Etiket arşivi: his

ÂMİL KUVVELERİNİ EĞİTMELİSİN 

ÂMİL KUVVELERİNİ EĞİTMELİSİN 

“..zîşuurun en câmii insandır.. ve bütün kâinat ise, hayata müsahhardır ve onun için çalışıyor..”[1] 

 “..kâinat sultanının ism-i a’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hâssı..”[2] 

 

         Fakat insan, bu halleri kendi dünyasında yaşamadan, kelimeler de, duygu ve hislerine tercüman olamıyor. Mânevi âlemlerde kalbin keşfiyâtına lisan daima tercüman olamıyor. Çünkü kalb, hem mânevi âlemlerin merkezi hem de fiziki hayatın temelini teşkil ediyor. Lisan da istidadına göre bunları telaffuz ediyor. İnsan kalbi mülk ve meleküte bakan zarf ve mazruf şeklinde farklı manaları ifade etmektedir. Nasıl ki, kalbimiz maddi hayatımızın merkeziyse aynı şekilde maneviyatın yani on sekiz bin âlemin de merkezidir.  

“Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır.” [3] 

            Bu sebeple insan maddi ve manevi hayatının istikamet ve istirahati için kalb sağlığına azami derecede ihtimam göstermesi elzemdir. Sadece maddi veya manevi tarafına meyledip diğer tarafını ihmal etmek de abes bir tutumdur. Nasıl ki kelime-i şahadetin iki kelamı biri birisiz mükemmel olmuyorsa(*) maddi ve manevi hayatın sıhhat u istikameti de dengede olmazsa insana zarar verebilecektir.  

            Manevi kalbimizse vesvese ve günahlarla yıpranıp işlevselliğini kaybetmektedir.

işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar… Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor.. günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. 

         Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”[4] 

            İçtimaiyat-ı beşeriyenin getirdiği hâller de insan hayatının tuzu biberi oluyor. Her ne kadar bu hallerin imtihan olup geçeceğini ve hikmetin iktiza ettiğini bilse de hayata geçirebilmek, hiç de kolay olmuyor. Çünkü insan ne sadece kalpten ne de akıldan ibaret basit bir şey değildir. Bilgilerin, okunan ve tecrübe edilen şeylerin tatbiki için sadece bilmek yeterli değildir. Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise”[5] iltibas edilmiş yani karıştırılmış olan bu sistemi öncelikle tekrar işlevsel hale getirmemiz ve sistemin sistematiğini kullanmamız lazımdır. Dimağ/zihne atılan bilgilerin tasnif edilmesi tatbikata kolaylık sağlayacaktır. İz’anda olan bir bilgi ile iltizamda olan aynı bilginin tatbiki ve kabul edilip ehemmiyet verilmesi aynı seviyede değildir. İtikada olanın hiç değildir. 

            Sadece dimağdaki bilgiyle insan tatmin olamaz bazen de tatmin olması için hissin tatmini gerekmektedir. His tatmin edilmezse insanın da tatmini söz konusu olamaz.  

       Hülasa, insan kendinde amil olan saika ve şahikalarını tanımak, bilmek ve eğitmek mecburiyetindedir. 

     Bu noktada ilim, iman kuvveti ile birlikte Risale-i Nur cemaatinin de manevi desteğiyle hareket etmek bu mezkur bahse kavi bir destek olacaktır. Aynı zamanda hadiselere de nasıl bakmak gerektiğini öğretmekle, hayatın dağdağasında rehberimiz ve mizanımız olan Sünnet-i seniyyeden de manevi istimdad ve nur almaya vesile olacaktır. 

   Adeta Risale-i Nur’u okumaya, anlamaya, dinlemeye başladığımızda, onun şahs-ı manevisine dahil oluyor, kardeşlerimizle, iki ceset, bir ruh hükmüne geçiyoruz. Birbirimize sahabe/sohbet arkadaşı oluyoruz. 

     Ölüm geldiğinde, diğer ruhlar bir anda duâ zinciri başlatıyor, Fatihalar sağnak sağnak kabirde Nur olmaya başlıyor. Hem de günahsız diller adedince. Fakat bu nurlardan istifade etmek, sırr-ı ihlâs,sırr-ı uhuvvet ile tesanüt ve sırr-ı İttihad ile teşrikü’l-mesai ile mümkün. 

   Rabbimin nihayetsiz rahmet ve merhametini umarak, bizleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinden ayırmamasını, istikamet üzere kalmayı niyaz ediyoruz.  

  Risale-i Nur’un yazılan ve kıyamete kadar okunacak

harfleri adedince ölmüşlerimize rahmet etmesini diliyorum.

Amin… 

Selam ve dua ile.. 

Muhammed Numan ÖZEL 

 

[1] Şualar (54) 

[2] Şualar (218) 

[3] İşarat-ül İ’caz (77) 

(*) Bkz. Sözler (702), Mektubat (740-34-336), i. İ’caz (86) 

[4] Lem’alar ( 8 ) 

[5] Sözler (706) 

 

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Allah On Geceye Yemin Ederken

On gece on latife mi?

Gece bir elbisedir, onu az bir kul giyer. Gecelerin sırrını yakalayıp gecelerin ellerinden tutana ehl-i gece denir ki; Allah için gayb ne ise ehl-i gece için de gece odur. Gayba aşina olmayan gayb âlemlerini nasıl bilmezse gafletin adı uykudan azade olmuş alınları, huşu ile yere koymayanlar da ehl-i gecenin halini bilemez.

Gece fecirlerin anneliğini yaparken gün gündüzlerin eteğine gecelerden dökülür. Allah on geceye yemin ederken o gecelerde kullarını daha çok zikir ve taate teşvik etmektedir. Hac gibi bir ihsanat-ı İlahiye vaktinden önce ihsan edilen on gecenin her biri ayrı bir kandilin ziyasını taşımaktadır.

On geceyi on latifenin seyr u sülûku olarak düşünüp bu gecelere on latifenin açılımının şifreleri takılmış olabileceğini düşünürdüm de düşünceme delil bulamazdım.  Abdülkadir Geylani’nin Fecr suresinin tefsiri düşünceme nokta-i istinat oldu.

Abdülkadir Geylani “On adet hissin karanlık gecesinin hakkı üzerine yemin olsun ki” diye yaptığı tefsirinde on geceyi on adet hissin karanlık vecihlerinin gitmesi olarak izah etmektedir.

Geylani’nin tefsirindeki on adet hislerdeki karanlıkların gitmesi karanlık gecelerin nurlu aydınlığı ile olmaktadır. Ondan önceki ayette de fecre yemin olması Geylani’ye göre sabah vaktinin parlayıp açıldığını göstermektedir ki; bu on gece Geylani’ye göre on hissin fecri olan gecelerdi. Çünkü gece karanlıktır tüm karanlıklar gecelerde nurlanır. Geceler manevi hayatımızın nurlu fecirleridir. Manevi hayatımız tövbelerle yunmuş, ibadetlerle aklanmış, zikir ve taatle nurlanmış gecelerde yeşerir.

Talip olmadan talep edilmeyeceğini, say etmeden karşılık görülmeyeceğini, kurban etmeden İbrahim olunmayacağını, teslim olmadan İsmail gibi bıçağa boyun eğilmeyeceğini, tevekkül etmeden Hacer olunmayacağını bu günlerde bizlere öğreten Rabbimiz bu öğretinin hayata dökülmesi içinde kullanılmış bir cüz-i iradeden sonra luft u İlahinin imdadını da öğreten bu geceler vesilesiyle manevi seyr u sülukun sırlarını aşikar etmektedir.

Efendimizin ilk haccını düşünecek olursak ilk yaptığı Kâbe’deki putları temizlemek olmuştur. Hac sırrının başlangıcı olan bu zaman diliminde kalp Kâbe’sine yerleştirip sevgiyle, hırsla, dünyevi ihtirasla muhkemleştirip gafletle unuttuğumuz putlarımızı bu gecelerin her birinde yer ile yeksan eyleme biz müminlerin on gece sırrı olmalıdır.

Ezelin tılsım göz aydınlığı olan nuru Muhammedi (s.a.v.) her peygamberin alnından Efendimize ulaşmak için alından alına çağıldayarak koşup gelirken Efendimizin alnında mecrasını bulmuştur. O nurun sırrı kıyamete kadar da paylaşım peygamberi Efendimizin ümmetinin alınlarında yansıyacak nuru Muhammedi (s.a.v.) hakikatini ilan edecektir. O nuru rüku ve sücutlarla alınlarda kandil kandil yakma sırrı bu gecelerin sırrı olsa gerektir.

Tarikatlarda kırk gün ile başlayan manevi terakki halini Rabbimiz on gecede cem eylemiş, velayet sırrını içeren bu on geceyi de on latifemize kandil eyleyip bu geceleri kötü hislerimizi karanlıklarına bırakmaya nurlu bir fecir eylemiştir.

Moralhaber.Net