandığını söylerken The Daily Telegraph, Türkiye’nin İslam milletleri liderliğinden üçüncü sınıf Tatar cumhuriyetine dönüştüğünü iddia ediyor. Hilafetin kaldırılmasının arkasında Fransız-İtalyan-Selanik kaynaklı radikal localar olduğunu ileri sürüyordu.

The Observer, Türkiye’nin batılılaşma uğruna “Doğu itibarı“nı terk ettiğini söylüyordu. Paris merkezli Le Journal, İstanbul’un dini saygınlığını yıkmaya çalışan İngilizlerin bu şansı hayal bile edemediğini yazıyordu.

Hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 günü, bir diğer kanunla da Şer’iye ve Evkaf Vekâleti (Bakanlığı) kaldırılmıştır, bu vekâlet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır, aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekâleti de kaldırıldı Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmiştir.

Oysa Cumhuriyet 23 Nisan 1920’de dualarla açılmıştı. Mustafa Kemal, ve arkadaşları ilk başlarda halifelik makamını övüp, yere göğe koyamıyorlardı. Müslüman dünyaya işgale karşı hilafeti kurtarmak için savaştıklarını söylüyor ve yardım istiyordu. Birçok Müslüman ülkeden de Mustafa Kemal’in yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’na destekler geliyordu.

Halifelik niçin kaldırıldı?

Halifelik evvela İngiltere istemediği için kaldırılmıştır. İngiltere çok sayıda İslam ülkesini sömürgesi altına almıştı. Fakat bütün İslam dünyası manen İstanbul’daki halifeye bağlı olduğu için o topraklarda hâkimiyetini tam manasıyla kuramıyordu. bu yüzden önündeki en büyük engel halifelikti. İngiltere hilafeti yok etmek İslam alemini çaresiz bırakmak ve hilafeti halkın eliyle kaldırmak istiyordu. Eğer kendileri kaldırmaya kalkışırsa sömürgelerinde çıkacak büyük ayaklanmalardan çekiniyordu. 

Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce imzalanan Lozan anlaşmasının asıl maddeleri dışında gizli maddeleri de bulunmaktaydı. Bu antlaşma başta hilafetin kaldırılmasıyla birlikte bütün inkılap hamlelerini de içine almaktaydı. İngiliz devlet adamı Lord Courson’ un mecliste yaptığı konuşması ile bunları tamamen doğrulamaktadır.

Lozan antlaşmasından sonra İngiltere avam kamarasında Türkler’ in istiklalini niçin tanıdınız? diye yükselen itirazlara verdiği cevap şuydu; “işte asıl bundan sonra Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. ” demiştir. 

Yılmaz Altıparmak, İslamiyet açısından Atatürk ve inkılaplar, adlı kitabının  281, 282. Sayfalarında bunları söylemektedir.

Diğer bir kaynak; briton and turk, london 1941 de ise

Türk cumhuriyetçileri, Müslüman uyrukları olan herhangi bir gayrimüslim devlet için her zaman güçlükler çıkaracak bir kurumu (hilafeti) ortadan kaldırmakla Britanya İmparatorluğu’na olağanüstü bir iyilik yapmıştır. ” yazmaktadır.

Hasan Hüseyin Kemal olayları şöyle anlatır

Albay Rawlins, 1920’de Kazım Karabekir’e saltanatı ilga edip hilafeti hükümetten ayırma teklifinde bulunur. İnebolu’da Refet Paşa ile görüşen Binbaşı Henry’nin raporuna göre de Ankara hükümeti Mezopotamya’yı işgal ve Panislamizm politikası niyetinde değildir. Lozan Barış Konferansı öncesi Lord Curzon lordlar kamarasında İngilizlerin hedefini açıklar, Türklerin var olması için Batı ile ilişki kurmasını ister: “Ey Türkler geri dönünüz. Geleceği Moskova, İran ve Afganistan’da aramanızın sizin için iyi olmadığını görmüyor musunuz?” der.Lord Curzon’un bu tehdidine karşı İsmet İnönü’nün verdiği cevap bugün çoğumuz için oldukça şaşırtıcı gelebilecek bir niteliktedir. İsmet İnönü Lozan görüşmeleri öncesi 17 Kasım 1920’de Hindistan menşeli The Muslim Standart Gazetesi’ne verdiği demeçte “Hilafet hukuku masundur (korunan), onun müdafaası için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır” demektedir. Lozan görüşmeleri sırasında hilafet konusunun doğrudan görüşülmediği iddia edilir. Ancak 1917’de Fahrettin Paşa’nın Medine’den çekilirken yanına aldığı kutsal emanetlerin geri verilmesi istenir. İsmet Paşa bu isteği “Halife hazretlerinin Mekke ve Medine gibi kutsal kentlerle bağları ve ilişkileri daha çok din alanına girmektedir ve bunlar yabancı hükümetleri hiç ilgilendirmeyen konulardır” diyerek reddeder. Ancak Lozan görüşmelerine ara verildikten sonra işlerin hiç de söylendiği gibi olmadığını gösteren gelişmeler yaşanmaya başlanır. Başvekil Rauf Bey’e göre ülkeye dönen İnönü, Mustafa Kemal’e halifeliğin kaldırılması teklifini getirir. Karabekir Paşa’ya göre de Lozan’dan sonra rejim İslam aleyhine icraatlara başlamıştır. Türk tarafı Lozan’ı imzalamasına rağmen İngiltere imzayı hilafetin kaldırılmasından sonra atacaktır. İsmet İnönü, bu durumu “Reformların nasıl hazmedildiğinin bilinmesini istediler” diyerek açıklar

Mustafa Armağan bu konuyu şöyle açıklar;

Mustafa Kemal Paşa Lozan’ı, hilafetin kaldırılmasından 28 gün sonra onaylamıştı. Önce Yunanistan onaylasın, sonra hilafeti kaldıralım, ardından biz onaylayalım, sonra da itilaf devletleri… Nitekim Yunanlılar bizden daha atik davranmışlar ve 11 Şubat 1924’te meclislerinde onaylamışlardı Lozan’ı.

İtilaf devletleri başkanlarının ne zaman onayladıklarını biliyor musunuz? 6 Ağustos 1924 tarihinde. Peki, neyi beklemişlerdi bunca süre? Anlaşılan, önce Lozan’da verdiğimiz sözlerin yerine getirilip getirilmediği görülecek, sonra nihai onay verilecekti. O devrin Birleşmiş Milletleri demek olan Cemiyet-i Akvam ise bir ay sonra, 5 Eylül’de Lozan Antlaşması’nı resmen tescil edecek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması uluslararası garanti altına alınacaktı. 

Yrd. Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu;

“Türkiye Cumhuriyeti bir İslam şeriat devleti olarak kuruldu. Bu ilkeler anayasada 1928’e kadar muhafaza edilmiştir. Anayasadan bağımsız olarak ayrıca bizzat meclisin 17 Kasım 1922 tarihinde seçtiği Abdülmecid Efendi’nin hilafeti bir buçuk yıl sürer. Cumhuriyet ilan edilmeden önce meclisin seçmesiyle Abdülmecid Efendi halife oldu.” Demektedir.

“Türk ve İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması” kitabında yazarı Tarihçi Doç. Dr. Ali Satan’da şunları söylüyor.

Cumhurbaşkanlığı Arşivleri’ndeki halifelik belgeleri şunu gösteriyor ki; cumhuriyet bu kuruma en üst düzeyde dikkat ve özen göstermiştir. Halifeliğin kaldırılışının karar süreci hakkında bir belge yok ancak kaldırılmasının dünyadaki etkileri, yansımaları da büyük bir dikkatle takip edilmiş.

Hilafetin ve Saltanatın kaldırılmasına Bediüzzaman Said Nursi  perspektifinden bakışımız.

Saltanat tasvip edilecek bir rejim değildir.Fakat her asrın, her dönemin mevsimler gibi farklılkları kendine has özel durumları olmuştur ve olmalıdırda.Geçmişte bu rejim İslam’a çok büyük hizmetler etmiştir. 

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde meşrutiyeti hararetle savunması, Üstad Hazretlerinin saltanata karşı olduğu anlamı taşımaktadır. Risale- i Nurlardaki  şu ifadeler görüşümüzü destekler mahiyettedir.

Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz…

“İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hamal ve gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfal ile vilâyât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları suretle meşrutiyeti onlara telkin ettim.”

“Şu mealde: İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.”

“1935’de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde ‘Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?’sualine cevaben, ‘Eskişehir Mahkeme Reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder.’ diyerek….”

“Hulefa-yı Raşidîn herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

“Bir zaman, ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılâp ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler, gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kalesinin başına çıktım. O kale, tahaccür etmiş hâdisât-ı tarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlığı ve Hilâfet Saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı, bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kalede geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım.”

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzerine Üstad Hazretleri Saltanata karşı  fakat Hilafete taraftardır.

Hilafetin önemi bütün Müslüman dünyayı birleştirmesi, askeri ve siyasi bir güç temin etmesinden dolayıdır. Halife yer yüzünde yaşayan bütün Müslümanların fıtri lideri ve itaat edilmesi gereken amiridir. Bu da İslam dünyasının birlik ve beraberliğinin bir sigortası oluyor. Böyle bir gücün karşısında  hiçbir ittifak duramaz. Bugün İslam aleminde çekilen bir çok sıkıntı ve acının temelinde böyle bir birliğin kurulamaması vardır.

Faraza Türkiye Cumhuriyeti şeri esaslara göre yönetilmiş olsa idi cumhuriyetin icracı reisi olan başbakan aynı zamanda halife olurdu. Padişahlık gibi şeriatın özüne uymayan bir rejimde hilafet olabiliyor ise şeriatın özüne uygun olan cumhuriyet rejiminde hilafet elbette tatbik edilebilir.

Halife mutlak bir egemenliğe sahip değildir. Hukukun sınırları içinde hareket etme zorunluğu vardır. Hâl böyle olunca bugünkü başkanlık sistemi ile hilafet sistemi arasında aşırı bir fark bulunmamaktadır. Faraza Amerika Müslüman onun başkanı da halife olmuş olsa idi yeryüzünde tek Müslümanın burnu kanamaz yeryüzü adalet ile dolardı. Birleşmiş Milletlerin ruhunu da buna tatbik edebiliriz.

Derleyen: Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  • Osmanlı700
  • Yrd. Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu
  • Doç. Dr. Ali Satan
  • Mustafa Armağan
  • Hasan Hüseyin Kemal
  • briton and turk
  • sorularlarisale

İnsan niçin üstün yaratıldı?

Hilafet, “birisini temsil etmek, onun yetkilerini kullanmak” demektir.

Allah kelâmında, “yeryüzünde her ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı” beyan edilmektedir (Bakara Suresi, 29). İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğuna göre, bu nimetlerde O’nun rızasına uygun olarak tasarruf etmek durumundadır. Hz. Âdem bir peygamber ve ilk halife olarak bu manayı yaşamış ve yeryüzünün hakkıyla halifesi olmuştur. Ancak, hilafet ona mahsus değildir, bütün insan nevine şamildir. Şu var ki, Allah’ın mülkünde O’nun rızası hilafına icraat yapanlar ‘halife’ değil, emanete hıyanet eden ‘asi’ birer kuldurlar.

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” mealindeki ayet-i kerimenin de bildirdiği gibi, iman, ibadet ve marifet görevini yapan kişiler, yaratılış gayelerine uygun bir ömür sürmüş olurlar. Aksini yapanlar, yaratılış gayelerine ters düşerler; hilafet de bu cümledendir. Böyle kimseler hilafete de aykırı hareket etmiş olmakla bu şereften mahrum kalırlar.

İnsandan önce yeryüzünde bir milyonu çok aşkın bitki ve hayvan türleri yaratılmıştı. Bütün bu varlıkların kendilerine mahsus tespihlerini temsil eden melekler zaten var idi. Ancak, bu bitki ve hayvanlara kumandanlık yapacak, onları sevk ve idare edecek, onlar üzerinde Allah namına tasarrufta bulunacak bir varlık henüz ortada yoktu.

Melekler; “hamd, tespih ve tekbir” görevlerini hakkıyla yerine getiriyorlardı, ancak bu onların arza halife olmaları ve yeryüzündeki canlılarda tasarrufta bulunmaları için yeterli değildi. Mahlukatın tespihlerini temsil etmek başka, bu varlıklar üzerinde icraatta bulunmak daha başka idi. Bunu melekler yapamazlardı. İnsandan önce yaratılan canlılar içinde de bu görevi yapacak bir varlık yoktu.

İşte, Cenâb-ı Hak bu varlığı yaratmayı irade buyurmuş ve bunu meleklerine de bildirmişti.

Bu hadise  Kur’an-ı Kerîm’de şöyle haber verilir:

“Hani Rabbin, meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti.
Melekler, ‘Ya Rabbi sen yeryüzünde kargaşalık çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor, takdis ediyoruz’ dediler. Allah meleklere ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.”
(Bakara, 2/30)

Hilafetin meleklere değil de insana verilmesinin birçok hikmeti vardır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

– Her melek vazifeli olduğu sahada iş görür. Müekkel olduğu varlığın yahut varlıkların tesbihatını temsil eder. İnsan ise, ibadet ve tesbihin bütün çeşitlerini yapabildiği gibi, bütün varlık âlemini de tefekkür edebiliyor.

İnsan “bütün esmâya” mazhardır. Bu yönüyle de melekleri geride bırakıyor. Cebrail (as) ile Azrail’in (as.) mazhar oldukları isimler farklıdır, görevleri de farklıdır. Ama insan, iman hakikatlerini ve İslam’ın güzelliklerini başkalarına ulaştırmakta Hz. Cebrail’in sahasına bir derece girdiği gibi, nice canlara kıymakla da Azrail’in görevini taklit edebiliyor.

– Kâinatın meyvesi olan insan bütün bir âleme muhtaç olmakla, onlarda tecelli eden isimlere de muhtaç olmuş oluyor. Rızka muhtaç olduğundan, kendisinde ‘Rezzak’ ismi tecelli ettiği gibi, şifaya muhtaç olmasıyla da ‘Şâfi’ ismine ayna oluyor. Melekler ne yerler ve içerler, ne de hastalanırlar. Dolayısıyla, onlarda ne Rezzak ismi tecelli eder, ne de Şâfi ismi.

Örnekleri artırabiliriz.

– Ayrıca insana cüzi irade verildiği için de meleklerden üstün olmuştur. Meleklerin iradeleri sadece hayra çalışır; şerri irade edemezler. “Şerri irade etmek” kötü bir sıfat ise de, iradenin hem hayrı hem şerri dileme yetkisine sahip olması, bu sıfat yönünden, insanı meleklerden daha üstün kılar.

– Öte yandan, şerri irade etme imkânına sahip olduğu halde hayır işlemek, meleklerin hayırlı işler görmelerinden daha önemlidir. Zira, melekler bir engel olmaksızın ve severek ibadet ettikleri halde, insanoğlu, nefis ve şeytana ve şeytan görevi yapan nice fikirlere ve onlara kapılan nice kötü insanlara rağmen ibadet etmekle meleklerden üstün olur.

İşin bu mantıkî ve bir bakıma teorik yönü bir tarafa, mazideki uygulamalar ve vakıalar da insanın mahiyet olarak meleklerden çok daha ileri olduğunu açıkça göstermektedir. Meleklerin gıpta ettikleri bütün peygamberler, bütün sahabeler, Allah’ın bütün veli kulları bu davanın canlı şahitleridirler.

Prof. Dr. Alaaddin Başar / Zafer Dergisi

Barla’da Diriliş (Şiir)

Barla’da gerçek imanın temeli atılıyor
Ankara’da da başka bir devrim gerçekleşiyor

Bin dokuz yüz yirmi dörtte Hilafet son buluyor
Okunan dini tedrisat tamamıyla bitiyor

Bin dokuz yüz yirmi beşte bir kanun çıkartılır
Tekke ile zaviyeler tamamen kapatılır

Ardından çıkan kanunla şapka devrimi olur
Halk da batılılar gibi giyinmeye zorlanır

Birbiri ardına çıkan kanunlar gerçekleşir
Kök salmış İslami doku yavaş yavaş değişir

Çağdaş batılı bir insan tipini istiyorlar
İnsanlarsa bu devrime tepki gösteriyorlar

Bin dokuz yüz yirmi sekiz harf devrimi çıkıyor
Artık Arap harfleriyle yazmak yasaklanıyor

Bu nedenle Barla’daki yazılan o yazılar
Köy ve kasabadakiler elleriyle yazarlar

Gizli yazıp insanlara hemen iletiliyor
Her kes faydalansın diye çaba sarf ediliyor

Nurun Risalelerini engel görenler vardı
Bu nedenle de Üstadı sürgün ediyorlardı

Yapılan onca sürgünler O’nu durduramadı
Verdikleri sıkıntılar O’nu yıldıramadı

Bir de imha yollarını denemek istediler
Isparta’nın merkezine Üstadı getirdiler

Bin dokuz yüz otuz dörtte bu olay gerçekleşir
Burada da hizmetine aralıksız çalışır

Sürgüne göndermek ile bir şey yapamadılar
O’nu tutuklamak için bahane aradılar

Yüz yirmi asker ve yirmi polis ile beraber
Hükümet yetkilileri Isparta’ya gelirler

Bir de Üstad’ın evinde sıkı arama olur
Kitapları toplatılıp hepsine el konulur

Emniyete götürülüp sorgulama yapılır
Suç unsuruna rastlanmaz ve serbest bırakılır

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org