Etiket arşivi: Himmet Uç

Kendine Avdet Eden Devlet

Büyük değişiklikler oluyor, ama bunları okumak için tarih ve din, Osmanlının ihatası gerekir.Osmanlı  padişahları halkası Sultan Vahdettin  Hazretleri ile tarihsel ömürlerini sona erdirdiler, veya birileri onları sürğün etmekle bitirdiğini zannetti.Sultan atlarını sattı Mustafa Kemal   ve Kazım Karabekir’e anadolu hareketini ve milli mücadeleyi başlatmalarını emretti. Sürgün edildikten sonra San Remo’da vatan kurtuldu ya , boşver saltanat , padişahlık önemli değil dedi.Mezarı bir hayranı tarafından Şam’a götürüldü.Ne gariptir sanki bu ülkede yüzlerce yıl devleti ebed müddeti idare etmiş insanları yurt dışına sürmükle kurdukları rejinin ilelebet gideceğini zannettiler. Onları yurd dışına sürerken vilayet meyhanesinde içenler kim bilir ne kadehler tokuşturdu, büyük sultanın saltanat anlayışından habersiz cehennem karıncaları gibi birbirlerine sarıldılar. Ama sen sabret zaman sabretmez demişler . Bu milletin  büyüklüğünü anlamayanlar böyle sıradan heyecanlarla mutlu oldular. Akif karış karış dolaştığı Anadolu’da milli mücadele sonrası Lozan’ın soran bir arkadaşının öldürülmesi üzerine o da  Mısır’a gitti. Ne yapsaydı ya.Sonra ölmek için geldi , gençlerin vefası ile ebedi istirahatgahına konuldu.

Bediüzzaman sultanların müşavere arkadaşı , onlara ülkesine ve memleketine üniversite açmak için koşan , Sultan Hamid’e mühhasif Yıldızı darülfünun  yap diyen adam , Burdur Isparta daha sonra başka başka vilayetlerde dolaştırıldı. Ama yeise kapılmadı.” Ben acele ettim kışta geldim, siz cennet asa bir bahada geleceksiniz “dedi . Şimdi bu günler cennet asa  günler.Varlığın maverasında neler oluyor, ülkenin geldiği  noktaya maveradakiler nasıl bakıyor. Keşte bir mavera sineması olsaydı görseydik.

Osmanlı padişahları taç giyme merasimlerini Eyup Sultan Hazretlerinin mekanında yaparlardı.Ne günler değil mi , Yavuz  taç giyiyor değil mi Fatih de öyle. Mehter Sesleri arasında mihmandarın saye-i himayesinde devleti ebed müddetin nöbet değişimleri , ah sinema nerdeydin  o günler.E y alemi misal ey levhi mahfuz açta sinemi göster bize o günleri .

Bir referandum oldu, haçlı ruhu ile içerdeki haçlı kafalılar ile dışarıdaki huffaşlar büyük devleti hezimete uğratmak için çırpındılar,  ömrü zindanlarda bu milletin imanı için geçmiş ve sabahlara kadar Türk milletinin selameti için dua etmiş adamı göz ardı edenler, onun  ettiği duaların gerçekleştiğini görecek  basirette  değiller . Dindar gibi görünen kindarlar da yanlış yere kıble gibi yöneldiler, yazık binlerce yazık adada kendi kafası atar kazık.

Sayın Erdoğan seçim sonrası ilk defe Özal’ın kabrine gitti, çünkü Özal’ın kafasındaki model de bu idi, ama onu o düşündüklerini gerçekleştirmeye Amerikan  kafalılar, İngiliz iradeliler koymadılar , kim vurduya gitti.O kurban giderken kader oyununu erteledi.

Dün sayın cumhurbaşkanı daha sonra    Eyüp Sultan’ın mezar-ı muallasına gitti, Fatih’in mezarı şerifine gitti,Yavuz Sultan Selim’in Kabri Mücellasına gitti, örtüsünü değiştirdi. Nereden nereye geldiğimiz  anlaşılmıyor mu vakalar konuşuyor ağızlar değil en mantıklısı da bu değil mi ?Yere düşen elmas yerine kondu, Namık Kemal “ yere düşmekle elmas sakıt olmaz kadrü kıymetten “diyor.

Devlet adamları büyük velilerin , büyük tasarımcıların, büyük dua kurucuların tezlerini gerçekleştirir.Şeyh Edip Ali Osman Gazi’nin arkasındaydı. Gördüğü rüyayı ona anlatır, oğul sen büyük bir devlet kuracaksın der sınırları çok uzaklara gidecek der. İşte Bediüzzaman , şeyşh Edip ali’nin bugünkü prototipi ya  Erdoğan kim….

 Vatan Şarkısı

Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır
Serhadimize kal´a bizim hâk-i bendedir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda
Her gûşede bir şir yatar toprağımızda
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın
Cennet kapusu can veren ihvâna açılsın
Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

Namık Kemal

Yaşasın devleti ebed müddet , yaşasın Osmanlı Kendine avdet eden devlet

Himmet Uç

Sultan Hamid ve Erdoğan

Ülkenin kaderine taalluk eden şu günlerde, bozulmuş, birçok yönü ile dejenere olmuş ve kavramların aşındığı bir ülkede verilecek karar bir siyasi karar değil bir mukadderat kararıdır. Bu millet çok badireler geçirmiş ama yine de Allah karanlık günlerde yolunu açmıştır. Biz oyumuzu vereceğiz ama  yine mesele Allah’ın takdiridir.

Bu konuyu Akif’in fikirlerinden aldığımız bazı satırlarla anlatalım.

“Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz” diyor Akif.

Sultan Aziz’in öldürülmesi, Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, Menderes’in katli, daha sonraki siyasilerin kafasında dış güçlerin ve bizim maşaların demoklesin kılıcı gibi devletin ve parlementonun, devlet adamlarının üstünde durmasının bitmesi, milletin gerçek merciinin millet olması gerekir.

Bunlar içinde en önemlisi milletteki bozulmaya  yine milletin sebeb olduğu bahsidir. Şayet bozulma böyle giderse vatan da millet de din de tehlikededir. Çünkü eğitim kurumları ülkenin gelişmesine katkı vermiyor, din ve cemaatler, bozulmadan nasibini almış, tavır insanlarının yaşaması imkansız, belki yeni bir ruh ile yeni bir yapılanma ile ülkenin bu gidişine dur denilir.

Akif, Milletlerin bozulmasını da tahlil eder. “Zaten bir millet müstehak olmadıkça Allah onları bozmaz.  Millet fertleri teker teker müstehak olarak   bozulmuşsa onları hangi siyaset düzeltecektir? Bir millet kendisinde olan güzel seciyeleri bozmazsa  Allah da onların saadetini bozmaz. Bu beliğ tebliğ kıyamete kadar meriyetini koruyacak, bir kanun-ı ilahi ve fıtrattır.” (128)

Biz ne çekersek kendi amelimizin cezasıdır. Evet şehameti, himmeti, sayi, sıdkı, istikameti, iffeti, teavünü, gayreti, faaliyeti bırakmanın karşılığı cezası  zillet ve mahkumiyettir. Akif felaket sebebi olarak kendini murakabe etmemek yani denetlemeyi gösterir. (128)

Erdoğan insandır, yanlışları olabilir, kendinden önceki devlet adamlarından çok daha ileri boyutta dindar, vatansever, din ve milliyet arasındaki dengeyi kurabilmiş, samimi, inandığı şeye her türlü fedakarlıkla  bağlı, ama yanlışı gördüğünde de affetmez bir insandır. O bu bozulmuş toplumda bir hami durumundadır.

Müslüman Türkiye’nin olduğu kadar islam dünyasının da, Türk dünyasının da istenilen ve dua edilen bir büyük liderdir. Onu suçlayanların buldukları onun hezimete uğramasına yetmez, bir binada bir taş çürük diye o binayı tahrib etmek yanlış, bir gemide dokuz masum bir cani varsa o gemi batırılmaz, veya dokuz cani bir masum olsa batırılmaz.

Siyasi tarihe bakılsa  yüz yılı aşkın süredir, bu kadar  dik duran doğru siyaset uygulayan bir başka kimsemiz olmamış. Reşit Paşa’dan bugüne her devlet adamı ile karşılaştırsan  onun farkı ortaya çıkar. Sultan Hamid’in de tahttan indirilmesini isteyenlere Akif cevap verir.

Akif , yapılan yanlışlardan hep tavanı suçlayan geleneksel telakkiye bir örnek verir. Konu Sultan Hamid’den yansımadır. Ortalığın fenalaştığı, işlerin devamlı sarsıntı geçirişini  Padişah ikinci Abdülhamit Han’a yükleyerek  “Ah o Yıldız’daki Baykuş  ölüvermezse  eğer akıbet çok kötü ..” diye dert yanan  Köse İmam’a Babası Hoca Tahir Efendi’nin  verdiği cevabı şiirleştirerek nakleder.

Oğlum bu temenni neye benzer bana bak :

Eşeklerin canı yükten yanar , aman , derler

Nedir bu çektiğimiz dert , o çifte çifte semer

Biriyle uğraşıyorken gelir  çatar o biri ;

Gelir ki taş gibi hain , hem eskisinden iri

Semerci usta geberseydi .. Değmeyin keyfe !

Evet gebermelidir, inkısar edin herife

Zavallı usta  göçer bir gün akıbet ancak

Makamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak

Çırak mı kalfa mı  kim varsa yaslanır köşeye

Takım biçer durur artık  gelen giden eşeğe

Adam meğer acemiymiş, semere hayli hüner :

Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler ,

Bütün o beller omuzlar çürür çürür oyulur

Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur

Giden semerciyi derler bulur muyuz şimdi ?

Ya böyle kalfa değil basbayağı muallimdi

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik  tuhaf iş!

Semer değilmiş  o rahmetlinin ki devletmiş.

Akif adam olmanın zaruriyetini anlatır.

Nasihatim sana, her şeyle iştigali bırak

Adamlığın yolu nerdeyse bul da girmeye bak

Adam mısın ebediyyen cihanda hürsün gez

Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez

Adam değil misin oğlum gönülsünün semere

Küfür savurma boyun kestiğin semericilere

(131)

Akif, adalet konusunda Hz Ömer’in bir  vakasını anlatır. Hz Ömer daima mazlumun yanında olduğunu zalimin ise karşısında olduğunu anlatır, bu anekdotta. Ama Akif zamanı için “Ömer de olsan halin müşkül” der. (132)

Akif günümüzde de geçerli insan tiplerinin anlatır.

Sallanan çünkü kılınçlardı, re kuyruk ne de kavuk

Öyle bir devr-i şehamette kolaydır ululuk

Senin etrafını alsın ki yığınlarca sefil

Kimi idmanlı edepsiz , kimi talimli rezil

Kiminin fıtratı azade  haya kaydından

Kiminin iffeti ikbaline etten kalkan

kumarbaz bu harami , şunu dersen ayyaş

Sonra mecmuu müzevvir , mütebasbıs kalleş

Bu muhitin bakalım şimdi içinden çıkabil

Ne yaparsın  Ömer olsan yine halin müşkil

(133)

Hatta “ böyle bir muhitte  peygamberim diye ortaya çıksan da karşında tapılan sahte ilah menfaat çıkar”

Bir muhalif hava yok dinlediğin aynı sada

Zat-ı saminize millet de hükümet de feda

Menfaattir seni  tehdid edecek  tek mevcut

Çünkü çıksan da  nebiyim diye hasbın bu mabud!

(134)

Bütün bu olumsuzluklara  karşı  çıkacak imandır.

İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür

Oflu Mandal hoca onun ideal imanlı insanıdır. Hiçbir şeyden korkmaz.

Bu imanla Mehmetc ik çanakkalede vatanını dinini savunmuştur.

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler

Ne celik tabyalar ister ne siner hasmından

Alınır kala mı göğsündeki kat kat iman ?

(136)

Süleymaniye camii de bu imanla yapılmıştır.

Dur da mabuduna yükselmek için ilme basan

Mabedin halini gör işte serapa iman

Bu bozulma ancak akıl ile imanın kalbin birleşmesi ile giderilebilir.

Beyinle kalbi  hem ahenk  edip işletmeli

Atıldı vahdet-i milliyenin temeli

(138)

İmanın başı da Allah korkusudur.

Ne irfandır ahlaka yükseklik veren ne vicdandır

Fazimlet hissi insanmlarda Allah korkusundandır

Yüreklerden çekilmiş farzedilsin de havf-ı Yezdan’ı n

Ne irfanın kalır tesiri  katiyyen ne vicdanın

O cemiyet ki vicdanında hakim havf-ı Yezdandır

Bütün dünyaya sahiptir bütün akvama sultandır

Fakat efradı Allah korkusundan bihaber millet

Çeker milletlerin menfuru kıptiler kadar zillet

Maali meyli hiç kalmaz şehamet büsbütün kalkar

Ne hakimlik tanır artık , ne mahkum olmaktan korkar.

Maneviyatı  ölmüş milletlerin halini anlatır.

O doymak bilmeyen mabuda kurbandır haya hissi

Hamiyet ademiyet hissi  ulvi hislerin hepsi

Bu hissizlikle cemiyet yaşar  derlerse pek yanlış

Bir ümmet göster ölmüş maneviyatıyla sağ kalmış

(143)

Özetle Bediüzzaman’ın siyaset felsefesi ve birliği koruma fikirlerine yüzde itibariyle son yüz elli yılın en çok uygun düşen şahsı sayın Erdoğan’dır. Allah ülkemizi felaketlerden korusun.

Himmet Uç

Başbakan Isparta ve Bediüzzaman

Sayın Başbakanımız Isparta’daydı. Öğleden sonra hükümet meydanında onu bekledim. Bir kurşun dökmesi istiklal Marşı bir kenara itilmiş, eskimiş , okunmaz hale gelmiş, onun yanında Mehmet Akif Çeşmesi yürekler acısı durumda mermerleri eskimiş, bakımsızlıktan o güzelim sanat eseri köhneleşmiş, ülkede kültür ihtilalı yapan irade yıllardır onu bakımsızlıktan mezbeleye çevirmiş,daha önceki dönemde bir vali yardımcısına onun içler acısı  durumunu söyledim beyefendi onu yaptırmayı karihası kaldırmadı, ne yapalım din milliyet ve kültür dengesini kuramayan Müslümanlık. Bu dengeyi kuramamak cumhurbaşkanı öldürmeye giden dindarlığın üstünde bir kağıt kaporta durduğu adamlar. Diyarbakır’da Yahya Kemalı anmayı kendine yediremeyen rektör şimdi kendine yedirsin, gördüklerini. Kimlik krizi hepimizin ihmalidir, kimsin nesin hangi ülkedesin hangi tarihi şartlarla buralara geldim, sen kimlerin canı kanı hesabına kazanılmış bir hürriyeti  tepe tepe kullanıyorsun.Tarihi, sanatsal, dini, milli, sanat ve estetik dilimini bilmeyen insanlar ne garip değil mi ?

Başbakan toplumsal bir evet seferberliği için ısparta’daydı. Siyasi tarihten, siyasilerden bu memleketin artık eski demokrasi telakkileriyle gidemeyeceğini anlattı. Başbakanların, bakanların adi bir suçlu gibi  idam sehpalarında heba olmaması için bu milli irade evet mitinginde hassasiyetlerini dile getirdi. Isparta’nın medarı iftiharı Süleyman Demireli andı, o garibanda altı defa gitmiş gelmiş, demokrasi üstü zevatın ihtiraslarından çok çekmişti. Bediüzzaman kur’an‘ların meydanlarda yakıldığı ezanların sustuğu bir dönemde eserleri ile dinin istiklalini ilan etti. Dinin hürriyetini korudu. Her şey rağmen o ceberut devirde Barla’da dünyanın en büyük tevhid ve edebiyat metinlerinin yazdı, bugün dünyaya okutturuyor.

Ak Parti il başkanı Bediüzzaman’ı andı, öyle ya Dostoyevski rus edebiyatının medarı iftiharı bütün dünyada okunuyor, onu ilk defa tanıyan bir büyük yazar, “nişanlımla tanıştığım günden daha mutluydum “ diyor. Ayet ül Kübra Karamazof Kardeşlerden binlerce defa insanlığın ve evreni anlamandıramayan materyalist dünyada tevhidin bayrağıdır. Hugo Fransız edebiyatının medarı iftiharı , Dickens İngiliz edebiyatının iftihar kültü, ıspata Bediüzzaman’ı anmak ve yüceltmek için mecbur çünkü onun mekanı yıllırca sürgünde yaşadağı Barla ısparta’da. Ama ısparta’da benim bulunduğum edebiyat bölümünde bu büyük mütefekkir, Türk toplumunun ve islam dünyasının medarı iftiharı hakaretlere maruz kalıyor ben de bundan hissemi alıyorum. Sayın Başbakan “o büyük insan gördüğü zulümlere rağmen milletine devletine ihanet etmedi,  bir menfi tavır ve söz söylemedi. Otuz yıl zulüm gören bir insan çatısı  altında yaşadığı devlete ihanet etmedi, devleti güçlendiren ve devletlerin mayası olan dini pekiştirdi, ve devleti ayakta tuttu. Roma‘yı Kuran Römüs ve Romülüs bir din icad ettiler çünkü saçma da olsa bir olimpos dağı tanrıların mekanı idi ama ihtiyaçtı, “Beşerin böyle dalaletleri var putunu kendi yapar kendi tapar” Ama suyu arayan ördek yavrusu gibi insan illa bir şeye tapacak çünkü onun fizyolojisi ve psikolojisi bir Tanrıyı arıyor, sen reelini veremezsen o irreelini alır onu tapar.

Sayın Başbakan Bediüzzaman’a olan bu toplumun ve ısparta’nın vefa borcunu ödedi, onun mekanının cennet olmasını dua ile istedi, binlerce sağol varol. Kulağınıza küpe olsun sadece fikir ve tefekkür adamı olan Bediüzzamanl’ı değersizleştiren adamlar. Isparta  ve üniversitesi Londra, Sen Petersburg, Paris, Dublin ‘den neden geri kalır neden Bediüzzaman’ı anmaz, çünkü onu  anlama basireti olmayan insanlar var. Dünya kimseye kalmaz bugünler gelir geçer yarın  neden yapmadık diye elinizi dizinine vurursunuz, ibicioğlu Bediüzzaman’ı anmamakta direndi ama tokadını yedi, o nankörlüğü yemez. Hem de  ne  var ki orta yerde eceli ile ölmüş mezarı bile kendine çok görülmüş bir adamı bu üniversitede anmamak.

Bediüzzaman evinin önüneki cadde yürekler acısı, bir yağmur yağınca geçilmez oralardan. Sayın Belediye başkanı sen Bediüzzaman şehrindesin ona göre, o Türklerin ve Kürtlerin  medarı iftiharı bir adam, sadece Türklerin iftihar ettiği insan olmak bir şey getirmez, çünkü artık bu bir realite Bediüzzaman yüz  yıldır Türk ve Kürtlerin  arasındaki en sağlam ittihad ve istinad köprüsüdür. Diyarbakır Bediüzzaman’ı anlamadı ne hale geldi üniversitesi ve zevatı. Anlamayanlar devam etsin, ama “sen sabret zaman sabretmez“ diyor bir Arap atasözü , Süleyman Nazif işgal İstanbul’unda söylemiş bu sözü.

Bediüzzaman’ı andığı için onu sevenleri mutlu etti Başbakanımız sağolsun var olsun.

Himmet Uç

Mıknatıs Tesirli Adam , Bediüzzaman

Emanuel karaso , Bediüzzaman’ın konuştuğu bir toplulukta bulunur, onu etkilemek için gitmiştir. Konuşmalarını dinler bir süre sonra dışarı fırlar ve der; 

“Biraz daha dursaydım beni de Müslüman edecekti”  

Bediüzzaman’ın sözünde ve eserlerinde bizim gibi insanların anlaması imkansız bir tesir var. Nice kötü insanlar onun bir sözü ile dalalet vadisinden hidayet yoluna geçmişlerdir. Bugün de Türkiye’de bir takım aklı evveller onun tesirini kırmak için olmadık kendileri dahi inanmadıkları iftiralar ortaya atmaktadırlar. Güya bununla ona olan ilgiyi azaltacaklar, halbuki ilgiyi ve merağı daha çok uyandırmaya  alet  olmaktadırlar. Birkaç  tane profesör Everest tepesinin yanında dolaşan karıncalar gibi ona söz ederler, bilmezler ki yüzyılı aşkın bir davanın insanını bir iki yanlış beyan ile kamuoyunda yıkamazlar, bunu onların anlama imkanı yok. Hased evvela hasudu yıkar. Bunlar perde arkasında oturup nasıl yıkarız bu büyük dağı diyorlar, yıkacak başka şeyleri yok, iki dudakları ve yalan üreten akılları.

Emirdağ’da iken rapor alması gerekir, hükümet doktorunu herkes mason bilir, Bediüzzaman’a düşmandır. Bediüzzaman’a gelir, konuşurlar, durumunu anlatır. Şayet zor durumda kalacaksa Eskişehir’e sevkini ister. Doktora bir eserini hediye eder, namaz kılmasını ister. Doktor evden ayrılırken şöyle der etrafındakilere

“ Biz hocaefendiyi bilememişiz, hakikaten tanıyamamışız, şimdi namaz kılmak ile de borçlandım.” Herkesin muzır telakki ettiği insanları bile bir konuşma ile olumlu hale getirir.

1953 yılında  İstanbul’un fethinin  500 üncü yıldönümü münasebetiyle  yapılan törenlere katıldı. Ve o çerçevede  patrikle de görüştü  ve ona şöyle söyledi.

 “Hristiyanlığın din-i hakikisini  kabul etmek , Hz Muhammed’i asm  peygamber  ve Kur’an-ı Kerim’i de  Allah’ın kitabı kabul etmek şartiyle ehli necat kurtuluş ehli olursunuz.”

Athenogaras  “ ben kabul ediyorum. deyince,

Bediüzzaman sordu” Pekala siz bunu dünyanın  diğer manevi reislerine de söylüyor musunuz?

Patrik de “ söylüyorum fakat onlar kabul etmiyorlar” diye cevap verdi.

Hüsnü Bayramoğlu anlatıyor…

Üstad kır gezisinden dönüyordu.  Yolda  sürekli içtiği için  adı ayyaşa çıkmış  biriyle karşılaştı. Onunla ilgilendi . Nasihat etti. Şefkatli tavrının   muhatabı olan adam  çok mutlu olmuştu. Üstad da bu halden gayet memnun olarak oradan ayrıldı. Ancak bütün bu olup bitenlerden memnun olmayanlar da vardı.  Onlardan biri o gün yine peşine takılmıştı hazretin. Çünkü görevi , Bediüzzaman’ı takib etmek  ne yaptığını kiminle konuştuğunu  amirlerine bildirmekti. Hemen o ayyaş adama yaklaştı  ve sıkıştırmaya başladı.

“ Sana ne dedi, ne istedi söyle bakalım” o da şu haysiyetli cevabı verdi.

“Ben artık  o bildiğiniz adam değilim  abdest alıp namaz kılacağım  ve kötülüklerden vazgeçeceğim , Bediüzzaman’a da hizmet edeceğim , haberiniz olsun. Eğer onu ilişir  ve zarar vermeye çalışırsanız , bilirsiniz ki ben belalı bir  adamım. Bir konuşmayla adamı değiştirmişti.

Milaslı şefik bir adam öldürmüş  cezasını çekmek üzere  Afyon hapishanesine konulmuş. Nasipli adammış. Çünkü herkesin şer sandığı hapishaneden hayır çıkmış, orada başına tam manasıyla devlet kuşu konmuş. Zira hapishanede  Bediüzzaman’ı tanımış, böylece katil olarak girdiği yerde , duyarlı bir mümin olmuş. Mahkumiyet süresini tamamlamış  memleketi olan Milas ‘a dönmüş.

Onun mıknatıs tesiri  ve manevi cazibesi yalnız yakınında değil uzaklardan  da tesir icra ediyordu.  Devlet mi desem bir takım küfür komiteleri mi desem, yüz yıldız  Bediüzzaman’ın kendisi bir  yana  ona duyulan cazibeyi çekiciliği kırmak için gayret göstermiş, bedensel yönden büyük tahribat geçirmiş ama ruhsal olarak tesirini  her halükarda korumuş adamın yaşadığı her yerde evinin yanına polisler hafiyeler koymuş, gelene gidene cehennem hayatı yaşatmış.  Bu yüzden gelene gidene

“ kardeşim size büyük sıkıntı yaşatırlar, benimle görüşmek isteyen kim olursa olsun hangi eserimi açsa benimle değil hakaiki anlatan Bediüzamanla görüşür. Bugün de ömründe kendinden başka kimseyi arkasına hayran olarak almamış mezar yazarlar yığını, profesörler güruhu onun bu cazibesini kırmak için yumurta kırmak kadar kolay bir iş zannedip tafralar savuruyorlar. Sizin hasud pirleriniz bu işi beceremedi, Allah’ın evini ezanını yasak edip, kendilerini mabud  telakki ettiren adamlar onunla baş edemedi. Kartallar ona bir şey yapamadı, siz kim sinekcikler. Allah nurunu tamamlayacaktır, bu güruhu dalle istemesede. Bir geri zekalı zürefayı üdeba

Kabe arabın olsun

Çankaya bize yeter

Demiş.Ben de derim.mak

Beter ol cehennemde beter

Sana veylül deresi yeter

Nurcular Bediüzzaman’ın bubüyük cazibesini devam ettirdiler denemez. Siyaset , dünyevi mesail, şan, şöhret , makam, görüntü, debdebe, tantana ,daha neler neler bu tesiri kırdı, ama Bediüzzaman’ın o cazibesi yine devam ediyor.

Vehbi Vakkasoğlu’nun kitabı Başkasının Günahına Ağlayan Adam bu mıknatisiyetin ve cazibenin karakteristik özelliklerini, psikanalitik temellerini anlatır. Neymiş bunlar dehalara mahsus çok çok büyük bir hassasiyet. Psikanalistler dehaların en büyük özelliğinin hassasiyet olduğunu söylüyor. Tabiata  saygı, ağaçlara, çiçeklere , otlara bir insana gösterilmeyecek bir dikkat ve itina . Hayvanlara ve onların hukukuna saygı ,yılanlar, sinekler, böcekler daha neler neler. Eşya ve nesnelere bağlılık , onlara gösterilen vefa duygusu, kırılan bir kaşığın bile kendi ile bağlı hatıralarını zayi etmek istemez.

Dostlarına vefa, kendine hizmet eden insanlara gösterdiği vefa. Sanatçılara gösterdiği yakınlık, Osman Yüksel ve Necip Fazıl gibi. Devlet adamlarından uzak yaşamak, onların ihsanını hiç dile getirmemek. Adeta gölge etme başka ihsan istemem gibi çok uzaklarda olmak. Paradan ve menfaatten kaçmak. Toplumda bozulmuş insanları tedavi için onlara şefkatle yaklaşmak ve başarmak. Nur talebeleri bu özellikleri kendilerinde ne kadar taşıyorsa o kadar o ruha yakındır.

Allah’a imana insanları raptetmek için azami gayret, namaz kılmaya hassasiyet , namaz kılmayanları Allah’a çağıran bir incelik, ibadet aşkı, ibadet sevgisi. Korkusuzluk, paniksizlik, en olumsuz ve baskılı anlarda hiç tavrını değiştirmemek. La tehaf ile müjdeli hiçbir şeyden korkmamış, cinsellikten ve bedensel hazları tanımamak , kadınlardan taundan kaçar gibi kaçmak daha neler neler.

Haramdan kaçmak, kimseden bir şey almamak, talebelerinin dahi bir çayını içmemiş olmak. Zulme tahammül etmek. Zulüm dehaların ekmeğidir, hakikaten Bediüzzaman büyük zulümlerle birlikte eserler yazmış. Barla’da, Kastamonu’da, Denizli de, Afyon’da, Eskişehir’de yazdığı eserlerin adeta benzini yapılan zulümler.

En büyük zulüm Kastamonu’da orada iki büyük sanatlı eserini yazmış, Ayet ül kübra ve Münacaat. Bunlar dosto , Tolstoy ve başkaları gibi insanların çok ötesinde dini-felsefi-kelami ve modern eserler. Ama onların büyüklüğünü gösterecek batı ve doğu kültürüne hakim eleştirmenler yok. Kastamonu’da yazdığı Ayet ül  Kübra’nın sayfalarını elinden alan polislerle dalaşmaz, sonra yazdıklarını ağaç koğuklarına koyar talebelerine tarif eder onlarda gider alır.

Münacaat’ın islam tarihinde benzeri değil yanından geçmiş bir eser yok. Bütün fen ve ilimlerin verileri ile Allah’ı anlatıp sonra onları duaya çevirmek. Şinasinin meşhur Münacaat’ından Divan şiirindeki sayısız münacaat ile kıyasla gör adamın nerde durduğunu. Türk ordusuna, Türk bayrağına, polise , devlet memuruna saygı. Nefreti tanımamış, düşmanlık nedir bilmez. Kimsenin aleyhine konuşmamak hak etse bile. Kötü habere ilgi yok, Goethe asistanına kötü mektupları bana okuma der, aynen öyle. Olaylara anında müdahale yatıştırma. Daha neler neler.

Ona tam benzeyen Tahir Abi, Bediüzzaman onun için “ o ahiretteki makamını görse  delirir” der. Bu yüzden  talebelerini değil, O’nu eleştiriyorlar, ama imkansız bir şey.

Himmet Uç

Nurnet.org

Bizim Münekkidler  ve Nesnel Eleştiri

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözü var, “edebiyatımız her zaman Abdülhak Hamid’i dönecektir” yollu bir söz. Neden acaba? Çünkü Hamid’in şiiri klasik şiirdir, moda bir şiir değildir. Her zaman altın değerinde bir şiirdir. Onun şiirinin modern sanat ve felsefe açısından yorumu gerekir ama bunu yapacak sanat ve felsefe kültürü gerekir. Edebiyat edebiyat bölümlerinde öyle kurudu ki, bedava sınavlar, bedava doçentlikler daha neler neler. Birgün ona bir şekilde neşter vurulursa nasıl menfaat ve bedavacılığın batağında Türk edebiyatının gittiği görülür. Türkiye zamanında denetimsizlik ve güvenliksiz bir toplum olduğu için, önce ihmal sonra canavar büyüyünce bakalım o mu seni öldürecek sen mi onu. Bugünki gibi.

Bediüzzaman modadan uzak bir insan, fikirleri ve yaşayışı hiç moda ile alakadar değil. Moda fikirler üretmemiş, her zaman değerini koruyacak fikirler ortaya koymuş. Bediüzzaman’ın felsefe ve dini fikirleri ile Hamid’in eserleri transkirite edilirse ortaya büyük eser çıkar. Bediüzzaman eleştirilmesi zor bir insan, onu eleştirecek karihası olan kimseler yok. Onun ölüm fikrine geleneksel islam ölüm fikrinden başka ne tür yenilikler getirdiği bir doktora tezi değil birkaç tez olur. Özellikle Kaya Bey’in yaptığı Hamid ve Allah isimli kitabı çok önemli bir sanatlı imajlar ihtiva eden eser. Bediüzzaman ve Allah telakkisi ile Hamid’in Allah telakkisi karşılaştırılabilir. Önder Göçkün hocamın Namık Kemal ve İslamiyet isimli eseri de önemli bir eser. Ben Namık Kemal ile Bediüzzaman’ı transkirite ettim. Başta kimsenin aklı almadı, sonra bir nebze anlaşıldı.

Bediüzzaman‘ı eleştirmek için eksik olan onu tenkid edenlerin eleştirinin nasıl yapılacağını bilmemeleridir. Eleştiriyi bizim eslaf tarif ederken “bir edebi eserin nekayis ve mehasininin ortaya konmasından ortaya çıkan“ derler. Bu yollu tarifler vardır. Şimdi insanlar sevdikleri esere iki türlü yaklaşıyor; Ya sadece güzelliğini görüp onu göklere çıkarıyor, üstelik estetik kıstaslar ile değil tamamen empresyonist yani izlenimci bir kriterle eleştiriyorlar. Bana göre anam dünyanın en iyi insanıdır, bu izlenimci bir telakkidir.

İzlenimci telakki görecelidir, “bana göre, ben böyle düşünüyorum, veya en doğrusu budur” gibi kişisel yorumlar bu eleştirinin hareket noktasıdır. Ama Türkiye’de ve dünyada yapılan neredeyse bütün eleştirilerin büyük bir kısmı göreceli eleştiridir. Bunlar objektif olmadığı için ancak bir fikri tenkidsiz paylaşan insanlar arasında rağbet görür. Eleştiri çeşitleri içinde en mantıklısı nesnel eleştiridir.

“Eleştirmen, hangi sanat eserini eleştirecekse o sanat dalının gerektirdiği birikime sahip olmalıdır. Bu yüzden, eleştiri yazmak kolay bir iş değildir. Eleştirmen; bir eseri veya kişiyi şekil, ruh, konu ve anlatım bakımından inceler. Eleştirmen, eser hakkında okuyucuyu her yönden bilgilendirir. Hem okura hem de eserin yazarına kendini geliştirmesi için yol gösterir.”

Son zamanda birkaç profesör Bediüzzaman’ı bir iki cümle ile eleştiriyor. 130 kitap yazmış bir kişinin eserini bir kelime veya cümle ile eleştiremezsiniz. Bediüzzaman‘ın eserlerinin nekaisini yani eksiklerini ve mükemmelliklerini birlikte gözden geçirir, sonra mizanlı bir eleştiri örneği verebilirsiniz. Böyle bir şey yok, sadece Bediüzzaman’ın eserine ilgiyi kıskanıp onu toplum nazarında müttehem duruma getirmek için, iftiralara kapı açan yanıltıcı ve toplumu aldatıcı eleştiriler. Buna sokaktaki adama bile yakışmaz, nerede kaldı ki varlıklarını kendileri mi başkaları mı isbat etmiş kişilerin böyle nesnel olmayan göreceli eleştiriler yapması eleştirinin yüz karasıdır. Sadece karalamaktır. Bu şahıslar ayıp ediyor, yanlış bir şey varsa eserlerinden cümleler alarak ortaya nesnel eleştiri örnekleri çıkarmak lazım. Ama bu arkadaşlarda bu kariha ve karizma yok zannedersem. Karizma yoksa krizma çıkarmanın ne anlamı var.

Sayın Bilal bey, Michelet’i bilirsin, onun tarihsel eleştirinin damarı olan bir sözü var. “Bir sayfa bir sayfa göster” yollu sözü. Yani bir olay ve şahıs hakkında bir hüküm veriyorsan bir vesika göstermen gerekir, yoksa vesikasız konuşamaz özellikle tarihçiler. Yanlış söylemiyorum. Michelet olayları tarihi akışa yerleştirir. Bediüzzaman tarihi akışın zorunlu kıldığı bir kişidir. Yoksa ekmek su varken , ekmek su var diye bağırmanın gereği yok.

Batı felsefesi ve ilmi itikadları Namık Kemal’in tabiri ile nazar-ı şekk ü tedkik üzerine getirdi. Yani Bolşevizm ve ateizm itikadları şüpheye iten iddialar ortaya sürdü. Bu onsekizinci yüzyıldan itibaren batıda başladı. Marks, Paris’te Hz. İsa (as) hakkında bir kitabın çok satmasından rahatsız olur ve “biz bu dini öldürmedik mi” der gibi, insanların Allah’a olan itikadını sarsmak için Demokritos ve Epiküros’un felsefelerinde tabiat fikrini doktora tezi yapar. Niyeti  atomun kendi kendini yönettiği, dışardan bir tasarım ve ilmin yönetmediğini iddia etmektir.

Bu fikirler bize Baha Tevfik ve benzeri adamların taşımasıyla yirminci yüzyılda girdi, kısmen yayıldı. Şimdi bu ateist fikirlerin ülkemizi zehirlememesi için birilerinin eserler yazması gerekirdi. Bediüzzaman da Marks ve benzeri filozofların felsefi fikirlerini çürüten eserler yazdı. Yani bir tarihsel zorunluk olarak yazdı. Şimdi Bilal Bey ve arkadaşları olan zevat bu tarihsel zorunluklar ile ortaya çıkmış eserleri siz de tarihsel zorunlukları gözden geçirerek eleştirebilirsiniz. Niçe’nin Böyle Buyurdu Zerdüş’ündeki gibi kırık dökük fikirlerle toplumu zehirlemek bir profesöre yakışmaz.

Bediüzzaman genelikle tevhid konularında eserler yazmış, çünkü toplum bu konuları fennin ve felsefenin tesiri ile hafife alır ve inkar eder duruma gelmiş. O da bu eserleri ile yaralanmış müminlerin imanını ve münkirleri tedavi etmiş. HAŞİR RİSALESİ  öldükten sonra dirilme hakikatını bir laboratuvar gibi anlatır. Önce iddia ortaya koyar, sonra ona göre tabiattan gözlemler toplar, sonra iddia ile tabiat gözlemleri arasındaki bağlantıları verir. Sonunda öldükten sonra dirilmenin  zorunluğunu nesnel verilere göre izah eder.

Siz bence bu eserin topluma zarar mı kar mı verdiğini gözden geçirin. Yoksa böyle yazıldı, çizildi gibi gülünç şeyler ile ehli hakikatın nazarında dünya ahiret alay konusu olursunuz.

Abdullah Cevdet ahireti inkar eseri yazmak istemiş. O sıra Haşir Risalesi yayınlanmış ve okumuş. Demiş ki “Adam gözle görür gibi isbat etmiş.”

Bediüzzaman da “eğer ahiretin gelmesini baharın gelmesi gibi anlamak istersen Haşir risalesini oku, eğer inanmazsan gel parmağını gözüme sok” yolunda söz söylemiş. Birader siz akıllı adamlarsınız, bu insanı ne diye eleştirisiniz, bu işin içinde başka maksatlar var ama olsun.

Bir eleştirmen arada bir karmaşık sözler söyler. Asistanı der ki, “Efendim sizin o sözünüzün üzerine ortalık karıştı neden böyle bir şey yaptınız?” “Oğlum, önemli olan insanların benden bahsetmesidir, yanlış veya doğru, yanlış zaten yanlış ama doğrular benim eserlerime işlerlik kazandırır” demiş. Şimdi siz ve sizin gibi şahıslar sizin sözleriniz  Bediüzzaman’ı yeniden taze gündem konusu yapar, sağ olun var olun.

Sayın Ali Bardakoğlu Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış bir profesör. Olaya ilmi, tarihi ve felsefi açıdan bakmalı. Hıristiyanlık batı felsefesi ve bilimler yüzünden materyalistere karşı savaş verdi, nihilistleri tardetti. Klise Marks’ı hem üniversiteden attırdı hem de ona uluhiyete taarruz ettiğinden domuz dedi. Bunları John Belamy   Forster, Marks’ın Ekolojisi isimli kitabında anlatır etraflı olarak. Hristiyanlığlın o sapkın, -Bediüzzaman’ın tabiri ile- hasta akıl ile mücadelesi Hıristiyanlığa bir güç vermedi. Hatta bugün batı ülkelerinde nihilizm dinsizlik büyük boyutlara gelmiş durumda.

Bediüzzaman sizin yapmanız gerekeni yapıyor bu onun tabiri ile taun-ı manevi ile mücadele ediyor. Siz kalkıp onu nazarı ammede suçlayıcı duruma getirmeye çabalıyorsunuz. Hastalık bilmemek, okumamaktan kaynaklanıyor. Ebu Cehil’in safında yer almak desek insanların tüyleri diken diken olur. Peygamberin (asm) tevhid mücadelesinin karşısında olan bu adam gibi tevhid mücadelesini dünya çapında savunan bir büyük adamın karşısına geçmek Ebu Cehil’in safında yer almaktır.

İbni Sina “haşir bir nakli meseledir akıl bu yolda gidemez” demiş. Koca filozof haşir konusunda konuşamıyor, teslim-i silah ediyor. Marks da ondan mülhem daha ileri gidip “haşir akli bir mesele değildir” diyor.

Bediüzzaman’ın eserlerinde en önemli bahislerden biridir Haşir yani öldükten sonra dirilmek konusu. Siz bu konulara el atın haşir ile ilgili münhasıran bir kitap yazın. Bediüzzaman tutmuş modern bir anlatımla aklı haşri anlamakta zorlanan bir insanı muhatap alıp onunla diyaloglarla, öldükten sonra dirilmeye otuz üç basamaklı bir merdivenle anlatmış. Çocuk gibi aklı gelişmemiş bu şahsı konuştura konuştura, onunla konuşa konuşa sonunda onu itikadli hale getiriyor.

Anlamadığım nokta siz bu insana teşekkür etmeniz gerekirken insanlar onu tanımasınlar diye insanların aklının önüne kara bulutlar gibi dikiliyorsunuz. Din adamı böyle yapamaz, ruzı ceza var. “İnsan ipi boğazına takılıp istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır” diyor Bediüzzaman.

Nesnel eleştiriyi Kur’an-ı Kerim ta yedinci yüzyılda kullanıyor. Zorlama dayatma yapmıyor. Diyor “Eğer Kur’an’ın asılsız bir düzme kitap olduğunu iddia ediyorsanız, haydi ona bir benzer kitap yazın getirin, bir sure getirin, bir ayet getirin daha daha daha.” Yani demiyor ki kitap bu kitaptır, muarızları nesnel verilerle meydanı münakaşaya davet ediyor. Siz de muarızsanız meydanı münakaşaya böyle müphem bir kelime ile girip koca dağları bir sinek ile kapatmaya çalışıyorsunuz.

Siz Bediüzzaman’ı eleştiriyorsanız. Haydi Ayet’ül Kübra gibi bir eser getirin. Michelet, ünlü tarihçinin bir kitabı var. Kurgusu Ayetül Kübraya benziyor. La bible de Humanite, insanlığın kitabı mukaddesi olarak telakki eder. İnsanlığın Allah’ı arayışının öyküsüdür. Buyurun bu kitap ile kurgusu ve tasarımı benzer olan Ayet ül Kübra’yı karşılaştırın. Ayet’ül Kübra da insanlığın Allah’ı aramasını anlatıyor. Siz değil Bediüzzaman’ı eleştirmek ondan özür dilemelisiniz. Dünyada yapmayın ama ahirette bu büyük azametli adamın tevhid mücadelesinin karşısında yer almak sizi çok kötü yerlere getirir, gayyalara iter. İşte bir tarihçi Michelet. Onu okuyun ve bakın Bediüzzaman’ın ne kadar büyük bir filozof, bir uluhiyet ve tevhid sultanı olduğunu görün. Ama nerde…

Ayet’ül Kübra nesnel bir risaledir. Koca eser Lailaheillallah’ı anlatır. ”Lailaheillallah bundaki hüccet ise matbu Ayet’ül Kübra risalesidir. Otuz üç basamaklı bir tevhid miracıdır bu eser. Kendisi eseri için ne diyor: “Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar Ayet’ül Kübra’ya müracaat etsinler.“ Sonra eserini tarif ediyor. Kerem’in büyük bir coğrafyada Aslı’yı araması gibi Allah’ı arıyor, kainattan halıkını soran seyyah. Sizin gibi insanların bu güneşe karşı göz kapaması ve karanlıkta kalmasına anlam veremiyorum. Bunun da Bediüzzaman’ın yeniden Türkiye’nin gündemine gelmesi için bir mekr-i Rabbani olduğunu düşünüyorum. Öyle de olacak.

“Evet Ayet’ül Kübra şuaı otuz üç icma-ı azimi ve hülli hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek başta semavat, yıldızlar kelimeleriyle arz hayvanat ve nebatat kelamları ve cümleleriyle, gitgide kainatın heyet-i mecmuası, müştemilat ve mevcudat ve hudus ve imkan ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vacib ül Vücud’un mevcdiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda  ve gündüz katiyetinde isbat ediyor.“ (Şualar, 527)

Tasavvufi değil bilimsel bir tevhid eseri. Bütün kainatı bilimlerin dili ile konuşturup Allah’ı anlatıyor, isbat ediyor. Bak bulutları anlatıyor, ilimle dini birleştirip tarihin en büyük ihtilafını dost yapıyor. Hocalarım yazık size neredesiniz gelin bu ifsad vadisinden çıkın. Maksadı hafiniz dalaletinizin nedeni olur size yazık olur.

“Zemin ile asuman ortasında muallakta durdurulan bulut gayet hakimane ve rahimane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine ab-ı hayat getirir ve hararet yaşamak ateşinin şiddetini tadil eder ve ihtiyaca göre  her yerin imdadına yetişir.” (90)

“Sonra gözünü çeker  aklına  bakar, kendi kendine der ki atılmış pamuk gibi bu camid şuursuz bulut  elbette bizleri bilmez  ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez.” (91)

Şimdi şu satırlarda sizin kafanızda yorumladığınız “yazdırıldı” fiilinin menfi izleri var mı, bakın söyleyin. Bu fiili paranteze alın Risale-i Nurları okuyun, sizi doğrulayan cümleleri bulun onları tartışalım, olmaz mı. Ama beyhude. İddianıza uygun veriler ve malzemeler bulun nesnel eleştiri yapın sonra konuşun.

Bir tarih profesörü, bir ilahiyatçı nasıl nesnel olmayan iftiraları topluma yaymak için gayret eder? Hayret ne hayret. Michelet dünya tarihinde tarihçi olarak özel bir adam. Otuz sekiz yılını Historie de France’yi yazmak için sarfetmiş. Sizler de yazın, yüzyıllık  siyasi, dini, edebi, felsefe tarihi. Gelip Bediüzzaman gibi bir şahsa takılıp kalmak sizi ilim adamı yapmaz kusura bakmayın müfteri yapar.

Himmet Uç